Durumu: Medine No : 5879 Üyelik T.:
28 Aralık 2008 Arkadaşları:32 Cinsiyet:Bay Memleket:İst Yaş:39 Mesaj:
3.185 Konular:
1383 Beğenildi:175 Beğendi:17 Takdirleri:216 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Din Sosyolojisi Ders Notları (14 Hafta) Din Sosyolojisi Ders Notları (14 Hafta) Hazırlayan: Işıklı DİN SOSYOLOJİSİ 1.HAFTA 1. SOSYOLOJİNİN BİR BİLİM OLARAK DOĞUŞ SÜRECİ: Toplum olaylarıyla ilgili sosyal düşüncelere tarihteki bütün toplumlarda rastlanmaktadır. Mesela, M.Ö. 3000 yıllarına kadar uzanan Sümer metinlerinde bunları bulabiliriz. M.Ö. 500. yıllara kadar geri giden Eski Yunan Site devletlerinde de sosyal düşüncelerle karşılaşıyoruz. Biz, Hint Vedalarında, Orhun Yazıtlarında, Manas Destanında, Astek kalıntılarında sosyal düşüncelerle karşılaşıyoruz. Sosyoloji biliminin 18. yüzyıldan sonra endüstri devrimini gerçekleştiren Avrupa’da doğduğu kabul edilmektedir. Yeni bilim o zamanakadar hayatın merkezinde yer alan kilise dogmalarına karşı savaş açmıştır. Dogma;kesin olarak doğru kabul edilen ve değiştirilmesi teklif edilemeyen inançlar demekti. Ortaçağ da kilise eğitimi, bilimi, sanatı kısacası toplumsal alanın tamamını bu dogmalarla kontrol ediyordu. Rönesans’la birlikte gelişme hızını arttıran yeni bilim,tecrübeye dayanıyordu. Tecrübeler bazı Kilise dogmalarınınyanlışlığını gösteriyordu. Bunların en meşhurlarından birisi; kilisenin dünyanın sabit olduğu ve Güneşin dünyanın etrafında döndüğü dogmasıydı. Bu dogma Galileo tarafından yıkıldı. O, dünyanın güneş etrafında döndüğünü savundu. Galileo engizisyon tarafından ömür boyu hapsemahkum edildi. İlerleyen yıllarda tecrübi bilimler alanında yaşanan her gelişme bir kilise dogmasını yıkmaya başladı. Astronomi, tıp, fizik, kimya vb. bilimler hızla gelişmeye başladı. Öte yandan sanat da kilisenin kontrolünden kurtulmaya başladı. Sosyal bilimler de yavaş yavaş felsefeden ayrılmaya çalışıyordu. Bilimsel alandaki bu değişmeler toplumsal alanda da yaşanıyordu. Avrupa’da kiliseyle ortak hareketeden sayısız derebeyi vardı. Bunlar feodal sistemin bir parçasıydılar. Toprağın sahibi senyörler vebunu işleyen bir nevi köle mesabesinde serfler vardı. Serfler toprakla beraber satılıyorlardı. Bu sırada henüz burjuvazi denilen orta sınıf yetişmemişti. Rönesans ve Reform hareketi orta sınıfın ya da burjuvazinin güçlenmesini sağladı. Burjuvazinin çıkarları istikrarlı yönetimler gerektiriyordu, bunun için güçlü krallıkların kurulması gerekiyordu. Roma Katolik kilisesine karşı bir isyan hareketi olan Protestanlık, Alman Papaz Martin Luther tarafından sistemleştirildi. Luther,Roma Katolik kilisesini yeryüzünün gelmiş,geçmiş vegelecek en büyük hırsızı olarak vasıflandırdı. Onun Hıristiyanlık düşüncesine getirdiği en devrimcigörüş;aracısız olarak Tanrı ile münasebet kurulabileceği anlayışıdır. Muhtemelen bu anlayışı İslamiyet’ten almıştır. Böylece Luther, o sıralarda burjuvazinin de desteğiyle güçlenen Krallık rejimine dini destek sağlamış oluyordu. 