Durumu: Medine No : 13301 Üyelik T.:
04 Şubat 2011 Arkadaşları:5 Cinsiyet:erkek Yaş:38 Mesaj:
4.833 Konular:
926 Beğenildi:342 Beğendi:0 Takdirleri:62 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | âhâd haberler âhâd haberler 1. Ahâdın Lügat ve Istılah Manâsı Âhâd, lugatta, "bir" manâsına gelen ve bir şeyin sayısına delâlet eden ahad veya vâhıd'in çoğuludur. Istılahta ise, tevatür derecesine ulaşmayan, veya mütevâtir olmayan haberlere verilmiş bir isim olarak kullanılır ve meselâ haberu'l-vâhıd (bir kişinin haberi) denir ve bir kişi tarafından rivayet edilen haber kasdedilir. Haber-i âhâd da birer kişi tarafından rivayet edilen haberlerdir. îmam eş-Şâfi'î (Ö. 204)'nin haber-i hâssa da dediği haber-i vâhıd tabiri, ilk asırlar içinde yalnız bir kişinin rivayet ettiği haberler hakkında kullanılmıştır. Nitekim eş-Şâfi'î, bu çeşit haberleri tarif ederken "Hazreti Peygambere, yahut ondan sonraki bir şahsa müntehi olana kadar bir kişinin bir kişiden rivayet ettiği haberdir." demiş; bu haberlerin dînde hüccet olarak kullanılabileceğini isbat hususunda da, Hazreti Peygamberin hayatında bir kişinin haberi ile ilgili tatbikattan örnekler vermiştir. Ancak daha sonraki devirlerde ve özellikle usûl kitaplarının tedvîn edildiği asırlarda, haber-i âhâd anlayışında önemli sayılabilecek bir değişiklik olmuş ve bu tabir, yalnız bir kişinin bir kişiden rivayet ettiği haberler hakkında değil, fakat iki kişinin iki kişiden, üç kişinin ve hattâ üçün üstünde kişilerin üç veya daha fazla kişilerden rivayet ettikleri haberler hakkında kullanılmıştır. Şu şartla ki, üçün üstündeki kişilerin, her tabakada, mütevâtirin şartı olan kalabalıktan daha az olması lâzımdır. Bazı tabakalarda az olmasa bile, diğer bazı tabakalarda mütevâtirin şartı olan kalabalığa erişmemiş olması dolayısıyle haber, yine âhâd haberlerden sayılır. Nitekim usûl kitaplarında, haberler, onları rivayet edenlerin sayılarına göre, önce iki kısma taksim edilmiş, bir kısmına mütevâtir, diğer kısmına da âhâd denilmiştir. Daha sonra âhâd haberler de, meşhur, azîz ve garîb olmak üzere üç kısımda mütalâ edilmişlerdir. Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, mütevâtir haberler, bunları işiten kimseler için ilm-i yakın, veya ilm-i zarurî ifade ettikleri halde, âhâd haberler, ilm-i nazarî ifade ederler. Kelimelerin delâlet ettikleri manâ göz Önünde bulundurulacak olursa, ilm4 nazarî (el-ılmu'n-nazarî), inceleme ve araştırma yolu ile insanda hâsıl olan ilim veya bilgi manâsına gelir. Hadîs ıstılahında ise, haberlerin, haber verdikleri konularda, ikna yönünden insan üzerinde bıraktıkları tesir olup, ancak zihnî bir tetkik ve tertip neticesi ke-sinleşir ve bilgi halini alır. Bunu bir misal ile açıklamak gerekirse, Hazreti Peygamberden nakledilen bir hadîs, onu ilk işiten kimse için, getirdiği hüküm veya tavsiyede bulunduğu dînî veya ahlâkî herhangi bir davranış yönünden ilim veya bilgi ifade eder; başka bir deyişle, insanda, bu hüküm veya davranışla ilgili bir ilim hâsıl olur. Ancak bu ilim zannîdir; kesin değildir. Kesinleşmesi için, insanın bazı inceleme ve araştırmalara, önceden sahip olduğu diğer bilgilere istinaden bir takım istidlallere başvurması gerekir. Bu inceleme ve araştırma, hadîsin isnad ve metni yönünden olur. İsnad yönünden araştırma, onun