Konu Başlıkları: Ustasız Olmuyor
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 19 Ağustos 2008, 04:26   Mesaj No:1

A.LEVENT

Medineweb Acemi Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:A.LEVENT isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 3128
Üyelik T.: 17 Ağustos 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 11
Konular: 10
Beğenildi:0
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Ustasız Olmuyor

Ustasız Olmuyor

Gece yolcularının yolculuk vakti geldi yine….
Geceyi seviyorum be Dostlar….
Dışarıda 18 bin alem, içeride ben… Varlık aleminde sanki iki kişiyiz… 18 bin alem, her dem iç içeyiz….

Lambalar yanıyor, hafif ve sarı;
Her yatak dopdolu, bir yatak bomboş.
Bir neşe şarkısı tutturur gider…


Gece yolcusunun iki yoldaşı vardır: Musiki ve çay…
Musiki benim katalizörüm…. Tepkimemi artırıyor…
Üstad ne güzel buyurmuş:

“Sanki kâinat, İlâhi bir musiki dairesidir. Türlü türlü avazlarla, çeşit çeşit terennümatla kalblere hüzünleri ve Rabbâni aşkları intıba ettirmekle kalbleri, ruhları nurani âlemlere götürür, pek garip misali levhaları göstermekle, o ruhları ve kalbleri lezzetlere, zevklere garkeder.”

ÇAY !!!… Aşıkların işreti… Muhabbet ehlinin badesi...
Ne zaman çay bahsi söz konusu olsa, aklıma hemen şu mısralar gelir:

Ne kadar mağrur dursa da
Bardağın önünde eğilir çaydanlık.
Öyleyse bu tekebbür niye,
Bu kibir, bu gurur niçin?
Mütevazı ol, hatta bir adım bile
Geçme gurur kapısından.
Bardağı insan bunun için
Öper daima alnından.


Bu gece çok bardak öpeceğiz anlaşılan…
Demem o ki !!!... Gecenin müthiş bir motive edici gücü var….
Hangi konuda mı?
Tabii ki, yazma konusunda…. Yazmak dedim ya !... Siz bunu düşünmek ya da tefekkür etmek olarak anlayınız….
Bana göre yazmak, gerçek anlamda düşünmek ya da tefekkür etmek demektir. Düşünmek ya da tefekkür etmek, gözleri tavana çivileyip melül melül bakmakla olmuyor…. Yazmakla insan adeta kendi sınırlarını zorluyor….. Yazmak için okumak, hem de çok okumak gerek…. İlim sahibi olmadan fikir sahibi olmaya kalkan, yalnızca kibir sahibi oluyor …
Değerli bir Hocam, günde en az 100 sayfa okumayan insan zarardadır demişti….. Bu sözü hiç aklımdan çıkmaz…. Bir de konfüçyüs’ün “Tanrım bana içi kitap dolu bir ev ve içi çiçek dolu bir bahçe ver” sözü….

GÖNÜL KARDEŞLERİM !!!...

Gecenin zifiri artınca düşünce de koyulaşıyor sanki….
Hani Üstadın bir sözü vardı… Yanılmıyorsam şöyle idi:

“Bir şey haddini aşarsa zıddına inkılab eder…”

Gecenin zifiri de haddini aşınca kör gözlerim iğneden ipliği geçiriyor.
Gözlerim göz değil, GÖZİSTAN…. Gönlüm gül değil GÜLİSTAN….

Aklın ucu değer hiçe
Yol ararım içten içe
Kainat uyur sessizce
Ben hep seni düşünürüm…


Okumak, araştırmak… müzakere etmek… tefekkür eylemek ve sonra tabir caiz ise, döktürmek…. Ne keyif verici bir meşgale…. Ne muhteşem bir haz… Her dem yeniden doğuş, yeniden duyuş, yeniden diriliş …
Ancak, iç yolculuğa çıkılmadan yapılan salt okuma; bazen ve bazıları için geride “EKSİ BAKİYE” bırakabiliyor…
BEYAZ namlı KARA gölgeler, zaman zaman “revolver”lerini çekip tüm “Muhammedi”leri tek kurşunla bir bedende vurmaya kalkıyorlar; bazen de, heybelerinden çıkardıkları “fısk-u fücur” nevalesini “sebil” dağıtıyorlar…..
Muhterem büyüğümün dediği gibi;

Fetvâcıya bakarsan : “Okul zindan olmalı”
Evlâdımın hakları: “Yerle yeksân olmalı”
Develer çölde kaldı, kuzular kurda teslim,
Tavuğa güç mü yeter, serçe kurban olmalı...


