Durumu: Medine No : 13301 Üyelik T.:
04 Şubat 2011 Arkadaşları:5 Cinsiyet:erkek Yaş:37 Mesaj:
4.833 Konular:
926 Beğenildi:342 Beğendi:0 Takdirleri:62 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Fıkıh Ünite 1: Fıkıh İlminin Mahiyeti ve Tarihi Fıkıh Ünite 1: Fıkıh İlminin Mahiyeti ve Tarihi Fıkıh Ünite 1: Fıkıh İlminin Mahiyeti ve Tarihi Gelişimi ÜNİTE: 1 FIKIH İLMİNİN MAHİYETİ VE TARİHİ GELİŞİMİ
Prof. Dr. İbrahim ÇALIŞKAN Fıkhın Anlamı Fıkıh kelimesi sözlükte çeşitli bablara göre; “mutlak olarak anlamak, konuşan kimsenin dediğini anlamak” gibi anlamların yanısıra “fakihin bir karakteri”ni ifade edebilmek için de kullanılmıştır.
İlk dönemlerde fıkıh terimi, Kitâb ve Sünnet’in nasslarının delalet ettiği itikat, ahlâk ve amellerle ilgili hükümleri içermektedir. Hatta ilk dönemde geniş anlamdaki bu “fıkıh” terimi, “zühd”ü de kapsamaktaydı. Nitekim Hasan-ı Basri fakihi şöyle tanımlar. “Gerçek fakih dünyaya değer vermeyip ahiretle meşgul olan , derin bir dini bilgiye sahip olan, ibadetleri düzenli olan, takva sahibi, müslümanların namuslarında gözü olmayan ve ümmetin selametini isteyen kimsedir.”
Daha sonra fıkıh, sadece ‘ahiret ilmi ve nefsin âfetlerinin inceliklerini bilme’ye hasredilmiş, böylece fıkıh, ahiret ile ilgili meselelerin ön plana çıkarılıp dünyanın önemsenmemesi sonucunu doğurmuştur. Örneğin İmam Malik fıkhı, “Allah’ın kalplere koyduğu bir ışık” olarak tanımlamşıtır. Nihayet fıkıh, “tafsilî delillerden elde edilen bilgiyle amelî-şer’î hükümleri bilmek” olarak tanımlanan bir ilim haline gelmiştir.
Hicri ikinci yüzyıla kadar fıkıh, hem hukukî hem de itikadî meseleleri içermekteydi.
“el- Fıkhu’l-Ekber” adıyla bilinen ve Ebû Hanîfe’ye (ö. 15h./767m.) nispet edilen ve kadercilere karşı yazılmış olan bu eserde; iman, Allah’ın birliği, sıfatları, ahiret hayatı, peygamberlik gibi İslam’ın temel inanç esasları ele alınıp incelenmektedir. Bu da ilk dönemde kelam konularının da fıkıh terimi kapsamına girdiğini göstermektedir. Bu anlamda Ebu Hanife fıkhı “kişinin hak ve sorumluluklarını bilmesi” olarak tanımlamıştır.
Fıkhın kelamdan bağımsız bir ilim olarak ilk defa Me’mun döneminde, Yunanca felsefi eserler Arapçaya tercüme edildiğinde, Mutezile tarafından ortaya konmuş olduğu anlaşılmaktadır.
Hicri birinci asrın sonlarına doğru hadis toplama hareketi başlayınca “ilim” terimi genellikle “sünnet bilgisi” için kullanılırken, aynı dönemde fıkıh terimi ise, “akıl ve re’ye dayanan bilgi” için kullanılmaya başlanmıştır.
Fıkıh “zihinsel faaliyet” olma özelliğini hiç kaybetmemiştir. Sahâbiler arasında hukukî kararlar veren ve bu kararlarında aklı kullanmakla tanınanlar, “fukahâ” diye bilinmekteydiler. Bu terimlerin özellikle İslam’ın ilk dönemlerinde ifade ettikleri anlamlar arasında yine de kesin bir ayırım yapılması oldukça zor görünmektedir.
Fıkıh-Şeriat İlişkisi
Şeriat kelimesi sözlülte; “doğru yol, içilecek su yolu” anlamına gelmektedir.
Terim olarak şeriat, “Allah’ın kullarına indirdiği, inandıklarında ve inandıklarıyla amel ettiklerinde dünya ve ahiret mutluluğuna erecekleri hükümlerin tamamı”na denilmektedir.
