Medineweb Site Yöneticisi Durumu: Medine No : 1 Üyelik T.:
14Haziran 2007 Arkadaşları:8 Cinsiyet:Erkek Yaş:50 Mesaj:
3.071 Konular:
340 Beğenildi:1382 Beğendi:464 Takdirleri:10171 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Felsefe 3-4-5. ünite özetleri Felsefe 3-4-5. ünite özetleri ÜNİTE: 3 B İ L G İ T E O R İ S İ ve B İ L İ M F E L S E F E S İ Doç. Dr. İsmail KÖZ Bilgi Teorisi__________________________________________ Bilgi Teorisinde Problem Alanı Bilgi teorisinin batı dillerindeki karşılığı olan ‘episteme-loji’ ile ‘gnoseo-loji’ birleşik kelimeleri ‘bilginin bilgisi, bilginin bilimi’ anlamındadır. Bilgi: Bilen suje ile bilinen obje arasındaki bir ilişkinin zihinsel süreçten geçmiş sonucudur. Bilgi teorisi açısından üzerinde önemle durulması gereken konu, objenin ve objeye ait bilginin ne olduğu değil, sırf bilgi haline haline gelen verinin kendisi ve onun değeridir. İnsan daima güç arzusunu ve merakını bilgi ile tatmin etmek istemiştir. Bilgi konusunun iyice felsefe içinde yer edinmesi Sofistler, Sokrates ve onu takip eden Platon ve Aristoteles gibi belli başlı filozofların döneminde olmuştur. Ancak şu ifade edilmelidir ki, Antik Çağ Yunan felsefesinde ve Orta Çağ Skolastik felsefede bilgi problemi diğer felsefî problemlerden ayrı olarak işlenmemiştir. Bu felsefelerde daha çok önemli olan ‘ontoloji’ konusudur. Bilgi teorisi Batı felsefesinde, 17. yüzyıldan itibaren Descartes ile birlikte felsefenin ana problemi olmuştur. Ancak bilgi teorisini başlı başına bir felsefe disiplini olarak geliştiren 18. yüzyıl aydınlanma felsefesinin asıl kurucusu olan John Locke’tur. Locke ile birlikte felsefe ontoloji yerine, bilme olanaklarımızı ve yetilerimizi araştıran epistemoloji gibi bir disiplini temel almıştır. 18. y.y.’dan itibaren bilgi teorisinde öne çıkan sorular şunlardır: 1. Bilginin kaynakları nelerdir? Geçek bilgiyi nasıl elde ederiz? 2. Bilginin mahiyeti nedir? Zihnimizin dışında gerçek bir alem var mıdır? 3. Bilginin değeri nedir? Biz doğruyu yanlıştan nasıl ayırt ederiz? Bilgi teorisi problemi işlenirken üzerinde en çok durulan ve kullanılan temel kavramlar ise şunlardır: Bilgi, doğru, doğru bilgi, doğruluk, gerçek, kesinlik, akıl, sezgi, deney, duyum, anlam, fayda… Doğruluk-Gerçeklik: Gerçek asla söylenen şey değildir, iddianın konusu olan şeydir ve dış dünyada, nesnel dünyada bulunur. Örneğin yağmurun yağması bir ‘doğru’ değil ‘gerçek’tir. Doğruluk önerme ile ilgili olup zihinde bulunan veya zihinin ürettiği bir şeydir. Doğruluk-Anlamlılık: Bir insan ya da nesne anlamlı veya anlamsız olamaz. Ancak bir önerme anlamlı ya da anlamsız olabilir. Bir önermenin semantiği (anlamı) ve sentaksı (formu-yapısı) uygun olmalıdır ki, önerme tam olsun. İşte o zaman önerme doğru ya da yanlış olabilir. Doğru veya yanlış önerme herhangi bir nesne hakkında bir hüküm bildirir; bir bilgi taşır. Akıl üç anlamda kullanılmaktadır: 1. Zihinsel yetilerin kullanılması veya düşünce. 2. Herhangi bir araştırmada zihnin özgürce kullanılması. 3. Dar anlamda felsefedeki akıcı ısrar. Deney: Gözlem tekniğinin sistemli ve bilinçli kullanımıdır. Bilginin İmkanı_______________________________________ Bilginin imkanı konusunda ortaya çıkan zihinsel tutumları, bir birine taban tabana zıt iki aşırı kutba indirgeyebiliriz: Dogmacılık (dogmatism) ve şüphecilik (scepticism). Doğmatizm kesin bilginin imkanını kabul ederken, septisizm ise bu bilginin imkanını reddeder.