Tekil Mesaj gösterimi
Alt 26 Ağustos 2014, 12:54   Mesaj No:1

EyMeN&TaLhA

Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:EyMeN&TaLhA isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 21422
Üyelik T.: 08 Kasım 2012
Arkadaşları:35
Cinsiyet:
Mesaj: 3.298
Konular: 784
Beğenildi:132
Beğendi:34
Takdirleri:141
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart İSLAM İNANÇ ESASLARI 1.VE 6.ÜNİTE ARASI (özet) Medineweb

İSLAM İNANÇ ESASLARI 1.VE 6.ÜNİTE ARASI (özet) Medineweb

Din ve İNANÇ
DİN
Din bilginleri genellikle din kelimesinin Arapça
deyn kökünden bir mastar veya isim olduğunu kabul ederler. Temel anlam olarak dinin; itaat, ceza, mükâfat, örf, adet, hüküm, tutulan yol ve usul kelimeleriyle karşılandığı ifade edilir. Bu kelimenin Türkçe karşılığınin borç ve yükümlülük anlamlarında olduğu düşünüldüğünde, kişinin varlığını meydana getiren, kendisinin ödemekle yükümlü olduğu varlığa duyduğu minnet ve iç bağlılığı, yani itaati ifade ettiği ortaya çıkmaktadır.
Dinin semantik olarak barındırdığı belirli bir zaman diliminde ödenmesi gereken borç anlamındaki deyn kelimesinden kalkarak kazandığı bu anlam, zaman içinde toplumda devamlı tekrarlana tekrarlanan alışkanlık haline gelen, bazı davranışlara dönüşen bir yönü olması itibariyle örf ve adet haline dönüşmektedir.

din: İnsanın düşünce ve inanca dayalı değerlendirmelerini içeren zihinsel fonksiyonlar, her türlü tavır ve davranışlar, insanın diğer insanlar ve varlıklarla olan ilişkilerini düzenlerken dikkat etmesi gereken ilkeler, sosyal davranışlarını belirleyen prensiplerdir. Bu tarif genel bir din tarifini içermekte ve kelime kökünün çağrıştırdığı anlamları içine almaktadır.

Dinlerin Sınıflandırılması
Dinlerin çeşitli şekillerde sınıflaması yapılmıştır. İslam âlimleri genelde hak ve batıl din şeklinde bir sınıflama yapmışlardır. Bu tasnifi yaparken Kur’an’ın bazı ayetlerini dikkate almışlardır. Kur’an’da “Allah katında din İslam’dır” (Âl-i İmrân 3/19), “ hak din” (et-Tevbe 9/33) ve “dosdoğru din(er-Rûm 30/30) nitelemelerinin yer alması, hak din olarak sadece İslam’ın gösterilmesini gerekli kılmıştır.

İlâhi vahye dayanmakla birlikte Allah’tan geldiği şeklini koruyamamış Yahudilik ve

Hristiyanlık gibi dinlere de muharref din adını vermişlerdir. Klasik dinler tarihi kitapları ise hak dinlere milel, batıl dinlere de nihal adını vermişlerdir.

Dinlerin kaynağına bakılarak yapılan sınıflamaya göre, semavi dinler ve beşeri dinler ayırımı yapılmıştır. Kutsal kitaplarının bulunup bulunmamasına göre yapılan tasniflerde de Ehl-i kitap Yahudi ve Hıristiyanları, kitabı olduğu şüpheli dinler de Mecûsiler ve Maniheistleri ifade etmek için kullanılmıştır.

Dinler tek tanrılı ve çok tanrılı olmak üzere de sınıflandırılmış ve ilkel dinler, milli dinler ve dünya dinleri adlandırmaları yapılmıştır.

İslam Dini

Kur’an-ı Kerîm’de din kelimesi doksan iki yerde geçmektedir; ayrıca üç yerde de din kelimesinin değişik türevleri yer almaktadır. İslam’ın Mekke döneminde ilk zamanlar din insanın iman ve ameline uygun olarak hesaba çekileceği âhiret gününü ifade ederken, sonralarıtevhid ve teslimiyet anlamına verildiği görülür. İnsanın sadece Allah’a kulluk etmesi ve O’na ortak koşmaması Mekke’de nazil olan ayetlerin din kelimesine yükledikleri etkin anlamlardır. Bu çerçevede insandan din adına istenen Allah’a karşı görevlerini yapması, O’ndan başka hiçbir varlığa mâbud olarak yönelmemesi, ihlâs ve samimiyet içinde bütün hayatını Yüce Allah’a vakfetmesi, bütün içtenliğiyle O’na ulaştıran yolda yürümesi ve O’na bağlanıp teslim olmasıdır.

