Durumu: Medine No : 5879 Üyelik T.:
28 Aralık 2008 Arkadaşları:32 Cinsiyet:Bay Memleket:İst Yaş:39 Mesaj:
3.185 Konular:
1383 Beğenildi:169 Beğendi:17 Takdirleri:216 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Cevap: Felsefe Tarihi Ünite 1 2. PRESOKRATİK DÖNEM (NATURALİST DÖNEM)
2.1. Theoiogiar
Yunan düşüncesinde evren hakkında ilk düşünceyi geliştirenler, theologlardır. Bunlar, mitolojiden hareketle dini düşünceyi de katarak bir evren tasarımı yapmışlardır. Bu teologlar, Homeros ve Hesiodos’tur
2.1.1. Homeros
İlyada ve Odisseia destanının da yazar olan Homeros, şiirlerinde Tanr, evren, insan ve hayat hakkında sorgulamalar yapmayı denemiştir. Politeist bir ortamda yaşayan Homeros, tanrlarla dolu bir dünyada insan iradesinin yerini tespit etmeye çalışmıştır.
Ona göre insanlarla tanrılar arasındaki ilişkiler, doğa yasalar çerçevesinde meydana gelir. Evrende belli belirsiz de olsa bir düzenin bulunduğunu anlayan Homeros, bunu tanrılarn bile değiştiremeyeceği kanaatindedir. Bu bakımdan dünyada olup biten her şeyi, tanrlarla insanlar ortaklaşa hareket ederek yaparlar. O, dünyadaki kötülüğü tanrılarda değil insanlarn kendilerinde aramalar gerektiğini, Zeus’un dilinden aktarmakta, ayrıca yine bu şiir ve destanlarda ahlaki konular üzerinde de durmaktadır.
2.1.2. Hesiodos
Hesiodos, Homeros’tan yaklaşık yüz yıl sonra yaşamış olup, Theogonia adında yazdığı kitabından günümüze birkaç parça kalmıştır. Bu kalan kısımlarda geçen terimlerden biri ‘khaos’tur. Hesiodos’a göre tanrılardan bile önce kaos bulunmaktaydı. Khaos, esneyen boşluk, hiçlik, boş mekan ve zaman, kendisinden bütün varolanların meydana geleceği karmaşa, düzensizlik demektir. Artık mithoslardan bir ayrılma çabası kendini göstermektedir. Hesiodos, khaosun yanında iki ilke veya güçten daha söz eder ki bunlardan biri doğurgan ilke olan dişi Gaia (yer, toprak), diğeri de doğurtucu ilke olan erkek Eros’tur. Bunlar kısmen kişiselleşmiş, kısmen de kişiselleşmemiş olan şeylerdir. Başlangıçta bulunan bu üçünden sonra tanrlar ve nesneler meydana gelmiştir. Khaos’tan karanlık gece ile aydınlık gündüz; Gaia’dan da gök, denizler ve dağlar olmuştur. Gök ile yer bir araya gelerek de tanrılar oluşturmuştur.
2.2. Tabiat Filozofları
2.2.1. Milet Okulu
2.2.1.1. Thales (M.Ö. 625-545)
İyonya Okulu, felsefe anlayışlarnın en eskisidir. M.Ö. yedinci asra kadar dayanır. Miletli Thales bugünkü terimlerle tanımlamak gerekirse, fizik (tabiat) ve astronomiyle ilgilenen bir filozoftur. Thales, varlıkların meydana geldiği ‘ana madde’ (arche) sorunu üzerinde ilk kez duran ve bunu yaparken de Hesiodos’un teolojik izahları dışında kendi gözlemlerine dayanarak ve bu gözlemlerini rasyonel bir tarzda açıklayarak ortaya koyan ilk filozof olarak bilinir. Çünkü kendi zamanına kadar evrenle ilgili bilgiler Hesiodos’un teolojik açıklamalarna dayanıyordu.
