Durumu: Medine No : 5879 Üyelik T.:
28 Aralık 2008 Arkadaşları:32 Cinsiyet:Bay Memleket:İst Yaş:39 Mesaj:
3.185 Konular:
1383 Beğenildi:174 Beğendi:17 Takdirleri:216 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | İslam Felsefesi [Ünit 10 Ders Özeti] (Dokuz Eylül) İslam Felsefesi [Ünit 10 Ders Özeti] (Dokuz Eylül) 10. ÜNİTE / ENDÜLÜSTE FELSEFE 1. İBN BACCE ve İBN TUFEYL 2. İBN RÜŞD * İBN BACCE 1-ENDÜLÜS FELSEFESİ’NE İLK YÖN VEREN FİLOZOFLAR KİMLERDİR ? -Endülüs Felsefesi ilk olarak Farabi ve İbn Sina’nın adımlarını izlemiştir.Bir taraftan Farabi ile sistematik bir yapıya kavuşan Meşşailik İbn Rüşt’ün şerhleriyle
zirvesine ulaşmıştır.Endülüslü filozoflar tasavvufun cazibesine kapılmışlardır.Bunlar içinde en önde gelen sufi İbn Arabi’dir.Arap kaynaklarına göre Endülüs
Felsefesi’nin öyküsü,aynı zamanda bir şair olan İbn Bacce ile başlamıştır. 2-İBN BACCE’NİN ÇALIŞMALARI HANGİ ALANDA OLMUŞTUR? -Matematik ilimlerinin özellikle astronomi ve müziğin hem teorisi hem de pratiğinde uzmanlaşmıştır. Tıp alanında da iyi bir doktordur.Mantık ,tabiat felsefesi ve
matematik gibi teorik alanlarda çalışmalar yaptı.Mantık ,fizik ve metafizik konularında büyük ölçüde Farabi’nin yolunu takip etti.Mantık ve felsefe de Farabi’nin
eserlerine şerhler yazmıştır. 3-İBN BACCE’NİN FELEFE TARİFİ NASILDIR? -O’na göre felsefe, kıyasın kullanıldığı beş bilimin en önemlisidir ve felsefe’de iki husus vardır:Bilgide kesinlik ve alanın külliliği.Bu iki şart felsefenin beş kısmını
oluşturan metafizik,fizik,pratik felsefe,matematik ve mantık için geçerlidir.Metafizik; ne cisim olan ne de bir cisimde bulunan nihai sebeplerin bilgisidir.Fizik ve
tabiat felsefesi;tabii cisimlerin,hiçbir şekilde insan iradesine dayanmayan varlıkların incelenmesidir.Pratik felsefe ;pratik felsefeye ihtiyari ilim adını verir.İnsanın
irade ve ihtiyarı tarafından meydana getirilen varlıkları ele aldığı bölümdür.Matematik;maddelerinden soyutlanan varlıklarla ilgilenmekte ve
aritmetik,geometri,optik, astronomi,musiki,ağırlıklar ilmi ve araçlar ilmi şeklinde mühendisliğe ayrılmaktadır.Mantık;felsefenin son kısmıdır ve insan zihninde
ortaya çıkan özellikler üzerinde yoğunlaşmaktadır.Aynı zamanda mantık, felsefenin bir parçası ve aletidir.
Tıp ve Tarımı kıyasa dayalı bilimler olarak kabul etmez. Bu iki bilim pratik sanata girmektedir. Dolayısıyla pratik sanatlara giren bilimleri kıyasa dayalı bilimlerden
saymaz.Bundan da anlıyoruz ki İbn Bacce bilimleri kıyasa dayalı olanlar ve olmayanlar diye ikiye ayırmıştır 4-METAFİZİKLE İLGİLİ DÜŞÜNCESİ NEDİR? -Farabi ve İbn Sina gibi O’ da bir İlk Varlık’ın bulunduğu ve ondan akılların son akıl ve cisimlere suretlerini bahşeden Faal Akıl’a varıncaya kadar sudur ettiği
sudurcu bir sisteme inanmaktadır. Cisimler dört basit unsurdan meydana gelir: Ateş,hava,su,toprak.Bunarın suretleri zıt nitelikler ,yani sıcak-soğuk,yaşkurudur.
Su soğuk ve yaştır gibi. Bu nitelikler temelde harekete sebep olan birer güçtürler.Bütün tabi varlıklar,bu basit unsurlardan varlığa gelmekte ve çok
karmaşık suretler almaktadırlar ki içlerinde en karmaşık olanlar nefislerdir.Nefislerin en basiti besleyici nefistir ve o bir bitkinin cisminin mükemmelliğidir.Besleyici
nefsi hayvani olan duyusal nefs,onu da insan ve hayvanların mükemmelliği konumundaki ve önceki duyu algılarından görüntüler çıkartan hayali nefs,son olarak
da akli nefs takip etmektedir.Bütün bunlar etkin suretler,yani güç ve yetilerdir,fakat sadece akli nefs cismani olanın sınırları ötesine geçebilir. 5-İBN BACCE’NİN RUHANİ SURETLERLE İLGİLİ DÜŞÜNCELERİ NELERDİR? Ruhani suretler külli ve cüzi suretlere ayrılırlar. Cüz’i suretler ortak duyuda bulunmaktadır ve cismanidir.Külli suretler sadece Faal Akılda bulunmaktadır.Ruhani
suretler nefiste bir durum meydana getirebilirler.Bu durum ya güzellik, mükemmellik ya da bunların zıtları olan hal.Ruhani suretler bundan dolayı insan
faaliyetlerinin her vechesinde bir role sahiptirler.Peygamberlerin aldığı vahiy Faal Akıldan alınan cüzi ruhani suretler sınıfına girer. Kişiler ruhani suretler
tarafından harekete geçirilirler. Giyinme, barınma, yeme gibi temel şeyler olabilir.Mesela iki aşamada koruyucu ve süsleyici olarak gerçekleşir.Faziletler, hayal
gücündeki ruhani suretlerle yakından ilgilidir.Bunlar nefislerde olumlu hisler ve beğeni meydana getirirler,insanları çoğunun ruhaniliği cizi suretlerle
sınırlıdır,filozoflar gayri maddi ve külli akledilirler olan en yüksek ruhanilik derecesine ulaşabilmektedirler.Çünkü filozoflar daha şerefli yaşamak için külli ayrık
suretlere yöneliktirler.Hikmet insanı,ruhani fiillerin onu en şerefli kılmalarından dolayı ilahi ve faziletli kişidir 6-İBN BACCE’NİN PSİKOLOJİSİ NASILDIR? Fizik üzerine bina eder. Araştırmasına nefsin tarifiyle başlar.O’na göre, tabi olsun suni olsun cisimler, madde ve suretten oluşmaktadır.Suretler daimi olan
varlıklardır.Yani suret cismin kemalidir.Cisim, hem hareket ettiren hem de hareket ettirilenden müteşekkildir.O halde tabii bir cisme söz konusu yetkinliği
sağlayan surete nefs denir.Yani nefs, tabii organik cismin cismin besleyici,hissedici ve aklen olmak bakımından ilk yetkinliğidir.
Kainatın bir parçası olarak mevcut olan bütün geçici varlıklar, bulundukları duruma göre belli bir fonksiyonu yerine getirirler.Beslenme melekesinin, büyüme ve
üreme şeklinde iki gayesi vardır.Bu meleke yalnızca bedenin devamlılığı için gereken maddeleri tedarik etmekle kalmaz,gelişmeyi üremeyi de hasıl eder.Duyu
idraki de kuvve ya da fiil halinde bulunur.Kuvve halinden duyu haline geçmek için,yani değişmek için bir hareket ettirici gereklidir.Bu hareket ettirici duyulur
nesnedir,hareket ettirilen ise duyu organıdır.İdrak iki türlüdür; duyum ve hayal.Duyum, hayalden öncedir ve bu yüzden ona veriler sunar.Beş duyu ortak duyunun
melekeleridir.Orta duyu sayesinde, bir kimse idra edilir, nesnelerin farklı durumlarını birbirinden ayırır,Mesela;bir elmanın bütün parçalarının tat,koku renk,
sıcaklık,soğukluğa sahip olup olmadığını anlar.Çünkü duyular,duyulur nesnelerde algıladıkları ortak duyuya verir, o da bunları muhafaza eder.Bu yönüyle ortak
duyu, bütün bedenin yetkinliğidir ve yüzden nefs olarak adlandırılır.Aynı zamanda bu meleke hayal için malzeme teşkil eder.Hayal ve duyum, nefsin idrakini
gerçekleştirdiği iki türdür.Fakat ikisi arasında şöyle bir fark vardır; duyum cüzi , hayal küllidir.Hayal gücü, düşünme gücünde kemal noktasına ulaşır.
Şehvani nefsin üç melekesi vardır:
a-Hayal gücüne dayalı şehvet; nesillerin devamını sağlar,müteessir olur ve aşık olur
b-Mutavassıt şehvet, bu meleke sayesinde gıda, mesken ihtiyacı, sanat zanaat gerçekleşir.
c-Konuşma melekesi; bununla öğretim olur ve bu meleke sadece insana aittir.
Her canlı mutavassıt şehvete sahiptir, zira onunla gıdasını temin eder
Hayal gücü hem uykuda hem uyanıkken fonksiyonunu icra eder.Hayalin son merhalesinde akıl zuhur eder ve akletme gücü fonksiyonunu icra eder.Böylece
hayvanlardan farklı olduğunu anlar,iyi ile kötü,doğru ile yanlışı ayırdetme yönünü keşfeder.Burda akıl, bilkuvve akıl adını alır,çünkü daha önce bilmediği şeyi
idrak etmiştir.
