Abdest/Gusül / Teyemmüm
Tanımı ve Mahiyeti
Dilimizde yaygın olarak kullanılan “abdest” kelimesi Farsça âb (su) ve dest
(el) kelimelerinden oluşmakta ve “el suyu” anlamına gelmektedir. Arapça
karşılığı, “vudû” olup güzellik, parlaklık ve temizlik anlamına gelmektedir.
Fıkıh terimi olarak abdest, belirli uzuvları usûlüne uygun olarak su ile yıkamak
ve bazılarını da ıslak el ile meshetmekten ibaret bir ibadet temizliğidir.
Fıkıhta abdeste tahâret-i suğrâ (küçük temizlik) da denilir.
Abdest, maddi, hükmi ve manevi temizlik bakımından önemli olan bir
ibadettir. Maddi bakımdan, bedenin en çok kirlenen ve mikroplarla temas
eden uzuvlarının belli aralıklarla yıkanmasını sağlar. Hükmi temizlik yolu
olarak dinin kirlilik olarak kabul ettiği ve namaz, Kâbe’yi tavaf gibi bazı
ibadetlere engel saydığı hades durumunu ortadan kaldıran yollardan biridir.
Manevi temizlik açısından ise abdest aynı zamanda bir ibadet olduğu için
insanın manen de temiz olmasına vesiledir. Bu sebeple Hz. Peygamber’in
abdest almaya ve abdestli kalmaya çok önem verdiği bilinmektedir. Onun
abdestin faziletine dair bir hadisi şöyledir: “Kim emrolunduğu gibi abdest alır
ve emrolunduğu gibi namaz kılarsa geçmiş günahları bağışlanır” (Buharî,
“Vudû”, 28).
Abdestle ilgili olarak Kur’ân’da şöyle buyurulur: “Ey iman edenler!
Namaz kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi
yıkayın, başlarınızı meshedip, topuklara kadar ayaklarınızı yıkayın. Eğer
cünüp oldunuz ise, boy abdesti alın. Hasta yahut yolculuk halinde
bulunursanız, yahut biriniz tuvaletten gelirse, yahut da kadınlara
dokunmuşsanız (cinsel birleşmede bulunmuşsanız) ve bu hallerde su
bulamamışsanız temiz toprakla teyemmüm edin de yüzünüzü ve (dirseklere
kadar) ellerinizi onunla meshedin. Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak
istemez; fakat sizi tertemiz kılmak ve size (ihsan ettiği) nimetini tamamlamak
ister; umulur ki şükredersiniz” (el-Mâide, 5/6).
Hz. Peygamber de hem fiili olarak abdestin nasıl alınacağını göstermiş
hem de abdestsiz olarak kılınacak hiçbir namazın Allah katında makbul
olmayacağını bildirmiştir (Buharî, “Vudû”, 2)