Durumu: Medine No : 43 Üyelik T.:
03 Temmuz 2007 Arkadaşları:2 Cinsiyet: Yaş:39 Mesaj:
316 Konular:
35 Beğenildi:16 Beğendi:0 Takdirleri:10 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Din Eğitimi 7.8.9.Hafta Din Eğitimi 7.8.9.Hafta DİN EĞİTİM VE ÖĞRETİMİNİN İLKELERİ Bütünlük İlkesi İnsanın kabiliyetleri beden, zihin ve duygu yetileri onun kişiliğini ve davranışlarını belirler. Bedenimiz hareket kabiliyetinin, zihnimiz akıl ve muhakeme kabiliyetinin, duygularımız ise seçme ve değer verme kabiliyetinin (ahlâk) tezahür ettiği insani kuvvelerdir. İnsanın sağlam bir dini kişilik ve dengeli dini davranışlar geliştirebilmesi için bu üç alanın birbirleri ile uyumlu bir bütünlük içinde eğitilmesi gerekir. Bunlardan birinin ihmal edilmesi dini kişilik dengesinin bozulmasına, uygun olmayan davranışların ortaya çıkmasına yol açacağından böyle bir durum dini yönden makbul sayılmaz. İnsandaki zihin, beden ve duygu kuvvelerinin birlikte eğitilip olgunlaştırılması dini terminolojide iman, amel, ihlas bütünlüğü olarak ifade edilir. İman bir müslüman için zihinle alakalı bir yöneliş olarak ilk şarttır. Amel olmayınca imamın, ihlas olmayınca da amelin kemal düzeyine ulaşamayacağı ifade edilir. Kur’an’da çoğunlukla iman amel ile birlikte ifade edilir ve kurtuluşa erecek kimseler anlatılırken “iman edenler ve salih amel (doğru işler) yapanlar“ ifadesi kullanılır. Ayrıca duyguların insanı kötülüğe sürükleyeceğine (Yusuf,12/53) dikkat çekilerek insanın kendini nefsin kötülüklerinden arındırması istenir (Tâhâ, 20/76) ve kendini nefsinin temayüllerinden koruyanların kurtuluşa ereceği bildirilir (Teğabun, 64/16). Bu gerçeklerden hareketle din eğitiminde bireyin öncelikle öğrendiği bilgileri zihinsel muhakeme süzgecinden geçirip sağlam kanaatler oluşturarak benimsemesi esas alınacaktır. Sonra bu bilgileri uygulayabilecek, gereklerini yerine getirebilecek bir yaşantı alışkanlığı kazanması, yaşantılarını da içten ve ahlâki değer ölçülerine uygun bir şekilde düzenlemesi sağlanacaktır. Böylece kendine, değerlerine ve insanlara saygılı, özgürce inanan, inandıklarını teori-pratik bütünlüğü içinde erdemli yaşantılara dönüştürebilen bireyler yetiştirilecektir. İtidal İlkesi Dinin temel bilgileri ve kuralları Kitap ve Sünnete dayanmakla birlikte naslarla bildirilen temel meselelere dair bilgilerin dışında dinin kısmen kapalı ve ayrıntı konularında yoruma müsait geniş bir alan mevcuttur. Dini konularda geniş bilgi ihatasına ve sağlam muhakeme gücüne sahip olmayan kimselerin sübjektif yargılarla yorumda bulunmalarının isabet şansı azdır. Buna dinin duygu yoğunluklu bir alan olması da eklenince insanların uç değerlendirmeler yapması, en alt ve en üst (ifrat-tefrit) düzeylerde dini tutum geliştirmeleri kaçınılmaz olmaktadır. Dinimizde dini bilgi ve davranışların belli kuralların sınırları içinde ve insan tabiatına uygun mutedil düzeyde benimsenip uygulanması, ifrat ve tefrit ölçülerine götürülmemesi istenmektedir. noktalara doğru aşırı yoğunlaşmalara müsaittir. Din öğretiminde her konun gerektirdiği ağırlık derecesi göz önüne alınmayıp karşılaşılacak ceza-mükafat, günah-sevap dengeleri hassasiyetle kurulmadığında sünnet ve efdal olanı farz derecesinde benimseme, farzları veya haramları önemsememe şeklinde aşırı hassasiyet ya da