Durumu: Medine No : 43 Üyelik T.:
03 Temmuz 2007 Arkadaşları:2 Cinsiyet: Yaş:38 Mesaj:
316 Konular:
35 Beğenildi:16 Beğendi:0 Takdirleri:10 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Din Eğitimi 1.2.3.Hafta Din Eğitimi 1.2.3.Hafta TEMEL KAVRAMLAR Eğitim – Öğretim Çocuğun doğumdan itibaren yaşadığı bütün etkileşimler birer eğitimdir. Annenin, bebeğinin elinden tutup ona adım attırmaya çalışmasından, onun gözü önündeki her türlü tutum ve davranışlarına, mahalle bakkalının nazik veya kaba tavrından arkadaşlarıyla, tabiatla ve hayvanlarla ilişkilerine varıncaya kadar çocuğun karşılaştığı her şey onun için eğitim değeri taşır. Bu sebeple toplumlar yeni yetişen kuşakları belli kimlikle, belli bilgi ve kültür düzeyinde yetiştirmek, onlara en ideal davranışları kazandırmak için bu geniş kapsamlı eğitimi kontrol etme ihtiyacını duymuşlar, böylece okul öncesinden yüksek öğretime kadar eğitim organizasyonları kurmuşlardır. Bireyin hayatı boyunca aldığı eğitimin bir kısmı, bu düzenli ve programlı eğitim organizasyonları kanalı ile verilirken çok önemli bir kısmı da yaşanılan çevreden gelen dış etkilerle oluşur. Bu kısa açıklamadan da anlaşılacağı üzere eğitim, çeşitli etkileşimlere dayanan çok yönlü ve geniş kapsamlı bir süreçtir. Öğretim ise bunun düzenli ve programlı kısmını teşkil eder. Eğitim, öğretime göre daha geniş ve daha kapsamlıdır. Belli bir öğrenmenin gerçekleştirilmesi istenilen durumlarda olsun veya herhangi bir öğrenme maksadı taşımayan durumlarda olsun her türlü etkileşimde eğitim söz konusudur. Bilgi ve anlayış dahil olmak üzere kazanılan olumlu veya olumsuz bütün tecrübeler eğitim olarak anlam ifade eder. Bu iki kavram zaman zaman birbirlerinin yerine kullanılsalar da eğitimden farklı olarak öğretimde kasıt vardır. Kısaca öğretim, “plan ve programa bağlı olarak belli amaçlar doğrultusunda yürütülen güdümlü ve kasıtlı etkilemeler” diye tanımlanmaktadır. (Küçükahmet,1986,1) Diğer bir ifadeyle “öğretim, eğitim işinin düzenli çalışmalarla planlı ve kontrollü bir biçimde, kurumlaştırılarak gerçekleştirilmesidir.”(Bilgin,1988,10) şeklinde tarif edilir. İslam kültüründe "eğitim ve öğretim" in karşılığı olarak "talim ve terbiye" ifadesi kullanılır. Halen Türkiye’de eğitimin en üst danışma ve karar organının adı “Talim ve Terbiye Kurulu” dur. Terbiye "eğitim"i, talim ise "öğretim" i ifade eder. Ancak terbiye kelimesi, eğitim kelimesinde olduğu gibi olumlu‐olumsuz bütün kazanımları içine alan bir kavram olarak değil, sadece olumlu kazanımları ifade eden bir terim olarak kullanıla gelmiştir. Olumsuzluklar için genel olarak "terbiyesiz" veya "kötü terbiye" ifadeleri kullanılmıştır. Terbiye "rab" kökünden türetilmiş Arapça bir kelimedir. Rab; efendi, sahip, baba anlamlarına gelmekte olup aynı zamanda kâinatın sahibi, efendisi manasında Allah'ın en çok kullanılan isimlerinden biridir. Terbiye kelimesi sözlükte; bir şeyi halden hale çevirerek uygun