28 Ağustos 2007, 12:47
|
Mesaj No:1 |
Durumu: Medine No : 38 Üyelik T.:
30Haziran 2007 Arkadaşları:0 Cinsiyet: Yaş:44 Mesaj:
984 Konular:
245 Beğenildi:29 Beğendi:0 Takdirleri:146 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | "havf ve reca" "havf ve reca" Havf ve Recâ "(Allâh'ım!) İçimizden birtakım beyinsizlerin işlediği (günâh) yüzünden hepimizi helâk edecek misin?" (el-A'râf, 155) İnsan hayatı, havf ve recâ, yâni "korku" ve "ümid"lerin çalkantısı içinde seyreder. Bir mü'min gönlünde havf ve recânın karşılıklı bir âhenk ve denge içinde yaşanabilmesi, zarûrîdir. Zîrâ korkunun ifratından "yeis", tefritinden ise "emniyet ve te'minat" hissi hâsıl olur. Bu itibarla Allâh'ın azâbından emîn olmak veya zıddı olan rahmetinden ümidsizliğe düşmek, menedilmiştir. Kâmil bir mü'min, bu iki hâli dengeli bir şekilde devam ettirendir. Âyet-i kerîmede buyurulur: "(O muttakî kimseler, geceleri namaz kılmak ve istiğfâr etmek için) yanlarını (tatlı) yataklarından kaldırırlar.. RABBLERİNE, AZÂBINDAN KORKARAK VE RAHMETİNİ UMARAK DUÂ EDERLER. Kendilerine verdiğimiz rızıklardan da hayır yollarına infâk ederler. " (es-Secde, 1 Mutlak yeis, yâni ümidden kesilme, insanın kendisini afv ve mağfiretin dışında görme gafletidir. Neticede Allâh'ın rahmet tecelliyatını, kudret ve azametini inkâr etmektir. Mutlak yeisin tam zıddı olan mutlak emniyet de, Cenâb-ı Hakk'ın esmâ-yi ilâhiyyesinden "Kahhâr" sıfatına karşı duyarsız kalmak veya azâbı küçümsemektir. Hâsılı Allâh korkusunu mutlak yeis hududuna getirmemek ve aynı zamanda ümîdi de mutlak te'minat altına yaklaştırmayıp dengeyi muhâfaza etmek lâzımdır. Yaşadığımız deprem hâdisesi gibi fevkalâdelikler, bu dengeyi muhâfaza etmenin güçleşmesi gibi bir netice doğurur. Bir mü'min "Cennete bir tek kişi girecek!" dense "Acaba ben miyim?"; "Cehenneme bir tek kişi girecek!" dense "Yoksa ben miyim?" hâlet-i ruhiyesinin içinde bulunmalıdır. Allâh -celle celâlühu-, ilâhî korkuları kulların kalblerine işlemek ve onları hevâ-heveslere ve şehvetlere düşmekten korumak için göklerden indirdiği, yerlerden infilâk ettirdiği birtakım âfet ve musîbetlerlerle de îkâz ve terbiye etmektedir. Bu âfetlerin gelişi-güzel vukûa geldiğini, bir tesâdüfün neticesi olduğunu zannetmek, müthiş bir gaflet ve hüsrandır. Meçhul ufuklardan kopup gelen âfetlerin binlerce kişiyi ölüme ve yaralanmaya sürüklemesi, sayısız insanları bîçâre ve bîkes bırakması, hikmetsiz ve ibretsiz değildir. Aksi halde dünyâya geliş ve gidişin, ilâhî program ve hassasiyetin mantıkî mânâsını kabul ve îzâh etmek imkânsızlaşır. Bu âfetler, hiç şüphesiz aynı zamanda kâinatın hâlıkının azamet, kudret ve îkâz tecellîleridir. |
| |