sakarya ilitam İslam Hukuk Usulü 9-14. Haftalar
9. HAFTA
Delâlet Kavramı ve Delalet Yolları
I. Aklî Delâlet
Aklî delâlet, gösteren (dâl) ile gösterilen (medlûl) arasında, ikincisinin bilgisine birincisi aracılığıyla ulaşılmasını mümkün kılan, bir aklî ilişkiyi (zorunluluğu) gerekli kılan delâlet türüdür. Örneğin, irâdî bir hareketin yaşama delâleti ya da bir eserin veya yapıtın onun yapıcısına delâlet etmesi gibi.
II. Tabii Delâlet
Bu delâlet türünde, gösteren (dâl) ile gösterilen (medlûl) arasındaki ilişkiyi belirleyen şey, tabii ya da doğal düzendir. Bu doğal düzen göstergenin iki temel unsuru arasındaki delâlet ilişkisini zorunlu kılmaktadır. Örneğin, insanın ateşinin yükselmesinin onun hastalığına delâlet etmesi, ya da yüz kızarmasının utanmaya delâlet etmesi gibi.
III. Vaz’î Delâlet
Bu üçüncü delâlet türünde ise, gösteren (dâl) ile gösterilen (medlûl) arasındaki ilişkiyi belirleyen unsurlar, insanların dilleri, kültürleri, örf ve adetleridir. Bu delâlet türü ıstılah (uylaşım) yoluyla insanların belirlediği bir delâlet ilişkisidir. Sözcükler, simgeler, işaretler ve resim gibi göstergelerin belli bir anlama delâleti ıstılahî bir delâlet türüdür.
Delâlet
Sözlü Delâlet Sözsüz Delâlet
Aklî Delâlet Tabii Delâlet Vaz‟î Delâlet
Sözlü Vaz’î Delâlet
Örtüşme (Mutâbaka) İçlem (Tazammun) Gereklilik (İltizam)
Mantık ilminde yapılan, şematize etmiş olduğumuz bu sınıflama fıkıh usûlünde de benimsenmektedir. Ancak bundan farklı olarak sözsüz delâlet türü de hukukta geçerli kabul edilmektedir. Bunun kuralsal anlatımını Mecelle‟de görmekteyiz: “Sâkite bir söz isnat olunmaz. Lâkin marazı hacette sükût beyandır”
Lafzın hükme delâleti ise, üç yönüyle gerçekleşebilir. Bunlar lafzın,
1. Siygası ve nazmı;
2. Fehvâ ve mefhûmu;
3. Mânâ ve ma‟kûlü (kıyası içerir)
Burada usûl bilginlerinin lafzın hükme delâletini belirlerken onun nazmı ve mefhûmunu esas alarak yaptıkları sınıflamaları ya da benimsemiş oldukları „anlam teorilerini‟ konu edineceğiz.
IV. Kelâmcılar Ekolünün Delâlet Sınıflaması
Lafzın delâletini, söylenen (mantûk) ve söylenmeyen (mefhûm) olmak üzere ikili bir ayırıma tabi tutan bu ekolün delâlet konusundaki yaklaşımları belirli bir gelişim göstermiştir. İbn Hâcib‟ten sonra bu sınıflama alt ayrımları ile birlikte daha da belirgin hale gelmiştir.
Cüveynî lafızların, delâlet açısından mantûk ve mefhûm olmak üzere ikiye ayrıldığını ve mantûkun da kendi içerisinde nas ve zâhir olarak ikili bir sınıflamaya tabi tutulabileceğini ifade eder.
Şevkânî bu sınıflamayı şöyle ifade eder; “Lafızlar anlamların kalıplarıdır, bazen onların sarih olarak söylenmiş olması (nutk) yönünden, bazen de telvîh olması yönüyle onlardan yararlanılır. Bunlardan ilki mantûk, ikincisi ise mefhûmdur”.
A. Mantûkun Delâleti
Terim olarak mantûk, “söylendiği yerde (mahallü‟n-nutk) lafzın kendisine delâlet ettiği şey” olarak tanımlanabilir. Mantûkun delâleti ise, “lafzın söylendiği alana delâletidir”. Daha teknik ayrıntılı tanımıyla, “lafzın sözde (kelâm) zikredilen ve söylenen (nutika bih) hükme örtüşme (mutâbaka), içlem (tazammun) veya gereklilik (iltizam) yoluyla delâletidir”.
1. Açık (sarih) Mantûk
“Lafzın hükme örtüşme (mutâbaka) ve içlem (tazammun) yoluyla delâletidir ve lafız bu anlam için konulmuştur”. Hanefî usûl ekolünde „nassın ibâresinin‟ delâletine karşılık gelir. „ALLAH alışverişi helal ribâ‟yı haram kıldı‟ (el-Bakara, 275) ayetinde açık mantûku (söylenen) ile nas, alışverişin helal, ribâ‟nın ise haram olduğuna delâlet eder.