Peki !... “EKSİ BAKİYE”den kurtulmak için ne yapmak gerek?
Elbette YOL aramak gerek….
IŞILAK Abimizin ışıl ışıl söylediği gibi;

İbretin olsun dünün
Hakkını ver bugünün
Belki yarın son günün
Geçen gün ömürdendir

Gönül akıla şaştı
Hatalar doldu taştı
Hesap günü yaklaştı
Geçen gün ömürdendir

Biliniz ki, "Hayatı kaybetmekten daha acı bir şey vardır: Yaşamın manasını kaybetmek!" Manayı kaybedenler MAŞUK’u da kaybetmiştir. Bundan daha büyük bir yıkım olabilir mi?...

“Leylâ” diye, cinnet geçiren çöldeki dîvâneye bakmam.
Mestânesi bî gâne ise, öylesi meyhâneye bakmam.
Cânım sana kurbandır efendim, ne olur bendeni şâd et,
Ey şâh-ı cihân ! Yoksan eğer, cennet-i şâhâneye bakmam...


Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Başkasının dünyası adına kendi ahiretinin kaybına sebep olan kimse kıyamet günü ALLAH katında insanların en kötülerindendir.” (Kuzai/müsned- şihab/s.48)
Bu sözü işitip de titremeyecek bir mümin yüreği düşünemiyorum.
Evet, geçen gün ömürdendir gerçekten…. Adem cinsinin en çok yanıldığı şey…. ZAMAN !!!…
Bazı medeni geçinen medeniyetsizler ve de “ademi memleketsizler” için “TIME is MONEY”dir yalnızca….
BUT !!!…
“TIME is not MONEY…”
Peki nedir ZAMAN?...
Ne olduğu kelimenin kendisinde gizli…. Hayır hayır gizli değil, besbelli…. Hani hep söyleriz ya !!...
Görenedir görene, köre nedir köre ne!!!...
“ZAMAN…”
Hadi bir ipucu…. Bu kelimeyi sağdan sola doğru okuyanlar mutlu sona ulaşacaklardır !!...
Buldun sen onu !!!...
ZamaN en büyük yükseliştir, zaman en büyük yakarıştır, zaman en büyük varıştır, zaman en büyük saflaşmadır….
ZamaN boylu boyunca DİRİLİŞTİR….

Üstü çizilmiş ve hasar görmüştü ve bu yüzden müzayedeci pek değmediğini düşündü. Zaman tüketmenin bu eski keman için ama yine de gülümseyerek başladı..
"Evet, arttırmaya başlıyoruz, baylar bayanlar !!" diye bağırdı.
"Kim arttırmaya başlamak istiyor"
"Bir dolar, iki dolar…iki !! sadece iki dolar mı?”
"İki dolar, kim üç yapıyor?..."
"Üç dolar, üç dolar, üç dolara gidiyor…."
Ama o anda arka sıralardan gri saçlı bir adam öne doğru ilerlemeye başladı ve yayı eline aldı. Sonra kemanın tozunu silkeledi. Hoş ve basit bir melodi tıngırdattı.
Müzik yavaş yavaş azalınca müzayedeci sakin ve alçak bir ses tonuyla;
"Eski kemana en son ne vermiştik?..."
Kemanı ve yayı eline aldı ve yukarı kaldırdı.
"Bin dolar. Kim iki yapıyor ?..."
"İki bin verildi… Kim üç yapıyor?..."
"Üç bin, üç bin, üç bin…
Ve artıyor, artıyor…" diye bağırdı.
İnsanlar gülmeye başladılar, bazıları ise çığlık atıyorlardı….
"Pek anlayamadık, bu kemanın değeri nasıl birden bire artıverdi ?..."
Cevap anında geldi:
"USTANIN ELLERİ DEĞDİ DE ONDAN"