Kendi gözlemlerinden yola çıkan Thales, evrendeki bütün varlıkların ana maddesinin ‘su’ olduğunu ileri sürmekteydi. Ona göre, evrende var olan her şey suyun değişik şekiller almasından ibaretti. Thales’in suya verdiği önem, iki sebebe dayandırılabilir: Bunlardan biri, gerek bulunduğu çevrede, gerekse Mısır ve
Mezopotamya yöresine yaptığı seyahatlerde suyun o bölgelerdeki önemini gözlemlemiş olması; diğeri de her şeyin özünde su veya türevlerinin (ıslaklık, nem gibi) bulunmasıdır. Onun, suyu arche olarak kabul etmesi, suyun çeşitli şekiller alabilen bir yapıya sahip olmasından da kaynaklanıyor olabilir. Thales, maddenin yani bütün varlıkların sürekli olarak şekil değiştirdiğini ve bu değişikliğin maddenin her kısmında içkin bir güç tarafından meydana getirildiğini savunmaktaydı. Thales’e göre “yeryüzünde varolan her şey Tanrılarla doludur”. O, bunu derken muhtemelen, varlığın meydana geldiğini savunduğu suyun, her şeye canlılık veren bir ilke olmasını ve her şeyin özünde bulunmasını kastetmiştir.
Thales bundan başka, MÖ. 585 yılında güneşin tutulacağı tahmininde de bulunmuştur. Onun bu tahmini, hem Mısır’a yaptığı seyahat sırasında Mısırlılarn pramitleri inşa ederken kullandıkları matematik ve geometri bilgilerini öğrenmesine, hem de Babilonya’ya yaptığı seyahat sırasında Babillilerden öğrenmiş olduğu astronomi bilgilerine dayandırlabilir.
Yine Thales, suyun evreni tamamen kaplayan bir genişlikte olduğunu kabul ederek, dünyanın da suyun üzerinde (okeanos) yüzdüğünü iddia etmektedir. Onun suya verdiği önem, basitçe ve düşünülmeksizin ortaya atılmış bir iddia değil, aksine bugün kabul edilen bilimsel sonuçlara uygun gerçekliklerdir. Nitekim dünyanın dörtte üçü, insan vücudunun üçte ikisinin sudan oluştuğu bilinmektedir. Ayrca evrende var olan her şeyin, suyun üçte ikisini oluşturan hidrojen atomundan meydana geldiği de bilimsel olarak ortaya konulmuştur.
2.2.1.2. Anaximandros (M.Ö. 611-546)
Miletli Anaximandros, hem astronomi hem de coğrafyayla ilgilenen bir düşünürdür. Bu filozofa göre, arche sonsuz, sınırsız, tanımlanamayan, ne olduğu tam olarak bilinmeyen bir madde olan ‘apeiron’dur. Bütün varlıklarn bu apeironda iken hiçbir şekli bulunmamaktadır. Varlıklar, sonradan apeirondan zıtlar halinde çıkarak doğal durumlarını alır ve tekrar apeirona dönerler. Böylece apeirondan meydana gelen her varlığın aynı zamanda karşıtı da meydana gelmiş olur ve bu karşıt ile varlıklar birbirlerini sınırlamış olurlar. Örneğin sıcak soğuk ile karanlık aydınlıkla vs.
Ona göre bütün canlılar başlangıçta suda yaşamaktaydılar ve tüm evren, suyla kaplıydı. Daha sonra meydana gelen sarsıntılarla yeryüzü şekilleri oluşmaya başlayınca, yüksekliklerdeki sular çekilmeye başladı. Balıklar, suda yaşayan ve tüm canlıların en ilki olan varlıklardı. Sular çekilince bazı balıklar yükseltilerde kaldılar ve karada yaşayabilmek için değişikliğe uğradılar. Kanat yüzgeçleri kollara, kuyruk yüzgeçleri ayaklara dönüştü. Böylece karada yaşayan bütün canlılar, sürekli bir tekamüle (evrim) uğrayarak oluştular.
