Selamı Kısaltmayalım
Geçen gün bir elektronik mektup aldım dostumdan.
Şöyle başlıyordu “sa böyle kısaltılıyordu herhalde güzelim selamımız...”
Ben de cevaben yazdığım mektuba şöyle başladım:
“Aleyküm selam, ben güzelim selamımızı kısaltmamayı tercih ediyorum.
Daha doğrusu hiç bir şeyi kısaltmıyorum. Ne anlamı var ki, sanki selamı kısaltarak hayatı uzatabilecek miyiz?”
Sonra o an, düşünmeden yazdığım bu cümlenin aslında önemli bir gerçeğin altını çizdiğini fark ettim. Önemli bir gerçek dediğim önemli bir soru aynı zamanda.
Selamı kısaltmak hayatı uzatır mı? Bir de bu sorunun uzantısı diyebileceğimiz sorular var sonra.
İnsan selamdan tasarruf edilerek uzatılan bir ömrün uzatmalarını nasıl değerlendirir acaba?
Ya da “Selamı yaymak” tavsiye edilmişken, selamı kısaltarak kazandığımız vakitlerde neyi yayıyoruz?
Bir zamanlar meşhur bir Çin hikayesi okumuştum. Oldukça derin bir mevzu aslında ama ilk bakışta bir fıkra gibi değerlendirilmesi de mümkün. Şu an nerede okuduğumu hatırlamıyorum. İnşallah bir gazetenin fıkra köşesinde okumamışımdır.
Genç Çinli, heyecanla yaşlı Çinliye anlatıyor:
- Duydun mu yeni bir araba icat etmişler.
- ...
- Kömürle çalışıyormuş.
- ...
- Yaylar üzerinde su gibi akıyormuş.
- ...
- Eskiden üç ayda aldığımız yolu artık üç günde alacağız.
- Eskiden doksan günde gittiğin yere artık üç günde mi gideceksin yani?
- Evet.
- Peki, kalan seksen yedi günde ne yapacaksın?
Mühim olan doksan günlük yolu üç güne indirebilmek değil demek ki. Bunu yaparken geri kalan seksen yedi günü de kazanç hanesine yazabilmenin yolunu bulmak lâzım.
Çünkü eşyanın tabiatı gereği bu alemde boşluğa yer yoktur. Ötesini bilemeyiz zaten. Bir şeyi boşaltmayı düşünüyorsan – zaman olsun, mekan olsun farketmez – nasıl dolduracağını da düşünmelisin.
Ve de vakit fevt etmeden hemen doldurmalısın.
Boşluklarımız biz doldurmasak da boş kalmaz zira.
Su uyur düşman uyumaz. Nefsin ve şeytanın karanlık orduları gözlerini dört açmışlar, bekliyorlar.
Bir rivayette, Adem’e can verilmeden İblis gelmiş, ağzından girmiş içinde dolaşıp burnundan çıkmış deniliyor. Sonra da şöyle demiş. Ben bunun içinde rahatça dolaşırım. Çok boşluğu var.
O kadar çok ki boşluğumuz. Zaaflarımız, öfkelerimiz, arzularımız o kadar çok ki...
Bize Allah’ı hatırlatan arkadaşlarımızla doldurmasak o boşluğu, sohbet-i cananla doldurmasak, o boşluk kim bilir neyle dolacak.
Allah dostunun mektuplarını okuyorum geçenlerde, muhatabına göre selamlarla başlıyor mektuplara.
Hele biri var ki “Es-Selamü aleyküm ve rahmetullahi ve berakâtühü bi adedi dekaikü’l-eyyâmü’l-firak” diyor.
Ayrılık günlerinin dakikaları adedince Allah’ın selamı rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
Selamı yaymakken vazifemiz, “selam ülkesi olan cennet”e ulaşmakken arzumuz, orada ne boş bir söz, ne de günaha sokan bir lâf işitilmeyeceğini, işitilen sözün hep “Selam! Selam!” olacağı bildirilmişken bir de, ne olur biz de yayabildiğimiz kadar yaysak “selam”ı, selamlaşmalarımızı uzatabildiğimiz kadar uzatsak ne olur.
Yerine daha güzel, daha hayırlı bir şey ikame edemeyeceksek, selamı kısaltmanın manası ne ola ki?!
*
Ayrılık günlerinin dakikaları adedince Allah’ın selamı rahmeti ve bereketi üzerine olsun, aziz dostum.
Beraber içtiğimiz çayların damlaları adedince, uçuşlarını beraber seyrettiğimiz martıların kanat çırpışları adedince, boğaz vapurlarının suda çıkardığı ak köpükler adedince, vapurlardan kuşlara atılan simitlerin susamları adedince selam üzerine olsun.
Selamlarımızla çalalım ezel ebed Selam olanın kapısını.
Selamlarımız çoğalsın, onun silminin içimizi dışımızı doldurmasına, boşluk kalmayacak şekilde doldurmasına vesile olsun.