Büyüklerin çilelerinin arkasındaki sır
[B]Şaban DÖĞEN
Büyüklerin çilelerinin arkasındaki sır
İMAM-I Rabbânî’nin talebelerinden biri Acin’de ticaret maksadıyla bulunuyordu. Tam o esnada İmam-ı Rabbanî’nin Sultan tarafından hapse atıldığını duydu. Üzülmüştü. Yakın dostu Can Muhammed üzüntüsünü görünce sebebini sordu. Öğrendiğinde, “Merak etme. Ben bunun sebebini öğrenip sana bildiririm” deyip ayrıldı.
Herkesin bir haber alma tarzı vardır ya, bu maneviyât ehli de haberleşme imkânlarının çok zor şartlarda yapıldığı o günlerde telefonla görüşür veya canlı yayında konuşurcasına kendine has bir yolu tercih etti. Hemen kaylûle uykusuna yattı. Rüyasında İmam-ı Rabbanî Hazretlerini görmüştü. Hapse atıldığı haberinin doğru olup olmadığını sormuş, doğru olduğunu öğrenince de sebebini öğrenmek istemiş, o mâneviyat sultanı da şu cevabı vermişti:
“Allah’ın cemâlî ve celâlî tecellîleri vardır. Şimdiye kadar Rabbim beni cemâliyle okşayarak terbiye edegeldi. Belli bir makama getirdi. Üzerimde daha çok makam ve mertebeler vardı. Ancak bunlara ulaşabilmem için celâlî tecellîlerden de geçmem gerekiyordu. Zulmen hapse atılmamdaki sır işte budur.”
Can Muhammed gördüklerini aynen arkadaşına anlatmıştı.
Kâinattaki her şey ya bizzat güzeldi veya sonuçları itibariyle güzeldi. Musibetlere de sonuçları itibariyle bakmak gerekiyordu.
İnsanlar zulmedebilirdi, fakat kader hikmet ve adalet gereği kulu mûsibet makaslarıyla budayıp sabır ve şükre yöneltip belli noktalara getirmek isterdi. Rahmeti sonsuz Allah elbette kullarına zulmetmezdi. Mânen yükseltmek için bazen hikmeti gereği musibetlerle imtihan ederdi.
Bazan bazı şahıslarda belâ belâ değil, bir lütf-u İlâhî olurdu.
Sonra her mûsibetin bir nimet tarafı vardı. Bazan saadetten felâket çıktığı gibi felâketten de saadet çıkabilir, bazan mûsibet mükâfatın başlangıcı olabilirdi.
Hz. Yusuf’un (as) haksız yere zindana atılmasında olduğu gibi. Mısır’ın sultanlığına giden yol oradan geçmekteydi.
Görünürdeki mûsibetler altında ve neticesinde inayet-i İlâhiyenin çok tatlı neticelerini görmek lâzımdı. Sonra en büyük saadetler büyük ve acı felâketlerin sonucu değil miydi?
Bütün bunlar iman gözlüğüyle batkıldığında görülebilirdi. Yoksa İmam-ı Azam, Ahmed bin Hanbel, İmam-ı Rabbanî, Bediüzzaman gibi İslâm büyüklerinin maruz kaldıkları mûsibetler nasıl izah edilebilirdi?
Demek makam ve mertebelerin yükselmesi için hikmet-i İlâhiye gereği bazen mûsibetler de gerekebiliyor.