aldırmazlık durumları ortaya çıkabilmektedir. Eğiticilerin bu durumu göz önüne alarak kişilerin ifrat ve tefrite kaçmayan itidalli bir dini tutum geliştirmeleri hususunda çaba göstermeleri gerekir. Peygamberimizin orta yol dediği bu dengeli durumun bir tara doğru değişmesi bir dini tutum bozukluğu oluşturacaktır. Gelişim Sürecine Göre Eğitim İlkesi Çocukların anlayış, kavrayış, bilgi ve fikir kapasiteleri yaş ve gelişim düzeylerine göre farklılıklar gösterir. Bu farklılıklar karşısında herkese aynı tutum ve yaklaşım içinde tekdüze bir eğitim verme çabasının olumlu ve verimli sonuçlara götürmeyeceği açıktır. Eğitim psikolojisi alanındaki çalışmalar, bireyin fiziksel, zihinsel, sosyal ve ahlâki gelişmelerini inceleyerek kime, hangi düzeyde, neyin, nasıl öğretileceği üzerinde durmaktadır. Peygamberimizin konu ile ilgili emir mahiyetindeki sözleri eğitim psikolojisi çalışmalarının önünü açmaktadır. Ünlü İslam bilgini İmam Gazali bu konuda şöyle diyor: "Öğretmen, öğrencinin anlayışını iyi tespit etmeli, kaldırabileceği kadar ders vermelidir; aklının eremeyeceği veya kalbine usanç getiren ya da aklını çok zorlayan konuları derste tekrar edip durmamalıdır." Din eğitimi biliminin Türkiye’deki öncüsü Beyza Bilgin tabiata uygun düşenin, çocuğa eğitimin zamanında verilmesi olduğunu, aksi halde çocuğun duygularından bazılarının geliştirilememiş, eksik bırakılmış olacağını belirttikten sonra "Peki bu eğitimi nasıl yapacağız ?" diye sormaktadır. Cevabı da kendisi şöyle veriyor: "Prensip şudur: «Gıdayı çocuğa ver, acıktığı zaman ve hazmedeceği kadar. Çünkü insnadaki can gıdasız kalırsa ölecektir. Din eğitimini de çocuğa ver, çocuk alabilecek oldukça ve nazik aklının kaldırabileceği kadar. Bu konu ile ilgili yaygın dini tavsiye şöyledir: «Insanlara akıl seviyelerine göre konuşun.» Dikkat edilmesi gereken ince nokta şudur: Çocuğa sorduğu kadar cevap verilecektir. O sordu diye bilgi yağmuruna tutulmayacaktır. Erken verilen bilgilerin çocukların ruh sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri, ele alınması gereken ayrı konudur. Çok bilgi ile veya anlayamayacakları ifadelerle çocuğa yüklenmek, ona hiç cevap vermemek veya yalan yanlış cevaplarla geçiştirmek gibi olumsuz etki yapmaktadır." Kabiliyet ve Statüye Göre Eğitim İlkesi Öğretimde bireylerdeki bu farklılıkların dikkate alınması gerekir. Çünkü farklılıklar aynı zamanda insanların yeteneklerinin yönünü belirlemektedir. Ezberleme yoluyla öğrenenlerin sözel bilgilere, kavrama yoluyla öğrenenlerin sayısal bilgilere, sembollerle öğrenenlerin fen bilgilerine daha yatkın oldukları bilinir. Bunların dışında bazı kimselerin de estetik sezişleri (müzik kulağı, ressam bakışı, şair duyarlığı vb.) daha güçlüdür. Bu kimseler de sanata yatkındırlar. Modern eğitim, öğretimde bireysel farklılıkların tanınmasını, öğretmenin bu farklılıklara göre yaklaşımını öngörür. Çünkü öğretim öğretenle öğrenen arasında bir iletişim sürecidir. İletişim ise en basit ifadesiyle "anlamları bireyler arasında ortak kılma işlemi" (Küçüahmet, 1986) olarak tanımlanır. Bilgi konusu olan objenin anlamında öğretenle öğrenen arasında sağlıklı bir ortaklık kurulması büyük ölçüde öğrenenin öğrenme yaklaşımı ile ilgilidir. Daha açıkçası iletişimde bilgiyi verenle alanın yaklaşımları ile iletişimin