(Buradaki doğmatik sözcüğü gündelik kullanımda olduğu gibi ‘bir inancı körü körüne savunma’ anlamında değil de ‘nascılık, kesin hükümcülük’ anlamındadır. Bilginin Kaynağı_______________________________________ İkinci temel sorun bilginin kaynağı ve araçları sorunudur. İnsanın bilgiyi kazanmasında iki yetisi vardır: Duyular ve akıl. Bilginin elde edilmesinde akıl mı yoksa duyular mı önemlidir? Bilginin kaynağı problemi tartışılırken ortaya çıkan görüşler: a. Deneycilik (Ampirizm): Deneyci filozofların temsilcileri olarak Epiküros, John Locke, David Hume, Condillac ve Aguste Comte’u sayabiliriz. Bu akımın asıl savunucusu John Locke’tur. Locke’a göre insan zihni başlangıçta üzerinde hiç bir yazı bulunmayan “beyaz bir kağıda” (tabula rasa) benzer. Yani insan zihninde doğuştan gelen hiçbir bilgi yoktur, a posterioridir (sonradan deney ve tecrübe ile kazanılmıştır), a priori değildir. b. Aşırı deneycilik - Duyumculuk (Sensationalizm) Bunlar da duyumlardan ayrı bir zihnin varlığını kabul etmezler. Onlar zihni veya aklı duyumların toplamına indirgemeye çalışırlar. Önde gelen temsilicisi de Condillac (1715-1780)’tır. Duyumculuk, evrenin sadece bireysel nesnelerden meydana geldiğini savunan adcılık (nominalism) ile yakın ilişki içerisindedir. c. Akılcılık (Rasyonalizm) Bilgide ana kaynak olarak akıl ve düşünmeyi kabul eden filozoflara örnek olarak Sokrates, Aristoteles, Platon, İbn Sina, Descartes, Spinoza ve Leibniz’i gösterebiliriz. Platon’a göre akıl tek başına bilginin kaynağı olup duyum ona engeldir. Aristotales ise daha ılımlı olup ona göre bilgi duyumla başlar ancak duyum değildir. Descartes (1596-1650)’e göre; “… bizi eşyanın bilgisine götürecek yalnızca sezgi ve dedüksiyondur.” Ona göre düşünen bir varlık olarak varolduğumuz açık ve seçik kesin bir bilgidir. Düşündüğüm kesinse düşünen varlık olarak var olduğum da kesindir. Her zihin bu doğuştan düşünceleri taşır. Bilgi bunlardan tıpkı matematikteki gibi tümden gelimsel çıkarımlarla üretilir. Kendisi “Düşünüyorum o halde varım” demiştir. Tarihsel olarak ‘akılcılar’ matematikle, ‘deneyciler’ ise doğa bilimleri ile daha yakın ilişkiler içinde olmuşlardır. Akılcılar kuramlar olmadan deneyin amlamsız olduğunu ileri sürerken, deneyciler kuramlarını denetlerken sürekli deneye başvururlar. Spinoza (1632-1667)’ya göre aklın bilgi elde etmesinde duyulara ihtiyacı yoktur. Akıl kendi başına bilgiyi elde edebilir. Spinoza ve Descartes gibi klasik akılcı filozoflar, deney ve gözlemin son derece faydalı ancak öncesiz sonrasız ilkelerin kavranmasında sadece uyarıcı ve hareket noktası olduğunu düşünmüşlerdir. Leibniz (1650-1716)’in en önemli görüşü ‘akıl doğruları’ ve ‘olgu doğruları’ ayrımı olup akıl doğrularının daha üst düzeyde doğrular olduğunu söyler. Akılcı filozoflar deneyci filozofların tersine deneyden gelmeyen deney öncesi bilginin varlığına inanırlar. Yine onlar insan zihninde doğuştan bilgilerin olduğuna inanırlar. Rasyonalizme göre, bilgi kesinlik gerektirir. Kesin olanın doğruluğu ise açık ve seçiktir. Gerek akılcılığın gerekse deneyciliğin çeşitli