Görüldüğü gibi bu filozofun en önemli yönlerinden biri de onun evrim teorisinin ilk savunucusu olmasıdır. Bu teori, daha sonraları bir ekol haline gelmiş ve güçlü bir şekilde savunulmuş ve oldukça taraftar kazanmıştır.
2.2.1.3. Anaximenes (M.Ö. 585-525)
Milet Okulu’nun son filozofu olan Anaximenes de tabiatla ilgilenmiş ve doğada var olanlarn belli bir sıra düzeni içerisinde veya bir tabiat kanunu çerçevesinde ‘hava’dan meydana geldiğini iddia etmiştir. Buna göre hava bir yandan yoğunlaşır, diğer taraftan da gevşer. Havanın yoğunlaşmasıyla önce buhar ve duman, dumanın sıkışmasıyla yağmur ve su, suyun sıkışmasıyla da çamur, toprak ve taş meydana gelir. Havanın gevşemesi ateşi oluşturur. Böylece doğadaki temel maddeler havanın değişik derecelerdeki sıkışma ve gevşemesinden meydana gelir.
Anaximenes, ana madde olan hava ile ruh kavramının felsefeye girmesine yol açmış ve evrende canlı cansız ayrımına ilk kez yer vermiştir. Ancak, bunu fark eden ilk insan elbette Anaximenes değildir. Belki o, konuyu felsefi bir problem şeklinde ilk kez ele alan düşünür olarak kabul edilmelidir. Anaximenes’e göre, nefes alan varlıklar soluduklar hava ile ruh sahibi olmakta ve canlılık kazanmaktadır. Nefes almakla içine ruh alan canlılar, nefes alamaz duruma gelince canlılıklarnı yitirip, son nefesle birlikte ruhunu da dışarıya çıkarmış olur. Böylece o, nefes ile ruhu aynı şey saymıştır. Ancak şunu da ilave etmek gerekir ki, hemen hemen her dilde ruh anlamına gelen kelime, içe alınan havayı yani nefesi ifade etmektedir. Nefes almayan varlıklar ise cansızdır, dolayısıyla ruhları da yoktur. Yine Anaximenes’e göre dünya da hava üzerinde yüzen bir yuvarlak düzlemdir.
2.2.1.4. Pythagoras (M.Ö. 580/590-500)
Milattan yaklaşık 590 yıl önce Elea adasında doğmuş ve birçok seyahatten sonra güney İtalya’ya yerleşmiştir. Pythagoras da Empedokles gibi büyü ve Tanrı gibi konularla meşgul olmuş bir filozoftur. Fikirleri adeta bir din gibi kabul edilmiş, etrafındaki insanlardan fevkalade saygı görmüş, düşüncelerini ailesi ve öğrencilerine kabul ettirmiştir. Bundan dolayı Pythagorasçı okulun kurucusudur. Felsefe tarihinde kendisini filosofos (filozof=hikmeti seven) olarak tanımlayan ilk şahsiyettir.
Pythagoras, öğretisinde dinsel öğelerin yanında arche problemine de yer vermiş olan bir düşünürdür. Matematikçi olduğu için öğretisi sayılara dayalı olup, evreni sayılarla açıklamaya çalışmıştır. Ona göre arche, sayıdır. Bütün varlığın esası olarak bir (1) sayısını kabul ederdi. Bir olan varlık da Tanrı’dır. Bu bir sayısından ortaya çıkan diğer sayılar da evrenin, evrende var olan şeylerin esası, özü ve varlık nedenidir. İnsan da az veya çok yetkinleşmiş sayılardan ibarettir. Diğer bütün varlıklar da yine belirli ölçülerde yetkinleşmiş birer sayıdır.