Okumak, araştırmak… müzakere etmek… tefekkür eylemek…. Gerçekten keyif verici şeylerdir…. Keyiften de öte, insana anlam kazandıran birer basamaktırlar.
Ama ille de USTASIZ olmuyor be abiler ablalar !!!….
Ulülazim bir GÜNEŞİN yörüngesine oturup cazibesine kapılmak gerek ….
“EKSİ BAKİYE”den kurtulmak için; "USTANIN ELLERİNİN DEĞMESİ GEREK !!!.. "
Vakta ki, Doğu illerinden birinde “Seyda” ismiyle maruf çok büyük bir Alim zat varmış. Bilindiği üzere, Şark vilayetlerinde alimlerin büyüklerine “Seyda” denilir; “Üstad” demektir. Büyük Mürşidlerden Gavs-ı Azam Seyyid Abdülhakim Hüseyni (k.s.a.) Hazretlerinin de Abdülcelil isminde bir müridi varmış. Abdülcelil vakti zamanında büyük bir eşkıya reisi iken tövbe edip Gavs Hazretlerine mürid olmuş. Geçimini de ayakkabı imal ederek temin etmeye başlamış.
Büyük Alim zat (Seyda), Abdülcelile üç çift ayakkabı ısmarlamış ve bir şart koşmuş:
- “Bir hafta sonra bir düğünümüz var, şayet düğüne yetiştirirsen bu ayakkabıları alırım” demiş. Abdülcelil de;
- “Seyda!! Benim de bir şartım var. Birlikte Gavs Hazretlerini ziyarete gidersek ayakkabılarını düğüne yetiştiririm” demiş.
Seyda kabul etmiş ve birlikte Gavs Hazretlerinin dergahına gitmişler. Gavs Hazretleri Seydayı yani büyük Alim zatı misafirlerin ağırlandığı Divana buyur etmiş.
- “Siz istirahat buyurun, biraz sonra geleceğim.” demiş.
Bir müddet geçtikten sonra Divana yemek gelmiş. Tepsinin içinde bal, yoğurt, peynir ve çay varmış.
Alim zat, Gavs Hazretlerinin müridi Abdülcelile;
- “Sizin Şeyhiniz her gün bal çıkar mı?” diye sormuş. Abdülcelil de;
- “Çok ender çıkarır, bana hiç çıkarmadı.” demiş. Alim zat;
- “Bugün niye çıktı ?” diye sormuş. Abdülcelil de;
- “Bal ve peynir size; olsa olsa yoğurt da bana çıkmıştır.” diye cevaplamış. Alim zat;
- “Anladım.” demiş.
Biraz sonra Gavs Hazretleri Divana gelmiş. Ayağa kalkıp hürmet etmişler. Gavs Hazretleri Alim zata nasihate başlamış.
- “Hoca Seyda!”
- “Buyurun efendim!”
- “Hocam şu dut ağacıdır ! (bahçedeki dut ağacına işaretle)”
- “Evet efendim!”
Gavs Hazretleri şöyle devam etmiş:
- “Allahın işine bak ki, meyvesini şu kadar, yaprağını da bu kadar yapmış. Keşke yaprağı meyve olsaydı da, meyvesi de yaprak; elimize alınca kocaman bir dut yerdik.”
Alim zat cevap vermiş.
- “Allahın hikmetinden sual olmaz efendim, Mevlam öyle dilemiş.”
Gavs Hazretleri bir daha sormuş, Alim zat yine aynı cevabı vermiş…
Gavs Hazretleri, Alim zata ikinci suali sormuş.
- “Bir adam elinde bir dut çubuğu getirse, o çubuk da yüksek kalitede olsa ve bununla aşı yapsa ve aşı da tutsa; ağcın ahlakı, adabı değişir mi değişmez mi?”
- “Değişir efendim!”
Bu cevabın ardından Alim zat, Gavs Hazretlerinin elini tutmuş ve hemen ders almış.
Netice olarak, Hoca, Gavs Hazretlerine bir dutla teslim olmuş. Abdülcelil, Hocaya sormuş;
- “Hoca! Allah biliyor şu balı niye sordun, şu dut ne anlattı ?… Ne oldu da Gavs Hazretlerinden ders aldın?”
Hoca cevap vermiş.
- “Ben her sabah üç kaşık bal yerdim… Sen beni Dergaha sabah erkenden getirdin…. Bu kamil bir Şeyh ise, balımı bana göndersin dedim, bal geldi… Ben insanın fıtratında ilim ve akıl var, bunlarla terbiye olur, şeyhe ne lüzum var diyordum; inkar etmiyordum amma, akıl ile bulunur diyordum… Bu Zat benim bu düşüncemi çürüttü… Terbiye gören ağacın Allah (C.C.) ahlakını değiştiriyor; Hoca sen de terbiye görsen, sana da güzel bir aşı yapılsa, sende marifet, muhabbet dutu biter demeye getiriyor… Yani, biz Allahın aşıcısıyız, gafil gönüllere muhabbet aşılarız demek istiyor…. Daha ne desin! Ben dersimi aldım, illa ki, bu aşıyı olmak lazım.”
-------------------
Evet Dostlar !!!... Ağaca aşı nasıl olur bilirsiniz!!!... Ağacın gövdesini kesip kalın çubuğu içine kakarlar, etrafını çamurla sıvayıp iple bağlarlar… Mesela, bir badem ağacının bir koluna kayısı, öbür koluna şeftali aşısı yapılsa, Allahın kudretiyle ikisi de tutsa; meyve zamanı geldiğinde bir kökten üç ayrı cinste meyve alırsınız. İşte Tasavvuf; İslamın özüyle, hakikatiyle “beni ademe” gövdesinde çeşitli meyveler verdirir; muhabbet eker, marifet eker, hidayete vesile kılar….