16. asırdan sonra güçlenen krallık rejimleri, onların kendi aralarındaki mücadeleler; on yedinci asırdan sonra hızlanan sömürge hareketleri, sömürgelerden Avrupa’ya getirilen değerli madenler, köleler; 1789 Fransız devrimi, 1830’ dan sonra yaşanan sanayi devrimi; felsefeden ayrılan bilimler, aydınlanma düşüncesi, kiliseye karşı tepkiler; büyük sanayi şehirleri, işçi-işveren problemleri, çocuk işçi problemleri, göç problemleri gibi büyük olaylar düşünüldüğünde 1850’li yıllarda Avrupa’nın kaynayan bir kazan gibi olduğu görülmektedir. Dönemin düşünürleri Avrupa’yı bu kargaşadan kurtarmak için çıkış yolları aramaya başlamışlardır. İşte bu arayışlar bilimsel bir disiplin olaraksosyolojinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu açıdan baktığımızda sosyoloji; misyonu olan bir bilim dalıdır. Temel misyonu; Batı’da ortaya çıkan sosyal problemlere çözüm üretmektir. Bunun daha önceki sosyal düşüncelerden farkı, yeni sosyolojinin bağımsız bir ilmi düşünce içerisinde ele alınmasıdır. Daha önceki sosyal düşünceler, felsefenin ya da başka bilim dallarının içinde ele alınmıştır. 2. BAĞIMSIZ BİR BİLİM DALI OLARAK SOSYOLOJİNİN İLK KURUCULARI: Saint Simon (1760–1825) Fransız sosyalizminin kurucusudur ve Paris'te doğmuştur. Temel eserleri: Avrupa Topluluğunun Yeniden Örgütlenmesi Üzerine, Sanayi Sistemine Dair, Sanayicilerin İlmihali. Fransız devrimine ve devrimden sonra ortaya çıkan toplumsal karmaşaya şahit olan bir düşünürdür. O, yaşadığı dönemin toplumsal bunalım ve düzensizliklerine çözüm bulmayı amaçlıyordu. Bu bağlamda sosyolojinin teorik yönünden çok, emprik (uygulamalı) yönüne daha fazla ağırlık vermiştir. Saint-Simon, toplumda bir reforma gitmeyi amaçlamış, toplumun endüstri çağının, endüstrinin gereklerine göre düzenlenmesi gerektiğini savunmuştur. Bilimsel düşünceye dayanan bir toplum bilimi kurmanın zamanının geldiğini, artık pozitif bilim çağının başlamış olduğunu öne sürdüğü için, aynı zamanda pozitivizmin de kurucusu olarak da bilinmektedir. Ona göre, Fransız Devrimi mutluluk getirmemiştir. Evrensel insan haklarının ilanı, aşağı sınıfların cehaletini ve yoksulluğunu ortadan kaldırmamıştır. Toplumdaki tüm insanların mutluluğunun yeni bir toplumsal düzenleme,bir sosyal reformla sağlanabileceğine İnanır. Toplumu bir organizma olarak gören ve bu organizmanın evrimini inceleyen Saint-Simon’a göre,toplumun kökeninde çıkar öğesi vardır. Saint-Simon’a göre toplum, çıkar öğesinin bir sonucu olarak uzlaşmayla kurulur. İnsanın toplumsal tarihinin kendilerine ayrı düşünce tarzlarının karşılık geldiği üç ayrı aşamadan, yani sırasıyla çoktanrıcılık-kölelik, teizm-feodalizm ve pozitivizm-endüstriyalizm evrelerinden geçtiğini öne süren Saint-Simona göre, toplumsal değişme ve düzenin yasaları, pozitivizmin marifetiyle bulunabilir. O, bilim konusunda, tüm bilimlerin şimdiye kadar bilimsel olmayan yöntem ve adımlarla işe başlamış olduğunu söyler. Başlangıçta, teolojik bir temeli olan ve metafizik kavramlarla geliştirilen, gerçek olmayan bir bilimin yerine, Saint-Simon’un çağında gerçek bilim, pozitif bilim geçmiştir. Ona göre, ilerlemeyi