Varlıklar, varolan ve daima var olacak olan sayılardan oluşan düzenle idare edilir ve henüz anahtar elimizde bulunmayan fakat bizi şüphelendiren bu sayı düzeni dahilinde yayılır ve gelişir. İnsanın yazgısı ise şu şekilde tanımlanabilir: biz insan veya hayvan olarak hayatta olan ve hareket eden varlıklardık. İyi veya kötü yaşamamız istenildiğine göre, insan yahut hayvan cinsine dahil olan yüksek ya da aşağı bir hayvan varlığı içinde tekrar yaşamakla yükümlüyüz. İşte bu, Pythagoras’ın ****fiziğe ilişkin düşüncesidir. Bu düşünce, eski düşünürler arasında birçok taraftar bulduğu gibi, yeni düşünürler arasında da az çok bir değişiklikle bu düşünceyi kabul edenler vardır.
“Şiirle anlatım yöntemi” diye bilinen özlü anlatım metodu, Pythagoras’a dayandırılmaktadır.
Anlaşılacağı üzere sayı, hava ve su gibi somut değil soyuttur. Dolayısıyla Pythagoras, arche olarak soyut bir kavramı kabul etmiş olmaktadır. Ona göre, evrenin özünde matematik oranlar söz konusudur. Yani, evrenin ve içindeki bütün varlıkların oluşumunda bu oran ve oranların temelindeki sayıların rolü vardır. Pythagoras’a göre yine sayı temelli olmak üzere geometrik şekiller de varlığın oluşumunda hesaba katılmak zorundadır. Evrendeki varlıklar bu matematiksel orantılarla beraber estetik bir uyum içerisinde meydana gelmişlerdir ve varlıklarını da bu uyumla sürdürmeye devam etmektedirler. Pythagoras’ın bu anlayışı estetiğin de temelini oluşturmaktadır. Güzellik ile matematikse! uyum arasındaki ilgiden ilk bahseden Pythagoras’tır. Pythagoras evrendeki uyumu müzikteki telin uzunluğu ve gerginliği ile sesi arasındaki uyuma benzetmektedir. Ona göre, belli geometrik şekillere karşılık gelen kimi sayılarn bir takım gizemli anlamlar da vardır. Örneğin, dört sayısı kareyi, kare de adaleti; iki sayısı çizgiyi, düz çizgi de doğruluğu temsil etmektedir. Ancak şunu da ifade etmek gerekir ki, en önemli sayılar, birden on’a kadar olanlardır ve bunlar arasında da en önemli olanı bir’dir. Çünkü tüm sayılar ve varlıklar birlerin bir araya gelmesiyle oluşmuşlardır. Sayıdan meydana gelen tüm varlıklar zıtlaryla meydana gelmişlerdir.
Pythagoras ve öğrencileri astronomi alanında da oldukça ileri bilgilere sahiptirler. Örneğin evren anlayışları, Kopernikus’un evren anlayışını çağrştırmaktadır. Onlara göre evrenin merkezinde bir ateş kütlesi vardır ve dünya da dahil olmak üzere diğer beş gezegen, bu ateş kütlesinin etrafında dönmektedir.
Pythagoras’ın diğer önemli bir yönü de, reenkarnasyonu öne çıkarmasıdır. O, bu anlayışını orphik dinden almıştır. Buna göre, insanın bu dünyada sürdürdüğü yaşamın değerine göre, ölümden sonra ruh, yeni bir bedende, yeniden ortaya çıkacaktır. Bu beden insan, hayvan veya bitki de olabilir. Bu nedenle Pythagoras ve Pythagorasçılar et yemekten, canlı öldürmekten, kurban kesmekten ve hatta bazı sebzeleri bile yemekten kaçınmışlardır.
2.2.1.5. Xenophanes
Xenophanes de tek Tanrı’yı kabul edenlerdendir. Bir olan Tanrı’dan başka tanrı tanımaz ve birçok tanr kabul eden, onları insanlara benzeten efsanevi anlatımlara karşı çıkar. Tanrı’nın insan şeklinde olduğunu kabul eden anlayışa, antrophomorfizm
denilir. Bu anlayışa kendi çağında şiddetle karşı çıkan filozof, Xenophanes’tir.