şekil vermek, mükemmelleştirmek demektir. Terim olarak; terbiye, insana olumlu tavır ve davranışlar kazandırarak onu bulunduğu seviyeden daha üst bir seviyeye ve mükemmel bir insan durumuna getirmektir. Günümüzde eğitim kavramı, terbiye kelimesinin taşıdığı manayı bütünüyle ifade etmemekle beraber onu da aşan genişlikte bir kullanım alnına sahiptir. Çocuk eğitimi, yetişkin eğitimi, hizmet içi eğitim, yurtdışı eğitim, dil eğitimi vb. kavramlarla insanın bir şekilde yetiştirilmesini ilgilendiren her alanda eğitim kelimesi kullanılmaktadır. Kontrollü eğitim (formal eğitim) : Belli amaçlar doğrultusunda planlanıp programlanarak yürütülen eğitim faaliyetleridir. Okulöncesi eğitimden yüksek öğretime kadar devam eden sistematik eğitim, hizmet içi eğitim, halk eğitimi, çıraklık eğitimi, yurtdışı eğitim, lisansüstü eğitim birer kontrollü eğitimdir. Süresi, düzeyi ve hedef kitlesi farklı olsa da bu faaliyetler belli amaçlar doğrultusunda plan ve programa bağlı olarak yürütülürler. Kontrollü eğitim de kendi içinde ayrıca örgün eğitim ve yaygın eğitim olmak üzere ikiye ayrılır. 1- Örgün eğitim; çocuğun yetiştirilmesini esas alan düzenli, sürekli ve yaş gruplarına göre kademeli yürütülen örgütlenmiş eğitim organizasyonlarıdır. (Ilköğretim, ortaöğretim, yükseköğretim) 2-Yaygın eğitim ; her yaştan ve her eğitim düzeyindeki insanlara hitap eden, bireylerin eğitim ihtiyaçlarına göre, ihtiyaç duyulan zamanlarda ve ihtiyaç duyulan konularda planlanıp yürütülen eğitim faaliyetleridir. Çeşitli halk eğitim faaliyetleri, hizmet içi eğitim, kurslar, seminerler vb. eğitim etkinlikleri bu gruba girer. Kontrolsüz eğitim (informal eğitim) : insanın doğumdan ölüme kadar hayatı boyunca etkilendiği bütün hadiseler, sosyal ve kültürel değerler, dar ve geniş çevre, gelenekler, iş hayatı, seyahatler ve çeşitli iletişim kanalları ile edinilen tecrübelerin bütünü kontrolsüz eğitimi ifade eder. Bu anlamda eğitim bir bakıma hayatın kendisidir. Din eğitimi açısından kontrollü eğitimin olduğu kadar kontrolsüz eğitimin de üzerinde önemle durulması gerekir. Yanlış ve batıl inanışlar, bidat ve hurafeler, yanlış dini adet ve gelenekler hep bu yolla yerleşip kökleşirler. Kontrolsüz eğitimi olumlu yöne kanalize etmek için çok ciddi çabalara, akılcı ve tutarlı etkin tedbirlere ihtiyaç vardır. Çocuğun okul çağına kadarki yaşantısı tamamen ailesinin ve yakın çevresinin etkisinde olduğundan onun bu dönemdeki ilk ve temel kazanımlarını bu çevrenin gayri nizami etkileri tayin eder. Çocuk okula başladığında da günlük hayatının az bir bölümü kontrollü eğitimle okul ortamında geçmektedir. Kaldı ki okul ortamında da oyun ve arkadaşlık ilişkileri ile kontrolsüz eğitimin varlığından söz etmek mümkündür. Böylece çocuğun yetişmesinde kontrolsüz eğitimin etkisinin oldukça büyük olduğu anlaşılmaktadır. Buna karşılık çocuğun kontrollü eğitimi uygun ortamlarda, etkin yöntemlerle verimli bir şekilde yürütülmediği