sağlayan etken de bilimin, başlangıçta onun içine karışmış olan bu öğelerden temizlenmesidir. Saint-Simon artık pozitif bilim çağının başlamış olduğunu söyler. Simon, ömrünün son yıllarında görüşlerine dini bir boyut da katarak Hıristiyanlığı yeniden yorumlamaya çalışmıştır. Öldüğü yıl yayınlanan Yeni Hristiyanlık adlı eserinde dinin, yoksul sınıfların yaşam şartlarını düzeltmesi gerektiğini savunmuştur. Sosyolojinin gücüne inanan Simon, sosyolojiyi yeni bir din haline dönüştürerek sosyoloji aracılığıyla toplumu yeniden örgütlemeyi amaçlamıştır. Bu çerçevede sosyal sorunların çözümlenmesinde tabiat bilimlerinin metotlarından yararlanılması gerektiğini savunmuştur. Kurmaya çalıştığı yeni din; kardeşlik ve sevgiye dayanan bir inanç olmalı, her türlü hurafeden uzak durmalıdır. Başka bir ifadeyle, modern toplumun yön ve düzeninin, üretici olmayan bürokratlar tarafından değil de, bilim adamları ve sanayiciler tarafından belirlendiğini öne süren Saint-Simon’a göre; modern toplumdaki kriz de pozitivizme dayanan yeni bir din ile çözülebilir. Auguste Comte (1798–1857) Fransa'nın Montpellier kentinde doğdu. Katolik, dindar bir aileden gelen Comte, ailenin üç çocuğundan biriydi. Comte, Saint Simon’un sekreteri ve öğrencisidir. Comte, tolum ve bilim (socio-logos) kelimelerini birlikte kullanarak sosyolojinin isim babası olmuştur. Auguste Comte’un sosyolojiyi yeni bir disiplin olarak ortaya atması 1839’da yayınlanan Pozitif Felsefe Dersleri külliyatının 4. Cildine verdiği isim dolayısıyla olmuştur. Ona göre sosyoloji, matematik, astronomi, fizik, kimya ve biyoloji gibi pozitif bir bilimdir. O, sosyolojiyi daha çok“sosyal fizik” olarak algılamıştır. Dolayısıyla bu yeni pozitif bilim bize toplumsal olayları anlama, kontrol etme ve yönlendirme imkânı vermektedir. Fransız Devriminden hemen sonra doğduğu için -Sosyoloji alanındaki- çalışmaları Fransız Devrimine ve Aydınlanma Düşüncesine bir tepki niteliğindedir. Comte zayıf ve bedbaht biriydi diye söylenir. Bir sokak kadınıyla evlenmesi ve onu boşu boşuna yola getirmeye çalışması devamlı geçimsizlik ve kavgaya neden olur yedi ay akıl hastanesinde tedavi gören Comte karısının isteğiyle çıkarılır. Fakat karısı beş yıl sonra kendisini terk eder. 1845 yılında kocası müebbet hapse mahkûm olmuş bir kadına çok içten âşık olur ama kadın veremden ölür. Artık büsbütün bu platonik duyguya kaptırır kendini. Pozitif bir din kurar. İnsanlık dini. Hatta Rus çarına ve Osmanlı sadrazamına mektup yazarak onları bu dine davet eder. Comte artık sahte bir peygamberdir ve dininin esaslarını belirler. Zihin çöküntüsü ve his dalgalanmaları yoğunlaşır, kurduğu pozitif sisteme tamamıyla ters bir hareketle mistik ve metafizik olduğu kadar da garip bir din kuran Comte 5 Eylül 1857 günü, insanlığın sembolü ve temsilcisi sayıp ulu varlık adını verdiği, veremden ölen sevgilisinin masasının önündeki son merasimini yaparken ölür. Comte’un sosyolojisi iki temel kavrama dayanmaktadır: Sosyal Statik: Tek tek sosyal kurum ve yapıların incelenmesidir. Aile, fert ve