sakarya ilitam İSLAM FELSEFESİ 11.HAFTA
İSLAM FELSEFESİ 11.HAFTA
İBN RÜSD
Ebü'l-Velîd Muhammed b. Ahmed b. Muhammed el-Kurtubî (ö. 595/1198) Messâî okulunun son temsilcisi, filozof, fakih ve hekimdir.Aristo'nun felsefî doktrinine sadık kalarak eserlerini serh ettiğinden İslâm âleminde "sârih", Latin dünyasında "commentator" unvanıyla tanınmıstır.İsbîliye kadılığına tayin edilen İbn Rüsd emirin isteği üzerine Aristo’nun eserlerini serh etmeye baslar. Daha sonra Kurtuba kadılığı görevine yükselir.
ESERLERİ
Bidâyetü'l-müctehid ve nihayetü'l-muktesıd. İbn Rüsd'ün Mâliki fıkhına dair günümüze ulasan tek eseri olup mukayeseli bir hukuk kitabıdır.Mezheplerin fıkıh mantığı ve tekniklerini ana hatlarıyla ortaya koyması bakımından dikkati çeken Bidâyetü'l-müc-tehid, fıkıh sistematiğine göre yazılmıs olmakla birlikte İbn Rüsd bunun bir fürû kitabı değil usul kitabı olduğunu, fıkhın
ayrıntılarını değil fürûun usulle iliskisini ve fıkhî İhtilâfların usulî temellerini göstermeyi amaçladığını vurgular.İbn Rüsd, bu eserinde ağırlıklı olarak fakihler arasındaki görüs ayrılıklarının sebepleri üzerinde durmaktadır.
Faslul-makâl fî-ma beyne's-ser’ia ve'1-hikme mine'l-ittisâl, İbn Rüsd'ün vahiy ile aklın, dinle felsefenin uzlastırılması ve te'vil konularında kaleme aldığı eserdir.
ed-Damîme, İbn Rüsd'ün ALLAH'ın bilgisi konusunda Fas-lü'1-makle ek olarak kaleme aldığı küçük bir ektir.
el-Kesf an menâhici'1-edille, dini metinlerin zahirlerini esas alarak, tüm kelam geleneğini sistematik konular çerçevesinde kendi perspektifinden incelediği eseridir.
Tehâfütü Tehâfüti'l-felâsife, Gazzâlî'nin Tehâfütü'l-Felâsife'sine reddiye olarak kaleme aldığı eseridir. Yüzyılları asan etkisi bulunmaktadır.İbn Rüsd bunun dısında Sarihi Azam ünvanına layık olarak Aristo’nun hemen hemen tüm eserlerini üç farklı tarz ve boyutta serh etemistir.
Mantığa dair, İbn Rüsd, îsâğücî ile birlikte Organon içinde yer alan sekiz kitaba hem kısa hem orta Ölçüde, el-Burhân'a ise büyük hacimde serh yazmıstır
Fiziğe dair olarak ise İbn Rüsd Aristo'nun Arapça'ya çevrilen tabiat bilimleri alanındaki üç eserine kısa, orta ve uzun serh; iki eserine kısa, orta serh; iki eserine de kısa serh yazmıstır.
Metafiziğe dair ise Aristonun metafizikasına küçük, orta ve büyük olmak üzere üç türde serh yazmıstır. Bunun dısında heyulani aklın faal akılla ittisalina dair üç tane risalesi bulunmaktadır.
Din-Felsefe İliskisi
Fasl'ul-Makal Kur'an ayetleri ve akli verilerle felsefenin gerekliliğini ortaya koyduğu, din-felsefe iliskilerinde alan ve sınırları belirlemek ve böylece de din ve felsefenin uzlasmasını sağlamak üzere bir zemin olusturduğu kitabıdır.