şekli uyumlu olmalıdır. Bu uygunluk sağlanamadığı taktirde onunla iletişim kurma ve dolayısı ile öğretim gerçekleşme güçleşecektir. Bir kimsenin sanatkar olma, mühendis olma veya sosyolog, tarihçi, psikolog olma eğilimi göstermesi onun Allah'la ilişkilerini, dini tutum ve davranışlarını arka plana itmesini gerektirmez. Çünkü din her branştan, her meslekten insanı kuşatır. Belki değişik mesleklerdeki insanların hayatın ve hadiselerin sırlarını, hikmetlerini kavramadaki yaklaşımları farklıdır. İşte bu durum din eğitimcisinin önüne değişik imkanlar getirmektedir. Her meslekten insana yönelik din eğitiminde kullanılacak öğretim yaklaşımları ve öğretim metotları onların yetenek ve eğilimleri ile ilişkilendirilecek, örneklemeler onların alanları ile ilgili yaşantılardan seçilecektir. Aynı şekilde Peygamberin de bedevilere, şehirlilere, ediplere, kabile reislerine farklı yaklaşımlarla dinin esaslarını anlattığına dair örnekler çoktur. Eskiler buna muktezayı hal (muhatabın ve ortamın durumunun gereği) demişlerdir. Dinin öğretiminde kişinin sosyal ve kültürel durumu, bulunduğu ortamın şartları göz önüne alınarak ona göre bir yol tutulacaktır. Bir bilgi her durum ve şartta, herkese aynı ölçüler ve kalıplar içinde sunulamaz. Denildiği gibi “Her yerde söylenecek uygun bir söz, her grupla konuşulacak uygun bir dil, her cemaate tesir edecek uygun bir üslup vardır.“ İslam dini, öğrenilmesi gereken faydalı bilginin kimden, ne zaman ve nerede elde edileceği konusunda bir sınırlama getirmemiştir. Peygamberimizin, Bedir savaşında esir alınan müşrikleri hürriyetleri karşılığında müslüman çocuklarına okuma-yazma öğretmek üzere görevlendirdiği bilinmektedir. Yazı, dil, matematik vb. pozitif bilimleri öğretenlerin inanç ve zihniyetlerine bakılmaksızın onlardan istifade edilir. Bu kimselerin başka dinden olmaları, inanç, düşünce ve yaşayış tarzlarının Müslümanlarınkine ters olması, bir müslümanın eğer istifade edecekse onlardan bilgi almasına engel teşkil etmez. Peygamberimizin "Hikmet müminin yitiğidir; onu nerede bulursa almaya hakkı vardır." (Tirmizi:2688) buyurması ilim öğrenilecek kimseler hakkında her hangi bir kişilik sınırlaması olmadığını göstermektedir. Ancak çocukların inanç, ahlâk ve zihniyet yönünden gelişmelerinde öğretmenin model olarak, örnek olarak ihmal edilmeyecek derecede büyük etkisi vardır. Çocuk öğretmeninden sadece bilgi almaz; ondan anlayış, tutum ve davranış bakımından kişilik geliştirme yönünde çok ciddi boyutta değerler kazanır. Bu noktada eğitimle öğretimi birbirinden ayırmak gerekiyor. Salt bilgi öğrenmenin dışında çocuğun eğitimi söz konusu olunca öğretmenin inancı, zihniyeti ve kişiliği önem kazanır. Bunun dışında bilgi kimde ise ondan alınacaktır. Bilgi Çin’de dahi olsa gidilip oradan, oradaki kimselerden alınacağı öğüdü dini kültürümüzde hadis zannedilecek kadar yaygın, dilden dile dolaşan bir söylem olmuştur. Bilgini Yararlılığı İlkesi İnsan hiç bir şey bilmeyerek dünyaya gelir; (Nahl, 16/78) doğumla beraber kendini yoğun bilgi ortamında bulur. Bilgiye duyular yoluyla ulaşıldığından insanın duyularının yöneldiği her obje onun için bilgi değeri taşır. Bu yönüyle "hayatın bütünü bilgidir" demek yanlış olmaz. İnsan istese de istemese de görür, işitir, hisseder, düşünür. Böylece her an yeni