Medineweb Site Yöneticisi Durumu: Medine No : 1 Üyelik T.:
14Haziran 2007 Arkadaşları:8 Cinsiyet:Erkek Yaş:50 Mesaj:
3.036 Konular:
340 Beğenildi:1437 Beğendi:480 Takdirleri:10498 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Mezhepler tarihi 7.8.hafta Mezhepler tarihi 7.8.hafta MEZHEPLER TARİHİ 7.HAFTA HARİCİLİK Bu fırkanın ilk temsilcileri, Hz. Osman’ın şehit edilmesi sonrasında önce Hz. Ali’yi desteklediler ve Muaviye’ye karşı onun tarafında savaştılar. Ancak bunlar, tahkim olayı ile birlikte gelişen olaylar neticesinde görüş değiştirerek Hz. Ali’den ayrıldılar ve sonrasında başta Hz. Ali olmak üzere tahkime katılan veya kabul edenleri eleştirip onlara cephe aldılar. Kendilerini haklı göstermek ve taraftar toplayabilmek için “Allah’tan başka hüküm verecek yoktur” (Lâ hükme illâ lillah) şeklindeki bir ayeti slogan olarak kullandılar. Böylece Haricilik, İslam düşüncesi tarihinde ortaya çıkan ilk siyasi-dinî fırka olarak tarihteki yerini almış oldu. A- İsimlendirme Meselesi Harici: Kendilerine karşı isyan ettikleri yöneticilerle fırkanın muhalifleri tarafından "insanlardan, dinden, haktan veya Hz. Ali’den uzaklaşan ve yönetime karşı ayaklanarak cemaatten çıkanlar" anlamı kast edilerek onlara verilmiştir. “Harici” kınamak ve kötülemek amacıyla muhalifleri tarafından kullanıldığı için başlangıçta benimsenmemiş, ancak bu ismi üzerlerinden atamayacaklarını anladıktan sonra kendi arzuları doğrultusunda güzel anlamlar yüklemeye çalışmışlardır. Bu bağlamda “Kafirlerin arasından çıkarak Allah’a ve peygamberine hicret edenler” (en-Nisâ 4/100) ayetinde tasvir edilen anlamda “Harici” olduklarını iddia etmişlerdir. Şurat: Haricîler, kendileri için daha çok“İnsanlardan bir kısmı Allah’ın rızasını talep ederek kendi nefislerini satarlar” (el-Bakara 2/207; krş. et-Tevbe 9/111) ayetinden mülhem kendileri için “canlarını Allah yolunda satanlar” anlamında “Şurât” ismini kullanmışlardır. Yine muhalifleri tarafından Haricîler hakkında kullanılmış diğer isimler “Mârika”, “Muhakkime” ya da “Muhakkime-i ûla”,“Harûriyye”,“Vehbiyye” , “Râsibiyye” dir. B- Hariciliğin Doğuşu ve Teşekkül Süreci Üçüncü halife Hz. Osman`ın İslam’a giriş ve hizmette önceliği olmayan yakın akrabalarını devletin önemli mevkilerine getirmesi, ileri gelen bazı sahabelerin tepkilerine yol açtı. Bu arada siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel yapıda meydana gelen değişiklikler, yönetimden rahatsız olanların sayısını artırdı. Yönetim muhalifleri Kufe, Basra ve Mısır gibi eyaletlerden gelerek ashabın halifeyi eleştirmelerinden de cesaret alarak halifeye taleplerini kabul ettirdiler.Halifeyi görevini bırakması için haftalarca kuşatma altında tutup ölümle tehdit ettiler. Daha sonra hilâfet makamına gelenHz. Ali, Hz. Osman döneminde atanan valileri değiştirdi. Ancak Şam valisi Muaviye, Osman’ın ölümünden Ali’yi sorumlu tutarak ona biat etmedi. Hz. Ali, ümmetin birlik ve beraberliğini sağlamak amacıyla kendisine itaat etmeleri için Şamlılar üzerine yürüme kararı aldı. Cemel ve arkasından Sıffin savaşına uzanan olaylar sonucunda Müslümanlar arasında mevcut olan birlik ve beraberlik bozuldu, siyasî açıdan bir otorite boşluğu ortaya çıktı. Öte taraftan Hariciliği ortaya çıkmasında sosyal değişimin ve özellikle şehirleşme sürecinin etkili olduğu görülür. Çölde tabiat şartlarının belirlediği kontrolsüz özgürlük, yerini dinden, değerlerden ve yerleşik hayattan kaynaklanan bir disipline bırakınca onlar bu değişime yeterince ayak uyduramadılar. Bu hızlı değişime ilk tepkiyi verenler Hariciler