İnsanın Allah’a bütün samimiyetiyle yönelmesi sadece üzüntü ve sıkıntı zamanlarında değil her zaman sürmesi ve gafil bir hayat sürmemesidir.


İslam’ın Medine döneminde din anlam olarak, tevhid kavramından bir dine mensup olan insan topluluğuna (ümmet) geçmiştir.
din: “Allah tarafından konulan, Hz. Muhammed’e gelen, insanların hem bu dünyalarını hem de ahiretteki mutluluklarını sağlayan, insanların birbirleri ve diğer varlıklarla ilişkilerinde ilkeler koyarak onların mutlu olmalarını, insanlar arasında ihtilaf ve çekişmeleri önleyerek karşılıklı güven ve barış içinde yaşamalarını temin eden ve akıl sahiplerini hür iradeleriyle iyi ve güzele yönelten ilahî kanunun adıdır.” Bu tanımda dikkat edilecek olursa İslam’ın dini insan hayatının bütün yönlerini kuşatıcı olarak kendini takdim etmekte ve kendinden başka bir din aranmasını kabul etmemektedir.
son din olan İslam, mükemmel ve en gerekli insan ihtiyaçlarını karşılayacak hale getirilmiştir. “Bugün size dininizi mükemmel kıldım, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı beğendim.” (Mâide, 5/3) ayeti bir gerçeği açıklamaktadır. Çünkü onu yaratan ona göre daha bilgili, ona göre daha mükemmel bir varlık olduğuna göre, insanın yapması gereken Allah’a bağlı bir hayat sürdürmesidir. Allah’ın mutlak tasarruf ve hâkimiyetine girmesi ve bu hususta ihmalkâr davranmaması insanın lehinedir. Bunun aksine davranış ve inanış kişinin yaratılıştan gelen özelliğini zorlaması, suyu tersine akıtmak istemesi olacaktır.
Son devir İslam âlimlerinin yaptığı tariflerde de dinin, kişinin kendi çabalarıyla ulaşamadığı, sadece vahiy kanalıyla elde edebileceği gerçekler bütünü veya insanı gerçeğe bağlayan şey olduğu üzerinde durulmuştur. Çağdaş bazı bilginler dinin bu şekilde kısa tarifleri üzerinde dururken, onun bir doktrin ve metot yönünün olduğuna dikkat çekerler. Din mutlak hakikati görece olandan ayıran bir doktrin ve hakikat üzerinde düşünmeye, mutlak olana bağlanmaya, insan varlığının gaye ve anlamına uygun bir biçimde Allah’ın isteğine göre yaşamaya elverişli bir metottur.

Dinin Kaynağı
Bütün gerçek dinler Allah’tan gelmiş ve safiyetlerini koruduğu müddetçe yürürlükte kalmışlardır. Bu anlayışa göre ilk insan aynı zamanda ilk peygamberdir. İlk Peygamber Hz. Âdem’den son peygamber Hz. Muhammed’e kadar bütün peygamberlerin getirdiği hak dinlerin genel adı İslâm’dır. Onların getirdiği inanç sisteminin içeriği de Allah’ın varlığı, birliği ve sıfatlarına inanmak, O’nun mükemmel bir varlık olduğunu kabullenmek, nübüvvet ve âhiret inancını benimsemek şeklindedir. Bu hakikatler, İslam’ın Allah tarafından konulmuş değişmez ilkeleridir.

İNANÇ
İnanç Türkçe’de “Bir düşünceye gönülden bağlanmak, Allah’a veya bir dine inanma, birine duyulan güven duygusu, bir kimse ya da şeyin doğruluğunu, büyüklüğünü ve gücünü sarsılmaz bir duygu ile benimsemek” anlamına gelir. Arapça karşılığı iman ve itikattır.


İmanın Kelime ve Kavram Anlamı
İman Arap dilinde “Emniyet ve güven içinde bulunmak, ikrar etmek, kabul etmek, emin kılmak, sükûna kavuşmak, kalben müsterih olmak, vicdani güven duymak ve iç aydınlığı hissetmek” gibi anlamlarda kullanılır.
Arapçada sağlamlaştırmak, kesin karar vermek ve tasdik etmek anlamına gelen itikad da iman karşılığı kullanılmaktadır.
İslam düşüncesinde bir terim olarak iman “Hz. Peygamberin vahiy yoluyla getirdiği tüm hususlarda tereddütsüz tasdik etmek ve getirdiklerine inanmak” demektir.