Bu anlamıyla şerîat, uyulması gereken itikadî hükümleri, bezenilmesi gereken ahlakî değerleri ve bugünkü ifadesiyle özel ve kamu hukuku ile ilgili yerine getirilmesi gereken tüm hükümleri içermektedir ki, bu hükümlerin tamamına “Kur’ân fıkhı” adı da verilmektedir.
Şeriat ile Fıkıh Arasındaki Farklar
• Her fıkıh şeriattır, ancak her şeriat fıkıh değildir.
• Şerîat noksansızdır. Ancak fıkıh böyle değildir.
• Şerîat, fıkhın aksine tüm insanlığa hitap etmesi bakımından geneldir.
• Şerîat, fıkhın aksine koyduğu hükümlerle bütün insanlığı bağlayıcı bir özelliğe sahiptir.
• Şerîatın içerdiği hükümler doğrudur. Fukahânın ictihadları ise, bazen isabetli olurken bazen de yanlış olabilmektedir.
• Şeriatın içerdiği hükümler ebedî ve değişmezdir. Fıkıh hükümleri ise, insan aklının dahli söz konusu
olduğu için her zaman tartışmaya açıktır ve değişebilir niteliktedir.
Fıkhın İlminin Doğuşu
Fıkıh, Kur’ân’da yer alan itikadî, ahlakî ve amelî hükümlerden, Hz. Peygamber’in verdiği fetvâ ve hükümlerden / kararlardan, sahabenin Kitâb (Kur’ân), Sünnet, İcmâ’ ve Re’y’den çıkardıkları hükümler ve karşılaştıkları olaylarla ilgili verdikleri fetvâlardan doğmuştur.
Sonraları İslâm devletinin sınırları genişlemiş, yeni topraklar ele geçirilmiş ve buna bağlı olarak müslümanlar yeni problemlerle ve olaylarla da yüz yüze gelmişlerdir. Bunun tabiî bir sonucu olarak, müctehidler karşılaştıkları problemleri çözebilmek için ictihâda baş vurmuşlar, Kur’ân ve Sünnet’in nassları ışığında yeni hükümler elde etmişlerdir. Böylece, fıkhî hükümlerin alanı daha da genişlemiştir.
Fıkıh İlminin Gelişmesi
Hz. Peygamberin vefâtından sonra sahâbe, hüküm çıkarma (istinbât) görevini üstlenmişler, karşılaştıkları yeni olaylara Kur’ân ve Sünnet ışığında çözümler bulmaya çalışmışlardır.
Bu nedenle sahâbe dönemi “hukukî tefsir dönemi” veya “hüküm çıkarma kapısının açılmaya başladığı dönem” olarak kabul edilmektedir. Bu dönemde sahabe, yargı (karşılaştıkları bu olaylar hakkında hüküm verme) ve fetvâ (yeni olaylar hakkında Kur’ân ve Sünnet ışığında insanları bilgilendirme) görevini üstlenmişlerdir. Fıkıh İlminin Özellikleri
Fıkhın, kendisini diğer semâvî hukuk sistemlerinden olduğu gibi beşerî hukuk sistemlerinden de ayıran kendisine özgü karakteristik özellikleri vardır:
• Fıkıh, ilâhî bir hukuk sistemidir. Çünkü fıkhın referansları vahiy ve onu açıklayan Sünnet’tir. Fıkhın bu ilahi özelliği onu diğer beşeri hukuk sistemlerinden farklı kılmaktadır.
• Allah, insanların kitabında bildirdiği emir ve yasaklara uymasını ister. Çünkü insanın bu emir ve yasaklara uyması, hem kendisinin, hem içinde yaşadığı toplumun , hem de diğer insanların yararınadır.
• Fıkıh insanı ve insanın mutluluğunu esas almaktadır. Kaynağı ilahî olması sebebiyle fıkıh, renk, dil ve ırk ayırımı yapmaksızın tüm insanlığa hitap etmektedir. Allah emir ve nehiylerine uyma konusunda, tüm insanlığı –kendi yararları için- uyarmaktadır.
• Fıkıh insanların ihtiyaçlarına cevap verebilecek genel ilkeleri içermektedir.