takdirde bu etkinin daha da büyüyeceği açıktır. Öğrenme Öğrenme mutlak surette etkiye dayanır ve duyular yoluyla alınan dış etkilerin insanın zihninde, anlayışında ve davranışlarında meydana getirdikleri değişiklikler olarak ortaya çıkar. Kısaca öğrenme her türlü etkiye karşı bir tepki işidir. Görmek, duymak ve hissetmek suretiyle algılanan her şey öğrenilmiş demek değildir. Öğrenmenin meydana gelebilmesi için algılar sonucu oluşan tepkilerin kalıcı olması diğer bir ifadeyle iz bırakması gerekir. Bu sebeple öğrenme kısaca izli davranış değişikliği olarak tanımlanmaktadır (Selçuk,1992). Eğitimde sıklıkla kullanılan "anlama", "kavrama", "belleme", "ezberleme" kavramları değişik boyutlarda gerçekleşen öğrenme durumlarını anlatmaktadırlar. Eğitim bilimciler öğrenmenin, etki ve tepkinin gücüne ve tekrarına bağlı olarak farklı düzeylerde gerçekleştiğine dikkat çekerek buna dair basamakları öğrenme alanlarına göre ayrı ayrı belirlemişlerdir. Öğrenme alanları; 1‐ Bilişsel alan (bilgi alanı) 2‐ Duyuşsal alan (duygu alanı) 3‐ Psikomotor veya devinsel alan (beceri alanı) diye üç kısma ayrılmaktadır. Buna göre bilişsel öğrenmeler altı düzeyde, duyuşsal öğrenmeler beş düzeyde, psikomotor öğrenmeler de yedi düzeyde gerçekleşmektedir. (Ertürk, 1972) Konuyu dağıtmamak için bunlardan sadece bilişsel alanın öğrenme basamaklarına dair aşağıda kısaca bilgi verilerek bir örnekle açıklanacaktır. Bilişsel alandaki öğrenme basamakları şöyle sıralanmaktadır: 1‐ Anlama düzeyi 2‐ Kavrama düzeyi 3‐ Uygulama düzeyi 4‐ Analiz düzeyi 5‐ Sentez düzeyi 6‐ Değerlendirme düzeyi Anlaşılan bilginin kıymeti ve önemi, sebep sonuç ilişkisi içinde değerlendirilerek bir kanaate ulaşılırsa kavrama düzeyinde öğrenme meydana gelmiş olur. Kişinin öğrendiği bilgiyi yaşantıya dönüştürme kabiliyetini kazanması, onu yeri geldiğinde kullanabilmesi, kişiliğinin bir parçası olarak davranışlarının ölçüsü haline getirmiş olması uygulama düzeyinde öğrenmeyi ifade eder. Konuyu bütün boyutları ile öğrenen kişi, eldeki bilginin doğruluğu hakkında fikir yürütebilecek duruma geldiğinde öğrenme değerlendirme düzeyine çıkmış olur. Din eğitimi alanından bir örnekle konuyu biraz daha açıklığa kavuşturmak için içkinin haram olduğu bilgisini ele alarak bunun altı kademede nasıl öğrenilebileceğini inceleyelim. Anlama Düzeyi:Çocuğa alkollü içkileri içmenin Allah tarafından yasak edildiğini, Müslümanlara içki içmenin haram olduğunu, içki içenlerin Allah'ın emrine karşı gelmiş ve günah işlemiş sayılacaklarını anlatalım. Çocuk bunları dinleyip tam olarak anladığında konuyu anlama düzeyinde öğrenmiş olur. Fakat bu, tekrarı olmayan, zihni muhakeme ile pekiştirilmemiş bir öğrenme düzeyi olduğundan kalıcılığı zayıftır; dolayısı ile öğrenilen şey çabuk unutulabilir veya dikkate alınmaz. Bu düzeyde öğrenilen bilgiyi hatırlama ve yeri geldiğinde kullanma imkânı çok zayıftır. Kavrama Düzeyi: Çocuk içkinin haram olduğu