derece ve türleri vardır. Buna rağmen bütün akılcıları akılcı yapan ve bütün deneycileri deneyci yapan ortak noktaları belirleyebiliriz. Yeniçağ felsefesinde, ontolojinin yerini temel disiplin olarak epistemoloji almıştır. d. Sezgicilik (Entüitionism) Sezgi doğrudan doğruya ‘kavrama’ manasında olup bu kavrama duyularla, akılla ya da mistik tecrübe ile irtibatlandırılır. Sezgi ile iligili görüşlerin farklılığı iki noktada toplanır: Menşei ve kaynağı. ‘Sezgi’ çıkarım olmadan, ispatlanmamış bir inanç, bir içine doğma, bir iç görüş, bir konu hakkındaki hakikatlerin doğrudan bilgisi anlamlarına gelir. Herşeyi ispata çalışan bir zihin, kısır bir döngüye, aşırı şüpheciliğe düşer ve sonuçta da inkarcılığa varır. H. Ziya Ülken bu konuda sofistleri örnek gösterir. Sezgiciliği felsefe ekolü olarak şekillendiren Henri Bergson (1859-1941)’dur. Bergson’un bu yeni sezgici ****fiziki asrımızdaki ****fizik karşıtı materyalizme ve pozitivizme karşı bir tepkidir. Onun için sezgi yüksek bir bilgi türüdür; duyular ve akıl tarafından ortaya çıkarılan bilgiden de mahiyet olarak farklıdır. Sezgi ve akıl zıt yönlerde bulunur. Akıl maddeyle ilgili olabilen bilimin aleti iken zihin zaman ve hayatın mahiyetiyle ilgilenir ve bize hayatın iç yüzünü gösterir. Bilgi Teorisi ve Mantık__________________________________ Doğruluğu felsefe ve bilim kapsamında değerlendirirsek bilgimizin nesnesine, gerçekliğe uygunluğunu anlarken; mantıkta düşünme ilke ve kurallarına uygunluğu anlarız. Mantık gerçekte önermelerin doğruluğu ile ilgilenmez. Mantıkta doğruluktan anlaşılan zihin veya aklın işleyişinde akıl ilkeleri dediğimiz özdeşlik, çelişmezlik ve üçüncü halin imkansızlığı ilkesine uyarak çıkarım yapılmasıdır. Örneğin; “Bütün filler kuştur. Bütün kuşlar uçar. O halde bütün filler uçar.” Bu örnek mantık bakımından doğru olsa da bilgi teorisine göre yanlıştır. Bilginin Alanı, Kapsamı, Sınırları_________________________ Platon, Aristotales, Farabi ve Hegel insan bilgisinin sınırları olmadığını savunur. İnsan sahip olduğu bilgi ve yetileri ile Tanrı, ruhun özü, evrenin kaynağı, insanın kaderi gibi soruları felsefi anlamda uygun bir biçimde cevaplandırabilir. Buna karşılık, bilginin imkanını kabul edip de her şeyin bilgisinin mümkün olmadığını ileri süren Kant, A. Comte ve Peirce gibi filozoflar vardır. Bilginin Değeri________________________________________ Doğru bilginin doğru bilgi olduğunu nereden anlarız? Doğru nedir? Bu sorulara cevap veren kuramlar çıkmıştır: - Uygunluk Teorisi (corresponding theory): En yaygın olan görüş olup buna göre doğru, düşüncemizin gerçekle uyuşmasından ibarettir. - Tutarlılık Teorisi (coherent theory): Bu teoriye göre doğru, zihindeki tasarının dış dünyada bulunan nesneye uyması değil de yine zihindeki bir başka tasarıma, bu tasarımdan önce gelen ve daha asli olan tasarıma uyması onunla uyuşması olarak tanımlanır. - Pragmatizm: Önceki iki teoriyi doğurduğu bazı güçlüklerinden dolayı doğrunun ölçütü konusunda başka bir tanımlamaya gitmişlerdir. Onlara göre doğru, pragmatik olarak işe yarayan, pragmatik olarak doğrulanabilendir. Bilginin değeri ile ilgili akımlar şunlardır: a. Yararcılık (Pragmatizm): Yararcılık ABD’nin ‘ulusal felsefesi’ olup savunucuları C. Peirce, F.C. Schiller, W. James