toplumu hareketsiz halde inceler. Buna yapısal inceleme de diyebiliriz. Sosyal Statik; bir toplumdaki düzeni ve durağanlığı incelediği için bir düzen kuramaz. Sosyal Dinamik: Toplumu dinamik bir açıdan incelemektir. Yani toplumda meydana gelen değişmelerin sosyal sebeplerini tahlil etmektir. Buna fonksiyonel inceleme de diyebiliriz. Sosyal Dinamik, değişme ile ilgili olduğu için bir ilerleme kuralıdır. Comte evrimcidir. O, dinamik inceleme bağlamında bütün insanlık tarihini üç devire ayırmaktadır. Bunlar: teolojik(hayali dönem), metafizik(soyut dönem) ve pozitif(bilimsel dönem) devirlerdir. Teolojik devirde insanlar, her şeyi dinle izah etmeye çalışmışlardır. Metafizik devirde insanlar her şeyi fizik üstü güçlerle izah etmeye çalışmışlardır. Bu iki devir geçmişte kalmıştır. Comte’a göre insanlık artık yeni bir döneme girmiştir bu dönem pozitif dönemdir. Artık insanlar pozitif dönemde her şeyi deney ve gözlemi yapılabilen pozitif bilimlerle izah edecektir.Dini ve metafizik izahların bu dönemde yeri yoktur. Çünkü, bunların deney ve gözlemini yapmak mümkün değildir. Comte'e göre aile, din, devlet toplumun temel müesseseleridir. İnsan düşüncesinin hareket noktasında din bulunmaktadır. Comte fetişizmden (olağanüstü gücü olduğuna inanılan nesne ya da kişilere tapmak) politeizme (çok tanrıcılık) oradan da monoteizme (tek tanrıcılık) geçiş olduğunu savunmuş, müsbet bilim olması gereken pozitivist devrede insanlığın pozitivist bir dine sahip olması gerektiğine dikkat çekmiş, dinin de; bu devrede insanlığa veya topluma tapma şeklinde olması gerektiğini savunmuştur. Comte’a göre pozitif bilimler ve sosyoloji, insanlığın problemlerine deva olacak, onu mutluluğa erdirecektir. Onun pozitivizmi ve sosyolojiyi aşırı abartması birçok bilim adamı tarafından ciddi eleştirilere tabi tutulmuştur. Özellikle geleneksel dinleri, geçmiş devirlerin bir anlayışı olarak algılaması çok eleştirilmiştir. Emile Durkheim (1858–1917) 15 Nisan 1858 tarihinde Epinal, Loren'de dünyaya geldi. Felsefe öğretmenliği yaptı. 1885 de Almanya'da bulundu. Başlıca eserleri şunlardır: Ahlaksal Terbiye, Ahlak ve Hukuk Kaideleri Hakkında Dersler, Meslek Ahlakı, Ceza Evriminin İki Kanunu, Dini Hayatın İlkel Biçimleri, Sosyolojik Yöntemin Kuralları, İntihar. Durkheim, toplumbilimi kendi olgularını kendi ön dayanaklarıyla işleyen bir bilim durumuna getirdi. “Toplumsal olay" bireye bağlı ve bireyle başlayıp biten bir süreç değildir. Toplumsal olay bireyi aşkındır, birey ona katılır. Her birey için toplumsal olaya katılmak kaçınılmaz bir zorunluluktur. Toplum bir başka yanıyla da insana ilişkin her kurumun temeli olup doğal bir bileşimdir. Kurumlar örneğin din ve Tanrı anlayışı da topluma bağlıdır ve onunla birlikte gelişip evrimleşir. O, toplumu Tanrı yerine koymuştur. Burada kasıt inançlı bir kimse davranışlarda bulunurken Tanrı'sını nasıl gözetirse "birey"inde davranışlarda bulunurken toplumu aynı şekilde gözetmesi gerektiğidir. Durkheim, sosyolojinin metotlarını geliştirmiştir. Ona göre sosyoloji idealist değil