USTANIN ELLERİ İŞTE BÖYLE BİR ŞEY…
AAAHH!!!... ÖZLEDİM…. ÖZLEDİM…. Hem de çok ÖZLEDİM….
Uzak diyarlardaki mahzun bakışlı YARİMİ ÖZLEDİM….

Hasretinden ağlarım hep, bir sefer güldür beni.
Kan-revân oldum dikenden, inciten güldür beni.
Ey ! güzellik meşherinde eşsiz emsâlsiz güzel,
Kirpiğin sal, vur yürekten, bin sefer öldür beni.


Dünyanın en ünlü kalp doktoru De Bakey'in arabası bozulmuş, arabasını tamire götürmüş. Tamirci arabanın kaputunu açmış ve De Bakey'e dönerek: "Size bir şey soracağım, neredeyse ben ve siz aynı işleri yapıyoruz. Mesela ben şimdi itina ile kaputu açacağım bir bakışta problemin nerde olduğunu anlayacağım, kapakçıkları temizleyeceğim, gerekirse kabloları, motor yağını değiştireceğim, hatta çok gerekli ise motoru çıkarıp yerine yenisini takacağım!!. Söylesenize, nasıl oluyor da siz milyon dolarlar kazanıyorsunuz ama ben meteliğe kurşun atıyorum?"
Bunun üzerine De Bakey tamircinin kulağına eğilmiş ve şöyle demiş:

"BUNLARIN HEPSİNİ MOTOR ÇALIŞIYORKEN YAPMAYI DENESENİZE!!!"

USTANIN SANATI İŞTE BÖYLE BİR ŞEY …..

Bir yük ki ölçü bilmez, sensiz geçen her ânım.
Sultanım efendim, aşkınla yandı cânım.
Yaksın ateş serâpâ, aşkınla dil tutuşsun,
Bitmez – tükenmez olsun tâ haşre dek fiğânım...