bilgisini, niçin ve nedenleri ile, sebep‐sonuç ilişkisi içinde zihni bir muhakemeyle düşünerek, irdeleyerek ve sorgulayarak öğrenirse kavrama düzeyinde öğrenmiş olur. Bu düzeydeki öğrenme kuşkusuz daha kalıcı, daha değerli ve daha anlamlıdır. Ancak yine de ideal anlamda bir öğrenimin gerçekleşmiş olması için yeterli değildir. Öğrenmeyi bir üst düzeye çıkarmak gerekir. Uygulama Düzeyi: Öğrenmenin, uygulama düzeyi dediğimiz üçüncü basamağa ulaşabilmesi için içkinin haram olduğu bilgisi, onu her durumda kullanabilecek derecede güçlü ve kalıcı bir şekilde birey tarafından öğrenilmiş olmalıdır. Öğretme eylemi; ikna edici örneklemelerle, öğrenmeyi güçlendirici ve pekiştirici faktörlerle daha da geliştirilirse kişi bu bilgiyi her durumda rahatlıkla kullanabilir. Öğrendiği bir bilgiyi daha sonra karşılaştığı bir durumda ne idi, nasıldı gibi hatırlama güçlüğü çekmeksizin zihninde hazır bulup kullanabiliyorsa onu uygulama düzeyinde öğrenmiş demektir. İçkinin İslam Dini’nde haram olduğu bilgisini uygulama düzeyinde öğrenen kişi, daha önce hiç görmediği, bilmediği, yeni karşılaştığı bir içeceğin haram kapsamına girip girmediğine öğrendiği bilgilerden hareketle karar verebilir. Eğer içkinin haramlığına dair bilgiyi uygulama düzeyinde öğrenmemiş ise karar veremez. Analiz Düzeyi: Dördüncü basamakta yani analiz düzeyinde bilginin detaylarına inilerek o bilgiyi oluşturan ayrıntılar incelenir, ayrıntılara dair destekleyici bilgiler ihata edilir ve bunlar hakkında kanaatler oluşturulur. Örneğimize dönecek olursak Kur'an‐ı Kerim'de sadece şarabın içilmesinin yasak olduğu bildirilmiştir. Şu sorular sorularak konu tahlil edilebilir: ‐ Şarabın haram kılınmasının sebebi nedir? ‐ Şarapla aynı maddeden yapılmış, fakat sarhoş edici olmayan bir şurup da haram mıdır? ‐ Peygamber de sarhoş edici her şeyin haram olduğunu bildiğine göre (Müslim hadis no: 977) şarap sarhoş edici özelliği sebebiyle mi haram kılınmıştır? ‐ Şaraba sarhoş edicilik özelliği veren madde nedir? ‐ Acaba haram olan, şaraba sarhoş edici özellik veren maddenin kendisi mi yoksa onun karışması ile sarhoş edicilik kazanmış olan içki midir? Öğrenen kişi bilgiyi bu şekilde ayrıntıları ve bileşenleri ile birlikte tahlil edebilecek ve kararlar verebilecek şekilde kavranmış ve ihata etmiş ise öğrenme analiz düzeyinde gerçekleşmiş demektir. Sentez Düzeyi: İçkinin haram olduğu bilgisinin analizi ile ortaya çıkan temel kurallardan ve ayrıntılara bilgilerden hareketle yeni kurallara ve yeni bilgilere ulaşılabilir. Öğrenmeyi analiz düzeyinde gerçekleştirmiş olan kişi defa şu soruları sorabilir: ‐ Şaraba sarhoş edici özellik veren madde başak içecekte de bulunduğu halde ona sarhoş edicilik özelliği vermiyorsa o içecek de haram olur mu? ‐ Şaraba sarhoş edicilik özelliği veren maddenin içme dışında başka amaçlarla örneğin dezenfektan olarak kullanılması da haram mıdır? ‐ Peygamberimiz “Çoğu sarhoş eden şeyin azı da haramdır.” (Tirmizi