ve J. Dewey’dir. Kurucuları C. Peice’a göre; Kant’ın sözünü ettiği bir Tanrı’nın var olup olmadığı veya ölümsüz bir insan ruhunun olup olmadığı türünden sorular gerçek anlamda sorun bile değildir. İngiliz Filozofu Schiller’e göre; bir önermenin doğruluğu onun yararlı veya yararsız olduğu anlamına gelir. W. James’e göre bir önermenin doğruluk göstergesi pragmatik (psikolojik) olarak işe yaramasıdır. John Dewey ise doğruyu deneyde karşılaştığımız problemleri çözmemizde bir araç olarak tanımlar. b. Olguculuk (Pozitivizm): 18. y.y.’da ortaya çıkan ve ****fiziğin hiçbir değerinin olmadığını savunan akımın temsilcileri Aguste Comte (1789-1857) ve Avusturyalı Ernst March (1831-1916)’dır. c. Şüphecilik (Septisizm): Bilginin değeri konusunda şüpheci tutumun bir çok nedeni vardır: 1- Duyuların yanıldığı düşüncesi 2- Geçmişte doğru olarak kabul edilen bir çok ‘bilimsel görüş’ün bugün artık kabul edilmediği. 3- Toplumların inanç, gelenek, görenek ve hukuk düzenlerinin farklı olması. Şüpheciliğin farklı biçimleri vardır: a. Bir tavır olarak şüphecilik: Felsefi düşünce mahiyeti icabıyla eleştiricidir. Felsefe sonuçta Yunan dünyasında daha önceki dinsel-mitolojik görüşlerin bir eleştirisi olarak başlamıştır. b. Metodik Şüphecilik: Bunda şüphe bir amaç değil bir araçtır. Asıl amaç şüphenin ortadan kaldırılarak kesinliğe ulaşılmasıdır. Örnekleri İslam dünyasında Gazzali, Batı’da ise Descartes’tir. Gazzali’ni Descartes’den farkı doğru bilginin güvencesini Tanrı’da bulmasıdır. c. Deney-dışı bilgiye ilişkin şüphecilik: İngiliz Filozofu David Hume’ye göre her türlü bilginin kaynağı deneydir, deneyden gelmeyen bütün bilgi ve görüşlerimiz temelsizdir, sağlam değildir. Onun gibi şüpheciliği her türlü deney-dışı bilgide gören şüpheci filozof Kant’tır. d. Aşırı Şüphecilik (Doğmatik Şüphecilik): Sofistler ve septikler her türlü bilginin mümkün olmadığını aşırı biçimde iddia ederler. Sofistlerden Protagoras’a göre insanın duyuları ve aklı doğru bilgiyi elde etmede kesin olarak yetersiz olduğundan sadece sanılarımız (doxa) vardır. Felsefe tarihinde aşırı şüpheciler ‘septikler’ denilen gruptur. Bu gruptakiler; Pyrrhon (M.Ö. 365-275), Arkesilos (M.Ö. 316-240), Karneades (M.Ö. 219-129), Sextus Empiricus (M.Ö. 219-129) olup onlara göre bilgi mümkün değildir. Yargıda bulunmama ve yargıları askıda tutma görüşleri meşhurdur. e. Eleştiricilik (Kritisizm): Kant’ın eleştiri felsefesine göre; bilginin meydana gelmesi için hem deneyin hem de zihnin varlığı gerekir. Bütün bilgilerimiz tecrübeyle başlar ancak tecrübeden ibaret değildir. Bir nesnenin bilgisini olası kılan iki şart vardır: Sezgi ve kavram. Bizdeki bütün bilgiler algıyla başlar ama tümüyle algıdan çıkmaz. Duyumlarla elde edilen izlenimleri bilgiye dönüştüren zihindir. Zihin bu dönüştürme işini kavramlarla yapar. Öyleyse kavramlar sezgileri birleştiren bütünleştiren evrensel zorunlu koşuldur. Kant’tan sonraki filozoflardan kimi onu deneyci kimi de akılcı olarak yorumlamıştır. Bilim Felsefesi (Tanımlanması ve Problem Alanı)___________ Bilim Felsefesi, bilimi anlamayı ve açıklamayı hedefleyen bilimsel bilgi birikimi üzerine yapılan felsefi çalışmalardır. Bilim felsefesi deyince bilim denilen etkinliğin amacını, yöntemini ve kavram