2. Açık Olmayan (gayr-i sarih) Mantûk
Gayr-i sarih mantûk ise, “lafzın gereklilik (iltizam) yoluyla hükme delâlet etmesidir ki, lafız bu anlam için gerekli olmuştur (müstelzemdir)”. Bu delâlet türünde lafız o hüküm için konulmamıştır. Ancak, lafzın kendisi için konulmuş olduğu anlam için bu hüküm gereklidir (lâzim). “Onların dinen ve örfen mâkul ölçüler içinde yiyeceğini ve giyeceğini sağlamak, çocuğun babasına aittir”, (el-Bakara, 233) ayetinden çocuğun nesebinin babaya ait oluşu ve çocuğun nafakasını karşılama yükümlülüğünün de babanın olması şeklinde iki hüküm çıkarılır. Ancak metinde geçen lâm lafzı çıkarılan bu iki hüküm için konulmamış olmakla birlikte, burada her iki hüküm ayette nas olarak yer alan hükmün gerektirdiği anlamdır.
B. Mefhûmun Delâleti
Mefhûmun delâleti ise, “lafzın sözde (kelâm) zikredilmeyen ve söylenmeyen hükme delâlet” etmesi olarak tanımlanmaktadır. Mefhûm ise mefhûm-i muvâfakât (düz anlam) ve mefhûm-i muhâlefet (zıt anlam) olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır.
1. Mefhûm-i Muvâfakât (Düz Anlam)
“Sözün (kelâm) bağlam (siyak) ve maksadının delâleti yoluyla söylenenden (mantûk) söylenmemiş olanı anlamaktır”. “Onlara öf deme ve onları azarlama”, (el-İsrâ, 23) ayetinden sövme, dövme ve öldürmenin haramlığının anlaşılması düz anlam (mefhûm-i muvâfakât) yöntemiyle ortaya çıkmaktadır. Yine, yetimlerin mallarının haksız bir biçimde yenilmesini
yasaklayan nastan (en-Nisâ, 10) bu malların itlaf edilmesi ya da helak edilmesinin yasaklanmasının anlaşılması da bu yöntemledir.
2. Mefhûm-i Muhâlefet (Zıt Anlam)
Mefhûm-i muhâlefet, metinde özellikle zikredilen şeyden hareket ederek, ilgili metinde geçen hükmün onun tersi olan durum için geçersiz olduğu yönünde yapılan istidlâldir. Bu türden bir istidlâlin mefhûm olarak adlandırılmasının nedeni çıkarılan hükmün mefhûm olup, söylenene (mantûka) dayanmamasıdır
Şâfiî, Mâlik, Ahmed b. Hanbel, Eşarî ve bir grup kelâm ve usûl bilginlerinin oluşturduğu cumhur bilginler bu istidlâl yöntemini benimsemişlerdir. Diğer yanda Hanefî fıkıh usûlü bilginleri ise bu yöntemi hüküm çıkarmada geçersiz bir yöntem olarak kabul etmişlerdir.
V. Fakihler Ekolünün Delâlet Sınıflaması
Nassın hükme delâleti, salt nassın ibâresi ile değil bunun yanında yine metne bağlı diğer delâlet yolları ile de gerçekleşir. Burada fakihler ekolü olarak adlandırılan Hanefî fıkıh usûlü bilginlerinin delâlet teorilerini ve sınıflamalarını konu edineceğiz. Hanefî usûl bilginlerinin benimsemiş olduğu ibârenin, işaretin, nassın ve iktizânın delâleti şeklinde yapılan bu dörtlü sınıflama, nassın dilsel yönüne bağlı kalınarak yapılan yorumlama yöntemleridir. Nassın hükme delâlet biçimini belirleyerek yapılan bu yorumlamalar, kıyas ve re‟y yoluyla yapılan yorumlamalardan ayrı tutulmuş ve nassın zâhiri ile sabit olan hükümler olarak adlandırılmışlardır. Ayrıca bu delâlet yolları dışında benimsenen naslardan hüküm çıkarma yöntemleri (mefhûm-i muhâlif, mutlakın mukayyede hamli vd.), bu ekolün usûl bilginlerince geçersiz (fâsid) yöntemler olarak değerlendirilmiştir.
A. İbârenin Delâleti
Terminolojide “nassın kendisi için sevkedilmiş olan ve teemmülde bulunmaksızın nassın zâhirinin onu içerdiği bilinen hükme”, nassın ibâresi ile sabit olan hüküm adı verilmektedir. Lafzın (göstergenin) metnin (nassın) sevkedilme amacı olan hükme/anlama delâletini ifade eden “nassın ibâresi ile istidlâl, sözün (kelâm) kendisi için sevkedildiği zâhirle amel etmektir”.