hadis no:1865) buyurduğuna göre şaraptan sarhoş olmamak üzere az bir miktar içilmesi helal olabilir mi? Bir kimsenin bu ve benzeri soruları sorup ikna edici cevaplara ulaşılabiliyor olması, içkinin haramlığı bilgisini sentez düzeyinde öğrenmiş olduğunu gösterir. Değerlendirme Düzeyi: Şarabın haram olduğuna dair temel bilginin doğruluğunu sorgulayabilme ve bu konudaki öğrenmenin sentez ve analiz düzeylerinde ulaşılan diğer yeni bilgi ve kuralların doğru olup olmadıklarını veya ne derece doğru olduklarını yargılayabilme durumu da bilginin en üst düzeyde, yani değerlendirme düzeyinde öğrenilmiş olduğunu gösterir. Görüldüğü üzere, gücü, değeri ve anlamı itibariyle öğrenme, değişik kademelerde gerçekleşmektedir. Eğitim‐öğretim görevi yürütenler, öğrenme olayının belli basamaklarda meydana geldiğini, verimli bir eğitim‐öğretim için bu basamakların olabildiğince yükseğine ulaşmak gerektiğini bilmek ve ona göre öğretim yapmak durumundadırlar. Din – İlâhiyat Din olgusu, bilimsel disiplinlerin ilgi alanlarına göre değişik bakış açılarından farklı şekillerde tanımlanmaktadır. Sosyolojik, psikolojik, teolojik ve felsefi yaklaşımların kendilerine has tanımlar ortaya koymuş olmasında yadırganacak bir durum yoktur. Bu bakımdan konumuz gereği eğitim açısından dini, insanların inandıkları değerler etrafında geliştirdikleri tutum, davranış ve anlayışların bütünü olarak tanımlamak yanlış olmaz. Nakil ve geleneğe bağlı olarak kutsalın kavranışı dine yön vermekte, dinin niteliğini belirlemektedir. Ilkel dinler ‐ modern dinler, beşeri dinler ‐ ilâhi dinler, çok tanrılı dinler ‐ tek tanrılı dinler ayırımları, kutsalın insanlar tarafından nasıl kavranıldığı ile ilgilidir. Tarihi süreç içinde zihni ve kültürel gelişmeye paralel olarak kutsalın kavranması ve tanımlanmasında ciddi gelişmeler kaydedilmiş, dünya nüfusunun büyük çoğunluğu tek tanrılı inanç noktasında birleşmiştir. Aslında insanın baştan beri kutsala ulaşma çabaları, Allah'ı arayıştan başka bir şey değildir. Bir yandan insan, yaradılışında var olan din duygusu ile Allah'ı ararken diğer yandan da Allah kendisini insanlara tanıtmak istemektedir. Bunun için Yüce Allah ilk insan Hz. Âdem’i bir peygamber olarak göndermiş, sonraki zamanlarda da peygamberler göndermeye devam etmiştir. İşte insanın Allah'la ilişkilerindeki yaşantıları, Allah bilgisiyle bağlantılı olarak diğer insanlarla ve varlıklarla ilişkilerindeki tutum ve davranışları dini yaşantıyı oluşturmaktadır. insanın düşünme ve muhakeme edebilme yeteneğine, davranışlarında cüzi irade serbestliğine sahip olması dini yöneliş ve davranışlarda farklılıklara imkan vermektedir. Farklı dini yöneliş ve davranışların doğru veya yanlış olmaları onların birer din olma gerçeğini değiştirmiyor. Dinlerin gerek nakiller gerekse gelenekler yoluyla oluşturdukları esaslar, prensipler ve davranış kalıpları vardır. Bunların zaman içinde geliştirilmesiyle belli bilimsel