Dünyada nasıl yaşıyorsak ahirete onu götüreceğiz!
Hekimoğlu İsmail'in yazısı: Dünyada nasıl yaşıyorsak ahirete onu götüreceğiz!
Bir ailenin genç yaştaki çocuğu ölmüş. Hâlbuki 80 yaşındaki ihtiyarlar sokaklarda dolaşıyor. Buradan anlıyoruz ki, ölüm yaşa, gençliğe bakmıyor.
Hayatı veren de alan da Allah’tır. Herkesin ölümü, saniye hesabıyla bellidir. O an gelince, ömür biter ve ruh, ruhlar âlemine gider, hayatının hesabını verir.
Şehrin kalabalığından sıkıldığım bir gün bir mezarlığa gitmiştim. İhlas Risalesi’nde Bediüzzaman (ra) buyuruyor ki: “İhlası kazanmanın ve muhafaza etmenin en müessir bir sebebi, rabıta-i mevttir. Evet ihlası zedeleyen ve riyaya ve dünyaya sevk eden tûl-i emel olduğu gibi, riyadan nefret veren ve ihlası kazandıran rabıta-i mevttir. Yani ölümünü düşünüp dünyanın fani olduğunu mülahaza edip, nefsin desiselerinden kurtulmaktır.”
İşte bu düşüncelerle kabirlerin arasında dolaştım… Ölmek, tebdil-i hayattır. Tebdil-i hayat, bir hayat şeklinden diğerine geçiştir. Mesela tavuk tebdil-i vücut eder, yumurta olur. Yumurta tebdil-i vücut eder, tavuk olur. Ağaç tebdil-i vücut eder, çekirdek olur. Çekirdek tebdil-i vücut eder, ağaç olur. İnsan da ruhlar âleminde tebdil-i vücut etti, insan oldu. Tekrar tebdil-i vücut eder, ruhlar âlemine geçer. Kesilmiş kavak ağacı yerde yatarken zamanı gelince filiz verir, yaprak açar. Ağaçların külleri gübredir, gübreler kök kapısından girer, dallarda dirilir. Gübrelerin dirildiği şu âlemde ölenlerin dirilmemesi imkânsızdır. Allah’ın hayat sıfatı sonsuz olduğundan, bizim canlı dediğimiz şeyler nehirdeki köpükler gibi batar, çıkar. İnsanı yoktan var eden Allah, ölen kimseyi de ikinci kez var eder.
Ahirette dirileceğimizi bilmek, hayatın hesabını vereceğimizin şuuruyla yaşamak, evvela dünyada huzur getirir.
“Allah bana bunun hesabını sorar.” düşüncesiyle kötülük yapmaktan kaçınır. Sorguya çekileceğine inanmak günah işlemeye meyyal olan kimseyi frenler. Ölüm, zamanın kıymetini hatırlatır. “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz.” hadisine ittiba eder. “Son nefesimde imanlı olayım.” der, tahkiki iman derslerine devam eder. “Hayırlı bir işle meşgul olayım.” der, vaktini boşa harcamaz. “Ben bu günahı bırakmasam, er geç o beni bırakacak.” der, tövbe eder. Böylece ümit eder ki, dünyadan ahirete daha iyi gidecek.
Şuurlu bir Müslüman inanır ki mezar denilen kapıdan geçilecek, ahiret sarayına çıkılacak. Ahirete ne götürelim? Dünyada nasıl yaşıyorsak, ahirete onu götüreceğiz… Her sarayın bahçesi, zindanı vardır. Ahiret sarayı da böyledir. Öyleyse dikkat edeceğiz. İşlediğimiz her bir amelle zindan mı, bahçe mi inşa ediyoruz? Yoksa hem din, hem de dine aykırı haller mi var? Acaba zehirle bal aynı tabakta mı?
Mülk Sûresi’nin ikinci ayetinde buyrulmuş ki: “O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır.” Sinema makinelerini yapanları yaratan Allah, her insanın hayatını muhafaza edebilir. Yaşadığımız her an kayıt altına alınmaktadır. Öyle ki hayatımızın kaydı ahirette bize gösterilecek. İnsan kendi hayatını seyrettiğinde utançtan, pişmanlıktan cehennem ateşine girmekten beter olmak istemiyorsa dünyada ona göre bir hayat yaşamalı.
İnsan sık sık düşünmeli;
“Ahirette hayatımdan ne seyredersem başım öne eğilmez?” Kendimizi yetim başı okşarken, ilmimizin zekâtını verirken, peygamber sevgisiyle ağlarken, tadili erkân ile namaz kılarken, annemizin babamızın gönlünü hoş tutarken seyretmeyi amaçlayalım. Sıratı müstakim üzerinde böylelikle yürüyelim...
alıntıdır
zaman