Örneğin, “ALLAH alış verişi helal, ribâyı haram kılmıştır” (el-Bakara, 275) ayeti, ibâresi ile iki hükme delâlet eder. Bunlardan ilki, alış verişin helal, ribâ‟nın ise haram olduğu hükmüdür. İkincisi ise, alış verişle ribâ‟nın aynı şeyler olmadığı yönündeki hükümdür. Nassın ibâresinden çıkarılan ikinci hüküm asıl hükümdür. Birinci hüküm, aslen kastedilen ikinci hükme tabi olarak gelmiştir. Nassın her iki hükme delâleti „ibârenin delaletidir.‟
Hanefî ekolün nassın ibâresi olarak adlandırdığı bu delâlet türünü kelâmcı usûl bilginleri sarih mantûk (açık söylenen) olarak isimlendirmektedirler.
B. İşâretin Delâleti
Hanefî usûl bilginlerinden Serahsî işâretin delâletini, “nassın kendisi için sevk edilmemiş olduğu, ancak lafzın anlamının ziyade ve noksansız olarak teemmül ile bilinebildiği ve belâğî yönün kendisi ile tamam olduğu ve îcâzın ortaya çıktığı” delâlet türü olarak tanımlamaktadır.
İşâretin delâleti ile sabit olan bir hüküm nazmıyla/lafızla sabit olur ve sözün (kelâm) sevk edilişi onun için değildir. “Onların makûl ölçüler içinde yiyeceğini ve giyeceğini sağlamak çocuğun babasına aittir”, (el-Bakara, 233) annenin nafakasını karşılama yükümlülüğünü belirtmek amacıyla sevk edilmiş olan nassın işâreti yoluyla, nesep konusunda bir başkası ile ortaklığı olmaması hasebiyle, çocuğun nafakasından yalnızca ve tek başına babanın yükümlü olduğu hükmü çıkarılır
C. Nassın Delâleti
Fıkıh usûlü terminolojisinde fahve‟l-hitâb, fahve‟l-lafz olarak da adlandırılan bu delâlet türü, kelâm ekolü usûl bilginlerinin delâlet sınıflamalarındaki mefhûm-i muvâfakâta karşılık gelmektedir.
Nassın delâleti ile sabit olan hüküm, “re‟y ile istinbâtta bulunmaksızın, dile bağlı olarak nazmın anlamı ile sabit olan hükümdür”. Pezdevî, bu delâlet türünü, “ictihadî ve istinbâtî açıdan değil de dilsel açıdan nassın anlamı ile sabit olan” hükmün delâleti olarak kabul etmektedir. Pezdevî‟nin usûlüne yazmış olduğu şerhinde Buhârî ise nassın delâletini, “kelâmın siyâkı ve maksadı ile söylenmiş olandan (mantûk) hareketle söylenmemiş (gayr-i mantûk) olanı anlamak” şeklinde tanımlamaktadır.
D. İktizânın Delâleti
Hanefî usûl terminolojisinde iktizânın delâleti, “Kendisi olmadan nasla amel etme imkanı olmayan ve nassın bir hüküm ifade edebilmesi için nasta belirtilen şey üzerinde (mansûs aleyh) takdir edilmesi gerekli olan fazlalık” olarak tanımlanmaktadır.
Gazzâlî, iktizâyı, “lafzın delâlet etmediği, doğrudan söylenmiş (mantûk bih) olmayan, ancak lafzın zaruretinden kaynaklanan bir delâlet türüdür”, şeklinde tanımlar. Lafız için bu zorunluluk ise şu durumlarda söz konusu olmaktadır;
Sözü söyleyenin doğruluğunun kabul edilebilmesi için böyle bir iktizânın zorunlu olması durumunda,
Lafızla belirtilen hükmün ancak hukukî anlamda (şer‟an) varlık kazanabilmesi böyle bir iktizâyı gerektirdiği durumda,
Yine lafızla belirtilen hükmün aklî anlamda (aklen) var olabilmesi böyle bir iktizâyı gerektirdiği durumlarda, lafız için bu zorunluluk ortaya çıkmaktadır.
“Ümmetimden hata, unutma ve zorlandıkları söz ve fiiller kaldırılmıştır” (İbn Mâce, Talâk, 16) hadisinin zâhirinden anlaşılan, hata, unutma ve zorlanma gibi durumların ümmet için vâkî olmadığıdır. Ancak metnin zâhirinden çıkarılan bu anlam vâkıayla/gerçeklik ile örtüşmediği için, metnin doğru anlamının ortaya çıkarılması amacıyla bir lafzın takdiri zorunludur. Bu hadis örneğinde ise günah (ism) lafzının takdiri zorunludur.