yapısını mantıki çözümlemelerle belirleme faaliyeti akla gelir. Bilim felsefesinin üzerinde durduğu önermeler “bilimsel önermeler” ve “bilimsel önermelerden ve bunların kurulu oldukları deyimlerden söz eden önermeler” olarak ikiye ayrılır. Bilimsel işlemleri de “dil dışı işlemler” (bilim adamlarının yaptıkları çeşitli gözlem ve deneyler) ve “dilsel işlemler” (bilim adamlarının belli bir takım bilimsel önermelerin doğruluğunu kabul etmeleri) olarak ikiye ayırabiliriz. Bilim felsefesinin görevi bu iki çeşit dile ait önermeleri çözümlemek (analitik ve sentetik önermeler biçimine dönüştürmek) tir. Bilime Klasik Görüş Açısından Bakış_____________________ Bilim nedir? Bilim çeşitli bilgi türleri arasında kendine has özellikleri olan bir bilgi çeşididir. Bilimsel bilgiyi diğerlerinden ayıran kullanılan ‘yöntem’dir. Bütün bilimler temelde iki gruba ayrılır: 1. Dedüktif Bilimler. 2. Empirik Bilimler. Bilime getirilen tanımlar şunlardır: - Bilim önceden görmedir. Önceden görme ise eylemde bulunmadır. - Olguların ortaya çıkış şartlarını tam olarak bulmak, onları normal ard ardalık ve benzerlik ilişkileri ile bağlamaktır. - Bilimsel açıklama belli bir oranda nedenselliğe dayanır. - Bilim bilgi birikimi halinde doğrusal ilerleyen bir süreç içinde gelişir. - Doğa bilimlerinden olan ve matematiğe dayan fizik, diğer bilimlerin gelişmelerini ve olgunluğunu ölçebilecek örnek bir modeldir. - Bilim insanın gereksinimlerini karşılamada ve yaşamı kolaylaştırmada en büyük etkendir. Bilimsel Bilginin Özellikleri Olgusal oluş, mantıksal oluş, nesnel oluş, eleştirici oluş, birleştirici oluş ve genelleyici oluş. Bilimsel Yöntemin Özellikleri Yöntem düzenli bir zihin faaliyetinin, hatalardan korunarak belli bir sonuca ve hedefe ulaşmak için izlediği plandır. Bilimsel yöntemin özelliği zihin eylemlerinin aklın ilkelerine uygun yürütülmesidir. Bilimsel yöntem evrenin yapısını iyice kavramada ve gelecekte olacak olanı önceden doğru tahmin etmede en etkili yoldur. Bilimsel Yöntemin Aşamaları: 1- Betimleme: Analiz aşaması (Zihnin gözlem ve deneyle dışardan gelen olgulara ait izlenimleri belli ögelerine ayırması, onlar arasındaki ilişkileri ve bağlantıları tespit etmesidir.) 2- Açıklama Aşaması: Bilimsel açıklama bir olgu gerçeğini, bir akıl gerçeğine çevirmedir. Açıklamanın olabilmesi için hipotezlerin bulunması ve kuram kalıbına dökülmesi gerekir. Bilimin Tarihçesi______________________________________ Bilim değerler arasında en yenisi olup henüz yeni sistemleşmiştir. Gerçi bilim tarihsel olarak dinsel ve ahlaksal inançlara eleştiri olarak ortaya çıkmışsa da zamanla daha rasyonel bir bakış açısı kazanmıştır. İlk defa Galilee 17. y.y. başlarında bilim (scienza) deyimini bir kitabının başlığında kullanmıştır. Nicolaus Kopernik (1473-1543) ile başlayıp Johannes Kepler (1571-1630) ve Galilee (1564-1642) ile devam eden ve Newton’a kadar uzana ve Rönesans’ı da kapsayan bu dönem bilim tarihinde belli bir döneme işaret eder. İngiltere’de ise felsefe yerine bilim sözcüğünü ilk kullanan William Whewel (1840) olmuş ondan sonra da sözcük literatürde sık sık kullanılmaya başlanmıştır. F. A. Lange “Materyalizmin Tarihi” adlı eserinde bilimin ilkin M.