Bilginin çeşitli dereceleri vardır.Bunların ilki,cüzi nesnelere aittir.Cüzi bir nesnenin hayal gücünde yer alması mümkün olduğunda insan onun niteliklerini giderek
daha ayrıntısıyla kavrar ve bu,kendisine o nesneyi farlı zamanlarda aynı şekilde kavramasına yardım eder.Mesela;zeyd’i , bildiğimiz bütün güzel yönleriyle hayalde
canlandırırken ,başka bir zaman da gene aynı özellikleriyle hayalimize getiririz. 7-İBN BACCE’YE GÖRE AKIL VE BİLGİ ARASINDAKİ BAĞ NASILDIR? Akıl insanın en önemli parçasıdır.Doğru bilgi ancak akılla kazanılır.Akıl bizi saadete ulaştıran ve iyi ahlak sahibi kılan yegane şeydir.ALLAH’ın yaratıkları arasında
araştırma yapılması durumunda, insan onları ilk önce hayal gücüyle kavrar ve akıl gücü de kendi içgözüyle saf,basit ve kendine özgü bir tarzda onları görür.Akıl,
akledilirler olarak adlandırılan bilgi objelerini hayal gücünden türetir ve hayal gücüne de bir dizi başka bilgi objeleri sunar. Hayal gücüne sunulan bilgiler arasında
ahlaki ve sanatsal idealler yer alır.Hayal gücüyle ilgili en şaşırtıcı şey, onun vahiy ve kehanetle ilgili olan ilişkisidir.Aklın,insan hayaline getirdiği bu hadiseler,ne
bizzat akıldan neş’et eder ne de aklın hayal gücü üzerindeki faaliyetiyle meydana gelir.Onlar, ancak önceden bilen ve halk etmeye kadir olan bir fail aracılığıyla
hayal gücüne doğarlar.Buna sebep olan ALLAH’tır ve bunu aktif feleklerin (meleklerin)iradesiyle yapar.
Akıllar kendi mevkilerine göre ALLAH’tan ilim alırlar, felekler kendi mevki ve mertebelerine göre O’ndan şekilleri ve tabii suretleri alırlar. Bütün semavi cisimler akl
ve nefs sahibidir.İbn Bacce akılların çokluğuna inanır ve onları ilk akıl ve ikinci akıllar şeklinde kategoriye irca eder.
Aklın eşya hakkında sahip olduğu bilgi iki türlüdür:
a-Akledilir olan ama varedilemeyen
b-Akledilir olan ama varedilebilir olan
Akıl da iki kısma ayrılır:
a-İnsanın kesinlikle varedemeyeceği nesneleri kavradığı akıl; bu akıl nazari akıldır.
b-İnsanın varedebileceği sınai şeyleri kavradığı akıl; bu akıl ameli akıldır. Ameli aklın kemali,insanın suni objeleri kavraması ve varedebilme gücüne göre onları
yapmasında yatar.Meydana gelen bu şeyler, yalnızca insan bedenindeki organlarla varedilir.
İnsan organları bizzat hareketlidir. Organlardaki gücün varlık kazanması, ancak akıl gücü tarafından sağlanır.Yine aklı gücü,yapılacak bir şeyin hayalinin hayal
gücünde belirmesine sebep olur.Bundan sonra organlar irade sayesinde ,hayal edilen objelerin hasıl edilmesine sebep olabilirler
İbn Bacce’ye göre insan, ilk akla şu iki yolla yaklaşabilir:
a-Burhana dayalı bilgiyi elde etmekle
b-Öğrenme ve iktisaba dayanmayan bilgiye ulaşmak. İkinci yol,sufilerin yoludur.
İlahi akıl nimeti ve üstün kabiliyetler, peygamberlerin klavuzluğuyla ,ALLAH’ın istediği şeyleri yapmakla kazanılır.ALLAH rasulünün davetine icabet ettiği takdirde kalp
gözüyle her yaratığın mahiyetini,kaynağını ve gayesini görür.Aynı şekilde,ALLAH’ın bizatihi zorunlu varlık olduğunu, eşi benzeri olmadığını,herşeyin yaratıcısı
olduğunu görebilir.O’ndan gayrı her şey mümkündür.O,noksansızdır.O’nun nesneler hakkındaki bilgisi ise ,onların varolma sebebidir.
8-İBN BACCE SİYASETE NASIL BAKIYOR?
Farabi’yi izleyen İbn Bacce erdemli şehri, tabibe ve yargıca ihtiyaç duymayan şehir olarak tanımlamaktadır.Sevgi onlar arasında en güçlü bağdır.Erdemli şehirde
bütün fiiller doğrudur.Mükemmel olmayan şehirde ise tabibe,hakime,aynı zamanda ayrıka ihtiyaç duyulur.Ayrıklar çoğunluk gibi düşünmeyen,düşünceleri doğru
ya da yanlış olabilen insanlardır.
Bizim gerçek hedefimiz ruhani bilgidir. Ancak,bu tür bilgi hikmetli ve erdemli yönetimde ortaya çıkar.Adil bir toplumda filozoflar yöneticidir ve tüm insan işleri
hikmete göre düzenlenir.Hikmet ve muhabbetle idare edilirler.Erdemli ve yetkin bir toplumda hiçbir yabani ot yoktur.Çünkü reddedilmesi gereken hatalı bir
görüş mevcut değildir.Erdemsiz ve kamil olmayan devletlerde,saadet sahibi insanlar varsa, onların saadeti tamamen ferdi kalmak zorundadır.Bu insanlar ister bir
fert ,ister bir grup olsun,onların yönetim şekli ferdi olacaktır. Bu tür insanlar sufilerin garip olarak adlandırdıkları kimselerdir. Çünkü onlar kendi
vatanlarında,kendi arkadaşları ve komşuları arsında dahi kendi bakış açılarıyla yabancıdırlar.
İbn Bacce filozofun bazı şartlarda halktan uzak kalması gerektiği tavsiyesinde bulunur. Kemale ulaşma, belki de kemali koruma gayretinde gereklidir.Zorunlu
durumlarda kısa süre için halkla görüşmeli ve bilgiyi elde edebileceği beldelere hicret etmelidir.
Devletin iki görevi vardır:
a-Vatandaşların davranışlarını tanzim etmek
b-Özel hedeflere ulaşmak için vasıtalar koymak 9-İBN BACCE’YE GÖRE AHLAK NASIL OLMALIDIR? İbn Bacce fiilleri hayvani ve insani olarak ikiye ayırır.İlki, tabii ihtiyaçlarla ilgilidir.Beslenme bir ihtiyaçtır ve şehveti karşılamak için yapıldığında hayvani,kuvveti
muhafaza ve hayatı idame için yapıldığında insani olmaktadır.İnsan aktif ve pasif melekelerle donatılmıştır.Öğrenme melekesi bir melekedir.Ancak aktif meleke
kemale ulaşmak ister.Şehvani nefs daima tek şeyi arzular ve bu arzu hazdır.Hazzın olmayışı donukluk ve acıdır.Bu şekilde bir fiil işleyen kimse, hayvani bir fiil
işlemiş olur.Fikriyle davranan kimseler ise yalnızca insan olarak bu fiili işliyorlardır.Gaye fertlerin tabiatlarındaki farklılıklara göre değişir. Meslekler için
doğmuşlardır. Gayeler karşılıklı olarak birbirine hizmet eder.Hepsi de bir ve aynı nihai gayeye götürür.Başkan olan kimse kendini bu nihai gayeye hazırlayan
kimsedir ve bu gayeye hazırlanmayanlar yöneten değil yönetilen olurlar.Fikir bazı durumlarda özü itibariyle doğrudur.Bu,fikrin ebediyeti arzuladığı durumlar için
geçerlidir.
İrade ve düşünce melekesini gözönüne alan İbn Bacce, faziletleri suri ve fikri olarak ikiye ayırır.Suri fazilet doğuştan getirilir,irade ve düşünceden eser
kalmaz.Fikri fazilet, hür irade ve düşünme eylemine dayanır.
-İbn Bacce, tasavvuf üzerine eğilerek,Gazali’nin keşf ve tasavvuf yolunun kişiyi mafifetullaha götüreceğini ve bu yolun HZ. Peygamber’in öğretisi üzerine
temellendiğini açıklar.O’na göre sufi,kalbinde bir nuru idrak eder.İbn Bacce’ye göre bazı insanlara cisimleri hakimdi, bazıların da büyük ölçüde ruhaniyatları
hakimdir.İkinci grup nadirdir:Uveys el Karani,İbrahim b.Ethem gibi.
ALLAH’a ve takdirine karşı tavrında İbn Bacce, kendini bir kaderci olarak tanıtmaya meyyaldir.Bir risalesinde; eğer ALLAH’ın emrine uyup takdirine rıza gösterirsek,
barış ve huzura ulaşacağımızı beyen * İBN TUFEYL
İbn Tufeyl Kurtuba ‘da tıp ve felsefe eğitimi gördü.İbn Bacce’nin eserlerini okumasına rağmen kendisiyle hiç karşılaşmadı. İlim ve İrfan ehlini araştırıp saraya
girdi.Aynı zamanda parlak bir hekim,filozof, matematikçi ve şairdir.İbn Rüşd , O’nu astonomi hakkında orijinal görüşlere sahip olmakla övüyürdu.Tabiat
felsefesiyle ilgili günümüze ulaşamyan bir çok eser yazmıştır.