Ayrıca Esari kelamcısı konumunda olan Gazzâlî’nin filozoflara yapmıs olduğu ithamları cevapladığı ve ayrıca düsünce metotlarındaki ve ithamlarındaki tutarsızlıkları gösterdiği ve böylece de felsefeyi baska bir boyuttan savunduğu, felsefi olarak nitelendireceğimiz Tehafut-üt Tehafüt'ü yazar.
Ve buna ek olarak din ve felsefenin her biri adına belirlemis olduğu alan ve sınırları asmayarak ayetlerin iç bütünselliğine dikkat çektiği Kesf an-Menahic-il Edille adlı kitabını yazar. Bu son
eserde te'vil kuralları çerçevesinde zımni bir uzlasmayı göstermek üzere ayetleri yorumlar ve yeri geldiğince de ayetlerin yorumlanısında te'vilin kurallarına uymadıkları için doğru yönü bulamayan düsünce ekollerini nasıl ortaya çıktığına isaret edip ve ayrıcada bu ekollerin metot, üslup ve hatalarını değerlendirir..
O bütün bu gayretleri sebebiyle bir anlamda din-felsefe iliskilerinin filozofu olarak anılmayı hak etmis ve bu konuların ele alındığı her türlü çalısmada metot ve görüsleri kabul edilsin veya edilmesin bir referans kaynağı olarak görülmüstür.
İbn Rüsd din-felsefe iliskilerini ele aldığı Fasl'ul-Makal'e din karsısında felsefenin mesruiyyetini ve gerekliliğini sorgulamakla baslar. Temelde bilgi kaynağı vahiy olan din, bilgi kaynağı duyular ve akıl olan felsefeye karsı nasıl bir tavır sergiler? Dine göre felsefe mübah mı, yasaklanmıs mı, yoksa emredilmis mi, emredilmisse mendup olarak mı yoksa vacip olarak emredilip gerekliliği vurgulanmıs mıdır?
İbn Rüşd felsefeyi söyle tarif eder; Felsefe bütün varlığı ALLAH'ın varlığına hikmet ve kudretine delil teskil etmesi bakımından inceleyen ve yorumlayan bir ilimdir. O halde felsefe her seyden önce kâinattaki her türlü varlık hakkında bilgi edinme ameliyesi, varlığın hakikatını kavrama süreci ve sebep-sonuç iliksisine dayalı olarak varlığın ALLAH'la iliskisini kurma ameliyesidir.
Filozofumuz felsefenin gerekliliğini ortaya koymak için fıkıh ilmindeki Kur'an ayetlerinden delil getirmeye benzer bir sekilde ayetlerden delil getirir; "Ey basiret sahipleri ibret alın". Düsünürümüze göre bu ayet hem akli hem de ser'i kıyasın kullanılmasını kesinlikle emretmektedir.
Felsefenin, diğer bir ifadeyle aklımızın varlık hakkında bilgiye ulasmasının ve bilinenden bilinmeyeni çıkarmanın metodu ve aleti kıyas olduğuna göre doğru bilgilere ulasabilmemiz için bu metot hakkında yeterince bilgiye sahip olmamız; kıyası, kıyas türlerini, mutlak kıyası, mutlak olmayan kıyasları ve kıyası meydana getiren bölümleri, öncülleri ve bunların çesitlerini bilmemiz gerekir. Bunlar
1.Burhana dayalı kıyas, 2.Cedele dayalı kıyas, 3.Hitabete dayalı kıyas ve 4.Mugalataya dayalı kıyastır.
İbn Rüsd'ün felsefenin gerekliliğini ortaya koyabilmek için basvurduğu diğer bir yolda gereklilik ve mesruiyyetini ispatlamıs olan fıkıhla-felsefe arasında benzerlikler kurar
Din ile felsefe, hakikatları insanlara öğretmek bakımından gaye birliği içerisindedirler, onlar birbirinin süt kardesidir. Dinin gayesi ALLAH'ı ve varolanları olduğu sekilde bilmek olan gerçek bilgiyle, insanı mutluluğa götüren ve mutsuzluktan alıkoyan bedeni ve nefsanî fiillerden olusan gerçek ameli insanlara öğretmektir. Aynı sekilde felsefede fıtraten zeki, seri adalet ve fazilete sahip insanlara gerçekleri öğretmeye çalısmaktadır.Din bütün insanlara hitap ederken felsefe belirli sayıda insana hitap etmektedir.