disiplinler meydana çıkmıştır. Din ile ilgili bu disiplinlerin bütününe ilâhiyat denilmektedir. İlâhiyat; dinin tarih içindeki yerini, işleyişini ve insan hayatındaki önemini ve lüzumunu belirlemeye çalışır, ortaya koyduğu esaslar çerçevesinde insanları inanmaya, dini davranışları öğrenip benimsemeye çağırır. Din değişmez prensipler koyar. İlâhiyat ise dinin nasıl yaşanacağını, değişen şartlar içerisinde nasıl anlaşılıp uygulanacağını belirler ve uygulamada karşılaşılan güçlüklere çözümler araştırır. İslam İlâhiyatının iki temel dayanağı Kur'an ve Sünnettir. İslam İlâhiyatı, Sünnet’ten de ilham alarak Müslümanların kıyamete kadar yolunu aydınlatacak olan Kur'an’ı, her devirde en doğru şekilde açıklama görevi yürütür. Günümüzde insan hayatı gelişmiş, bilgi birikimi oldukça artmış, insanlar çok daha çeşitli bilgiye çabuk ve kolay ulaşma imkânlarına kavuşmuşlardır. Buna paralel olarak yeni ihtiyaçlar ve yeni problemler ortaya çıkmaktadır. Çeşitli dallara ayrılan ilâhiyat bilimleri, dinin ilgilendiği her alandaki ihtiyaçlara cevaplar aramak ve karşılaşılan problemlere çözümler getirmek durumundadır. Bu bakımdan dine, anlayışlar ve davranışlar manzumesi, ilâhiyata ise arayış ve araştırma disiplinleri demek doğru olur. Diğer bir ifadeyle din, inanış ve davranıştır; ilâhiyat, araştıran, geliştiren ilmi disiplinlerdir. Din Eğitimi ve Din Eğitimi Bilimi ● Peygamberliğin esasını teşkil eden tebliğ ve davet görevi, aynı zamanda bir eğitim‐öğretim işidir. Fakat Peygamberimiz yalnız tebliğ ve davetle kalmamış, "ben öğretmen olarak gönderildim" (Ibn‐i Mace, Mukaddime,hadis no:17) buyurmuş ve ilk yaptırdığı mescidin bir bölümünü (Suffa) eğitim öğretim işi için ayırmıştır. Burada yetiştirdiği Müslümanları civar beldelere göndererek dinin öğretimini yaygınlaştırmıştır. Ayrıca her Müslümancın öğrendiğini başkasına öğretme görevi vardı. İslam beldeleri genişledikçe Peygamberin tatbikatına uygun olarak mescitler ve camiler birer eğitim‐öğretim kurumu haline gelmiştir. İlk inen ayetin "oku" emri ile başlaması, Kur'an ve hadislerin öğrenmeyi, öğretmeyi ve ilmi teşvik etmesi sebebiyle İslam dini bir eğitim öğretim faaliyeti olarak yayılmıştır. Cami ve mescitlerin yan ısıra alimlerin evlerinde, küttap denen okuma yazma için ayrılan mekanlarda, kitapçı dükkanlarında ve kütüphanelerde bu faaliyetler canlı bir şekilde yürütülmüştür. Nihayet medreselerin açılması ile eğitimöğretim sistemli bir kurumsal yapıya kavuşturulmuştur. Bu gelişmelere paralel olarak zamanla dini bilgiler, tefsir, hadis, fıkıh, kelam gibi dallara ayrıldı. Bun ilim dallarına ait ayrı metotlar (tefsir usulü, hadsi usulü, fıkıh usulü) geliştirildi. Böylece ortaya çıkan ilâhiyat bilimleri ayrı disiplinler olarak önemli mesafeler kaydettiler. Tarih boyunca İslam toplumlarında din eğitimi ve öğretimi faaliyetleri yürütülmüş, dini bilimler geliştirilmiştir. Fakat yakın zamana kadar din eğitimi ayrı bir disiplin