Tanrlar için söylenen aşağılayıcı sözleri ahlak dışılık olarak değerlendirir. Hatta bu karşı çıkışı, ilk devir filozo^arı tarafından bu efsanelere yönelik yapılan muhalefetin en şiddetlisidir. Homeros ve Hesiodos’un, Tanrlara insanlara ait her türlü kötü ve çirkin davranışları nispet etmesine karşılık Xenophanes, Tanrı kavramına ahlaki bir öz kazandırmaya çalışmakta, hatta tanrları insan şeklinde bile tasarlamamak gerektiğini savunmaktadır. Eğer Tanrlar insan şeklinde tasarlanırsa, zencilerin zenci şeklinde Tanrları olacağı gibi Trakyalıların da Trakyalı biçiminde Tanrılarnın olması gerekir. Hatta hayvanlar da resim yapabilselerdi kendi biçimlerinde Tanrılar çizerlerdi. O halde Xenophanes’e göre Tanrı, ne insan ne de hayvan şeklindedir. Ona göre sabit ve değişmez, ebedi olan bir tanr vardır. Bu tanrı yer değiştirme ihtiyacı hissetmez. Herhangi bir mekanı yoktur. Her şeyi yalnız kendi düşüncesiyle idare eder.
2.2.1.6. Herakleitos (M. Ö. 535-475)
Efesli Herakleitos, İlkçağ’ın anlaşılması en zor olan filozo^arından biridir. Bu yüzden kendisine ‘Karanlık Herakleitos’ denilmiştir. Herakleitos, yer yüzündeki her şeyin sürekli bir akışa tabi olduğunu ve henüz asıl şeklini almamış bir halde bulunduğunu kabul eder. Ona göre, varlıklar hiçbir zaman kesin şekillerinde değillerdir, sürekli olarak değişirler ve değişeceklerdir. Herakleitos, evrendeki bu sürekli değişimi meşhur “bir nehirde iki kere yıkanılmaz” sözü ile özetlemektedir.
Yalnız bunlarn arkasında gizli, değişmeyen sonsuz bir güç vardır. Bu değişmeyen güç, değişimi idare eden ve kendisinin karşıtı bulunmayan değişimin kendisidir. Bir başka ifade ile evrende değişmeyen tek şey, sürekli olan değişimdir. Değişim, evrende sürekli bir oluş sağlar. Bu oluşta her şey karşıtına dönüşür; oluşta sürekliliği sağlayan da budur. Değişimin ana ilkesi evrenin ruhu (külli ruh) anlamına gelen Logos’tur. Değişimin sembolü ise ateştir. Çünkü ateş sürekli değişen, aynı kalmayan bir varlıktır. Logos’tan zıtlar şeklinde meydana gelen bütün varlıklar, tekrar ana varlığa döneceklerdir. Evrendeki bu değişim ve oluş, insan aklı tarafından algılanır. Duyular ise, evrende bir değişim olduğunun farkında değildir. Böylece Herakleitos, iki evren anlayışından ilk kez söz eden filozof olmuştur. A) Değişen evren ki bunu akıl anlayabilir, B) Değişmeyen evren ki duyularn yanlış algılamasının bir sonucudur. Buna göre Herakleitos, bilgi konusunda akılcı bir yaklaşım sergilemektedir.
Herakleitos’a göre insan ruhunun etkinliğinin de Logos ile doğrudan bir ilgisi vardır. Logos’tan ya da arche olan ateşten çok pay alan ruhlar daha aktif, bu pay az olan ruhlar ise daha pasiftir. Ruh ne kadar aktif olursa, Logos’a o kadar yaklaşmış olur. Çünkü filozofa göre amaç, o güce mümkün olduğu kadar benzemektir.