olmuştur. Çoğunluğu bedevî Arap kabilelerinden oluşan Haricîleri, yetiştikleri çevre, aldıkları kültür ve maruz kaldıkları sert muameleler onları sert tabiatlı, acımasız ve kendilerine mensup bulunmayan Müslüman gruplara karşı merhametsiz olmaya sevk etmiştir. Burada üzerinde durulması gereken diğer bir husus da bedevi hayat tarzıdır. Kabile hayatı ve kabilenin çıkarları her şeyin önünde olduğundan kabile merkezli bir anlayış yaygındır. Kendilerinden yana olmayanları düşman olarak kabul ediyorlar; renkleri siyah ve beyazdan ibaret görüp dost-düşman tanımlamasını bu çerçevede yapıyorlardı. Haricîlerin, sadece Haricî olanların “kurtuluşa eren fırka” olduğunu iddia etmelerini ve Haricî görüşleri benimsemeyenleri kâfir ilan etmelerini bu zaviyeden değerlendirmek gerekir. C- Haricilerin Tarihçesi Cemel savaşından sonra Kufe’ye giderek ülkeyi buradan yönetmeye başlayan Hz. Ali, Müslümanların siyasi birliğini sağlamak için Muâviye’yi bir kere daha kendisine biat etmeye çağırmıştı. Hz. Osman’ın haksız yere öldürüldüğü ve katillerinin cezalandırılması gerektiği konusunda Şamlıların desteğini alan Muaviye, biat çağrısını kabul etmeyince savaş kaçınılmaz hale gelmişti. Sıffin savaşı: 36 (657) yılı sonlarında Muaviye idaresindeki Şam ordusu ile Hz. Ali idaresindeki Irak ordusu Sıffin ovasında karşı karşıya geldi.Taraflar sonucundan korktukları için küçük çaplı çatışmalar dışında uzun süre toplu hücuma geçmediler, görüşmeler yoluyla sorunun hallini beklediler. Muaviye ve Şamlılar, halifenin barış ve biat çağrılarını reddettiler. 10 Safer 37 (28 Temmuz 657) Cuma günü üstünlüğün Hz. Ali tarafına geçtiğini gören Muaviye, Amr b. el-Âs’ın teklifiyle askerlerine yanlarında bulunan Kur’an sayfalarını havaya kaldırarak, Iraklıları Kur’an’ın hükmüne çağırmalarını emretti. Hz. Ali, askerlerine savaşmakta haklı olduklarını, sonuç alıncaya kadar çatışmaya devam etmelerini emretmişti. Ancak Eş’as b. Kays’ın liderliğini yaptığı bir grup insan “Biz Kur’an’a karşı savaşmayız.” diyerek savaşı bırakması için Hz. Ali’yi hakem tayinine zorlamıştı. Bunlar, sorunun çözümünün hakemlere havale edilmesini ve hakemlerin verecekleri karara herkesin uymasını istiyordu. Ancak hakemlerin kararını açıklaması üzerine Özellikle Temim kabilesine mensup olan askerlerin pek çoğu, “Lâ hükme illâ lillâh/ Hüküm ancak Allah’a aittir.” sloganıyla hakemlerin kararını tanımayacaklarını açıklamışlardı. Hz Ali’yi anlaşmayı bozması ve tövbe ederek tahkimi reddetmesi hususunda ikna etmeye çalıştılar. Ancak Halife, verdiği sözden dönmeyeceğini bildirmişti. Daha önce Hz. Ali’yi tahkime zorlayan bu grup, hakem tayinini kabul ettiği için onu suçlayarak ordudan ayrılmışlardı. İlk Haricî zümreyi oluşturan bu gruba gittikleri yere nispetle Harûrî’ler denmiştir. 1- Haricilerin Hz. Ali’den Ayrılma Sebepleri Sıffîn Savaşı sırasında Muaviye taraftarlarının Kur’an’ın aralarında hakem olması şeklindeki çağrısı, daha sonra Harici diye isimlendirilecek Hz. Ali taraftarlarınca Muâviye tarafının hatalarını anlayıp Kur’an’ın hükmünü kabul ettikleri şeklinde anlaşılmıştı.Onlar, bu durumda savaşın sürdürülmesini dinin hükümlerine göre haram saymışlardı. Savaş durduktan sonra Muâviye’nin önerisiyle, anlaşmazlığın tarafların tayin edecekleri hakemlerce çözülmesi önerilince, savaşın devamını istemeyen Iraklı askerler barışı sağlayacağına inandıkları Ebû Mûsâ el Eş`ari`yi Hz. Ali’nin itirazına rağmen- teklif etmişlerdi. Daha sonra Hâricî olanların bir kısmı da Ebû Mûsâ’nın hakem seçilmesini destekledi. Muhtemelen onlar bu seçimi