realist olmalıdır. Onun bu bağlamdaki meşhur yaklaşımı şöyledir: “ Sosyal olayları birer fikir gibi değil de birer şey (sosyal gerçeklik ve nesne) gibi incelemeliyiz.” Onun metodoloji bağlamında ikinci önemli yaklaşımı da şöyledir: “Sosyal olayları yine sosyal olaylarla izah etmeliyiz. Çünkü bunlar arasında tabiat olaylarında olduğu gibi nedensellik (sebep-sonuç) ilişkisi vardır.” Onun üçüncü metodolojik görüşü şudur: “Sosyal olayları incelerken bütün peşin fikirlerden uzaklaşmak gerekir.” Ona göre her şey toplumsaldır. Dil, tarih, kültür vb. her şey toplum tarafından oluşturulur. İnsanın dil ve ifade biçimleri de toplum tarafından belirlenir Toplumsal olana büyük bir önem veren Durkheim, bu bağlamda eğitim kavramına ayrı bir kıymet atfeder. Eğitim, toplumsal değerleri fertlere aktaran en önemli kurumlardan birisidir. Karl Marx (1818–1883) Marx 5 Mayıs 1818’de Almanya’nın Trier şehrinde doğdu. Yahudi bir ailenin üçüncü çocuğu olarak dünyaya geldi. Aile, sosyal sebeplerden dolayı Hristiyanlığı seçmişti. K. Marx, Hegel’in idealist felsefesini tersine çevirerek, onu materyalist bir felsefe haline getirmiştir. Marx, bu işlemi“baş aşağı yürüyen diyalektiği ayakları üzerine” koydum şeklinde ifade etmiştir. Ona göre, madde; bütün varlıkların kaynağıdır. Düşünceler, manevi varlıklar hep maddeden türemiştir. Böylece Hegel’in idealist felsefesi Karl Marx’ta materyalist felsefeye dönüşmüştür. Yukarıdaki temel felsefeden hareket edem Marx, toplumla ilgili görüşlerini de bu anlayışa uydurmuştur. Onun bu bağlamdaki görüşleri sosyolojinin ortaya çıkışına zemin hazırlamıştır. Marx’ın toplum görüşlerinin temeli, toplumsal sınıf ve sınıflararası çatışmaya dayanır. Savaşın sebebi ekonomidir. Ona göre ekonomik faktörler bütün sosyal kurumların alt yapısını oluşturur. Alt yapı (ekonomik yapı) anlaşılmadan üst yapı izah edilemez. Dolayısıyla bir toplumda önemli olan alt yapıdır. Üst yapı kurumlarının kendi başlarına bir değeri yoktur. Marx, eserlerinde feodal, burjuvazi, köylüler, tarım işçileri ve sanayi işçileri gibi farklı sınıflardan bahsetmektedir. Ayrıca, farklı toplum tiplerinden de bahsetmektedir. Bunlar şunlardır: -İlkel Komünal Toplum. -Asyatik Toplum. -Antik Toplum. -Feodal Toplum. -Kapitalist Toplum. -Sosyalist Toplum. Ona göre ideal toplumlar; ilkel komünal ve sosyalist toplumlardır. Komünal toplumda sınıf farklılığı yoktur dolayısıyla sınıf çatışması da yoktur. Ortak mülkiyet vardır. Doğan çocuklar topluma aittir. Devlet, aile, din, eğitim kurumları da yoktur. Bunlar insanların kendilerine yabancılaşmasının bir sonucudur ve hepsi sömürüye alet olan kurumlardır. En önemli eseri “Kapital” dir. İbni Haldun (1332–1406) Hicrî 732–808 yılları arasında yaşamış astronom, iktisatçı, tarihçi, matematikçi, sosyal bilimci ve İslam bilginidir. Özellikle köy-kent farklılaşması hakkında toplumsal çözümlemeler getirmiştir. Ünlü eseri Mukaddime'nin 2. bölümünde, göçebe-köy toplumsal yaşamı ile yerleşik-kent toplumsal yaşamı arasında önemli saptamalar yapmıştır. Ona göre, göçebe-köy