Muvahhidiler Gazali’nin takipçisi olduklarını söylüyorlardı.ALLAH’ın birliğine safiyane inançlarıyla tanındılar.Felsefeyi birkaç aydınlanmış kişiye has olan batıni
hakikatin bir türü olarak değerlendirdiler.Saf bilgiyi elde etmekten aciz olan avama,Kur’an’daki renkli eskatolojinin zahiri anlamları haricinde bir şey
öğretilmeyecekti.İbn Tufeyl’in zihni donanımı büyük ölçüde Muvahhidilerin resmi itikatlarıyla şekillemişti.
İbn Tufeyl’in Hay İbn Yekzan adlı eseri, mistik-felsefi bir eserdir.Romandaki kahraman,ulvi alemin nuru ile aydınlanmış tabii insandır.İBN Tufeyl’in bu romanı
yazmasındaki maksadı, nazari aklın duyu algısından başlayarak ru’yetullah’a kadar varan gelişim safhalarını anlatmaktır.Bu romanı yazmasında en etkili kişi İbn
Bacce olmuştur ve eser felsefi kavrayışın bir ürünüdür.Eser,yeryüzündeki hayatın başlangıcına ilmi bir açıklama getirmektedir.Tabii bir ortamda var olan ilk insan
varolma mücadelesi vererek ,asayı kullanmayı öğrenir ve onu silah haline getirir,böylece öteki canlılar üzerinde üstünlüğünün olduğunu kavrar.Bu,sosyal etkiden
bağımsız olarak aklın gelişimi ve kullanımını gösterir.Saf akıl ,kendi kendine mutlak hakikate ulaşabilir,çünkü hakikate açıktır.Fakat avam,düşünmekle değil
inanmak ve itaat etmekle hakikati kavrar.Eserin bir başka gayesi de;ilerleyen bir toplum için felsefe ve tasavvuf kadar din de asıldır.Bu tezeserin karakterlerinde
açıkça görülmek tedir.Hayy filozof tipini,Absal sufi tipini, Salaman da din alimi tipini temsil eder.Burada sadece felsefenin, doğru yorumlanmış dinle bir ve aynı
şey olduğunu değil, aynı zamanda din ve felsefenin aynı ezeli hakikatin ifadeleri olduğunu göstermektedir.Bu ezeli hakikat,gerek zahiri gerekse batıni yönleriyle
birlikte, insanların akli kabliyetlerine göre indirilmiştir.
Felsefi açıdan İbn Tufeyl’in eserinde geliştirilmiş bir bilgi teorisi ile karşılaşıyoruz.Bu teori,bir yandan Aristo’yu yeni Eflatunculukla;diğer taraftan Gazali’yi İbn
Bacce ile uzlaştırma yönünde bir çabanın ürünüdür.Gazali,Aristocu rasyonalizmi eleştirirken,İbn Bacce Aristocudur,İbn Tufeyl orta bir yol izleyerek ikisini
birleştirmeye çalışır. 1-İBN TUFEYL’İN ALEM ,ALLAH VE EZELİLİK HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ NASILDIR? -Bir varoluş, yaratılmış olan arazlardan bağımsız olamaz ve zaman bakımından onlardan önce gelemez.Dolayısıyla yaratılmış arazlardan önce varolmayan bir şeyin
zaman içinde yaratılmış olması gerekir.
Alemin zaman içinde yaratılmış olması,bir yaratıcıyı gerektirir;çünkü alem kendi kendine varolmuş olamaz.Bu taratıcı,gayri cismanidir.Çünkü alemin bir arazı olan
maddenin kendisi,bir yaratıcının yaratmasına maruzdur.O halde alemin zorunlu olarak bir yaratıcısı vardır ve bu yaratıcının cismani bir varlığı yoktur.O, gayri
cismani olduğuna göre,biz O’nu duyularımızla,hatta hayal gücümüz aracılığıyla bile kavrayamayız.
İbn Tufeyl,ezeliliği zat ve zaman bakımından ikiye ayırıyor.ALLAH’ın aleme zaman bakımından değil, zat yani varlığı bakımından önceliği bulunuyor.Alemin ALLAH ile
birlikte ezeli oluşuna gelince,İbn Tufeyl,alemin ALLAH’tan başka bi şey olmadığı şeklindeki mistik görüşe yönelir.Zat-ı İlahi,daima tecelli ve tezahür eden asli bir
nurdur.İbn Tufeyl,Gazali gibi , alemi,Zat-ı İlahi’nin bir tezahürü ve onun zaman içinde başlangıcı ve sonu olmayan nurunun bir gölgesi olarak kavrar.Bu tecelli bir
yok oluşa maruz kalmaz.Yani alemin fesada uğraması,tamamen yok olması değil,bie şekilden ötekine dönüşmesi anlamındadır.Alem, şu veya bu şekilde devam
edecektir.Zira, yokluk,İlahi Zat’ın sürekli tecelli ve tezahür etmesiyle çelişir.
İbn Tufeyl, bir’den sadece birin sadır olduğu prensibini kabul eder.Birlikten çokluğun edişi,ilahi nurdan sadır olan varlık mertebeleriyle açıklanır.Bu süreç,güneş
ışığının aynada ardı ardına yansıması olayına benzer.Güneş ışığının çok sayıda aynaya düşüp yansıması çokluk görüntüsü verir.Bütün bir çokluk, güneş ışığının
yansımalarından ibarettir ve algılanan görüntüler ne güneştir ne aynadır ne de ikisinden başka bir şeydir.Yansıyan ışığın çokluğu, ışığın kaynağı olan güneşe
baktığımızda, ortadan kaybolur ama ışığın yansıdığı aynaya baktığımızda, çokluk ortaya çıkar.Aynı şey,İlk Nur ve onun alemdeki tecellisi içinde geçerlidir. 2-İBN TUFEYL’İN BİLGİ TEORİSİ NEDİR? Nefs boş bir levha olmayıp,ALLAH tasavvuru onda başlangıçtan beri mevcuttur.Bu fikrin açığa çıkarılabilmesi için önyargılardan arınmak gerekir.Hayy’ın ıssız bir
adada doğuşunun ardında yatan düşünce de budur.Nefste fıtraten bulunan hakikatin apaçık görünmesi için arı bir zihne sahip olmanın yanında,tecrübe,tefekkür
ve vecd halinin bulunması gerekir.Burada sadece ruhun değil,duyuların ve aklın da terbiye edilmesine ihtiyaç vardır. Bir yandan tecrübenin akılla uyumu,öte
yandan aklın sezgiyle uyumu İbnTufeyl’in bilgi teorisinin özünü teşkil eder.
İbn Tufeyl cisimlerin yapılarını inceleyerek ve onlar üzerinde düşünerek maddi olmayan bir varlık verici fikrine ulaşır.Cisimlerin ortaya ortaya koydukları farklı
fonksiyonları açıklamak içinde bir Varlık Verici’ye ihtiyaç vardır.İbn Tufeyl,sonucu zorunlu olarak doğuran sebebe hiçbir kudret atfetmez.Ona göre sebeplilik
bağını kuran ALLAH’tır.Ona göre,tümevarım mantığıyla sebep-sunuç arasında zorunlu bir bağ kurulmaz.Ancak ALLAH’ın fiiliyle, sebeplilik bağı kurulabilir.Ona göre
ruhun disiplin altına alınması bilginin en yüksek kaynağı olan veche götürür.Böylr bir bilgi düzeyinde, hakikat doğrudan doğruya insanın içindeki nurun sağladığı
keşf ile idrak eldir.Vecd hali tarife,anlatıma sığmaz bir haldir;çünkü kelimeler görüleni,işitileni veya kavrananı anlatmaktan acizdir.
Hakikate ulaşmada insanlar aynı seviyede olmadıkları için farklı yolların bulunması kaçınılmazdır.Hayy kamil insanın adıdır.Hayy’da tecrübi bilgi,akli bilgi ve sezgi
bir araya gelmektedir. 3-İBN TUFEYL AHLAK HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYOR? İnsanın kendisinin ne tür bir varlık olduğunu, alemdeki konumunun ne olduğu ve nasıl yaşaması gerektiğini bilmesinin bir yükümlülük olduğuna inanır.Zorunlu
Varlığı tanıdığında ve kendisinin en üstün cüzünün O’na benzediğini gördüğünde,O’nun sıfatlarıyla sıfatlanması,O’nun ahlakıyla ahlaklanması,O’nun fiilerine
uyması,O’nun iradesine teslim olması O’nun hükmüne razı olması gerekir.Ay altı alemin bir üyesi olduğu için insan,bir hayvan gibi hareket etmek zorundadır;ruha
sahip olması bakımından yıldızları taklit etmesi gerekir ve kendisi olması bakımından,yani Vacibu’l Vücud ile bir olması bakımından O’nu taklit etme yükümlülüğü
bulunmaktadır.En yüce hayr,ALLAH’la bir olmaktır.Buna ulaşmak,yukarıdaki üç kuralın uygulanmasına dayanır. 4-İBN TUFEYL FELSEFE İLE DİNİ NASIL BAĞDAŞTIRIR? Felsefe,hakikatin tamamen akılla kavranmasıdır.HZ.Peygamber,kitlelere hakikati saf haliyle anlatmak yerine,hissi aleme ait sembollere başvururken hikmetli bir
davranış içindeydi.Çünkü onlar için başka kurtuluş yolu yoktu.Eğer kendilerine saf hakikat sunulsaydı,kafaları karışır ve akibetleri kötü olurdu.Din, avam
içindir.Felsefe ise az sayıdaki seçkinin bir imtiyazıdır.Kesinlikle felsefe,doğru anlaşılmış dinle aynı aynı şeydir;her ikisi de aynı hakikate ulaştırır ama yolları
ayrıdır.Onlar metod bakış açılarında birbirlerinden ayrılırlar;buna bağlı olarak akli-soyut düşünceyle mutlu olurken dindar hissi-hayali düşünceyle mutlu olur.