“Allah’tan alıp din adına tebliğ ettikleri kesin inanç ilkelerinde peygamberleri tasdik etmek ve onlara inanmak” şeklinde de tarif edilmektedir. Bu inancı benimseyen kişiye mü’min dendiği gibi, inancın gereklerini tam bir teslimiyetle yerine getiren kişiye de Müslim denir. Bunun Farsça’dan geçen çoğul ifadesine de Müslüman denir.
Allah’ın güzel isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) olan el-Mü’min bu anlamıyla O’nun peygamberlerine indirdiği vahye tabi olan kişilere verilmiş olmaktadır.
İmanın Mahiyeti
Kişinin iman etmiş olup olmadığını bilmek dinde son derece önemli görülmüştür. Çünkü dinin kendisine sağladığı hukukî statü ona göre tayin edilmiş olacaktır. Bundan hareketle imanın ne olduğu hususu İslam âlimleri arasında tartışılmış ve tam bir fikir birliği edinilememiştir.

İman-Tasdik İlişkisi

İman öncelikle kalbin tasdik etmesi, yani onaylamasıdır. İman kalbin fiili olması nedeniyle insanın inançla ilgili hususları (mümen’ün bih) kalben kabullenmesin şarttır.

Tasdik kavramı bir hükmü veya bir haberi kesin olarak kabul etmek manasına gelir. Tasdikte kesin kabullenmenin gaybla ilgili hususları kapsaması bir ilke olarak kabul edilir.
İmam Mâtüridî, İmam Eş’arî, Bakıllanî, Cüveynî, Gazzalî ve Ebu’l-Muîn en-Nesefî imanın kalbin tasdikinden ibaret olduğunu savunmuşlardır.


Âyetlerde imanında tasdik boyutunun ihmal edilmemesini istenmekte ve dilleriyle ifade ettikleri halde bunu kalben kabullenmeyen kimselerin bulunduğuna işaret etmektedir. Nitekim münafıklar hakkında “ Ey Peygamber! Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyla inandık diyen kimselerden ve Yahudilerden küfür içinde koşanlar seni üzmesin” denilmektedir (el-Maide 5/41).
akâid âlimlerinin büyük çoğunluğu iman etmenin kalple gerçekleştiğini ileri sürerler ve delil olarak bu ayeti gösterirler: “Bedevîler inandık dediler. De ki, siz (gerçekte) iman etmediniz, ama teslim olduk deyin.İman kalplerinize yerleşmedi” (el-Hucurât 49/14).


Gönülden inanmanın önemini ifade etmesi açısından şu hadisler önemlidir: Üsâme b. Zeyd bir gazvede yakaladığı adamı şehadet kelimesini söylemesine rağmen öldürmüş ve bunu gazve dönüşünde Hz. Peygamber’e övgü de umarak; adamın zordayken gösterdiği davranışa aldanmadım, manasında anlatmıştı. Hz. Peygamber Üsâme’ye: “öldürdüğün adam doğru mu yoksa yalan mı söylüyordu, kalbini yarıp baktın mı?” (Müslim, “İman”, 41) demek suretiyle onu azarlamıştır. Yine Ebû Hureyre “Yâ Resulallah! İçimizde öyle şeyler hissediyoruz ki, her birimiz bunu söylemeyi büyük günah sayarız” demiş, bunun üzerine Hz. Peygamber de: “Bu imanın ta kendisidir” buyurmuştur (Müslim, “Îmân”, 60). İslâm âlimleri bu ve benzeri hadislerden hareketle
imanın kalpte olduğunu belirtmişler ve doğruluğuna şüphe edilmeden inanılması gerektiğine delil saymışlardır.

İmanın gayb, ahlak ve derunî dünyayla bağlantılı olması gerektiği bir gerçektir. Bunun için kalbin işin içinde olması mutlak şart olarak görülürken, bunu dil ile söylemeyen bir kişinin mümin olmasını kabul etmek gerekmektedir.

İslâm hiçbir kimseyi imana zorlamamakta ve isteyenin iman etmek, isteyenin de kâfir olmak hürriyetinin olduğunubildirmektedir. Ama bazı âyetlerde Allah dilerse insanların başka bir seçeneklerinin olmayacağına da dikkat çekilmektedir: “Kim iman ettikten sonra Allah’ı inkâr ederse, –kalbi iman ile dolu olduğu halde zorlananlar dışında- kim kalbini kâfirliğe açarsa, işte Allah’ın gazabı bunlaradır; onlar için büyük bir azap vardır” (el-A’râf 16/106).