Ö. 4. y.y.’da ortaya çıktığını söyleyerek bu bilimlere örnek olarak gramer, tarih, geometri, statik, astronomi ve tıpı verir. Brut ise sürecin Newton ile başladığı kanısındadır. Ortaçağ İslam dünyasında ise (İslamiyetin doğanın araştırılmasını emretmesi ve doğaya sevgi ile yaklaşılmasını istemesi ile) doğa bilimleri çok gelişme kaydetmiştir. Örnek: 8. y.y.’da Cabir b. Hayyan Kimya’yı, Harezmi Cebir’i, İbnü’l Heysem optiği kurdu. İbn Sina da Batı’da en büyük tıp otoritesi oldu. Biruni’nin yaşadığı döneme batılılar ‘Biruni Çağı’ adı verdiler. Bütün bu gelişmeler sonucunda İslam dünyasında çok parlak bir bilim ve uygarlık hayatı doğdu. İslam bilginlerinin eserleri İspanya ve Sicilya yoluyla Batı’ya geçti. Bu şekilde 13. y.y.’dan itibaren Rönesans’ın temelleri atılmış oldu. Batı’daki Doğa Bilim Çalışmaları_________________________ Yöntem Araştırmaları Bilimin tarihsel gelişme sürecinde yöntem arayışlarının rolü çok önemlidir. Ortaçağda bilimler için Aristoteles mantığı yeterli görülürken Renaissance ile birlikte tabiat bilimlerindeki gelişme karşısında metod olarak yetersizliği ortaya çıktı ve bu nedenle yeni metod arayışları başladı. Önde gelen metodolojistler Francis Bacon ve Descartes’tır. Bunlardan Bacon kıyas teorisi yerine tümevarımı esas alıp geliştirmeye çalışmıştır. Descartes ise, bilgilerimizden sadece matematiğin sağlam temellere dayandığını, doğru ve şüphe götürmez bilgilere ancak matematik metodun bütün bilimlere uygulanması ile ulaşılacağını düşünüyordu. Rönesanstan sonra tabiat artık matematik bağıntılar sistemi olarak görülüyordu. Matematiği tabiata uygulayan Galilée’nin başarısı dikkat çekicidir. Tümevarım problemi Tümevarım, bilimsel yöntemde oynadığı temel ve vazgeçilmez rolünden dolayı bilim felsefesinde özel önemi olan bir problemdir. Tümevarımsal bir akıl yürütme belli sayıda özgül gözleme dayanan bir genellemeden meydana gelir. Oysa tümdengelimsel bir akıl yürütme belli bir takım öncüllerle başlar ve daha sonra bu öncüllerden mantıksal olarak çıkan bir sonuca geçer. Tümevarım doğal dünyadaki düzenlilikleri keşfetmenin ve doğal dünyanın gelecekteki oluşuna ilişkin olağanüstü yararlı bir yoludur. Yanlışlamacılık Asıl olarak Karl Popper tarafından geliştirilen yanlışlamacılık klasik bilim görüşünün yanlış olduğunu ileri sürer. Yanlışlamacılara göre bilimsel teorilerin ve doğa yasalarının doğruluk iddiasında bulunmalarından sözetmek doğru değilidir. Bilim, teorilerinin doğru olduğunu kanıtlamak yerine, onları yanlışlamaya çalışmak suretiyle gelişir. Yanlış olduğu gösterilen bir teori bir tarafa atılır ya da en azından değişikliğe uğratılır. Bir teorinin yararlılığının veya verimliliğinin ölçüsü, onun yanlışlanabilir olma derecesidir. Bir teori, onu yanlışlayabilecek mümkün bir deney yoksa, yararlı bir hipotez değildir. Hatta onun bilimsel bir hipotez olduğundan bile bahsedilemez. Yanlışlamacılığın eleştirisi Yanlışlamacılığa yönelik bir eleştiri, onun bilimde hipotezlerin doğrulanmasını açıklayamamasıdır. Bir başka eksikliği ise bilim tarihindeki önemli gelişmelerden hemen hiçbirini doyurucu biçimde açıklayamasıdır. Özetle yanlışlamacı bilim teorisi bilimin fiili tarihine her zaman uygun düşmemektedir. Bilimde Farklı Yaklaşımlar______________________________ Çağımızda bilimi farklı tarzda açıklama çabaları ortaya