2.2.1.7. Elea Okulu
2.2.1.8. Parmenides (M. Ö. 6. yy. sonları 5. yy. başları)
Parmenides, Herakleitos gibi, evreni gerçek olan ve görünüşte olan diye ikiye ayırmıştır. Ancak o, Herakleitos’tan ayrılarak, gerçek evrenin görünen, görünüşte olan evren olduğunu ve bunun asla değişmediğini iddia etmiştir. Gerçek evren, tek ve birlikli olan ve asla bir değişmenin yaşanmadığı evrendir. Görünüşler dünyası ise, sürekli bir değişme ve akış içinde olan dünyadır. Gerçekliğin, saltık olarak bir, yaratılmamış, değişmez, öncesiz ve sonrasız olduğunu savunan Parmenides, aksini ileri süren Herakleitos’la tartışmaya girmek için değil, iddialarını rasyonel temellere oturtmak için uğraşmıştır. Gerçekten de, felsefe tarihinde ilk defa, evren hakkındaki görüşünü akla dayandırmaya çalışan düşünür, Parmenidestir. O, gerçek dünyanın akılla, görünüşler dünyasının ise, duyularla bilineceğini düşünmektedir. Filozofa göre ‘varlık vardır, yokluk ise yoktur’. Parmenides’e göre, varlık ve düşünce aynı şeydir. Dolayısıyla var olmayan şey düşünülemez ve kavramlarla ifade edilemez. Buna göre, doğru düşünmek, yalnızca var olanı düşünmek demektir. Yani var olmayanı düşünmek çelişkiye düşmek demektir. Yok’luğu düşünmenin bir anlamı yoktur. Çünkü yokluktan varlık çıkmaz. Bir şey ne yokluktan var olabilir ne de hem var hem de yok olabilir. Bu nedenle, çelişkiye, tutarsızlığa düşmeden değişmeden bahsetmek, rasyonel bir temele oturtmak mümkün değildir. Kendinden öncekilerin bu konuda çelişkiye düştüğünü kabul eden Parmenides, onların bir şeyin önce bir şey, daha sonra başka bir şey olduğunu, yani değişime uğradığını iddia ettiklerini ifade etmiştir.
Ona göre varlık, parçalardan meydana gelmiş değildir, bölünmez, değişmez ve hareketsizdir, bundan dolayı da birdir. Bu ise bir olan Tanrı ile bir ve aynı şeydir.
Parmenides’in, varlıkla, evrenle ilgili olarak, görünüşler dünyasının, görünen, değişen evrenin asıl evren, asıl varlık olmadığını iddia etmesi, içinde yaşadığımız dünyanın gerçek olmadığını, görünüşten ibaret olduğunu ileri sürmesine neden olmuştur. Hatta daha ileri giderek “gerçek ve ebedi olan sadece bir tanrnın var olduğuna, evrendeki geri kalan diğer bütün varlıklarn sadece tanrdan aşağı olmakla kalmadığına, insanlarn bile birer hayal, görüntü ve seraptan ibaret olduğuna hükmetmiştir. Eğer O’ndan başka bütün varlıkların yer, gök, bitkiler işin özüne varabilseydik bunlarn var olmadıklarını, var olmayacaklarnı ve hemen kaybolup gidecek hayaller olduğunu görürdük” demektedir.
2.2.1.9. Zenon (M. Ö. 495- 430)
Zenon, Parmenides’in öğrencisi, Gorgias’ın hocasıdır. Zenon, meşhur bir mantıkçıdır. Mantık, Sofistlerin icadı olup, ikna edici esasları içeren ve delilleriyle muhalif düşünceleri zor bir duruma getirebilen bir özelliğe sahiptir. Mantıkçıların esas düşünceleri şu cümlede özetlenebilir. “Ebedi varlıktan başka her şey görüntüden ibarettir. Her şeye sahip olan bu ebedi varlıktan başkası, hiçbir şey değildir.” Her ne kadar mantık ilkeleri ilk kez Sofistler tarafından belirlenmişse de mantıkta oldukça önemli olan ve Pythagorascılardan geldiği bilinen sonsuz küçüklük ve sonsuz bölünebilme kavramlarnı kendine konu yapan ve sonsuzluk kavramının zorluklarnı göstermeye çalışarak bu kavramın ihtiva ettiği aporie(çözümlenemezlik-çıkmaz) ve antinomileri(çelişki) ilk defa bulan filozof, Zenon’dur. Elealı Zenon, bu güçlükleri, hocası Parmenides’in görüşlerini desteklemek için kullanmıştır.