olarak ortaya çıkmamıştır. Kuşkusuz dinin eğitim ve öğretimini yapmak ayrı şey, din eğitim ve öğretimi konusunda bilimsel araştırma yapmak ayrı şeydir. Din eğitimi; dini esasları insanlara öğretme ve benimsetme adına yapılan faaliyetlerdir. Din Eğitimi Bilimi ise kime, neyin, nasıl, ne amaçla, hangi düzeyde öğretileceğini araştıran, bu hususlarda teoriler geliştiren bir bilimsel disiplindir. İşte yakın zamana kadar yapılamamış olan bu disiplini kurup geliştirmek idi. İlk defa 1913 yılında açılan Medreset'ül‐Eimme ve'l‐Huteba'nın (imamlar ve hatipler okulu) amaçlarında "Din‐i Mübin‐i Islamın müessis‐i medeniyet ve fazilet olduğunu cihan‐ı insaniyete neşredecek erbab‐ı kemali yetiştirmek" düşüncesi yer almıştır (Ergin1977/163). Bu düşünce, dini bilgilerin yanında, dini anlatımda kullanılacak metot ve teknikleri öğretme ihtiyacını da işaret ediyordu. Böylece alışılagelmiş dini öğretimden farklı olarak, dinin öğretiminde yeni hedefler, yöntemler ve teknikler gerektiğine dair anlayışın belirdiğini görüyoruz. Fakat birinci dünya savaşının çıkması, arkasından gelen siyasal ve sosyal bir değişmeler, bu düşüncenin gelişmesine ve uygulamaya dönüşmesine imkân vermemiş, din eğitiminin teorisini geliştirme, hedeflerini, metotlarını ve ilkelerini belirleme çalışmaları 1980’ li yıllara kadar gecikmiştir. Her ne kadar 1949 yılında açılan Ankara İlâhiyat Fakültesi'nin programında bir pedagoji dersi yer almışsa da bu ders uzun yıllar Genel Pedagoji ve Terbiye Felsefesi olarak okutulmuştur. Bu dersin muhtevası zamanla Din Pedagojisine dönüştürülmüş ise de, ancak 1979‐1980 öğretim yılında "Din Eğitimi" adı ile bilim dalları listesindeki yerini alabilmiştir. Bu tarihten sonra din eğitimi bir yandan Eğitim Biliminin bir yandan da ilâhiyatın yan dalı mahiyetinde ilmi bir disiplin olma yoluna girmiştir. Günümüzde din eğitimi bilimi, "kime, neyi, nasıl, niçin öğretelim?" sorularına cevaplar arayan, bu konuda hedefler, ilkeler, metotlar ve teoriler geliştirmeye çalışan ayrı bir disiplin olarak bilimsel alanda yerini almıştır. Bu konuda ilk çalışma, Prof. Dr. Beyza Bilgin tarafından yapılmıştır. Bilgin'in "Türkiyede Din Eğitimi ve Liselerde Din Dersleri" adı ile 1980 yılında basılan eseri bir ön adım niteliğindedir. Aynı yazarın1988 yılında yayımlanan "Eğitim Bilimi ve Din Eğitimi" adlı eseri ile de din eğitimi biliminin temeli atılmış oldu. Bu eser din eğitiminin bilimsel bir disiplin olmasını sağlayan ilk eser olma niteliğine sahiptir. Bu arada Prof. Dr. Bayraktar Bayraklının 1980 yılında yayımlanan "İslam’da Eğitim" adlı eseriyle din eğitimi biliminin oluşumuna katkısını da unutmamak gerekir. Din Eğitimini ilk defa bilimsel bir disiplin olarak ele alan Bilgin bu kastının uygulamalar mı yoksa bilim dalı mı olduğu kolayca anlaşılmaktadır. Bir ölçüde kaçınılmaz olan bu kavram karışıklığına din eğitim ile din eğitimi biliminin ayrı şeyler olduğu gerçeği değişmemektedir. |