Filozofumuz dinin hakında hiç bir sey söylemediği, fıkıhta meskutun anh olarak kabul edilen alanda din-felsefe iliskileri bakımından hiçbir sıkıntının olmadığını ifade etmektedir. Bu alan fıkıhta olduğu gibi burhan ehlinin ictihat mesafesi içindedir. Sıkıntı din ile felsefenin ortak olarak beyanlarda bulunduğu alanlarda ortaya çıkmaktadır.Din ile felsefe arasında varolan uyumun gösterilebilmesinin biricik yolu te'vildir, yani yorumdur.
Filozofumuz bu temel dini ilkelerin, ya bu hususların aklın yetki sınırları dısında olması sebebiyle, ya da akli bilgilerin her zaman bu ilkelerle uyumlu olacağı önermesine dayanarak burhani bilgiyle çelismeyeceği kanaatindedir.
PSIKOLOJI
İbn Rüsd psikolojisi, fizik, metafizik, mantık, ahlâk ve kelâm gibi bilim ve disiplinlerle çok farklı cephelerden tabiî bir iliski içerisindedir.
Metafizikle olan iliskisinin bir boyutu, evrenin bir gayeler zinciri halinde algılanılması ve bunun psikolojiye de uygulanması ile ortaya çıkar.Diğer bir boyut ise, metafiziğin önemli konusu olan sebep-sonuç iliskisi bakımından ortaya çıkar. Metafizik ile psikoloji arasında kurulabilecek diğer bir iliski noktası ise, psikoloji arastırmalarında elde edilen sûretlerin, epistemolojik ve ontolojik imaları sebebiyle ortaya çıkar.
Psikoloji ile mantık arasındaki iliski ise, mütehayyile, müfekkire yetileri ve akl gibi idrâk güçlerinin; mantığın bes sanatında ve akıl yürütme fiillerindeki rolleri sebebiyle kurulur. Diğer taraftan mantıkta belirlenen akıl yürütme metotları, psikoloji arastırmalarında da faydalanılıp uygulanır.
Psikolojinin ahlâk ile olan iliski ise, ahlâkın konusu olan insan davranısının nasıl gerçeklestiğine dair mekanizmanın psikolojide temellendirilmesi ve mütehayyile, müfekkire, amelî akıl, isteme gücü ve ittisâl doktrini gibi psikolojinin en temel konu ve kavramları sebebiyle ortaya çıkar.
Psikoloji ile İslâm Kelâmı arasındaki iliski ise, nefs ve akıl hakkındaki tartısmaların nefsin ölümsüzlüğü, hasr, ölümden sonraki hayatın mâhiyetine olan etkileri ile nübüvvetin bir insan olarak peygamberin biyolojik ve psikolojik yapısında nasıl gerçeklestiği meselesi etrafında sekillenir.
Psikolojinin fizik ile olan iliskisi ise, psikoloji teorilerinin tasarlanmasındaki Aristo fiziğinin anahtar rolünden kaynaklanır. Aristo fiziğinin sûret, madde, bilfiil, bilkuvve gibi kavramları; dört sebep ve hareket gibi fiziğin temel nazariyeleri psikolojinin ana meselelerinin çözümünde kullanılır. Bununla beraber fizikten gelen kavramlar, psikolojinin problemlerini açıklama sürecinde yeniden tanımlanmıs; anlamları genisletilmis ya da daraltılmıstır.
