Bediüzzaman, sünnet-i seniyye yolumu aydınlatıyor diyor
Hekimoğlu İsmail'in yazısı: Cahiliye dönemimden, sünnet-i seniyyeye yapışarak kurtuldum!
Allah’a inanmak başkadır, Allah’a kul olmak başkadır. Yani “Ben iman ediyorum.” diyen kişi, ortaya bir iddia atmış olur; bunun da ispatı gerekir.
İnsanın canı gezmek, eğlenmek, para harcamak, dünyayı bir rüya gibi yaşamak ister. İşte bu noktada iddia ettiğimiz şeyin ispatını yapmak lazım geliyor. Mesela sahabe, sevmediği, tiksindiği bir hayattan geliyor. Bunun için İslamiyet’e dört elle sarılıyor. Biz de dönüp dünkü hayatımıza baksak, pek çoğumuz kendimizi kınarız. “Neden şu sözü söyledim? Neden şu hareketi yaptım?” diye… İslamiyet’e uymadığımız her hadisenin sonunda maddî-manevî öyle zararlara uğrarız ki, daha bu dünyada cehennem azabı çekeriz.
Lem’a’larda Üstad buyurmuş ki, “Çok tazyikat altında, gayet ağır yükler yüklenmiş bir vaziyette kendimi gördüğüm zamanda, sünnet-i seniyyenin o vaziyete temas eden meselelerine ittibâ ettikçe, benim bütün ağırlıklarımı alıyor gibi bir hiffet buluyordum. Bir teslimiyetle, tereddütlerden ve vesveselerden, yani, “Acaba böyle hareket hak mıdır, maslahat mıdır?” diye endişelerden kurtuluyordum. Ne vakit elimi çektiysem, bakıyordum, tazyikat çok. Nereye gittikleri anlaşılmayan çok yollar var. Ne vakit sünnete yapışsam yol aydınlanıyor, selâmetli yol görünüyor, yük hafifleşiyor, tazyikat kalkıyor gibi bir hâlet hissediyordum.”
Sahabe, cahiliye devrinde bir ateşin içindeydi. Peygamberimiz, onları o ateşten çekti aldı. Aynı şey bugünkü Müslümanlar için de geçerli. Sahabeye tanınan hak, her Müslüman’a tanınmıştır. Yani bir Müslüman’ın hayatında “cahiliye devri” olabilir. Amma sünnet-i seniyyeye ittiba ederek, o devirden çıkmak mümkündür.
Benim de hayatımda “cahiliye dönemim” dediğim bir dönem oldu... Okul sıralarında felsefe öğretmenimiz, “Akla uymayan ayeti reddederim!” diyordu. Psikoloji öğretmeni, ruhun varlığına inanmıyordu. Biyoloji öğretmeni, “Kılı, kıl hücresi yapar.” diyordu. Fizik hocası, “Kâinatı var eden, big bang olayıdır.” diyordu. Tarih öğretmeni, “Muhammed (sas)” denildiğinde salavat getiren arkadaşımızı dövüyordu. Böyle yetiştik… İçkisi, sigarası, kız arkadaşı olmayana “gerici” diyorlardı. Okul yılları değil, adeta bataklık yıllarıydı o zamanlar… Gözümün önünde pırlanta gibi arkadaşlar kayboldu o bataklıkta… Birer natürist olup çıkmıştık!.. Necip Fazıl’ın dediği gibi; “Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu…”
Kalp iman ile beslenmemişse, sıkıntı alarmdır. Dünyan ve ahiretin viran oluyor, dikkat et demektir. Bu sıkıntıyla kendimi tahkiki iman derslerinin içinde buldum. Âlimlerin yakınında bulunup, “Acaba Peygamberimiz nasıl yaşıyordu?” sorusuna cevap aradım. O muhterem insanları tanıdıkça, “Demek ki bir insan böyle de yaşayabilirmiş.” dedim. Fiilen İslamiyet’i yaşamak en büyük sünnetmiş; bunu anladım. Çekirdek, toprakta çürümeye başlayınca filiz verir. Filiz gün ışığına çıkınca tohumken çektiği çilelerin hepsini unutur; çiçek çiçek, yaprak yaprak tebessüm eder. Her olayın cennete bakan bir yönü var. Ben de “cahiliye devri” dediğim o günlere veda edip, sünnet-i seniyye bahçesinde dolaşmaya başlamıştım… Çünkü görüyor ve anlıyordum ki, Allah’a kul olmamanın cezası, en basit şeylere esir olmak, bağlanmaktır. Peygamberimiz (sas) nasıl ki yaşayan Kur’an’sa, bizler de yaşayan sünnet-i seniyye olmalıyız. Bu yolda karşımıza çıkan ilk engel, alışkanlıklarımızdır.
Yani evvela esaretlerimizi gözden geçirmeliyiz…
alıntıdır
Zaman