yaptıkları sırada Muâviye’nin kimi hakem seçtiğini bilmiyorlardı. ilk şaşkınlık, Muâviye’nin yardımcısı konumundaki Amr b. el-Âs’ı hakem tayin ettiğini öğrenmeleriyle ortaya çıkmıştır. Muâviye, hakem değil, kendi tarafının çıkarlarını gözetecek müzakereci seçmişti. İkinci şaşkınlık ya da şok, tahkîmnâme metninin yazılması aşamasında meydana gelmiştir. Antlaşmanın kimler arasında yapıldığı yazılırken, Muâviye tarafı Hz. Ali’nin Emîru’l-Mü’minîn sıfatıyla yazılmasına karşı çıkmıştır. Hz. Ali, Emîru’l-Mü’minin sıfatının yazılması için ısrar ettiyse de ordusundaki barışı isteyenlerin baskısıyla geri adım atmış, sadece kendisine tabi olanların lideri olarak anılmasına razı olmuştur. Tahkîmnâme metni yazılmadan önce bütün Müslümanların tek halifesi bulunurken, tahkîmnâme ile bu durum değişmiş, Müslümanların iki ayrı lidere bağlı iki siyasi grup olduğu kabul edilerek tüm Müslümanların liderinin kim olacağı hakemlerin kararına bırakılmıştır. Böylece ümmet halifesiz kalmış; Hz. Ali daha iş müzakerecilere havale edilmeden müzakereyi siyaseten kaybetmiştir. Başlangıçta Kur’an’ın hakem olması için Hz. Ali’yi zorlayan grup, Şamlıların tutumlarının değişmediğini anlayarak yanıldıklarını kabul etmiş, tövbe edip Hz. Ali’yi anlaşmadan vazgeçip tekrar savaşmaya ikna etmeye çalışmışlardı.Ancak Hz. Ali, Şamlılar ile yazışma yapıldığını, verdiği sözden asla dönmeyeceğini belirterek onların tekliflerini geri çevirmişti. Hz. Ali’yi bu anlaşmadan döndürmek için çabalayan ve Hâricî olan bir kısım Iraklı askerler, Kûfe’ye girmeyip Harûrâ’ya çekilmişlerdir. Halife Ali’den ayrılıp Harura’da toplanan 12.000 dolayındaki Haricî, askerî kumandan olarak Şebes b. Rib’i et-Temîmî’yi namaz kıldırmak için de Abdullah b. Kevvâ’yı imam seçtiler. Bunlar, işlerin şûrâ yoluyla idare edilmesini, biatin Allah’a olduğunu ve iyiliğin emredilip kötülüğün yasaklanacağını ilân ettiler. Hz. Ali, onlarla görüşmek ve onları ikna etmesi için Abdullah b. Abbas’ı görevlendirdi, ancak İbn Abbas, onları ikna etmede başarılı olamadı. Bunun üzerine Hz. Ali karargâhlarına kadar bizzat giderek liderleri İbnü’l-Kevvâ ile ayrılmalarının sebepleri ve davranışlarının yanlışlığı hakkında bir görüşme yaptı. Bu görüşmenin sonunda İbnü’l-Kevvâ da dahil olmak üzere yaklaşık 6000 kişi, halifenin tahkimden caydığını sanarak onunla birlikte Kûfe’ye gittilerse de Hz. Ali bundan caymadığını söyleyince büyük bir kısmı geri döndüler. Haricilerkendilerine Abdullah b. Vehb er-Râsibî’yi emîr seçtiler ve gizlice Kûfe’den ayrılıp Bağdat ile Vâsıt arasındaki Nehrevan kasabasında toplandılar. Öte taraftan Ezruh’ta bir araya gelen hakemler, Hz. Osman’ın mazlum olarak öldürüldüğünü kabul ettiler ve kimin halife olacağı konusunda anlaşamadılar (37/658). Hakemlerin bu kararını öğrenen Hz. Ali, Kûfe’de halka bir konuşma yaparak Şamlılarla savaşmaya hazırlanmalarını istedi. Hz. Ali, Hâricîlere mektup yazarak, birlikte Şam üzerine gidebileceklerini bildirmiştir. Ancak onlar, bunu kişisel çıkarı için istediğini söyleyerek reddetmişlerdi.Hariciler, sırf kendi görüşlerini paylaşmadığı için ashaptan Abdullah b. Habbâb b. Eret’i ve hamile karısını öldürdüler. Ayrıca Osman ve Ali’yi tekfir etmeyenin kâfir olduğunu ve bu sebeple öldürülmesi gerektiğini ilân ettiler. Halife onların üzerine gitme kararı aldı. 9 Safer 38/17 Temmuz 658’de Nehrevan’da yapılan savaşta Haricilerin tamamına yakın bir kısmı katledildi. Buradan kurtulup Nuhayle’ye çekilen Hariciler de geri dönmeyi kabul etmeyince aynı şekilde kılıçtan geçirildi. Ancak savaştan kaçıp