• Fıkıh, adaleti esas almakta ve adaletli davranmayı istemektedir. Bu bağlamda hak, adalet, eşitlik ve sevginin tüm ilişkilerde esas alınmasını ister. Aklın kullanılmasını, düşünmeyi ısrarla ister. Karşılaşılan olayların çözümünde vahiyden hareketle kolaylık ve hoşgörüyü esas alır. Fıkhın ana konusunu oluşturan ilahi emir ve yasaklarda, ‘insan yararı’ gözetilmiştir. Adaletli davranmayı esas alan fıkıh, bu konuda müslim, gayr-ı müslim ayırımı yapmaz.
• Fıkıh ilmi, toplumun içinde yaşar ve olaylarla beraber vardır. Fıkıh insanları sıkıntıya sokmak için değil de onların problemlerini çözmek için vardır. Fıkıhta fetvaların zamana, mekana ve kişilere göre değişeceği, maslahata ve örfe dayanan hükümlerin de maslahat ve örfün gereklerine göre farklılık arzedeceği genel bir ilke olarak kabul edilmiştir.
Fıkıh’ı sekiz kısma ayırmak mümkündür:
1. İbadetler: Birey ile yaradan ilişkisini düzenleyen hükümlerdir ki, nefis terbiyesini, kişinin kurtuluşunu ve toplumun mutluluğunu amaçlamaktadır. (140 ayet)
2. Aile ile ilgili hükümler: İnsanın doğumundan ölümüne kadar emzirilme, bakım, hacr, velayet, evlenme, boşanma ve miras gibi hükümleri içerir. (70 ayet)
3. Mâlî konularla ilgili hükümler: İnsanların hukuki anlamda borç doğuran çeşitli ilişkilerini düzenleyen hükümlerdir. Alım satım sözleşmesi, rehin, akitlere vefa gibi. (70 ayet)
4. Devletin gelirleri ve giderleri ile ilgili hükümler: Devletin gelirleri (ganimet, fey’, zekat, harac gibi) fakir ve zengin arsındaki haklarla ilgili hususları düzenleyen hükümlerdir. (10 ayet)
5. Anayasa ile ilgili hükümler: Birey ile yönetim arasındaki ilişkileri düzenleyen hükümlerdir. (10 ayet)
6. Milletlerarası ilişkiler ile ilgili hükümler: Savaş ve barış anında diğer milletlerlemüslüman devletlerin
ilşkilerini düzenleyen hükümlerdir. (25 ayet)
7. Yargı ile ilgili hükümler: Adalete uygun bir şekilde davanın görülmesi, sonuçlandırılması ve hükme bağlanması ile ilgili hükümlerdir. (13 ayet)
8. Suçlar ve cezalar hakkındaki hükümler: İnanç özgürlüğü, din, can, mal, akıl, ırz ve namusun korunmasıyla ilgili hükümler. Cezalar ise, kısas, hadd ve ta’zir cezalarıdır. (30 ayet)
Fıkıh / İslam Hukuku ile Diğer Hukuk Sistemlerinin Karşılaştırılması a. Hükümlerin Kaynakları Bakımından
İlahî hükümlerin kaynağı Allah tarafından gelen VAHİY’dir. Bu vahiy ister Kur’ân, Tevrat ve İncil gibi doğrudan olsun, ister kendisine vahiy indirilen peygamber (Sünnet) aracılığı ile olsun. Çünkü Peygamberler, vahiy alan ve aldığı vahiy doğrultusunda yaşayan, vahyi insanlara açıklayan ve insanların günlük hayatlarını düzenleyen kimselerdir.
Bu bağlamda fıkhın, Kitap ve sünnetin uygulamalı açıklaması olduğu söylenebilir. Fıkıhçıların karşılaştıkları problemleri rahatça çözebilmelerini sağlayacak genel ilkeler, Kitap ve Sünnet’te yer almaktadır.
“Allah, sizin için kolaylık ister, zorluk istemez” (Bakara, 185)
“Zarar vermek ve zarara zararla karşılık vermey yoktur.” (Hadis)
Kur’an ve sünnetin koyduğu bu temel ilkelerden yararlanarak, fıkıhçılar da bazı “genel hukuk kuralları” geliştirmişlerdir:
“Sıkıntıların ortadan kaldırılması esastır.” (Raf’ul harac), “Kötülüğe giden yolların kapatılması esastır.”, “Zaruretler, mahzurlu/sakıncalı şeyleri mübah kılar.”