Sokaktan geçerken Yusuf’un yüzünün nuru o civarda bulunan köşklerin, evlerin pencerelerinden, kafeslerinden içeriye vurur, düşerdi.
Köşklerde bulunanlar:
“Belli ki Yusuf gezmeye çıktı, şimdi buradan geçiyor!” derlerdi.
Köşede bucakta oturanlar da duvarlarda ışıklar, parıltılar görünce, Yusuf’un oradan geçtiğini anlarlardı.
Yusuf’un geçtiği sokağa penceresi bulunan ev, onun oradan geçişinden şereflenir, nurlanırdı.
Ey Yolcu !!!.. Aklını başına al da evinin penceresini Yusuf’un geçtiği sokağa aç; ve pencerenin önüne oturup onu seyret !!!...
Âşık olmak demek, nur gelen tarafa pencere açmaktır. Çünkü gönül, gerçek dostun yüzü ile aydınlanır, nurlanır.

USTANIN CEMALİ İŞTE BÖYLE BİR ŞEY …..

Eşikten bağlı zencîrim çözülmez bâğ-u bend olsun.
Yerim- yurdum kapındır, başka bir dârım- diyârım yok.
Kapından kovma kıtmîri, izin ver haşre dek yatsın,
Kerem kıl sızlanıp dursun: O halden başka vârım yok.


Dinlenme odasındaki akademik personele 2 x 2'yi sorduk:
Mühendis sürgülü cetvelini çıkararak hesapladı, "3,99."
Fizikçi, "3,98 ile 4,02 arasında bir yerde."
Matematikçi, "cevabı bilmiyorum, ama bir şeye eşit olduğunu kanıtlayabilirim."
Bilgisayar mühendisi, "10. iterasyonda 3,99999998."
Kimyacı 2 numaralı elementin helyum olduğunu göz önüne alarak proton devri denen reaksiyon zincirinin son halkasını yazdı: “3He + 3He ® 4He + 2p + 13.0 MeV enerji.”
Felsefeci sordu: "2 kere 2 epistemolojik, ontolojik, etik ve metafizik olarak ne anlama gelir?"
Mantıkçı çarpma işlemini sembolik mantığın "ve" bağlacı olarak gördü ve doğruluk tablosu hazırladı: "doğru, yanlış, yanlış, yanlış."
Muhasebeci kapıyı ve pencereleri kapatıp sordu: "Kaç etmesini istiyorsunuz?"
Ressamımız bir sürrealist idi ve "balık" dedi.
Sosyolog, tarihsel diyalektik ilkesi gereği 2 ile 2'nin çarpışamayacağını, ancak 2'nin antitezi ile çarpışabileceğini ve sadece bu şekilde bir sentezin ortaya çıkabileceğini bildirdi.
Psikolog bunun bir bölünmüş kişilik sonucu kişilik çatışması olduğunu belirterek "şizofreni" dedi.

USTASIZLIK İŞTE BÖYLE BİR ŞEY !!!...

Kimi gülistanda gonca gül olur
Kimi gonca güle har olur gider
Kimi Ahmet seni uzaktan tanır
Kimi yaklaşır da kör olur gider…


AŞKINIZ CEMAL, CEMALİNİZ NUR, NURUNUZ AYN OLSUN !!!

Ahmet Levent, 21.10.2007

Not: Mısralar sahiplerine aittir.
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi A.LEVENT 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Doğru, Allah'a Gider Makale ve Köşe Yazıları A.LEVENT 0 2129 19 Ekim 2008 15:27
Deliliğe Methiye Makale ve Köşe Yazıları Mihrinaz 2 2035 14 Eylül 2008 16:13
Üç üzüm tanesi Makale ve Köşe Yazıları A.LEVENT 0 1825 01 Eylül 2008 23:36
Ruhları Doyurmak Makale ve Köşe Yazıları A.LEVENT 0 1665 28 Ağustos 2008 00:41
Çeşitleme Makale ve Köşe Yazıları A.LEVENT 0 1361 25 Ağustos 2008 12:21