toplumsal yaşamı, yerleşik-kent toplumsal yaşamından önce başlamıştır. Köy halkı, kent halkından daha sağlam, mert, özgüveni daha fazla, özgür, köklü ve az bozulmuştur. İbn Haldun'dan önceki tüm tarihçiler olayları tek tek ele alıp, hikaye gibi anlatmış, bir senteze gidememişlerdir. İbn Haldun ise tek tek fenomenlerden yola çıkarak ünlü tarih tezini öne sürmüş, böylelikle de sosyoloji adını verdiğimiz bilim dalı kendisiyle başlamıştır. İktisadi kalkınma ve sosyal huzurun arasında yakın bir ilişki vardır. Güçlü devlet iktisadi kalkınma için uygun zemin hazırlar, iç ve dış güvenliği sağlar. İbn Halduna göre, devlet ekonomik hayata müdahale etmemelidir. Bu bakımdan, İbn Haldun, liberal bir iktisat politikası izler ve özgürlükten yanadır. İbni Haldun; gerek Doğu, gerek Batı’da ilim çevreleri tarafından tarih, siyaset, eğitim, ekonomi ve sosyoloji gibi bilim dallarının babası olarak kabul edilmektedir. Toplum hayatını zaruri bir ihtiyaç olarak gören İbni Haldun’a göre insanları toplum halinde bir araya getiren iki önemli faktör vardır. Bunlardan birincisi ekonomi, ikincisi güvenliktir. Ona göre iktisadi faaliyette bulunmak Allah’ın bir emridir ve dini bir görevdir. Bu durum devleti de zorunlu kılmaktadır. Ona göre toplum devletsiz olamaz. İbni Haldun’u sosyolojinin babası yapan görüşleri burada ortaya çıkmaktadır. O, devletlerin doğup, büyüme ve ölme süreçlerini; sosyal olaylarla izah etmektedir. Yani Sosyoloji, sosyal olayı yine başka sosyal olaylarla izah etmektir. İbni Haldun’da asabiyet ve tavırlar nazariyelerinde bunu yapmaktadır. İbni Haldun’a göre asabiyet; düşman ve doğal çevrenin tasallutu altında bulunan ve akrabalık bağı ile birbirine bağlı insanların manevi bir organizasyonla kurdukları teşkilata denir. Asabiyetin amacı devlet kurmaktır. Asabiyet ile din arasında çok güçlü ilişkiler vardır. Tavırlar nazariyesi; asabiyetten başlayarak devlet düzenine kadar ulaşmış bir toplumun yavaş yavaş çöküşü sosyolojik olarak tahlil edilmektedir. O, bu noktada beş tavırdan bahsetmektedir. Bunlar sırsıyla; zafer, mutlakiyet, refah, barış ve israftır. Zafer tavrında asabiye, rakiplerini yenmiş ve devleti kurmuştur. Mutlakiyet devresinde çevresine mutlak hâkim olmuş ve her türlü imkânları genişlemiştir. Refah devrinde ekonomik imkânlar iyice artmış ve insanlar refah içerisinde yaşamaktadır. Barış devrinde devlet artık düşmanları karşısında savaşmak yerine barışı tercih etmektedir, böylece lüks ve refahın devam etmesi arzulanmaktadır. İsraf devrinde ise, asabiye artık eski gücünü tamamen kaybetmiş, insanlar şahsiçıkarlarını düşünmekte, din ve devlet şahsi çıkarlara alet edilmektedir. Bunu sonunda da kaçınılmak bir şekilde devletin ölümü gelmektedir. İbni Haldun yaşadığı dönemde bu tarz birçok devletin değişik tavırlarına şahit olmuştur. Bu sosyal teorisini de o gözlemlerine dayandırmıştır. Böylece İbni Haldun, sosyal bir olay olan devletlerin doğuş ve ölüş süreçlerini başka sosyal olaylarla izah ederek, Comte’dan en az dört yüz sene önce modern anlamda sosyoloji yapmıştır. |