İbn Rüsd nefsin cevherini, üstadı Aristo gibi tabiî cismin ilk yetkinliği ve fiili seklinde tanımlayarak, canlı ile cansız varlık arasındaki temel ayırımı ortaya koyar. Tanımdaki yetkinlik kavramı, canlının canlı olarak var olması fiiline isaret eder. Canlılar âleminde madde-sûret ayırımına denk düsen sey nefs-beden ayrımıdır.
Filozof, canlılığın ilk güçleri olan beslenme, büyüme ve üremeyle, nefs sahibi varlığın canlılığını ve neslinin devamının imkânını açıklar. Görme, isitme, koklama, tatma ve dokunma güçlerinden mütesekkil olan bes duyuyla ise, hayatî faaliyetlerini ve dıs dünya hakkında kısmî olarak veriler elde edebilmenin imkânını izah eder. Buna rağmen bes duyuyla ile canlının idrâk ve hareket etme fiilleri tam izah edilemez; ancak iç idrâk ve istek güçlerinin ilavesiyle açıklanabilir.
İç idrâk güçlerinden ortak duyu, bes duyunun ayrı ayrı idrâk etmis olduğu duyu objelerini teke indirger.Ayrıca bütün organlara ait olan ortak duyu objelerini de idrâk eder. Böylece, bu idrâk gücünün fiili, bes duyudan gelen verileri birlestirmek, ortak duyu objelerini idrâk ve duyu idrâk fiilinin kendisini idrâk etmektir.Kendisiyle farklı ve üstün bir sûrete ulasılan bu gücün ontolojik statüsü, İbn Rüsd’ün yaklasımında bes duyudan ayrıstırılmayıp, ortak duyu, bes duyuyu da kapsayan bir sekilde tasavvur edilir.
İnsan göz önüne alındığında tahayyül gücünün gaye sebebi hakkındaki açıklama biraz eksik gibidir. Doğası gereği hayvanlara kendilerine zararlı ve faydalı seylerin hayâlî sûretleri verildiğinden dolayı, onlar tahayyül gücü sayesinde duyu objesi olmadan da, faydalı seylere ulasabilir ve zararlı seylerden de uzaklasabilirler.İnsan için mütehayyile gücünün var olusunun gaye sebebi ise, daha genis olarak ele alınabilir. Amelî ve nazarî aklın fiilleri hususunda hayâlî sûretler zorunludur.
Müfekkire gücüyle, daha üstün ontolojik sûretlere isaret eden mânâlar devreye girer. Bu mânâlar insan zihninin esya hakkındaki daha manevi ve soyut boyutunu ifade eden ferdî yargılardan olusur. Müfekkire gücüyle beraber bilginin olusum sürecinde tamamen farklı bir noktaya, hatta bir anlamda ilk olarak insanî bilgiye ulasılır.En genel anlamıyla ahlâka dair olan iyi-kötü; dine dair sevap-günah; estetiğe dair güzel-çirkin; sosyal ve siyasal alana dair faydalı-zararlı yargılarının temelde bu güç tarafından verildiği hatırlanıldığında, müfekkirenin insan ferdi açısından önemi daha iyi anlasılır.
Hafıza gücünün konusu olan sûretle, ferdî sûretlerin en sonuncusuna ve en soyutuna ulasılır. Bilginin olusumunun önemli bir kademesi olan hafıza gücündeki süreç, dıs dünya ile bağlantılı olarak gerçeklesir. Çünkü hafıza, fiilini meydana getirebilmek için, nefsin diğer güçlerine sırasıyla ihtiyaç duyar. Hafıza, mütehayyile ve müfekkire güçleriyle yardımlasarak, sadece daha önce idrâk olunup unutulan objeleri hatırlamakla yetinmez, daha önce hiç idrâk edilmemis seyleri de zihinde canlandırabilir.Hafızanın esyâyı insan nefsine devamlı olarak sunması sebebiyle, insan böylesi bir imkâna sahip olabilir. En mükemmel cüzi bilgi hafızada olusur.Bilgi edinme bakımından hafızanın; rüyâ, kehanet, nübüvvet gibi isimler altında ele alınan ilahî idrâkler hususunda da önemli bir rolü bulunur. Bu tür idrâk anlarında ortak duyu, mütehayyile ve hafıza güçleri beraber çalısırlar.