Din, ilahi alemi zahiri sembollerle tasvir eder.Dini ifadeler,teşbihler,mecazlar ve antropomorfik kavramlarla doludur.Halkın anlayışına uygun olan bu türden
ifadeler,onların ruhlarını harekete geçirerek,onları fazilet ve maneviyata yöneltirler.Buna karşılık felsefe,Batıni hakikatin bir ifadesidir.Onun gayesi,ilahi zatın aynı
zamanda O’nun ilmi olduğu bir mertebeden,saf kavramlarla dinin maddi sembollerini yorumlamaktır.
Duyu idraki, akıl ve sezgi felsefi bilginin temelleridir.Peygamberlerin bilgi kaynağı,ALLAH’tan gelen vahiydir.Onların bilgisi doğrudan ve şahsidir ama takipçilerininki
şehadetten müteşekkildir.Felsefe belli bir mizaç ve aydınlanma arzusunu gerektirir.Buna karşılık din, sosyal bir disiplindir;onun bakış açısı kurumsaldır,ferdi
değildir.Hayy Bin Yekzan’ın batı düşüncesi üzerindeki etkisi de çok geniş ve çok derin olmuştur.Robinson Crusoe gibi…Bu anlayış karşısında, kiliseye ve ruhban
sınıfına bağımlılık üzerinde ısrar ederek hakikatin bulunmasında insan aklının işe yaramazlığından bahsedenler,İbn Tufeyl’i kendilerine düşman ettiler. * İBN RÜŞD
İbn Rüşd,Müslüman İspanya’nın yetiştirdiği en büyük filozoftur,latin dünyasında Averroes olarak bilinir.Babasından hadis dersleri almış ve İmam Malik’in
Muvatta’sını ezberlemişti.Bunun yanında İbn Rüşd,Kur’an,Tefsir,Arap Dili ve Edebiyatına dair bütün dini ilimleri öğrendi.Ayrıca matematik,fizik,astronomi,
mantık,felsefe ve tıp gibi sahalarda ilmi araştırmalarını sürdürdü.İbn Bacce’nin eserlerinden çok şey öğrendiği kesindir.İbn Rüşd deyince,özellikle batı
dünyasında,akla gelen ilk şey,onun bir Aristo şarihi olmasıydı,O Aristo’nun eserlerine,İslam felsefesinde artık gelenek haline gelmiş usulü takip ederek,kısa,orta,
ve büyük olmak üzere üç kademeli bir şerh yazmaya koyuldu.Büyük şerhler,Kur’an tefsiri model alınarak,tefsir olarak adlandırılmıştır.Tefsirlerde İbn
Rüşd,Aristo’dan bir paragraf alır ve sonra onun şerh ve yorumunu yapar.Küçük şerhler ise telhis adını taşır.Arapça’da özet anlamına gelir ve bu şerhler İbn
Rüşd’ün kendi felsefesini ortaya koymada önemli bir yere sahiptir.Orta şerhler, mecmua ve cevami olarak adlandırılır.
Şerhlerin çoğu günümüze Latince veya İbranice tercümeleriyle gelmiştir.Fakat Arapça orijinal nüshalar daha güvenilir ve sahihtir.Eflatun’un Cumhuriyet’ini de
şerh ederek sistemini tamamlamak istemiştir;çünkü Aristo’nun Siyaset’i onun eline geçmemiştir.Bu şerhler batı üniversitelerinde asırlarca ders kitabı olarak
kullanıldı.Birçok sebepten ötürü İbn Rüşd, doğuda olduğundan daha çok batıda tanındı ve takdir edildi.Birinci olarak onun birçok eseri Latinceye tercüme
edildi,elden ele dolaştı ve muhafaza edildi.İkinci olarak,Rönesans döneminde İbn Rüşd’ün bilimsel metodu ve felsefi anlayışını benimseme yönünde bir arzu
uyandı.O’nun tıp konusunda kaleme almış olduğu Külliyat fi’t-Tıp,Colliget adıyla Latinceye aktarılarak çok uzun bir süre el kitabı gibi kullanıldı.Bu arada onun eski
tıp eserlerini,özellikle Galen ve İbn Sina’nın tıp eserlerini de şerh ettiğini biliyoruz.Ayrıca, başka bilim dallarında,özellikle astronomi alanında yazdığı eserleri de
bulunmaktadır.Meşhur Tehafütü’t- Tehafüt ise,adından anlaşıldığı gibi,Gazali’nin Tehafütü’l- Felasife’sine karşı kaleme alınmış bir eserdir. 1-İBN RÜŞD’ÜN FELSEFE VE DİN ANLAYIŞI NASILDIR? Felsefe ve din arasındaki uyum,İslam Felsefesinin en önemli özelliği olarak ortaya çıkar. İbn Rüşd,yazdığı eserlerle bunu ispatlamıştır.Hakikatin birliği ilkesi onun
iddialarında merkezi bir role sahiptir.O’na göre, felsefi olarak ortaya konulmuş hakikatler,dini metinlerin yorumlarındaki aşırılıkları düzeltmek için de
kullanılabilir.İbn Rüşd başta Kur’an ve Sünnet olmak üzere,icma ve kıyas gibi esaslara dayanarak nazar ve itibarın vacip olduğunu söylemekte. Bu da yaratılmış
varlıkların bilgisinden Hakk’ın bilgisine gitme çabası demek olan felsefenin öğrenilmesini gerekli kılmaktadır.Demek ki felsefenin görevi,varlıklar üzerinde
düşünüp,onları ALLAH’ı bilmeye götürecek şekilde değerlendirmektir.Çünkü Kur’an’ın kendisi akli düşünceyi teşvik etmektedir.
Kur’an’da emredilen nazar ve itibar,sistemli bir tefekkür işidir,Böyle bir düşünme ya da akıl yürütme yolunun en mükemmel şekli,burhandır.Bu da bize gösteriyor
ki bilinenden bilinmeyene gitmemizi sağlayan burhan gereklidir.ALLAH,insanı burhan yoluyla kendisini bilmeye teşvik ediyor.İslam fikir tarihinde felsefe- din
kavgasının temelinde Kur’an’ın anlaşılması ve yorumlanmasında ortaya çıkan güçlükler geliyor.Her şeyden önce şunu bilmeliyiz ki aslında tek olan hakikate giden
birden fazla yol vardır.Sözgelişi geniş halk kitlelerine hakikati ancak hatabi yolla anlatabiliriz.Bu yolu en iyi kullananlar peygamberlerdir.İkinci yol, cedeli yoldur ki,
buna daha ziyade kelamcılar başvururlar.Üçüncü yol ise , filozofların başvurduğu burhani yoldur.
İbn Rüşd’e göre,Gazali filozofları çok kere yanlış anlamış ve bu yüzden bazı görüşlerinden dolayı onları tekfir etmiştir.İbn Rüşd’ göre, tevil yalnızca burhan ehli
olan filozoflarca yapılabilir.Hatta bu tevil,sıradan gizli tutulmalı ve onlara açıklanmamalı,küfürle itham edilmemek için.Kısaca felsefe ve din aynı kaynaktan
beslenen ikiz kardeştirler. 2-İBN RÜŞD’E GÖRE ALLAH’A ULAŞMAK İÇİN NASIL BİR YOL TAKİP EDİLMELİ? Her insanın ulaşmak zorunda olduğu ilk bilgi, Yaratıcı’nın varlığına inanmaya götüren yol ile ilgilidir.ALLAH’ın varlığı meselesinde Mu’tezile ve Eş’ariliğin yaklaşımını
eleştirir İbn Rüşd.Sufilerin tasavvufi yoluna gelince,bu yol ALLAH’a dair marifetin, ancak şehvani arzulardan kurtulduktan sonra, ruha ilka edildiği anlayışına
dayanır.İbn Rüşd’e göre bu yol, herkes için geçerli değildir ve Kur’an’ın davet ettiği nazari düşünceyi geçersiz kılmaktadır.
İbn Rüşd’e göre,yapılacak şey, tekrar Kur’an’a dönmek ve orada yer alan inayet ve ihtira delillerine başvurmaktır.Bilindiği gibi bu delillerden ilki, bütün
varolanların insan varlığı için gayet uygun bir tarzda yaratılmış olduğuna dayanır.Bu uygunluk tesadüfen varolamaz.O halde varolanları insanın varlığına uygun
tarzda düzene koyan bir failin olması gerekir.Bu fail de akıl ve hikmet sahibi olan bir varlıktır.Bu delilden hareketle bir değer teorisi geliştirilebilir.
İkinci delil ise ihtira delili olup yaratılmışlık kavramından Yaratıcı kavramına gitmektedir:Bütün mevcudat yaratılmıştır ve yaratılmış olan her şey bir yaratıcıya
ihtiyaç duyar.Cansız cisimlerin canlandığını gördüğümüzde,hayatın bir yaratıcısının olduğunu biliriz.Bu iki yol hem havas hem de avam için geçerlidir.Avam beş
duyuya dayalı bilgiyle yetinir, yani duyu tecrübelerine göre eşyayı anlar.Havas ise yalnızca burhanla tatmin olur.Bu iki delil de, ALLAH’ın varlığını tam olarak
bilebilmek için O’nun varlığının eşyanın varlığıyla ilişkilendirilmesi gerektiğini ileri sürer.İbn Rüşde göre sıfatalr konusunda kelamın görüşleri ile Kur’an’ın tutumu
arasında bir ayrım yapmak gerekir.Sıfatlar konusunda kelamcılar lüzumsuz teferruata dalmış,zihinleri bulandırmışlardır.Sıfatlar konusunda da Kur’an’ın yolunu
takip etmek gerekir.ALLAH’ın vahdaniyeti,O’ndan başka ilah yoktur,şeklinde anlaşılmıştır.Eğer birden fazla ALLAH olsaydı,alem fesada uğrardı.