çıkmıştır. Bunları başlıca iki grupta ele almak mümkündür: 1- Bilimi bir ürün olarak kabul eden eğilim 2- Bilimi bir etkinlik olarak anlayan eğilim. Böyle bir ayrımın dayandığı nokta her bilimsel faaliyetin sonucunda bilimsel dediğimiz bir ürünün elde edilemeyişidir. Kurulmuş bilgi sistemi olması bakımından her çağda tek bilim değil, bilimler vardır. Aralarında ne kadar sıkı bir bağ kurmaya çalışsak, yine de varlık ve gerçekliğe karşılık gelen bilimler birbirinden ayrılmaktadırlar. Fakat her biri özel ilkelere dayanan bu bilimleri temellendirmek için ortak bazı ilkelere ihtiyaç vardır. Bir bilim teorisi de işte bu safhada doğar. Bilimin bir sitatik (değişmeyen) tarafı vardır; bir de dinamik (değişen) tarafı vardır. Bilimsel hakikatler asla değişmez, ama onlar birikimseldir, değişen teorilerdir. Bilimsel bir teoriyi evrensel bir teori olarak ifadeye kalkınca daima şu iki zıt görüşle karşı karşıya kalırız: 1. Tecrübeye dayanan teori. 2. A prioriye dayanan teori. Bu durumda üç çeşit çözüm bulunmaktadır: - Bu iki zıt görüşten birini ihtiyaca göre seçmek (Pragmatizm) - İki görüşten birinin geçerliliğini ispat ederek savunma - Her iki görüşün bilim teorisindeki yerini ayrı ayrı değerlendirme (eklektizm) Tabiat Kanunları_______________________________________ Bilimsel teorilerin odak noktasında tabiat kanunları vardır. Bilimin keşfettiği tabiat kanunları, geçerliliği mutlak olarak kanıtlanmış yasalar mıdır? Onlar doğru olma ihtimalleri hayli yüksek olan genellemelerdir. Tabiat kanunu her devirde bilginler kadar filozofları da uğraştırmıştır. Bilim adamı tabiat olayları arasındaki değişmez bağıntıları araştırırken, filozof da kanun dediğimiz değişmez münasebet fikrinin mahiyeti ve değeri üzerinde düşünmüştür. Modern kanun ve sebeplilik fikri Galilée ile başlamıştır, denebilir. Ona göre tabiat basittir ve en basit formülle ifade edilmeye elverişlidir. Bu kanun fikri astronomi ile mekaniğin birliğine dayanmaktadır. Tabiat kanunlarının evrenselliği konusunda Emile Boutroux’un görüşü dikkat çekicidir. Ona göre insan zihninin tabiat kanunlarını hem evrensel hem gerçek olarak tasavvur etmesi güçtür. P. Duhem, ‘tabiat kanunu sembolik münasebetlerdir’ diyor. Ona göre fizik kanunu ne doğru ne de yanlıştır; fakat takribidir. Tabiat kanunu geçici ve görelidir. Bilimin Değeri Bilimin değeri problemi “bilim-akıl ilişkileri” problemidir. Bu da bilim felsefesi açısından şu soruları içine alır: - Olgular niçin kanunlara bağlıdır? - Doğa kanunları sadece zihnimizin eseri midir? - Yoksa bizden bağımsız olarak doğada etkili olan determinizmin işaretleri midir? - Doğa nedir? - Bilimsel bilginin kapasitesi nedir? Bilime aşırı güven ve bağlılık aslında bilimin sırlarını aşmak olur. İnsanın sanat, din, ahlak gibi değer alanlarında üretilen bilgileri hiçe saymak, onları da bilime bağlamak yanlıştır. Çünkü bilimin bu alanlarda düzenleme yetkisi yoktur. Diğer yandan bilimi değerli kılan günlük yaşama kazandırdığı kolaylıklardır. Nusret Hızır deneyle ilgili bilimlerde asıl kurucu ögenin insan zihni olduğunu ileri sürer. Bütün kanunlar tecrübeden çıkarılmıştır. Fakat bunları ifade için ayrı bir dile ihtiyaç vardır.
__________________ Büyükler fikirleri, Ortalar olayları, Küçükler kişileri tartışır.
|