râvilerine ve ittisal yönünden durumuna taalluk eder. Hadîsin râvileri adalet ve zabt yönünden tam ve güvenilir kimseler midir? Sened muttasıl mıdır; yâni hadîsi birbirinden nakleden râviler, gerçekten birbirine mülâki olup, o hadîsi birbirinden işitmişler midir? Arada herhangi bir inkıta, kopukluk, yâni bir râvi düşmesi var mıdır? Senedin herhangi bir illeti var mıdır? Metinle ilgili araştırma ise, onun, Hazreti Peygamberden rivayet edilen diğer hadîslere, umumî manâ yönünden uygun olup olmadığını ortaya çıkarmak gayesine yöneliktir; çünkü herhangi bir aykırılık, hadîsin şâz olduğu neticesini doğurur. İşte, hadîsin hem isnad ve hem de metin yönünden böyle bir araştırmaya tâbi tutulması neticesinde, insanda kesin bir kanaat hâsıl olur ve bu kanaat, hadîsin red veya kabulüne taalluk eder. Eğer râvilerin adalet ve zabt yönünden zayıf oldukları, isnadda ittisalin bulunmadığı ve illetli olduğu, metnin Hazreti Peygamberden rivayet edilen diğer hadîs metinlerine manâ yönünden aykırı düştüğü, yâni şâz veya münker olduğu anlaşılırsa, hadîsin zayıf olduğuna hükmedilir. Bu hüküm, insanda, hadîsle ilgili olarak teşekkül eden bilginin tabiî bir neticesidir. İşte, hadîsin kabul veya red yönünden değerini tesbite yarayan böyle bir inceleme ve araştırma, ilm-i nazarî tabirinde yer alan nazar kelimesinin tam karşılığıdır. Zira lugatta nazar kelimesi, gözün görme duygusuna delâlet eder ki bir şeye yöneldiği zaman, bu yönelişte, onun mahiyetini anlamaya matuf bir gaye vardır. Bu sebeple el-Cevherî üy (nazar, bir şeyi gözle düşünmektir) demiştir. Bu düşünme, tabiatiyle nazar olunan şey hakkında daha önceki bilgilere de istinaden, yeni bilgiler edinmek gayesine matuftur; bu ise, istidlali gerektirir. Bu açıklamadan anlaşıldığına göre, ilm-i nazari, nazar ehliyetine sahip olan, yâni araştırma gücü bulunan kimselerde hâsıl olur. Araştırma gücünden maksat, üzerinde durduğu konuya veya konunun bağlı bulunduğu dala vâkıf olma kudretidir. Bu kudrete sahip olmayan câhil kişide nazarî ilim hâsıl olmaz. Bu, hadîs ilmi yönünden şu demektir: Hadîs ilmine vukufu olmayan bir kimse, işitmiş olduğu bir hadîs hakkında, araştırma gücüne sahip olmadığı için, ilm-i nazarîyi elde edemez, veya hadîs hakkında kabul veya red yönünden hüküm veremez. İlm-i nazarî, hadîs imamları arasında, umumiyetle âhâd haberler için söz konusudur. Çünkü bu haberler arasında makbul haberler bulunduğu gibi, merdûd haberler de vardır. Ancak makbul olanların diğerlerinden ayırt edilmesi, haberlerin, yukarıda açıkladığımız şekilde tetkik edilmelerine bağlıdır. Bu bakımdan hadîs imamları, umumiyetle, âhâd haberlerin ilm-i-nazarî ifade ettiklerini söylemişler ve ilim lafzını nazarî lafzıyle tahsis etmişlerdir. Çünkü haber-i âhâdla insanda hâsıl olan ilim, zarurî veya yakîn bir ilim değildir; kesinliği ancak nazar'a, yâni araştırmaya bağlıdır. İlim lafzını haber-i âhâd için hoş karşılamayan bazı kimseler ise, zan lafzmı kullanmışlar ve "haber-i âhâd zannı ifade eder" demişlerdir. Bununla beraber, her iki tabirin kullanılışı arasında büyük bir fark mevcut değildir. Önemli olan husus, ilm-i nazarî veya zan ifade eden hadîslerin sahîh ve makbul olanlarını, zayıf ve merdûd olanlarından ayırt etmektir. Bu ise, hadîs imamları tarafından gerektiği şekilde yapılmıştır. |