ALLAH’ın başlıca yedi sıfatı vardır.İlim,hayat,kudret,irade,sem ,basar ve kelam.Bunlar mutlak mükemmellik içinde beşeri niteliklerdir.Sıradan insanlar,metinde
geçen,O görür,işitir,konuşur…vs. gibi ifadelerin zahiri anlamlarına inanabilir.Fakat bunların burhani anlamlarını onlara açıklamaktan uzak durmak gerekir.ALLAH’ın
fiillerine gelince,bunları yaratma,peygamber gönderme, kaza-kader,adalet ve yeniden dirilme şeklinde sıralayabiliriz.İbn Rüşd,yoktan yaratma fiillerinin Kur’an’da
yer almadığını söyler.O’na göre yaratma,ALLAH’ın bir fiilidir ama ilim ve hikmetiyle bu alemi yaratmıştır.Yaratma,her şeyden önce sebep-sonuç ilişkisinin
gerçekliğini kabul etmeye dayanır.Hiçbir şey sebepsiz meydana gelmez.Her şey,İlk Sebep’ten belli bir düzen içinde sadır olmuştur.Bu alemde belli sebeplerin belli
sonuçları manasında ezelilik,sadece ALLAH için söz konusudur.ALLAH’ın yaratıcı fiili için bir başlangıç noktası düşünülemez.
İbn Rüşd,zaman ve hareket için de bir başlama noktası düşünmez.O halde,alemin varlığı için de bir başlangıç noktası koyamayız.İnsanları ebedi saadete
ulaştıracak kanunları bildirmek için peyg amberlik kurumuna ihtiyaç vardır.Nebiler kanun koyabilecek nitelikte insanlardır.Peygamberler olmadan toplumda
toplumda nizam olmaz.İbn Rüşd peygamberlerin mucizelere başvurmasını Kur’an’ın istemediğini belirtir.İslam’ın yegane mucizesi,Kur’an’ın kendisidir.Dolayısıyla
her şey sebep-sonuç ilişkisine ve tabiat kanunlarına göre meydana gelir.
Kaza-kader konusunda orta yolu izlemek gerekir.Ne kadercilik doğrudur ne de mutlak hürriyetin varlığından sözetmek doğrudur.Eğer irade hürriyeti
olmasaydı,ALLAH’ın insanda yarattığı imkan ve kabiliyetlerin hiçbir manası olmazdı.Eğer mutlak hürriyet olsaydı, o zaman, insanın içinde hareket ettiği bütün
çevreyi kendisinin varetmiş olması gerekirdi.İnsan,belli sebeplerle belli fiilleri işlemesinden dolayı belirlenmiş bir varlıktır.Onu belirleyen sebepler iç ve dış
sebepler olabilir.ALLAH adildir;iyilik hem insan hayatında hem de alemde hakim durumdadır.Kötü,iyinin zuhuru için arızi olarak yaratılmıştır.İbn Rüşd’ün dünya
görüşüne iyilik hakimdir.
Ba’s ve haşr konusuna gelince.İbn Rüşd,bütün dinlerde ölümden sonra hayat inancına yer verildiğini belirtir.İbn Rüşd,hem ruhani hem de cismani nitelikte bir
ahiret hayatının akla ve nakle uygun düştüğü kanaatindedir. 3-İBN RÜŞD’E GÖRE BİLGİ NASIL KAZANILIR? İbn Rüşd,suretlerin maddeden ayrı olup olamayacağı sorusuna,maddi suretlerin kesinlikle maddeden ayrı olamayacağı cevabını verir.Böyle bir cevap bilgiye
giden yolun kapısını da aralıyor.Maddi suretlerin mevcut olduğunu söyleyince, maddi olmayan suretlerin de varolduğu ortaya çıkıyor.Burada natık nefse ya da
akla geldiğimizde,onun maddi olmayan bir suret olduğunun gösterilip ispat edilmesi gerekiyor.Nefs,tabii organik cismin suretidir ve fonksiyonlarına göre,
beslenme gücü,öfke gücü,hayak gücü,düşünme gücü ve şehvet gücü kısımlarına ayrılır.Şehvet gücü de his ve hayal gücüne bağlı olarak fiillerini
gerçekleştiriyor.Hayvan,bilgiyi,duyu ve muhayyile yoluyla;insan ise akılla edinir.Demek ki bilgi ya duyularla ya da akılla elde edilir.İlkiyle cüz’i,ikincisiyle külli
bilgiye ulaşılır.Gerçek bilgi ise külli bilgidir.Hayvanların bilgisi duyu ve hayalle sınırlıdır;insanın bilgisi küllidir.İnsan akla sahip olduğundan, hayalleri tefekkür ve
taakkul ederek idrak eder.Hayvanlarda hayaller tabi olarak vardır ve hayvanların idrak ettiği formlar,sınırlı ve muvakkattir.Aynı formları insan idrak
ettiğinde,onlar külli hayaller haline gelirler.Hayaller,hareketin muharrik sebebidirler ve insanda kavramlarla işbirliği halinde fonksiyon icra ederler.
İnsanın bilgisi,ilahi ilimden tamamen farklıdır ve birbirine karıştırılmaması gerekir.İnsan tikel nesneleri duyularıyla; küllileri ise aklıyla idrak eder.İdrak edilen şey
değiştikçe, insanın idraki de değişir.Nesneler ne kadar çok ise idrakler de o kadar o kadar çok olur.ALLAH’ın ilmi,ezelidir; insanınki sonradan olmadır ve
geçicidir.İlahi bilgi,şeylerin varolmasının sebebidir.Çünkü şeylerin O’ndan çıkışı, tamamen O’nun bilgisine bağlıdır.Tanrı’nın bilgisi, külli veya cüz’i bilgi gibi insani
kavramlarla nitelenemez.Akıl faaliyeti,külli kavramları ve özü idrak etmektir.Aklın üç temel fonksiyonu vardır:Tecrit, terkip, ve hüküm verme.Akıl,sadece basit
kavramları maddeden tecrit etmekle kalmaz,onları birleştirir ve bazısını bazısıyla ilşkilendirerek doğru veya yanlış bir hükme varır.
İbn Rüşd’ün eserlerinde akıl,teorik ve pratik olmak üzere iki kısma ayrılır.Pratik akıl,herkeste ortaktır; insanın varlığı için zorunlu ve faydalı olan sanatların
kaynağıdır.Pratik hükümlere duyu ve muhayyileye dayalı tecrübe ile ulaşılır.Bundan dolayı pratik aklın hükümleri yanlış olabilir.Duyu idrakleri ve hayaller
bozulunca ya da hatalı olunca,pratik aklın hükümleri de bozuk ve hatalı olur.Teorik akılla ilgili olarak iki temel mesele o rtaya çıkmaktadır: Birincisi, onun
ölümsüzlüğü meselesi; ikincisi de faal akılla meselesidir.
Aklın çalışması için akıl olmalı,idrak eden bir şahıs olmalı ve akletmenin nesnesi olan ve akılla idrak edilen akledilirler olmalıdır.Akledilirler yoksa, akıl hiçbir şeyi
idrak edemez.Akledilirler kısmen maddi,kısmen de gayri maddidir.Aklı kuvve halinden fiil haline getiren şey,faal akıldır.Burada söz konusu olan faal akıl,
akledilirlerle bir ve aynıdır.İnsan kendisini yetkinleştirirse,faal akla ulaşabilir.Akıl akledilirlerden başka bşr şey değilse, aklın akledilirlere ulaşma fiiline, bir olma
veya birleşme denir.Faal akıl, ruhlarımızı aydınlatan ilahi bir varlık değildir.İttisal sürecinde, faal akıl ile mümkün akıl,bilen kimseyle bir ve aynı olmaktadır.Faal akıl
bizim nihai suretimiz, yani bizim formel sebebimiz ve mükemmelliğimizdir;maddi akıl da bizim aklımızdır.Bilme sürecinde faal akıl, bizim dışımızda değil,bizim
bizim bir parçamızdır. 4-İBN RÜŞD’ÜN BİLİME BAKIŞ AÇISI NASILDIR? İlk İslam filozofları, dinin taşıdığı değer ve önemi hiç gözardı etmeksizin gerektiği şekilde değerlendirmişlerdir.Kindi,Farabi ve İbn Sina, hem bilim adamı hem de
filozoftu.Bunun yanı sıra hepsi de dini, kendi ilmi ve felsefi bilgileri ışığında yorumlamalarının ötesinde samimi birer müslümandılar.Gazali’nin fesehati ve
belagati, tartışma ve delil getirme sanatındaki engin kabiliyeti ve geniş ilmi birikimi,ona geniş bir şöhret kazandırdı.Bu popülerlik,onun İslam’ın önde gelen ilmi
otoritesi anlamındaki Hüccetü’l-İslam ünvanını almasını sağladı.Hakikate ulaşmayı amaçlayan bir filozof olarak İbn Rüşd, birbirinden farklı üç alanı
birleştirdi.Kur’an’ı akli bir yoruma tabi tutarak,din ile felsefe arasında bir uyum olduğunu göstermeye çalıştı.
