Durumu: Medine No : 2738 Üyelik T.:
22 Temmuz 2008 Arkadaşları:0 Cinsiyet: Mesaj:
5 Konular:
1 Beğenildi:0 Beğendi:0 Takdirleri:10 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Ebu Bekir Olmasaydı Ebu Bekir Olmasaydı Ebu Bekir olmasaydı? BÜTÜN GÜZEL isimler’ O’nun olan Hâlık-ı Zülcelâl’in yarattığı her bir nevde bir ismin galiben öne çıkması sırrı, fıtratındaki câmiiyet itibarıyla her biri bir ‘nev’ kıymetindeki insanlık âleminde de tezahür eder. Kimi insan, Allah’ın Cemîl isminin parlak bir aynası hükmündedir; kimisi de celâl vasfıyla öne çıkar. Kimisi güçlü fiziğiyle Kadîr ismini üzerinde tecelli ettirirken, kimisi hikmet yüklü duruşuyla Hakîm ismini cilvelendirir. Bir başkası, şefkatiyle Rahîm ismine; beriki, yardımseverliğiyle, Rahmân ismine âyine olur. Bütünüyle insanlık için geçerli olan bu durum, insanlık âleminin yol göstericisi peygamberler için de geçerlidir. Musa’daki celâl, İsa’daki cemal, Muhammed Mustafa’daki kemal, bunun bir delilidir. Keza, sahabiler arasında da, bir ismin veya diğerinin, bir özelliğin veya diğerinin galiban tecellisi sırrı ile karşılaşır insan. Sa’d b. Ubâde cömertliğiyle Rezzak isminin parlak bir aynası iken, Sa’d b. Muaz dikkati ve hikmetiyle öncelikle Hakîm ismini cilvelendirir üzerinde. Ali, Alîm isminin bayraktarı iken, Osman’da Halîm ismini apaçık okur insan. Ömer’de adalet vasfı öne çıkarken, sıdk Ebu Bekir’de zirveyi bulur. Sıdk, her bir sahabide cilvelenen ancak Ebu Bekir’de zirvesini bulan bir özellik olmakla birlikte, bu özelliğe dair zaman içinde yaşanan bir algı kayması, Ebu Bekir’deki bu özelliğin değerini, dolayısıyla Ebu Bekir’in değerinin anlamamızda bir mania teşkil eder. Evet, Ebu Bekir hepimizce makbuldür, değerlidir, ‘faziletçi en üstün’ sahabi olarak anılacak kadar değerlidir; ama yine de, Ebu Bekir, algıladığımızdan da daha değerlidir. Zira ondaki sıdk, ‘sadakat’ deyince bizim algıladığımızdan daha ulvî bir özelliktir. Bugünün dünyasında, sadakat, ‘doğruluk’tan ziyade ‘bağlılık’ anlamını çağrıştırır bize. Oysa sadakat, kök anlamıyla, ‘bağlılık’ mânâsını içermez; ‘doğruluk’ anlamını içerir. Bağlılık, gerçek bir ‘doğruluk’un tezahürü ve işlevidir. Bunu en net biçimde, bir Kur’ân âyeti ile kavrar insan. Bakara sûresinin 111. âyeti, “Eğer sâdıklardan iseniz, delil getirin” diye seslenir müşriklere. Ve böylece, ‘sadakat’in asıl dayanağını ve temelini verir: delil. Yani, ‘sıdk,’ salt bir bağlanma haline işaret etmediği gibi, ‘körü körüne bağlanma’ asla değildir. Diğer bir deyişle, ‘körü körüne bağlanan’lar, kelimenin gerçek anlamıyla ‘sâdık’ insanlar değil. Sıdk hali, sadakat eylemi ve sâdık olma keyfiyeti, sadakat gösterdiğimiz dâvâ için delil getirip getiremediğimiz ölçüsüne göre şekillenmektedir. Dolayısıyla, ortada bir ‘sıdk’ ve ‘sadakat’ halinden söz edebilmek için, bağlanılan dâvâ için enfüste bir tasdikin varlığı; hakikî anlamda bir tasdik, yani ‘doğrulama’nın varlığı için ise bir bürhan gereklidir. Bu bakımdan, Hz. Ebu Bekir (r.a.) ‘Sıddîk’ ünvanına lâyık görülmüşse, bu, onun Resûl-i Ekrem’e (a.s.m.), hâşâ, körü körüne bağlılığından dolayı değildir. Sırf Resûl-i Ekrem’e (a.s.m.) bağlılığından dolayı da değildir. Bilakis, ‘Sıddîk’ ünvanı, Hz. Ebu Bekir’in iç dünyasında tasdik olunmuş, bürhana ve delile dayanan bir bağlılığın nişanesidir. Bir diğer deyişle, kelimenin gerçek anlamıyla sadakat, ancak ve ancak, delil ve bürhan getirilebilen iddialar için sözkonusu olabilmektedir. Bir dâvâ yahut iddiada bir bağlılık var, ama bu dâvâ veya iddianın doğruluğuna dair bürhan yok ise, bu bağlılığa gerçekten ‘sadakat’ adını vermek imkân haricindedir. |