kurtulan Haricîler, Hz. Ali’yi savaş meydanında yenemeyeceklerini anlayınca ona suikast düzenlemeye karar verdiler. Hz. Ali, Abdurrahman b. Mülcem tarafından hançerlendi ve aldığı yaranın tesiriyle 21 Ramazan 40 (28 Ocak 661) tarihinde vefat etti. Hâricîler ayrılık gerekçesi olarak, Hz. Ali’nin Mü’minlerin Emiri unvanını sildirmesini, tahkimi kabul etmesini, tayin edilenlerin hakemlik vasfına sahip olmadıklarını, Kur’an veya Sünnet’te hükmün bulunmadığı hallerde ancak salih müslümanların hüküm verebileceğini, Allah’ın hüküm verdiği bir meselede, insanların hüküm verme yetkilerinin bulunmadığını ileri sürdüler. Onlar, Hz. Osman’ın Kur’an ve Sünnet’e uymamakla büyük günah ve suç işlediğini ve bu nedenle haklı olarak öldürüldüğünü kabul etmekte idiler.Haricilerin Hz. Ali ve taraftarlarını tekfir etmelerinin asıl sebebi, meşru halifeye isyan eden Şamlılarla savaşa devam edilmesi yerine tahkime gidilmesi hadisesidir. Çünkü Kur’an’da (el-Hucurat 49/9) isyan eden toplulukla hakka gelinceye kadar savaşılması emredilmektedir. Allah’ın açık bir hükmünün olduğu bir yerde insanların hükmüne itibar edilmez. Hariciler, bu tutumlarını “Lâ hükme illallah” ayetini sloganlaştırarak ifade ettiler ve Allah’ın açık hükmü varken tahkime gitmenin gayr-i dini olduğunu savundular. 2- Emevîler Döneminde Hariciler ve Faaliyetleri Muâviye döneminde Hârici isyanlarının ardı arkası kesilmedi.Özellikle Hz. Hasan’ın hilâfeti Muâviye’ye teslim etmesinden sonra daha bir hız kazandı. Kûfe bölgesinde hicri 41’den 59 yılına kadar gerçekleştirilen pek çok isyan Emevîler tarafından sertlikle bastırıldı. Emevîlerin bu sert tutumları sebebiyle Kûfe Hariciliğinin sona erdiği söylenebilir. Basra Hâricîliği ise, Nehrevan’dan kurtulan Mis’ar b. Fedekî et-Temîmî tarafından kuruldu. Ancak Basra valisi Ziyâd b. Ebîh’i ve oğlu Ubeydullah zamanında Haricilere çok sert karşılık verildi ve onların toparlanmasına fırsat verilmedi. Haricîler Muaviye’nin ölümünden sonra da rahat durmadılar. Özellikle Yezîd devrinde başlayan iç huzursuzluk, Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehid edilmesinin ardından Abdullah b.Zübeyr’in hilâfet davası ve bu uğurdaki silâhlı mücadelesi, 63 (682) yılında Medinelilerin isyan teşebbüsü, Yezîd’in kumandanı Müslim b. Ukbe’nin Medine’ye saldırması (63/683) ve arkasından Kabe’nin yakılması (3 Rebîülevvel 64/31 Ekim 683) huzursuzluğu daha da arttırdı. Haricîlerin Emevîler döneminde en büyük isyanlarından birisi 64/684 yılında Basra ve civarında oldu. Basra’da daha önce hapsedilenleri de yanına alan Nâfi’ b. el-Ezrak, Ehvaz’a çekildi.Emevî valilerinin sıkı takibi sonucu Nafi (64/684 veya 65/685) ve önde gelen taraftarları yakalanıp öldürüldüler. Böylece Ezârika grubu dağıldı. Haricilerin, Emevîlerin yıkılması sürecinde etkili oldukları kabul edilmektedir. 4- Abbasiler Döneminde Hariciler ve Faaliyetleri Haricilerin isyan girişimlerine Abbasi yönetimi yerinde müdahalelerle fırsat vermemiştir. Bununla birlikte İbâzıyye koluna mensup olan Benî Rüstem, Tâhert’te Rüstemîler Devleti’ni kurmaya muvaffak oldu.Bu devlet, Fâtımîler tarafından ortadan kaldırılıncaya kadar varlığını devam ettirdi. İbâzıyye fırkası Basra, Yemen, Hadramut, Umman, Kuzey Afrika ve Mağrib’de hâlâ varlığını sürdürmektedir. D- Haricî Fırkaları Muhakkime veya Muhakkime-i Ûlâ: Abdullah b. Kevvâ, Abdullah b. Vehb er-Râsibî gibi liderlerin bulunduğu bu fırka, hilâfetin Kureyş’e aidiyetini reddederek Hz. Ali’yi önce hatalı, daha sonra kâfir kabul etmiş, Cemel Vak’asına ve Sıffîn Savaşı’na katılanları