Durumu: Medine No : 2609 Üyelik T.:
12 Temmuz 2008 Arkadaşları:0 Cinsiyet: Yaş:36 Mesaj:
550 Konular:
114 Beğenildi:9 Beğendi:0 Takdirleri:10 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Müridin nefsine karşı adabı.. Müridin nefsine karşı adabı..
..:: 1 ::..
Müridin kendisiyle beraber bulunduğunda riayet etmesi gereken âdabı çoktur. Lâkin insan bunların hepsini yapmaya güç yetiremez. Hepsini de "güç yetiremiyorum" diye terkedemez. Onun için en zaruri olanları burada anlatacağız.
Bir mürid başta şu hususlara dikkat etmelidir:
1. Kötü ahlak ve fiillerinden Allah'a dönüş yapmalıdır. Nefsini her gün hesaba çekmelidir.
2. Menfî olan nefsani arzularına muhalefet etmelidir.
2. Bütün işlerinde doğruluğa yapışmalıdır ve insanlarla iyi geçinmelidir
3. Kendisini herkesten değersiz görmelidir. Kendi ayıplarını görüp düzeltmeye çalışmalı, başkalarının ayıplarını araştırmamalıdır.
4. Yeme, içme, giyme, uyku vb. ihtiyaçlarında itidalli (orta yollu) davranmalıdır.
5. Haram ve şüpheli şeylerden sakınmalıdır.
6. Çok az konuşmalıdır, sorulunca cevap vermelidir.
7. İbadetlerinde azimet yolunu tutmalıdır.
8. Dünya sevgisini gönlünden çıkartmaya gayret etmelidir. Dünya sevgisinin kalpten çıkması Allah'ı (cc) bol bol zikretmeye bağlıdır.
9. Boş zamanlarını ibadet ve zikrullahla değerlendirmelidir.
10. Şer'i hükümlerde istikamet sahibi ve ibadetlerinde ihlaslı olmalıdır.
Detaylı olarak bir müridin kendi kendine karşı âdabı ise şöyle olmalıdır:
1. SADÂKAT: Bu, müridin, işini Allah'a sadâkat esası üzerine bina etmesidir ki binanın sağlam temel üzerine oturması için doğruluk esasdır. Büyük mürşidlerimiz şöyle demişlerdir: "Sâlikler, usule riâyet etmedikleri için vusulü kendilerine imkânsız kıldılar. Vekî İbnü'l-Cerrâh der ki: "Allah'ın yolu hidâyet yoludur. Ona ancak sâdık olanlar nâil olur."
Bu yolda kulun,
a) Allah hakkında ve kendisi hakkında itikadını düzeltmesi, yani Allah'ı esmâ ve sıfatıyla âlemlerin Rabbı olarak, kendini de O'nun âciz bir kulu olarak tanıması ve bilmesi lâzımdır. Kulun, Allah hakkındaki itikadının bütün zan ve şüphelerden temizlenmesi, dalâlet ve bid'atlardan uzak bulunması, itikadda esasının Kur'an ve Sünnet'e dayalı olması lazımdır.
b) Kulun, "ameller niyetlere göredir" hadîsinin himayesine sığınabilmesi için önce itikadını Kur'an ve Hadis'e göre düzeltmesi ve kalb-i selîme sahib olması lazımdır.
c) Kişinin itikadı, şeriatın tesbit ettiği sahih delillere, yani Kur'an ve hadise ne kadar uygunsa o kadar sağlamdır.
d) Kul, itikadı vasıtasıyla Allah'a seksiz bağlandıktan sonra dînin hükümlerini ya bizzat tedkik ve tahkik ile, yahud ilim sahiplerinden sormak suretiyle muhakkak öğrenmesi lâzımdır. Bunun en az derecesi, farzlarını doğruca eda edecek kadar bilgi edinmesidir.