veya tekrar bilgilere ulaşır. Acaba bu bilgilerin hepsi gerekli midir veya faydalı mıdır? Bilginin değeri, felsefenin önemli problemlerinden biridir. Büyük filozoflar ve düşünürler bu konu üzerinde fikir yürütmüşler, düşünceler ileri sürmüşlerdir. Ancak felsefe "neye bilgi denir?" ve "bilgi nasıl meydana gelir?" soruları üzerinde durur. Biz din eğitimi açısından bilginin işe yararlılık meselesini irdelemek istiyoruz. Şu soruların din bakımından cevaplandırılması gerekir: 1- Bütün bilgiler faydalı mıdır, yoksa dini açıdan faydasız bilgi de var mıdır? 2- Faydasız bilgi varsa hangisidir, bunu belirlemenin ölçüsü nedir? Bu konuda kuşkusuz bizim için felsefeden gelen değerlendirmeler değil, dinden gelen açıklamalar önem taşımaktadır. Peygamberimiz birden çok muteber hadis kitabında yer alan bir hadisinde "Allahım işe yaramayan bilgiden sana sığınırım."1 diye dua etmiştir. Bu hadis bize bazı bilgilerin işe yaramadığını, faydasız olduğunu ve onlardan kaçınılması gerektiğini bildirmektedir. Demek ki İslam dinine göre faydasız bilgi vardır. Burada önemli sorun, yukarıda da işaret edildiği gibi hangi bilgilerin faydasız olduğudur. Birbilgi bir kimse için faydasız olabilir; fakat bir başkası için faydalıdır. Faydasızlık kişilere göre izafi (rölatif) bir hüküm mü olacak, yoksa genel bir faydasızlık mı söz konusudur? Kuşkusuz bu konuda da İslam dininin koyduğu değer ölçülerinden hareket etmek durumundayız. Yoksa hangi bilginin faydalı, hangisinin faydasız olduğunda insanların ortak bir yargıya varmaları, hatta bilginin faydasızının olup olmadığı hususunda anlaşmaları mümkün değildir. "Kişinin kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesi, onun Müslümanlığının güzelliğindendir." (Tirmizi:2318) anlamındaki hadise göre insan kendisini ilgilendirmeyen şeylerle uğraşmamalıdır. Kur'an-ı Kerimde de şöyle buyurulmaktadır: "Bilmediğin şeyin ardına düşme, şüphesiz kulak, göz ve kalp o şeyden sorumlu olur." (İsra, 17/36) Bu ayette ise bilgiyi edinme yolları olan gözün, kulağın ve zihnin sorumluluğuna dikkat çekilmektedir. Bu sorumluluk dinin getirdiği esaslar yönündendir. Gözün, kulağın ve zihnin faaliyetlerinden sorumlu olmaları, onların hareketlerinin sınırlandırılması anlamına gelmektedir. Demek ki görülmemesi, duyulmaması ve zihni meşgul etmemesi gereken şeyler vardır. Bunların neler oldukları, dinin getirdiği esaslara ve prensiplere aykırılıkları ile bilinecektir. Gıybet ve dedikoduyu örnek olarak verebiliriz. İslam dini bu davranışları yasaklamıştır. Sırf gıybete ve dedikoduya malzeme olmak üzere, bir kimsenin öğrenilmesinden hoşlanmadığı özel durumlarına ait bilgiler, bu ölçüler dahilinde işe yaramayan bilgi olarak kabul edilebilir. Yine herhangi bir sanatçının kimlerle flört ettiği şeklindeki bilgiler işe yaramayan bilgi kapsamında sayılabilir. Diğer yandan bir bilgi faydalı olduğu halde kullanılmıyor, kişinin kendisine veya başkalarına faydalı olacak yerlerde değerlendirilmiyorsa o bilgi de işe yaramaz sayılır. Mesela; bir sanatı, bir mahareti icra etmeyi bilen ve beceren birisi, onu hem icra etmiyor hem de başkalarına öğretmiyorsa sahip olduğu bilgi aslında faydalı olmakla beraber işe yaramaz hale gelmiştir. Bu tür bilgiyi elde etmekten değil, fakat onu işe yaramaz hale getirmekten kaçınmak gerekir. |