eleştirmiştir. Ezârika:Nâfi’ b. Ezrak’a nispet edilen bu fırkaya göre Cemel ve Sıffin savaşlarına katılanlar ile hakemleri kabul edenler, kâfir ve ebedî cehennemliktir. Ayrıca kendileri gibi düşünseler de kendileriyle birlikte kıyam etmeyen Hariciler de kafirdir. Muhaliflerin kadın ve çocuklarını öldürmek caizdir, recm cezası yoktur, takiyye haramdır ve kebire sahipleri ebediyen cehennemliktir. Ezarika fırkası kendi döneminin en güçlü Harici fırkasıdır. Necedât:Necde b. Âmir el-Hanefî’ye uyanlardır. Bunlar, kendilerine uymayan Haricileri tekfir eden Nâfi’ b. Ezrak’tan ayrılmışlar ve onun bazı görüşlerini eleştirmişlerdir. Bunlara göre ashab-ı kuud tekfir edilemeyeceği gibi, kendileriyle savaşmayan diğer Müslümanların kanları da haramdır. Ayrıca kendileri dışındaki diğer Müslümanlarla ilişki kurmak caizdir. Sufriyye:Ziyâd b. Asfar veya Abdullah b. Asfar et-Temîmî’ye nisbet edilen bu gruba göre, günah işleyenler müşrik kabul etmekle birlikte muhaliflerin kadın ve çocuklarını öldürmek caiz değildir. Acâride:Abdülkerîm b. Acred’in bağlılarından oluşan bu fırka, kâfirlerin çocukları hakkında bulûğ çağına gelip İslâm’ı kabul veya reddettikleri sabit olmadan hüküm verilemeyeceğini, Hâricîler’in bulunduğu yere hicret etmenin farz değil fazilet olduğunu, hicret etmeyenlerin büyük günah işlemedikleri sürece mümin sayılması gerektiğini ileri sürmüştür. Çoğunluğunu Horasanlıların teşkil ettiği grup pek çok tâli kollara ayrılmıştır. İbâzıyye:Abdullah b. İbâz’a nisbet edilen bu fırka, büyük günah işleyenleri sadece nimete karşı nankörlük anlamında kâfir sayar; muhalif Müslüman grupların yaşadığı toprakları İslâm ülkesi kabul ederek onlarla evlenmeyi ve miras intikalini meşru görür. İbâzıyye, Hâricîliğin en ılımlı ve günümüze kadar ulaşan tek koludur. F- Haricîlerin Bazı Ortak Görüşleri İmamet-Hilafet meselesi:İlk Haricîler ve diğerleri için Kur’ân-ı Kerîm kesin bir kanun olup te’vil veya tefsire ihtiyaç göstermeksizin lafzı hüviyetiyle değişmez bir şekilde hem itikadî hem de amelî hayat için yegâne nizamdır. Bu anlayış, yanlış yola sapmadan İslâm’ı yaşamayı ve adaleti gerçekleştirmeyi gerektirir.Hâricîler’in görüşlerinin hareket noktası, devletin en önemli niteliği olan adalet ilkesiyle Allah’ın hükmünün gerçekleştirilmesinden birinci derecede sorumlu makam olması açısından hilâfet meselesidir. Halifelik âdil, âlim ve zâhid olması şartıyla hür yahut köle her müslümanın hakkıdır; diğer mezheplerin ileri sürdükleri Kureşî. Hâşimî, Emevî yahut Arap olma gibi şartlar geçerli değildir. Halife, Müslümanlar arasında yapılan hür seçimle iş başına getirilir; doğru yoldan ayrıldığı zaman da azledilir ve öldürülür. Hz. Ebû Bekir ile Ömer’in hilâfetlerinin tamamını, Osman’ın ilk altı yılını ve Ali’nin tahkime kadarki halifeliğini meşru sayıp Hz. Osman’ın ikinci altı yıllık halifelik döneminden itibaren vuku bulan olayları, siyasî ve idarî karışıklıkları ve Osman’ın bu dönemdeki icraatını adaletsizlik şeklinde değerlendirmeleri hemen bütün Hâricîler’in ittifak ettiği hususlardır. Büyük günah işleyen kafirdir:Harici fırkaların ortak görüşlerinden biri de ameli imanın bir parçası olarak kabul etmeleridir.