İbn Rüşd,bilimin savunuculuğunun kendisine düştüğünü görünce ilmi gerçeklere ulaşmanın yolunu göstermeye koyuldu.Burada da o ilmi düşüncenin ancak illiyet
ilkesi üzerine kurulabileceğini gördü.Zira Gazali sebep-sonuç ilişkisinin zorunluluğu fikrini ortadan kaldırmaya çalıştı.Böyle bir çaba ilmin bütün varoluş sebebini
yitirmesine yol açıyordu.Valığın temeli diye bir şey kalmıyordu.Böyle bir durum karşısında ilmi düşüncenin doğruluğunun savunulması gerekiyordu.Gazali’nin
zorunlu nedensel ilişkiyi inkar etmesinin asıl sebebi,tabiatın adeti olduğu üzere işleyişini kesintiye uğratan,mesela; asanın yılana dönüştürülmesi gibi mucizelerin
varlığını reddetme fikriyle ilgilidir.İbn Rüşd ‘e göre, mucizeleri alıp incelemek filozofların işi.Onları inkar eden cezaya müstahak olur.Ancak,İslam’ın kendi
mucizesi,bizzat Kur’an’dır.Bu mucize, tabiatın öteden beri bilinen işleyişini kesintiye uğratmaz.O’nun mucizevi karakteri en mükemmel şekilde ve herkesin
anlayışına göre indirilmiş olmalıdır.Bu mucize, öteki mucizelerin çok üstündedir.
İbn Rüşd,tabiata tamamen inanmıştı ve bu dünyadaki her şeyin sebep-sonuç şeklinde anlaşılabilecek mükemmel bir nizama göre vuku bulduğu fikrini daima
muhafaza etti.İbn Rüşd ‘e göre fizik dünya,şahıslar ve nesnelerin sürekli bir dizisidir; bunların arasındaki karşılıklı ilişki,illiyet kanunu uyarınca cereyan eder.Burada
biri nesnelerin sürekliliği, öteki de illiyet kanununa dayanmıştır.Gazali bu iki prensibi inkar eder.Eşyanın sürekliliği de bir şeyin özüne ulaşmamızı,tanımını
yapmamızı ve ona bir isim verebilmemizi sağlar.İnsan eşyayı idrak ettiğinde onların sebeplerini de kavrar.Çünkü akletme,eşyayı sebepleriyle birlikte idrak
etmekten başka bir şey değildir.Bu yönüyle akıl,diğer idrak melekelerinden ayrılmaktadır.Dolayısıyla sebepleri inkar eden kimse aklı inkar etmiş olur.Sebepleri
inkar etmek ise,bilgiyi inkar etmektir.
Bilime giden yol,kesinliğe olan inançla başlar.Şüphecilerin sağlam bir bilim oluşturması imkansızdır.Alemin mevcudiyetine güvenen ve ona bağlı kalan bir
akıl,eşyanın sebeplerini keşfeder.İlmi bilgi de eşyayı, kendisini meydana getiren sebepleriyle birlikte bilmektir. 5-İBN RÜŞD’ÜN VARLIKLA İLGİLİ DÜŞÜNCELERİ NELERDİR? Müslümanlar,Aristocu varlık metafiziği ile Plotinusçu Bir metafiziğini birleştirerek yeni bir metafizik sistem meydana getirdiler.Kindi ile başlayan bu anlayış,Farabi
ve İbn Sina’nın elinde sistematik bir yapı kazandı.Farabi ve İbn Sina, kendi metafiziklerinde yeni Platoncu unsurlara daha fazla yer vermişlerdir.Onlar Zorunlu
Varlık ALLAH’ı, Kur’an ‘da belirtilenVahid’i Platonus’un Bir’i ile birleştirdiler ve varlığa,Zorunlu Varlık ile mümkün varlık arasındaki ayrımdan baktılar.İbn
Rüşd,Aristo’nun kendisine ait görüşlerine döndü yeni yeni Platonculuktan uzaklaştı.Aristo’nun sadık bir takipçisi olarak o, metafiziği,varlık bilgisi olarak
tanımladı.Metafizik,nazari ilimlerin bir dalıdır.O, varlığı mutlak anlamıyla ele almakta,fizik alemde hissedilir olan varlıkların maddi olmayan ilkelerini ve aşkın
sebeplerini incelemektedir.İbn Rüşd,metafiziğin konusunun, varlık olarak varlık olduğunu düşünmektedir.
Metafiziğin inceleme alanını oluşturan üç temel konu bulunur:Duyulur maddi nesneler, maddi olmayan varlıklar ve tanrı ile olan ilişkileri,birde cüz’i ilimler;
mantık,matematik ve fizik gibi ilimlerin ilkeleri.Bu konular içinde içinde ikincisi, çok daha temel bir yere sahipken,diğer iki konunun ona bağlı olduğu açıkça
görülmektedir. Bu yüzden İbn Rüşd,metafiziği daha belirgin bir şekilde tanımlar:Çeşitli varlıklar arasındaki ilişkiyi,onların varoluş sebeplerini İlk Sebep ile olan
hiyerarşik nisbetleri bakımından inceleyen bir ilimdir.Felsefi disiplinler,metafiziğe giden yolda birer basamak veya hazırlık işlevi görmektedirler.Çünkü bu
disiplinlerin her biri,varlığın bir bölümünü,belli bir açıdan ele alırken;metafizik varlığı bir bütün olarak mutlak anlamda ve en son sebepleriyle birlikte kavramayı
hedeflemektedir.Buna göre varlığın bilgisi,onun sebep ve prensiplerinin açığa çıkarılmasından ibarettir.Doğru bilgi,varlığa uygun olan bir bilgidir.İbn
Rüşd,zihnimizde olanın, dış dünyada olana uygun olmasının,varlığın doğru bilgisine işaret ettiğini belirtir.Eğer zihnimizdeki varlığın,dış dünyada gerçek bir karşılığı
yoksa,zihindeki varlık bir varlık olamaz;olsa olsa ancak masallardaki gibi hayali bir varlık olabilir.O halde varlık ve varoluş bir ve aynı şeydir.Varolmak ,gerçekten
varolmaktır.Dış dünyadaki varlıklara cevher denir.Cevher on kadegorinin ilkidir,geri kalan dokuzu ikinci dereceden cevherlerdir. Buna göre,Sokrates insandır,
dediğimizde,Sokrates gerçek bir varlık bir cevherdir.Aynı zamanda ,insan oluşu da ,Sokrates kadar gerçektir.Dolayısıyla,hem külli olan hem de cüz’i olan bu iki
varlık cevherdir.Cüz’i olan hissedilir, külli olan ise akledilir bir varlığa sahiptir.Bununla birlikte, ferdi cevherler İbn Rüşd metafiziğinin hareket noktasıdır.İbn Rüşd’e
göre, ferdi cevherler madde ve suretten mürekkeptir.Onlar,biri hissedilir,diğeri akledilir olmak üzere iki çeşit varoluşa sahiptirler.Madde,onların
cismaniliklerinin,suret de akledilirliklerinin sebebidir.Buna göre , külliler, zihnimizde maddeden tecrit edilmiş kavramlardan ibarettir.
İbn Rüşd’ün,ezeli varlıklar,nasıl oluyor da,bozulmaya maruz kalan nesnelerin ilkeleri olabiliyor sorusuna cevabı:Varlıklar,saf kuvve halinden saf fiil haline doğru
bir derecelenme içerisindedirler.İlk madde saf kuvve haline karşılık gelir; o, yalnızca suretle birleşince varolabilir.Bir şeyin varolabilmesi için dört şart
gereklidir:Konu, istidad,fail sebepler,engelleyici sebeplerin çokluğu.Hasta bir insanın iyileşebilmesi için,gerekli mizaç ve istidada sahip olması gerekir,birde şifa
verecek bir fail sebep olmalı. Dolayısıyla bir şeyin bilfiil varoluşu,daima ,bir fail sebebi gerektirir.İbn Rüşd,muharrik sebep ile fail sebep arasında bir ayrım
yapar.Muharrik sebep yalnızca mekandaki değişikliklere yani yer değiştirme hareketine uygulanır.Öteki değişmelerin, özellikle oluş ve bozuluşun sebebi ise, fail
sebeptir.Semavi cisimler fail sebeple değil, muharrik sebeple hareket ettirilirler ; çünkü onların hareketi mekanda yer değiştirmektir,kendileri değişmez yani oluş
ve bozuluşa uğramazlar.
Kuvve hali fiil halinden ayrı olarak varolamazlar.Bir varlıkta, madde ve suret aynı anda varolur.Dolayısıyla kuvve hali, zaman bakımından , fiil halinden önce
gelmez ama fiil hali, mertebe ve mükemmellik açısından kuvve halinden öncedir.Mesela: Kötülük; yokluk ya da yoksunluk demektir.Hastalık ,sağlıktan yoksun
olmak anlamında kötüdür.Mutlak iyi, saf fiil halidir.Saf fiil halinde olan yegane varlık Tanrı’dır. Saf fiil halinde olan İlk İlke’ye yakın olanlar,uzak olanlardan daha
iyidir.Aynı şekilde bu dünyada iyi olan şeyler,ALLAH’ın irade ve yaratmasının eseridir.Kötülüğe gelince o, maddeden dolayı vardır.Bu dünya mevcut şekliyle
mümkün dünyaların en iyisidir.Zaman konusuna gelince; zaman ezeli bir harekete bağlıdır ve süreklidir.İbn Rüld hareket ve zamanın ezeli olduğu fikrinden
hareketle, alemin ezeli olduğunu ileri sürmektedir.İlk Muharrik, hareketi akletmekle değil, istek ile verir.Semavi cisimler,akletmek suretiyle hareket
ederler.Unsurlara ve öteki varlıklara suret veren faal akıldır.İnsan, faal akıldan kaynaklanan bu suretleri kavrar.Bu kavrayış,faal akıl ile ittisalden ibarettir ve
insanın saadet ve mutluluğu bu ittisalde yatar.