Çünkü hakîkî müridliğin alâmeti, dînî sorumlulukları öğrenmek için harekete geçmek, Allah'ın emrine O'nun razı olacağı şekilde sarılabilmek için Rasûlünün sünnetini yaşamak, yasaklardan sakınmak, Rasûlullah'ın sünnetine uyarak Allah'ın sevgisini kazanmaya çalışmaktır.
Bunu kazanmak için farzlara dikkat ve itina etmesi, gücü yettiği kadar ve ölçü dahilinde nafile ibadetlere yönelmesi, ilmiyle âmil olan âlimlerin sohbetine devam ederek onlardan istifâde etmeğe çalışması, kötü âlimlerden sakınması lâzımdır. Çünkü bunlar yol kesen eşkıya gibidirler. Yanlış yönlendirme ile insanları saptırırlar.
Bir konu ihtilaflı ise, âlimlerin fetvaları içinde en ihtiyatlı olanı tercih etmek lâzımdır. Meselâ, bir yiyecek üzerinde birisi halâl diğeri mekruh dedi ise ihtiyatlı olana yapışmak, yani ikinci sözü hesaba katmak, böylece şüpheli şeylerden ve şüpheli lokmalardan korunmak, buna devamlı surette riâyet etmek lâzımdır.
Böylece bütün söz ve hareketleriyle Kur'an'a ve sünnete muhalefet etmekten sakınması gerekir.
Bütün sâdât-ı kiram -Allah cümlesinden razı olsun- şu noktada ittifak etmişlerdir ki: Kim tarikat ister de başka yaşayışlara iltifat eder, yani gönlünü kurtaramazsa, Allah'ın yoluna kalbiyle yönelemezse o kimse tarikat ile alay ediyor demektir. Bir kerre düşünmelidir ki, dinin bütün emirlerine sarılmak azminde olan bir kimse bile ancak bir kısmına riâyet etmeğe muvaffak olabiliyor. Bütün himmetini başka şeylere sarfeden kimse bu yoldan nasıl istifade edebilecektir?
İmam Rabbânî Hazretleri buyurur ki: "Ey din kardeşlerimiz, hepimiz üzerine en önce gereken şey, itikadımızı Kitab ve Sünnet'e göre doğrultmaktır. İtikadımızın esaslarını belirten âyet-i kerime ve hadîs-i şeriflerin nasıl anlaşılacağını ehl-i hak ve hakikat olan âlimlerimiz açıklamışlardır. Bizim onlara uymamız lâzımdır. Allah onların çalışmalarını karşılıksız bırakmasın. Onlar, bu itikad esaslarını Kur'an'ı bir bütün olarak görebilme seviyesine ulaştıktan sonra Kur'an ve Hadisin ruhuna göre açıklamışlardır. Bizim anlayışımız bu büyüklerin anlayış ve izahlarına uymuyorsa kat'î surette muteber olamaz. Elh-i bid'at ve dalâlet olanlar, kendi batıl hüküm ve itikadlarını Kitab ve Sünnet'e uygun zannederler. Halbuki onların itikadları hakdan fersahlarca uzaktır.
İkinci olarak, dinin hükümlerini, bu cümleden olarak halâl ve haramı, farzları, vacibleri bilmek lazımdır.
Üçüncü olarak, bu öğrendiklerinin gereğiyle amel etmesi, yani günlük yaşayışında tatbik etmesi lâzımdır.
Dördüncü olarak: Kalbi tasfiye ve tezkiye yoluna girmektir.
Ehl-i sünnet itikadını bilmedikten sonra dînî hükümleri öğrenmenin bir faydası olmaz. Akaid ve ahkâm bilgisini de elde etmedikten sonra amelin bir faydası olmaz.
Bu üç esas, yani akaid bilgisi, ahkam bilgisi ve bunlarla amel edilmesi tahakkuk etmedikten sonra kalbin tasfiyesi ve nefsin tezkiyesi mümkün değildir.