İmanla İslâm ayrılmaz bir bütün olup eş anlamda kullanılmış, Ehl-i sünnet’in aksine amellerin ihmal edilmesinden dolayı imandan çıkılacağı görüşü benimsenmiştir. Onlara göre büyük günah işleyen kişi, bu tutumuyla Allah’ın yasak kıldığı şeyi helâl saydığından mümin değildir ve cehennemde ebedî kalacaktır. İBÂZİYYE Adını kurucusu kabul edilen Abdullah b. İbâz’dan alan bu fırka, Haricî fırkalar arasında günümüze ulaşan yegâne gruptur. Fırkanın adı Kuzey Afrika ve Umman’da “Ebâzıyye” veya “İbâzıyye” şeklinde kullanılmaktadır. Ayrıca Umman İbâzîlerine Beyâsi, Biyâsî veya Beyâzî de denmektedir. İbâzîler’in kendilerini için Muhakkime-i Ulâ ve Abdullah b. Vehb er-Rasibî’ye nispetle Vehbiyye adlarının yanı sıra Ehlü’d-Da’ve, Ehlü’l-îmân ve’l-İstikâme, Ehlü’l-Adl ve’l-İstikâme ve Cemâ’atu’l-Müslimîn gibi adları da kullanmaktadır. İbn İbâz, kendileri gibi düşünmeyen diğer Müslümanların sadece nimetler karşısında nankör sayılmaları gerektiğini, bu sebeple de onların can ve mal güvenliğine sahip olduklarını açıklamış ve aşırı Haricilerden farklı bir tutum sergilemiştir. Abdullah b. İbâz, aklı-selim ve sünnet hudutları içinde kalmak isteyen Haricîleri kendi etrafında toplayıp Basra’da sakin bir hayat yaşamıştır. Onun reisliğinde Basra’da yaşayan İbâzîler’in bu devrine kitmân (gizlenme) devri denilmiştir. İbn İbaz, Emevîlerle iyi ilişkiler kurdu ve Halife Abdülmelik b. Mervân’a iyiliği tavsiye eden ve kötülüklere mani olmasını isteyen bir mektup yazdı. Bu mektubunda genel tavsiyelerin yanında ilk iki halifenin Kitap ve Sünnet’e bağlı kaldıklarını, Osman’ın ise icraatlarında hatalı olduğunu, ondan sonra iş başına gelen Ali’nin ise Allah’ın koyduğu hüküm dururken insanların hakemliğine başvurmak suretiyle küfre girdiğini, Muâviye’nin fâcir olup liderlik peşinde koştuğunu, hele Yezîd gibi fâsık, kâfir ve içki içen birini kendi yerine halef seçmesinin kötülük olarak ona yeteceğini, bütün bu olumsuz tavırları kendilerinin tasvip etmediğini açıklamış, görüşlerindeki aşırılıklar sebebiyle de İbn Ezrak’tan teberri ettiğini belirtmiştir. Halife Abdülmelik b. Mervanın ölümünde sonra Basra valisi Haccac, Muhammed b. Abdurrahman b. el-Eş’as’ın isyanına katılmalarını bahane ederek İbâzîlerin ileri gelenlerini hapsettirmiş veya Umman’a sürmüştür. İbâzîlerin önde gelen âlim ve fakihlerinden birisi olarak kabul edilen Ebû Ubeyde Müslim b. Ebî Kerime, Basra İbâzîlerinin başına geçti ve bu dönemde Basra bir ilim merkezi hüviyetini kazandı. “Hameletü’l-ilm” veya “nakâletü’l-ilm” adı verilen bu gruplar İbâziyye’nin Mağrib, Yemen, Hadramut, Umman ve Horasan’a yayılmasını sağladı. Küçümsenemeyecek çapta başarı elde eden bu dâîlerin faaliyetleri sonunda çeşitli yerlerde küçüklü büyüklü İbâdî ayaklanmaları patlak verdi. Taşradaki isyanlara rağmen Basra İbâdîleri kendi inançlarını saklamaya ve gizlilik içinde yaşamaya devam ettiler. Abbasîler devrinde de İbâzîler büyük ölçüde himaye gördüler. Hicaz, Yemen ve Hadramût’ta Haricîlik faaliyetlerinden söz etmek mümkünse de İbâzîyye asıl etkinliğini Umman’da göstermiş ve hala devam eden bir mezhep olmuştur. Abbasilere yönelik bazı isyanlardan sonra 177/794 yılında Musa b. Ebî Cabir önderliğinde Umman’da yönetimi ele geçirdiler.Ummanlı İbâzî tüccarlar yoluyla, İbâzîlik Arap yarımadası dışında Kuzey Afrika, İran, Horasan, Kirman, Hind ve Çin bölgelerine yayıldı.Öte yandan II./VIII. asrın başlarında Kuzey Afrika ve Mağrib’te dailerinin faaliyetleri ile İbâzîlik buralarda taraftar buldu. Nitekim Trablus’ta 132/749 yılında kısa süreli Ziyadî devletini kurdular. Ebû’l-Hattab el-Muâfirî’nin liderliğinde, 141/758 yılında Batı Trablus ve civarındaki pek çok yeri ele geçirdiler ve sonrasında Abdurrahman b. Rüstem Kayravan’da İbazî bir devlet kurdu. Rüstemîler devleti döneminde İbâzîler, Kuzey Afrika’da altın çağını yaşadı. Fatimilerin Kuzey Afrikayı, özellikle 296/908 yılında Tahert’i ele geçirmeleriyle birlikte, çöküşe geçtiler