“De ki: Siz ona ister inanın ister inanmayın; gerçek şu ki, bundan önce kendilerine ilim verilen kimselere o okununca, derhal yüz üstü secdeye kapanırlar” (el-İsrâ 17/107).

“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi.O halde sen, insanları inanmaları için zorlayacak mısın?” (Yunus, 10/99).


İman-İkrar İlişkisi

İkrar, içten hissedilenlerin dil ile ifade edilmesine denir.
Mürcie ve Kerramiyye mezheplerinin imanı tanımı “inanılması gereken inanç esaslarını kalbin tasdiki olmaksızın, dil ile ikrar etmek yeterlidir” şeklindedir. Bu mezhepler, Hz. Peygamber’in şu hadisini görüşlerine delil olarak göstermektedirler:

İnsanlar Allah’tan başka tanrı yoktur. Muhammed O’nun elçisidir deyinceye kadar onlarla mücadele etmekle emrolundum. Eğer bunu söylerlerse, kanlarını, canlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Ancak dinin verdiği cezalar bunun dışındadır. İç yüzlerini hesaba çekmek ise Allah’a aittir” (Buhârî, “Cihad”, 102; “İman”, 17; Müslim, “İman”, 8) Söz konusu mezhepler bu hadisi imanın sadece dil ile ifadesinin yeterli olduğu şeklinde değerlendirmişlerdir.
İslam’ın Medine döneminde Hz. Peygamber’e gelerek ikrarda bulunanmünafıklara verilen cevabı Kur’an şöyle belirtmektedir: “Münafıklar sana gelerek Şehadet ederiz ki sen Allah’ın elçisisin, derler. Allah da biliyor ki sen elbette O’nun Peygamberisin! Allah, münafıkların kesinlikle yalancı olduklarına şahitlik eder” (el-Münafikûn 63/1). Ayetten anlaşıldığı üzere insan ifadelerinde her zaman iç dünyasının sesini dilini aksettirmemektedir
Bu durumda her ikrar sahibi mümin değildir.

İman için hem kabin tasdikinin hem de ikrarın birlikte olması gerektiğini söyleyen âlimler de vardır. Birini diğerine feda etmemenin lüzumu üzerinde duran bu bilginler genelde Hanefî âlimlerdir.
Buna göre insanın kalbindekitasdik son derece önemli olmakla birlikte onun dışa vurulmasını da aynı şekilde lüzumludur. Bu âlimler kalpte gizlenenin ancak ikrar ile açığa çıkacağı kanaatini taşırlar ve kişiye dini hükümlerin tatbiki için şart olarak görürler. Bununla birlikte ikrarı, imanın aslı ve ilk rüknü değil onun şartı olarak değerlendirirler. Böylelikle dilsiz olup konuşamayan veya herhangi bir hastalıktan dolayı ifade edemeyen kimselerin mümin olduğu hususunu ayırt etmiş olurlar. Kişinin Müslüman’a özgü hayat tarzı, namaz kılması, zekât vermesi vs. kendisi hakkında bir kanaat uyandırmaktaysa da ikrarı da şerefle ifade etmesi ve bunu da yerine getirmesi gerekmektedir. Hz. Peygamberin“Kalbinde buğday, arpa ve hardal tanesi kadar iman olduğu halde Allah’tan başka ilah yoktur ve Muhammed O’nun elçisidir diyen kimse cehennemden çıkar” (Buhârî, İman, 33; Müslim, İman, 84) hadisi de buna bir delildir.





[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]




Bu hizmet [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] ailesine mahsustur.alıntı yapılması halinde kaynak verilmesi zorunludur.











Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi EyMeN&TaLhA 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
ATAUZEM 4.sınıf 2014 bahar dönemi bütünleme... Erzurum Atatürk İlitam EyMeN&TaLhA 0 6323 14 Temmuz 2015 13:14
ATAUZEM 4.sınıf 2014 bahar dönemi bütünleme... Erzurum Atatürk İlitam EyMeN&TaLhA 0 4203 14 Temmuz 2015 13:06
ATAUZEM 4.sınıf 2014 bahar dönemi bütünleme DİN... Erzurum Atatürk İlitam EyMeN&TaLhA 0 5078 14 Temmuz 2015 13:00
Ramazan-oruç ve çocuğa kazandırdıkları Çocuk ve Aile Sağlığı Mihrinaz 2 2826 14 Temmuz 2015 12:23
çocuk eğitiminde ceza hiç mi olmamalı? Çocuk ve Aile Sağlığı EyMeN&TaLhA 0 2516 14 Temmuz 2015 12:03