Sonsuz bölünme, değişme, hareket, çokluk gibi kavramların kendiliklerinden bulunamayacaklarnı, bunlarn ancak, kendileri de bir takım zorluklar barndıran mekan ve zaman kavramlarına dayanarak açıklanabileceğini ileri sürmüştür. Mekan ve zaman, birbirlerine bağlı ve bitişik olan, biri diğeriyle düşünülebilen kavramlar oldukları için, sonsuz bölünme çelişki içeren bir kavramdır.
Aynı şekilde hareket ve değişme de ancak mekan ve zaman çerçevesinde düşünülebilir; çünkü hareket, zaman içerisindeki bir yer değiştirmedir. Değişme, bir hareket olduğu için, zaman içinde; çokluk, mekan içindeki bir dağılma olduğu için mekan içinde düşünülebilir. Zaman ve mekanın kendileri çözüm bekleyen kavramlar olduğuna göre, bunlara bağlı değişme, hareket, bölünme ve çokluk gibi kavramlarda da elbette çelişki olacaktır. Bu çelişkilerden dolayı bu kavramlar da birer realite değil, sadece birer görünüşten ibaret olacaktır.
Zenon’un ileri sürdüğü deliller şunlardır: Bir cismin sonsuzca bölünebileceğini varsayalım. Sonsuza kadar bölünebilen bu parçalar, ya mekanda bir yer kaplamazlar veya ne kadar küçük olurlarsa olsunlar yer kaplarlar. Eğer bu sonsuzca bölünmüş parçalar, yer kaplamıyorlarsa, yani bunlarn yer kaplama değeri sıfır ise, bunlardan istediğim kadarnı bir araya getirsem de (0+0+0+0+...) bir değer ifade etmez, olumlu bir sonuç çıkmaz. Eğer bu parçalar mekanda bir yer kaplıyorlarsa, bunları bir araya getirdiğimizde, yer kaplama değerleri ne kadar küçük olursa olsun, sonsuz büyüklükte bir cisim meydana gelecektir. Öyleyse bir cisim sonsuz bölünebilen parçalardan oluşmuşsa, bu cisim, mekanda yer kaplamak bakımından ya sonsuz büyüklükte veya sıfır oluyor. Her iki durumda da çelişkiden kurtulamıyoruz.
Zenon, hareketin gerçekliğinin bulunmadığına ilişkin örneğinde, çok hızlı koşan bir atlet olan Aschylos (Aşil) ile yavaşlığıyla meşhur kaplumbağayı yarıştırır. Aşil, kaplumbağaya bir miktar avans verecek olsa, kaplumbağa B noktasına geldiğinde Aşil de A noktasından hareket etse, Aşil’in B noktasına gelmesi için kaplumbağa ile kendisi arasındaki mesafeyi kapatmak için bir zamana ihtiyacı vardır. Fakat Aşil B noktasına geldiğinde kaplumbağa da C noktasına gelmiş olacak, Aşil’in bu mesafeyi kapatmak için de bir zamana ihtiyacı olacaktır. O noktaya ulaştığında yine aynı durum olacağı için, bu mantık devam ettirildiği takdirde Aşil’in kaplumbağaya yetişmesi, mantıken imkansız bir hal alacaktır. Bu da Zenon’un zaman ve mekanın sonsuz bölünebileceğinin içerdiği çelişkileri göstermek için kullandığı, eğlenceli bir örnektir.
Zenon’un, hareketin bulunmadığına ilişkin bir örneği de hareket eden ok’un aslında hareket etmediğini savunmasıdır. Bir ok atıldıktan itibaren, hareketinin her anında bir noktada durmaktadır. Bu durma noktalar, okun sanki hareketli olduğunu göstermektedir. Hareketinin bir anında durur halde olan bir ok, hareketinin bütün anlarında da durur haldedir. Demek ki hareket konusunda da güçlükler bulunmaktadır. Zenon’un bu tarz mantık oyunlarna antinomie denilmektedir.
|