Bir sâlik, yukarıda saydığımız dört rüknü, yani :
1. İtikadı Kitab ve sünnete göre doğrultmak,
2. Dînî hükümleri öğrenmek,
3. Bu öğrendiklerinin gereğiyle amel etmek,
4. Kalbi tasfiye ve tezkiye yoluna girmek; Rükünlerini dosdoğru yerine getirmeden ne yaparsa yapsın lüzumsuz işlerle meşgul oluyor demektir.
Hadis-i şerifde buyurulmuştur ki: "Kişinin, kendisini ilgilendirmeyen, yani dünya ve ahiretine bir faydası olmayan şeyi terk etmesi müslümanlığının güzelliğindendir." Hulâsa kişiye lazım olan, en fazla ihtiyacı olan şeyi öğrenip tatbik etmesidir.
2. TEVBE: Tevbe, bu işlerin en mühimmidir. Çünkü bu yol, son derece temiz ve her türlü kötülükten uzaktır. Türlü pisliklerle kirlenmiş kimseleri kabul etmez. Müridin, bütün hatalarından Allah'a tevbe etmesi, bu tevbesini de gizli-açık, küçük-büyük bütün hatalarını terk etmekle yapması lazımdır.
Burada önce üzerinde kul hakkı varsa onları ödemelidir. Eğer hak sahibi ölmüş ise varislerine vermelidir. Kul hakkından temizlenmeyen, münakaşa ettiği bir kimse ile helalleşmeyen kimse bu tarikattan istifade edemez.
Bu istifade edemeyişinin sebebi, üzerinde kul hakkı bulunmasıdır. Bütün sâdât-ı kiram, İslâm dininin koyduğu bu vecibeye hassasiyetle dikkat etmişler ve saliklere böyle irşadda bulunmuşlardır.
Şeyhülislam Abdullah el-Ensârî der ki: Allah Teâlâ Hazretleri, "tevbe etmeyenler zalimlerin ta kendileridir" (Hucurat/11) buyurmuş ve zulmü tevbe etmeyenlere nisbet etmiştir.
Tevbe, ancak kişi tevbenin ne demek olduğunu bilip de tevbe ederse sahih olur. Bunun için üç şey lâzımdır:
1.Kişi tevbe etmediği takdirde Allah'ın onu kötülüklerden korumayacağını bilmelidir.
2.Tevbe etmeğe muvaffak olduğu zaman ferahlamalıdır.
3.Allah'ın onu her an gördüğünü ve kalbine her an nazar ettiğini bilmelidir.
Tevbenin üç şartı vardır:
1.Günahından pişmanlık duymak.
2.Allah'a tazarru ile niyaz etmek (yani günahını söyleyerek tevbe etmek),
3.Günahdan kopup ayrılmak. Bir daha o günahı işlemeyesiye azmetmek, kesin karar vermek.
Tevbenin hakikati üçtür.
1. İşlediği günahı büyük görmek.
2. Yaptığı tevbeyi kusurlu ve yetersiz görmek.
3. Yaratılış îcâbı olan kusurlarının Allah tarafından affını dilemek.
Tevbenin sırlarının incelikleri üçtür:
1.İşlediği günaha bakmak,
2.Allah'ın o günah hakkındaki hükmüne bakmak,
3.Günahı ve Allah'ın hükmünü mukayese edip, o günaha o cezayı vermekteki muradını anlamaya çalışmak. Burada Allah'ın iki muradı vardır:
Birincisi, Allah'ın, verdiği hükümde O'nun mutlak büyüklüğünü, kulunun aybını örtmekte ne kadar kerem sahibi olduğunu, Allah'ın, kulunu bir günahla helak edivermeyip ona tevbe mühleti vermekteki hilmini, özrünü kabul etmekteki lütufkarlığını, kulunu mağfiret etmekteki ihsanını bildirmek ve göstermektir.
İkincisi, kulunun üzerinde adlinin hüccetini gösterip onu günahından dolayı hüccetine bağlı olarak cezalandırdığını anlatmaktır. |