ve VI./XI. asırdan itibaren etkinliklerini kaybettiler. İbâzîlik, buradan İbazî tüccarlar yoluyla Doğu Afrika ve Sudan’a yayıldı. Özellikle Zengibar, Doğu Afrika İbâzîliğinin merkezi oldu. Osmanlı döneminde, Cezayir’in Osmanlı idaresine girmesiyle birlikte İbâzîler, Osmanlı tebaası oldu. Belli bir vergi karşılığında, Osmanlı tarafından himaye edildiler ve genellikle iç işlerine karışılmadı. İbâzıyye, erken sayılabilecek bir dönemde itikadî ve siyasî açıdan çeşitli bölünmelere uğradı ve birçok kola ayrıldı. Vehbiyye grubu, Rüstemîler’in ilk imamı Abdurrahman b. Rüstem’in kendisinden sonraki imamı belirlemek üzere alt kişilik bir şûra oluşturdu. Bu şûra, oğlu Abdülvehhâb b. Abdurrahman’ı imam seçince üyelerden Ebû Kudâme Yezîd b. Fendin, imamın belli bir cemaatle anlaşarak işlerini yürütmesini ve daha faziletli bir imam adayı ortaya çıktığında istifa edip görevi ona bırakmasını istedi. Abdülvehhâb taraftarları bu düşünceyi kabul etmeyince cemaat içinde parçalanma meydana geldi. Bu grup, seçtikleri imamın adına nispetle Vehbiyye adını benimsedi. Vehbiyye, İbâzîyye’nin ana grubunu oluşturmaktadır. Nükkâriyye grubu ise, İbâzıyye’nin Vehbiyye’den sonra en büyük taraftara sahip olan kolu olup Tâhert Rüstemî imametini inkâr ettikleri için bu isimle anılmıştır. Nükkâriyye, efdal varken mefdûlün imam sayılamayacağını ve zalim idarecinin arkasında namaz kılınamayacağını ileri sürmüştür. Mağrib, Nükkârîler’in en çok bulundukları bölgedir, bununla birlikte az da olsa Umman ve Güney Arabistan’da da Nükkârîlere rastlanmaktadır. A- İbaziyye’nin Görüşleri Onlara göre iman, inanç esaslarının yanı sıra ameli konuları da içine aldığından iman ile amel bir bütündür. Bu itibarla Allah’ın emir ve yasaklarını terk etmekle iman ortadan kalkar. İbâziyye, Allah’ı yaratıkların sıfatlarıyla vasıflandıran kimsenin O’nu hakkıyla tanımadığını ve hataya düştüğünü kabul eder.Bu anlayıştan hareketle Mu’tezile ve Zeydiyye’nin çoğunluğu gibi Kur’ân-ı Kerîm’in mahlûk olduğunu kabul ederler. Siyasi Görüşleri *İmamet makamına getirilecek şahsın Kureyş’ten olması yolundaki anlayışı kesinlikle reddeder. İmamet vasiyet veya tayinle değil cemaatin ittifakı, yani serbest seçimle gerçekleşir.Onlara göre imamet için soy ve nesep önemli değildir. Lider mümin vasfını taşıdıktan başka ilim, züht ve adalet vasıflarını da taşımak zorundadır. Bu nitelikleri taşıyan herkes imam/lider/devlet başkanı olabilir. *Seçim için gerekli olan şart biattir. Biat iki kademeli olarak yapılır. Mevcut imam, bir sonraki imamın seçilmesi için şura oluşturur, şuradan çıkan sonuç halka sunulur ve halkın onayı alınır. Şayet halk isteyerek biat etmemişse seçilen aday imam unvanına sahip olamaz, bunun yerine “Sultan” ve “Melik” gibi isimlerle anılır. *İmamın en önemli görevi Kur’an’ın hükümlerini harfiyen yerine getirmek ve adaleti sağlamaktır. Kur’an’la birlikte ilk iki halifenin dinî uygulamalarına başvurabilir, ancak asla hakem yoluyla karar vermemelidir. *İmam gerektiğinde azledilebilir. Şayet imam, Allah’ın kitabından ayrılır, sapkınlığa düşerse veya halkına zulmederse azledilebilir. *Seçilen imamdan daha faziletli birisi cemaat içinde varsa, genel kanaat seçilenin göreve devam etmesi şeklindedir. Ancak efdal-mefdul tartışması şeklindeki bu mesele Kuzey Afrika İbaziliğini ikiye bölmüş; neticede Vehbiyye ve Nükkariyye grupları ortaya çıkmıştır. Nükkariler, efdalin olduğu bir yerde mefdulün imametinin caiz olmadığı görüşünde olmakla birlikte İbazilerin geneline göre, daha faziletlinin bulunması durumunda daha az faziletlinin