İbn Rüşd denince akla, Aristo’nun büyük yorumcusu gelir.Latin düşünürlerin bu yorumlardan yola çıkarak felsefe yapmaya koyulmaları,İbn Rüşdçülük
(Averroisim) denen akımın çekirdeğini oluşturmuştur.Batıda,İbn Rüşdçü olarak tanınan bazı düşünürlerin İbn Rüşdçülüğüne, kısaca, Latin İbn Rüşdçülüğü, adı
verilir.İbn Rüşdçülüğün taraftarları, çok kere genel dindar kitleler ve onların liderleri tarafından hoşgörüyle karşılanmamıştır.
İbn Rüşdçülük,onyedinci yüzyılın başlarına kadar batıda hakim felsefe olma özelliğini korudu.Bu arada Doğu İslam dünyasında ,İşrakilik denen oldukça farklı
felsefi bir akım gelişti. * İBN BACCE S: ENDÜLÜSTEKİ TIP VE ANTİK BİLİMLERE İLİŞKİN ÇALİSMALAR KİM ZAMANINDA BAŞLAYIP KİMİN ZAMANINDA ASIL HIZINA
KAVUŞMUŞTUR?
C: Emevi halifesi Muhammed ibn Abdurrahman döneminde başlamış El- Mustansır diye bilinen El- Hakem’in hürümdarlığı sırasında asıl hızına kavuşmuştur.
S: DOĞUYU BAŞTAN BAŞA DOLAŞİP İHVAN-I SAFA İLE TEMAS KURUP, ÖGRENCİSİ EL- KİRMANİ TARAFINDAN İHVAN-I SAFA
RİSALELERİNİ DE ENDÜLÜS’E GETİRİLDİĞİ RİVAYET EDİLEN BİLGİN KİMDİR?
C: mesleme ibn Ahmed El - Mecriti S: DOĞFYA YOLCULUK YAPAN, MU’TEZILE TEOLOJISINE TEMAYÜL OLAN FIKIRLERIYLE ENDÜLÜSLÜ BÜYÜK MISKIN İBNARABI’YI ETKILEYEN BILGIN KIMDIR?
C: İbn Meserre S: FELSEFE VE METAFIZIK KONULARINA ILGI DUYANLARIN BAŞINDA KIM GELMEKTEDIR? C: İbn Bacce S: ENDÜLÜS’TE FELSEFE, ILK OLARAK FARABI VE İBN SINA NIN ADIMLARINI IZLEMIŞ, FAKAT EN KISA SÜREDE BIRBIRINDEN OLDUKÇA FARKLI IKI YOL GELIŞMIŞTIR. BU IKI YOL NEDIR ?
C: Bir tarafta farabi ile sistematik bir yapıya kavuşan Meşşailik, İbni küşd’ün şerhlerinde zirvesine ulaşmıştır. Diğer tarftan endülüslü filozoflar tasavvufun
cazibesine kapılmışlardır. Bunlar içinde en önde gelen sufi ibn-i Arabidir. S: İBN BACCE TAM **** NEDIR? C: Ebu Bekir Muhammed İbn Yahya Saig et Tucibi el- Endulusi es- Sarakusti’dir. S: İBN BACCE ŞIIR KABILIYETINE SAHIPTI VE MUVAŞŞAHA TARZINDA ŞIIRLE YAZIYORDU. İBN BACCE KIMIN ANISINA ŞIIRLER YAZMIŞTI?
C: 1116’da Hiristiyanlara karşi savaşirken ölen İbn Tifiliuit anısına ağıtlar yakmıştır. S: İBN BACCE, IBN TUFEYLI VE İBN RÜŞD’ÜN EZIYET, HAPIS, TEL’IN ILE YÜZYÜZE GELMIŞ OLMASININ NEDENI NEDIR?
C: Seyahatlerle felsefe Doğu’dan Batı’ya taşinmış ve 4/10. Yüzyılın sonunda Endülüslü ögrenciler Bağdat, Basra, Dimeşk ve Mısır’da hadis, tefsir ve fıkıhın
yanı sıra , mantık ve öteki felsefi ilimleri de okumuşlar fakat bu yüzyılın sonunda Endülüs’te felsefe ve mantık lanetlenince bu ilimlerin sonuncuları eziyetlere
maruz kalıp bölgenin insanları bu ilimlerden uzak durmuşlardır. S: KELAM VE ÖTEKI DIN ILIMLERINDE YÜKSEK BIR KONUMA SAHIP OLAN KITAB’UL- FASL FI’L MILEL VE’ EN NIHAL ADLI KITABIN YAZARI ; BU KITAPTA HIRISTIYAN, YAHUDI VE ÖTEKI INANÇ VE FIKIRLERI. ÖNYARGISINA BIR ŞEKILDE ELE ALAN FAKAT FELSEFE SAHASINDA ENDÜLÜS’TE YETIŞEN FILOZOFLARLA HIÇ YANYANA ANILMAYAN HATTA FELSEFE ÜZERINE YAZDIĞI KITAPLARDA HATALARA DÜŞMEKTEN KURTULAMAYAN, IBN BACCE ‘NIN SELEFLERI ARASINDA ÖZEL BIR YERI OLAN BILGIN KIMDIR?
C: İbn Hazm S: IBN BACCE’NIN DE KENDISINE DÜŞKÜN OLDUĞU SADIK ÖGRENCISI KIMDIR? C: ibn’il imam S: İBN BACCE’NIN ÇAGDASI KIMDIR? C: Malik ibn Süheyb
( İbn Bacce’nin eserleri S: 246 da bkz. ) S: İBN BACCE NASIL BIR SISTEME INANMAKTADIR? C: Farabi ve İbn Sina gibi, o da , bir İlk Varlık’ın bulunduğu ve ondan akılların son akıl olan ve cisimlere suretlerini bahşeden faal Akıl’a varıncaya kadar sudur
ettiğei bir sisteme inanmaktadır. S: İBN BACCE BIR CISMIN SURETININ 3 MERTEBEYE SAHIP OLDUĞUNU BELIRTIR . BUNLAR NELERDIR? C: 1. Külli ruh veya akli suret.
2. Cüz’i ( ferdi ) ruhani suret.
3. Maddi suret. S: İBN BACCE, RUHANI SURETLERI HANGI TIPLERE AYIRIR.? C: 1. Semavi cisimlerin suretleri.
2. Maddede varolan maddi akledilirler.
3. Nefsin melekelerinde bulunan suretler ve ruhani suretler ile maddi akledilirler arasındaki suretler. S: İBN BACCE FAAL AKILLA MÜNASEBETI OLAN SURETLERE KÜLLI RUHANI SURETLER **** VERIR. HISSI MÜŞTEREKLE MÜNASEBETI OLANLARA DA CÜZI RUHANI SURETLER DER. BU AYRIMIN YAPILMASININ NEDENI NEDIR? C: Külli ruhani suretlerin yanlızca bir tek nisbeti bulunur buna mukabil cüzi ruhani suretlerin iki münasebeti bulunur bunlardan biri duyulur nesneyle ötekisi de
alıcıyla olan münasebettir. S: HAYAL VE DUYUM, NEFSIN IDRAKINI GERÇEKLEŞTIRDIĞI IKI TÜRDÜR. İKISI ARASINDAKI FARK NEDIR? C: Duyum cüz7i hayal ise külli( genel) dir. Hayal gücü, düşünme gücünde kemal noktasına ulaşir. S: ŞEHVANI NEFSIN ÜÇ MELEKESI VARDIR. BUNLAR NELERDIR? C: 1. Hayal gücüne dayalı şehvet. Bununla nesiller devam eder . Fertler hayatlarını sürdürür, mütessir olur, aşik olur vb.
2. Mutavassıt şehvet: Bu meleke sayesinde gıda, mesken ihtiyaçlarını giderme arzusu uyarır : sanat ve zanaatlara ilgi sağlanır.
3. Konuşma( akıl- nutk) melekesine dayalı şehvet: bununla ögretim mümkün olur ve bu melekeden kaynaklanan şehvet sadece insana özgüdür. S: AKIL KAÇ KISMA AYRILIR? C: İki kısma ayrılır.
1. İnsanın kesinlikle var edemeyeceği nesneleri kavradığı akıl. Bu akıl nazari akıldır.
2. İnsanın var edebileceği sınai şeyleri kavradığı akıl. Bu akıl ameli akıldır. S: İBN BACCE’YE GÖRE INSAN ILK AKLA NASIL YAKLAŞABILIR? C: iki yolla yaklaşabilir:
1. Burhana dayalı bilgiyi elde etmekle
2. Ögrenme ve iktisaba dayanmayan bilgiya ulaşmak ikinci yol sufilerin yoludur. S: İBN BACCE’YE GÖRE DEVLETIN KAÇ GÖREVI VARDIR? C: İki görevinden söz eder:
1. Vatandaşların davranışlarını tanzim etmek. Bu görev en iyi şekilde güçlü bir yönetici tarafından ideal devlet’te icra edilebilir.