İbn Rüsd Ortaçağ felsefe ve psikoloji anlayısı çerçevesinde, uyku-uyanıklık ve uzun-kısa ömürlülük gibi konuları bu ilmin altında inceleyip; bunları psikolojide ulasılan sonuçlarla beraber fiziğin teorileriyle açıklar. Rüyâlar konusunda ise filozof, Geçmise, simdiki zamânâ ve geleceğe ait olayların bilgisini rüyâlarda elde edebileceğimiz kanaatindedir. Konu bakımından ise, amelî sanatlar ile cüzî seyler hakkında rüyâlarda bilgi alabileceğimizi kabul eder.
Nazarî bilimlerde ise öğrenim ve akıl yürütmenin anlamsız bir sey haline dönüseceği gerekçesiyle, rüyâlarda bu tür bilgiye ulasmanın son derece uzak ve zor olduğunu bildirir. Nazarî bilimler için gerekli olan ilk öncüller yaratılıs anında verildiği için, insan öğrenim ve akıl yürütmeyle onlara ulasabilir. Onun bu yaklasımı, bilimsel çalısma alanını koruma çabası olarak anlasılmalıdır. Genel olarak o, nazarî bilimlerin rüyâda elde edilemeyeceğini belirtmekle beraber, kapıyı tamamen de kapatmamıstır. Bu kapı, ilâhî idrâklerin çok özel bir sekli olan nübüvvet ve nübüvvetin de çok az bir kısmı için geçerlidir. Eserleri çerçevesinde onun, mutlak anlamda peygamberlerin hiçbir teorik bilgiyi, ilâhî idrâk yoluyla elde edemeyeceğini savunmak oldukça zordur. Epistemolojik açıdan onun bu yaklasımı, duyu ve akıl dısında baska bir bilgi kaynağını da kabul ettiğini açıkça gösterir.
el-Muhtasar fi’n-Nefs, heyûlânî aklın mâhiyetini kesf etmek kaygısıyla, ilk önce akli sûretleri analiz eder. Olus ve bozulusa tâbi olmaları hasebiyle ma‘kullerin bir istidatta var olabilecekleri sonucuna varır Heyulânî aklı, Aristo’nun yazı levhası (tabula rasa)nın kendisiyle açıklamaktan ziyade onda bulunan yazılma istidadı ile açıklar. Faal aklı ise heyûlânî aklın harekete geçiricisi olarak belirler.
Telhîsü Kitâbi’n-Nefs ise heyûlânî aklı maddî sûretlerden bağımsız bir istidat kabul ederken, aynı zamanda Themistius’un yorumunu takip ederek askın bir cevher olarak da görür. Sadece insanda bulunan bu heyûlânî akıl, aynı zamanda ayrık (mufarık) bir cevherle de ittisâl halinde bulunur.
Serhü’l-kebir li Kitâbi’n-Nefs’te ise, heyûlânî akıl konusu daha da merkezi bir noktaya tasınır.Heyûlânî aklın nefsin diğer güçlerinden mutlak anlamda bağımsız kabul edilmesine siddetle karsı çıkar. Külli bilgideki sübjektif ve objektif alan arasında dengeli bir iliski kurmaya çalısır. Konunun zorluğunun farkındadır. Bes duyudan baslayıp hafızada gelinen noktada; insan bireyinin heyûlânî akıl vesilesiyle külli bilgiye ulasmasında hayâlî sûretler ve mânâları üzerindeki ısrarıyla, bilginin tecrübe boyutunu yani sübjektif alanını teminat altına almaya çalısır.