imam olması caizdir. *İbâzıyye’ye göre aynı anda İslam coğrafyasının farklı bölgelerinde birden fazla “imam” bulunabilir. Nitekim Basra’da, Tâhert’te, Umman’da ve Hadramut’ta aynı anda faaliyette bulunan İbâzî imamlara rastlanmıştır. İtikadi Görüşleri *Kur’an-ı Kerim, gerek inanç gerekse pratik hayat açısından yegâne devlet nizamıdır. Devlet, bu esaslar üzerine kurulmalıdır. Amaç, ilâhî nizamın hâkim olacağı bir devlet düzeni kurmaktır. *İbâzîyye, kendi dışındaki Müslümanları ve muhaliflerini müşrik değil “nimeti inkâr edenler anlamında kâfir” olarak görmüştür. Onların ve çocuklarının hayat hakları ve malları ellerinden alınamaz, sadece savaş mühimmatı ganimet olarak alınabilir. Onların bulunduğu bölge iman yurdu değil, tevhit yurdudur. *Allah’ın görülmesinin (rü’yetullah) ne bu dünyada ne de âhirette mümkün olmadığını ileri sürerler.Bu konuda Mutezile fırkasından etkilendikleri anlaşılmaktadır. *Günahkâr kimse için şefaatin söz konusu olamayacağını, aksi halde Allah’ın vaad ve vaîd ilkelerinin bozulacağını ileri sürerler. * İbâziler’e göre büyük günah işleyen müşrik değil, muvahhiddir. Ancak Müslüman bir kişi, günahları inkar ettiği veya onları işleme konusunda ısrar ettiği takdirde şirke düşmüş olur. İbâzîler küfrü, “nimet küfrü” ve “şirk küfrü” olmak üzere ikiye ayırırlar ve büyük günah işleyenin ‘‘nimet küfrü’’ içinde olduğunu söylerler. Büyük günah işleyen bir kimse ceza çekmesinde ve cehenneme girmesinde şüphe yoktur. Ancak cehennem ateşinden ebediyen kurtulmanın tek çaresi büyük günah işleyenin tövbe etmesidir. *İbâziyye Harici olmayan diğer Müslümanların miraslarını helal, onlarla evlenmeyi caiz görmekte ve şahitliklerini kabul ederler. Muhalifleri ile yapılan savaşta ganimet olarak ancak at ve silah gibi yararlı şeyler alınabilir. *İmam başta olmak üzere bütün İbaziler “emr bi’l-ma’ruf nehiy ani’l-münker” (İyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak) vazifesini yapmak zorundadır. *Allah’ın en önemli sıfatı kıdem olduğundan, Mutezile ve Zeydiyye fırkalarının çoğunluğunun kabul ettiği gibi, Kur’an’ın mahluk olduğunu savunurlar. *Sahabe, -fasık olduğu bildirilenler hariç- hepsi adalet sahibidir. *İsti’raz caiz değildir. B- İbâzıyye’nin Günümüzdeki Durumu İbâzîler günümüzde Umman başta olmak üzere Hadramut, Zengibar, Libya, Tunus, Cezayir ve Batı Sahra’nın çeşitli yerleşim alanlarında yaşamaktadırlar. Bugün Umman Sultanlığı olarak bilinen bölgede, II./VIII. asrın ortalarından itibaren İbâzî topluluk bulunmakta ve kendi imamlarını kendileri seçmekte idi. Umman’da 1992 yılı itibariyle, 1.500.000 milyonluk nüfusun % 40-45’ini İbâzîler oluşturmaktadır. Bugün Gâfiri ve Hinâ kabileleri bu mezhebe mensuptur. 1972’den beri ülkeyi yöneten Umman sultanı Kâbus b. Saîd, İbâzî bir aileye mensuptur. Bu aile 1749’dan bu yana iktidarı elinde tutmaktadır. Sayıca pek fazla olmayan Hadramut İbâzîleri yanında Zengibar’daki İbâzîler daha çoktur. Son yıllarda halkın çoğunun Şafiî mezhebine girmesiyle İbâzî sayısında azalma gözlenmekte birlikte yine de Zengibar’ın hâkim ailesi ve çevresi İbâzıyye’ye mensuptur. Kuzey Afrika’da, genelde, Berberi kabileleri arasında da İbâzîlik yaygındır. Günümüzde Libya’da Trablus’un Zuvare ve Cebel-i Nefuse bölgelerinde ve Cezayir’in Vercelan ve Vadi Mizab ile Tunus’un Cerbe bölgesindeki halk arasında İbâzîlik yaşamaya devam etmektedir. Dünya Müslümanları arasında İbazî nüfusun yaklaşık olarak 2-3 milyon olduğu tahmin edilmektedir.
__________________ Büyükler fikirleri, Ortalar olayları, Küçükler kişileri tartışır.
|