2. Özel hedeflere ulaşmak için vasıtalar koymak. Bu, tıpkı yeni binici olmuş birinin usta bir binici haline gelmek için yular üçerinde kontrol sahibi olması
gibidir. * İBN TUFEYL S: İBN TUFEYL İLİM VE İRFAN EHLİNİ ARAŞTIRIP SAKRAYA GETİRMİŞTİR. BUNLAR ARASINDA İBN RÜŞD'Ü HANGİ HALİFEYE VE NİÇİN GETİRMİŞTİR. C: İbn Tufeyl , ibn Rüşd'ü halife Ebu Yakub Yusuf'a takdim etmişti. Çünkü Halife Aristo'nun eserlerinin şerh edilmesini istiyordu. İbn Tufell de yaşlılığı
yüzünden saray hekimliği görevinden emekliye ayrılmıştı ve halefi olarak İbn Rüşt'ü tavsiye etti.b S: İBN TUFEYL'İN ELİMİZDE MEVCUT OLAN YEGANE ESERİ NEDİR? C: Risale Hayy İbn Yakzan ve Esrarül- Hikmet'ül Meşrıkiyy dir. S: İBN TUFEYL İN HAYY BİN YAKZAN ADLI ESERİ YAZMASININ GAYESİ NEDİR? C: Nazari aklın duyu algısından başlayarak ru'yetullah'a kadar varan gelişim safhalarını anlatmak ve yeryüzündeki beşeri hayatın başlangıcında ilmi bir açıklama
getirmektir. Ayrıca ilerleyen bir toplum için felsefi ve tasavvuf kadar dinin de asıl olduğu işaret etmiştir. S: İBN TUFEYL' E GÖRE ALEM EZELİ MİDİR? YOKSA ALLAH ( C. C. ) TARAFINDAN İRADİ OLARAK YOKLUKTAN MI YARATILMIŞTIR. C: İbn Tufeyl. Ne sadece alemin ezelilğiğini, ne de sadce yaratılmış olduğunu kabul eder. S: İBN TUFEYL ALEMİN ALLAH İLE BİRLİKTE EZELİ OLUŞU HAKKINDA NE DÜŞÜNÜR?
C: Alemin ALLAH'tan başka Bir şey olmadığı şeklindedir. Mistik görüşe yönelir. İbn Tufeyl, Gazali gibi, alemi zati ilahi'nin bir tezahürüdür ve onun zaman içinde
başlangıcı ve sonu olmayan nurunun bir gölgesi olarak kavrar. S: İBN TUFEYL'E GÖRE BİLGİ TEORİSİNİN ÖZÜ NEDİR?
C: Sadece ruhun değil, duyuların ve aklın da terbiye edilmesine ihtiyaç vardır. Bir yandan tecrübenin akılla uyumu öte yandan aklın sezgisyle uyumu bilgi
teorisinin özünü teşkil eder. S. İBN TUFEYLE GÖRE İNSANIN GÖREVLERİ NELERDİR? C: İnsanın görevlerini üç başlık altında toplayabiliriz.
1. Gayrı natık bir canlıya benzemesi bakımından yapması gerekenler.
2. Semavi cisimlere benzemesi bakımından yapması gerekenler.
3. Vacibu'l – Vücud'a benzemesi bakımından yapması gerekenler. S: İBN TUFEYL'E GÖRE FELSEFE-DİN İLİŞKİSİ NASILDIR? C: Din, avam içindir. Felsefe ise az sayıdaki seçkinin bir imtiyazıdır. Kesinlikle felsefe, doğru anlaşılmış din ile yanı şeydir. Her ikisi de aynı hakikate ulaştırır
ama yolları ayrıdır. Onlar metod ve bakış açılarından birbirlerinden ayrılırlar. Buna bağlı olarak filozof akli- soyut düünce ile mutlu olurken , dindar hissi- hayali
düşünce ile mutlu olur. * İBN RÜŞD S: İBN RÜŞD'ÜN TAM **** NEDİR VE LATİN DÜNYASINDA NE OLARAK BİLİNİR? C: Ebu Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed İbn Rüşd latin dünyasında Averiores olarak bilinir. S: İBN RÜŞD'ÜN TIP KONUSUNDA KALEMA ALDIĞI ESERİN **** NEDİR? C: Külliyat fi't- Tıbb S: İBN RÜŞD'ÜN GENEL FELSEFİ ANLAYIŞI AÇISINDAN ÖNEMLİ OLAN ESERLERİNİN BAŞINDA, DİN İLE FELSEFENİN UZLAŞTIĞI FİKRİNİ SAVUNAN ESERİN **** NEDİR? C: Faslu'l – Makal S: İBN RÜŞD'ÜN GAZALİ'NİN TEHAFÜTÜ'L- FELASİFE KARŞI KALEME ALMIŞ OLDUĞU ESERİN **** NEDİR? C: Tehafütü't – Tehafüt S: İBN RÜŞD'E GÖRE FELSEFENİN GÖREVİ NEDİR? C: Varlıklar üzerinde düşünüp, onları ALLAH'ı bilmeye götürecek şekilde değerlendirmektedir. Çünkü Kur'an'ın kendisi akli düşünceyi ( i'tibar) teşvik etmektedir. S: İSLAM FİKİR TARİHİNDE FELSEFE-DİN KAVGASININ TEMELİNDE YATAN SEBEPLERİN BAŞINDA KUR'AN 'IN ANLAŞILMASI VE YORUMLANMASINDA ORTAYA ÇIKAN GÜÇLÜKLER GELİYORDU. ASLINDA TEK OLAN HAKİKATE GİDEN BİRDEN FAZLA YOL VARDIR. BU YOLLAR NELERDİR? C: Sözgelişi geniş halk kitlelerine hakikati ancak hatabi yolla anlatabiliriz. Bu yolu en iyi kullananlar peygamberlerdir.
İkinci yol cedeli yoldur ki buna daha ziyade kelamcılar başvururlar . Üçüncü yol ise filozofların başvurdu burhani yoldur. S: İBN RÜŞD' ÜN EL -KEŞF AN MENAHİCİ'L- EDİLLE'DE ELE ALDIĞI KONULAR NELERDİR? C: İbn Rüşd, el-Keşf en Menahici'l – Edille adlı eserinde ilahiyatın ve din felsefesinin çok önemli olan ana problemlerini ele almıştır ki, bunların başında ALLAH'ın
varlığı, sıfatları ve fiilleri konusu gelir. S: İBN RÜŞD' E GÖRE ALLAH'I BİLME YOLUNDA NE YAPMALIYIZ? C: Yapılacak şey terkar Kur an a dönmek ve orada yer alan inayet ve ihtira delillerine başvurmaktır. Bilindiği gibi bu deillerden ilki bütün varloanların insan
varlığı için, gayet uygun bir tarzda yaratılmış olduğuna dayanır. Bu uygunlur tesadüfen var olamaz. O halde varolanları insanın varlığına uygun tarzda düzene
koyan bir failin olması gerekir. Bu failde akıl ve hikmet sahibi bir varlıktır. Kur 'an da ifade edildiği gibi herşey insanın emrine verilmiştir. İkinci delil ise ihtira
delili olup yaratılmışlık kavramından yaratıcı kavramına gitmektedir bütün mevcudat yaratılmıştır ve yaratılmış olan herşey bir yaratıcıya ihtiyaç duyar. Cansız
cisimlerin canlandığını gördüşüğümzde hayatın bir yarattıcısı olduğunu biliriz. S: AKLIN FAALİYETİ KÜLLİ KAVRAMLARI VE ÖZÜ ( MAHİYETİ) İDRAK ETMEKTİR. AKLIN ÜÇ TEMEL FONKSİYONU VARDIR BUNLAR NELERDİR? C: Aklın üç temel fonksiyonu vardır:
Tecrid, terkib, hüküm verme. Akıl sadece basit kavramları maddeden tecrid etmekle kalmaz onları birleştirir. ( terkib) ve bazısıyla ilişkilendirerek. Doğru veya
yanlış bir hükme varır. S: İBN RÜŞD E GÖRE İLMİ DÜŞÜNCE ANCAK NE ÜZERİNE KURULABİLİR? C: İbn Rüşd e göre ilmi düşünce ancak illiyet( nedensellik) üzerine kurulabilir. S: DİNDEKİ ' MUCİZE' OLGUSUNUN İBN RÜŞD BİLİM ANLAYIŞINDA YERİ NEDİR? C: İbn Rüşd e göre İslam'ın mucizesi Kur'an dır. Bu mucize tabiatın öteden beri bilinen işleyişini kesintiye uğratmaz. Onun mucizevi karakteri en mükemmel
şekilde ve herkesin anlayışına göre indirilmiş olmasıdır. Bu mucize öteki mucizelerin çok üstündedir. S: İBN RÜŞD VARLIK ANLAYIŞINDA KİMDEN ETKİLENMİŞTİR? C: İbn Rüşd varlık anlayışında Aristo yu örnek almıştır. S: İBN RÜŞD E GÖRE METAFİĞİN TANIMI NEDİR? C: Çeşitli varlıklar arasındaki ilişkiyi onların varoluş sebeplerini ilk sebep ile olan hiyerarşik nisbetleri bakımından inceleyen bir ilimdir. S: İBN RÜŞD E GÖRE VARLIĞIN KUVVE HALİNDEN FİLL HALİNE GELEBİLMESİ İÇİN KAÇ ŞART VARDIR? C: Dört şart gereklidir. 1. Yakın mevzu ( konu) 2. Onun mizacı, istidadı. 3. Fail sebepler 4. Engelleyici sebeplerin yokluğu. |