Beşeri hukuk sistemlerinin ise Allah’a isnadı sözkonusu değildir. Bu sistemler, tamamen insan düşüncesinin ürünüdür. Bu hukuk sistemlerinin kaynağı, toplumlara ve şartlara göre değişmektedir. Bu kaynak bazen siyasi otoritenin idaresi, bazen hukukçuların gayretleri sonucu oluşan hukuki çalışmalar, bazen daha önce uygulanmış hükümler ile örf ve adetler, bazen de halkın seçtiği bir meclistir. b. İçerdikleri Hükümler Bakımından
Vahiy kaynaklı hukuk sistemlerinde, tüm emir ve yasaklar Allah tarafından insanların yararı için belirlenmiştir. Çünkü Allah onlar için bu gün ve gelecekte yararlı ve zararlı olan şeyleri herkesten iyi bilmektedir. “Ey iman edenler! Şarap, kumar,…” (Maide, 90)
Allah kullarına emrettiği emir ve yasaklarda onların yapılarına uygun, adaletle örtüşen hükümler indirdiğini kullarına asla zulmetmeyeceğini / haksızlık etmeyeceğini belirtmektedir.
“Kim iyi iş yaparsa bu kendinedir. Kim de kötülük yaparsa aleyhinedir. Rabbin kullara zulmedici değildir.” (Fussilet, 46)
Hakkında kesin bir nas bulunmayan konuda sonuçta yanılma ihtimali bulunsa da, ictihad zorunludur. Çünkü müslümanlar problemleriyle başbaşa bırakılamazlar.”
Beşerî hukuk sistemleri ise, mevcut durumda insanların isteklerine ve yararlarına uygun olan hükümleri içermektedir. Şartlar değiştikçe, yeni durumlara göre düzenlemeler yapacaklardır. Bu nedenle vahye dayalı hukuk sistemlerinde insanlara zararlı olduğu için yasaklanan bazı şeyler, beşeri hukuk sistemlerinde yasaklanmayabilmektedir. c. Müeyyideler / Cezâlar Bakımından
Cezâlar açısından da ilahî hukuk sistemi ile beşerî hukuk sistemleri arasında farklar vardır. Fıkıhta cezâlar, hem insanların kusurları sonucunda oluşan fiillerine cezâî müeyyide uygulayarak maddî ceza öngörmekte, hem de işlediği fiilin derecesine göre uhrevi ceza öngörmektedir.
Bu durum beşerî hukuk sistemlerinde yoktur. Sadece maddî müeyyideler (dünyevî cezâlar) söz konusudur. Dünyevî cezâdan kurtulmak insan için vicdânî rahatlık bakımından her zaman yeterli olmayabilmektedir.
Fıkıh, beşerî / pozitif hukuktan farklı olarak aşağıdaki konuları da içermektedir:
• Fıkıh, kişinin yaradan ile ilişkilerini de düzenlemektedir.
• Fıkıh, kişinin kendi nefsiyle olan ilişkisini de düzenlemektedir.
• Fıkhın ahlakî kuralları, başkasına yardımdan geri durmaktan ve fakirin ihtiyacını görmemekten dolayı insanı sorumlu tutar. Fıkıhta mevcut bu özellikleri, beşerî (pozitif) hukukta bulmak oldukça zordur. İslam Hukuku-Roma Hukuku İlişkisi
İslam hukukunun Roma hukukundan etkilendiği hep söylenegelmiştir. Ancak bu tür iddiaların bir değer ifade edebilmesi için, gerçekten böyle bir etkilenmenin söz konusu olup olmadığının çok ciddi, uzun ve dikkatli bir şekilde araştırılması sonrasında ortaya atılması gerekmektedir.
Bilindiği gibi hukuk sistemleri, kendilerinden önceki hukuk sistemlerinin etkisi altında kalabilecekleri gibi, aynı çağdaki hukuk sistemlerinden de etkilenebilmektedir. Bu doğal ve kaçınılmazdır.
Roma hukuku ile İslam hukuku arasında muâmelat (borçlar hukuku) konusunda bir dereceye kadar benzerliklere rastlanmaktadır. Ancak bu konudaki detay benzerlik, İslam hukukunun Roma hukukundan etkilendiğine delil olacak nitelikte değildir. Çünkü böyle bir iddiayı geçersiz kılacak bir çok delil vardır. |