Göstergesel Müslümanlık
Göstergesel Müslümanlık
George Washington University’den İran’lı Hossein Askarive Scheherazade S. Rehmanisimli öğretim üyelerinin gerçekleştirdiği ilmi araştırmaya göre (
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...],
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]) İslam ülkeleri ve bu arada Türkiye, Kur’an ve Sünnet’teki temel İslami değerler bakımından, 208 ülke içinde son sıralarda yer alırken, ilk sıraları Yeni Zelanda, Lüksemburg, İrlanda, İzlanda, Finlandiya, Danimarka, Kanada, İngiltere, Avusturalya, Hollanda, Avusturya, Norveç, İsveç ve İsviçre gibi Batılı ülkeler doldurmaktadır. BM Kalkınma Programı tarafından her yıl yayınlanan İnsani Gelişme Raporları’nda da (
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]), farklı kategoriler üzerinden araştırma yapılsa da, benzer sonuçların ortaya çıkması üstüne Müslümanların düşünmesi elzemdir. Profesör Askeri ve ilim arkadaşı Rehman tarafından yapılan araştırma, “
İslami Değerler Bakımından İslam Ülkeleri Ne Durumdadır?” sorusu etrafında adalet, iyi yönetim, siyasal ve sivil haklar, hukuka riayet ve dürüstlük, askerin siyasete müdahalesi, yolsuzluk, yoksulluk, eğitim, ekonomik haklar, kaynakların adil ve hakkaniyetli paylaşımı, insan hakları, ayırımcılık gibi pek çok kategoride Kur’an ve Sünnet’tek temel İslami değerler üzerinden 208 ülkeyi kapsamaktadır.
Araştırmanın sıralamasına göre İslami değerler bakımından 208 ülke içinde Türkiye’nin yeri 103’tür. Rakam ve göstergelerin dilini bir kenara bıraksak bile, İslam ülkeleri ve özellikle Tükiye’de niceliksel büyüme ve gelişme at başı gittiği halde nitelik, insani olgunlaşma, değer, ahlak ve adalet yönlerinden Müslümanların içine girdiği girdabın nedenleri üzerinde Müslümanların kafa patlatması elzem hale gelmiştir.
Aslına bakılırsa bu veriler, bizim açımızdan hiç de şaşırtıcı değildir. 1980’lerin sonlarından itibaren Türkiye’deki Müslümanların modernite ve kapitalizmin pejoratif öncüllerini içselleştiren siyasal parti ve sivil oluşumlar üzerinden kamusal, sivil ve siyasal alana taşınması ile birlikte, Müslümanların “
beyaz Türk”lere özenen, adeta onları İslami görüntü ve göstergeler üzerinden taklit eden
“beyaz Müslümanlık” yaratımı içine girdikleri, Ak Parti iktidarı ile hepten görünür hale gelen güce susamışlık ve sınıfsal açlıklarını ortaya çıkarmış oldu. Bizim, “
Çukurambarlaşma” olarak sembolize ettiğimiz ahlak, değer, adalet ve hakkaniyetli paylaşımdan yoksun, “yenilenlerin yenenleri taklit ettiği” bir zihni ve psikolojik ark plandan beslenerek kapitalizmi “
dini dil, üslup ve görüntü” düzeyinde içselleştiren obez büyümeci “
gökdelen ve inşaat cumhuriyeti”nin Müslümanlarının geldiği ve gideceği nokta bundan başka olmasa gerektir. Saussercu bir perspektiften bakacak olursak, dil ve toplumsal pratiklerde gizli olan göstergeler üzerinden kavramsal düzeyde “gösterilen” ile pratik nesne düzeyde “gösteren” arasındaki uçurum hepten açığa çıkmıştır.
Bugün özellikle bu duruma teşne Müslümanların
“muhafazakarlık” üzerinden zehirlenmesi ameliyesine ortam hazırlayan Ak Parti iktidarı ile birlikte,
“gösteren” ile “
gösterilen” arasındaki uçurum ayyuka çıkmış, giyim, söz, şarkı ve medya üzerinden görüntü düzeyinde göstergelere teslim olan “i
ki yüzlü Müslümanlık” aşikarlaşmıştır. Muhafazakarlaşmaya dair onca göstergesel görüntülerin (başörtülü sayındaki artış, arabalarda sözüm ona İslami müzikler, medyada İslami görüntülerin artması, devlet ve hükümet düzeyinde güya dindar nesil yetiştirmeyi önceleyen uygulama içine girmesi, İslami görüntüsü yüksek düzeyli insanların işe alımda ya da terfide tercih edilmesi gibi pek çok toplumsal pratik) artmasına rağmen, çoğunluğu ile Türkiye’li Müslümanların ahlak, değer, adalet, ehliyet, liyakat ve hakkaniyetli paylaşım yönlerinden oldukça nitelik erozyonuna uğradıkları pek çoklarımızın karşılaştığı sıradan vakalar haline gelmiştir.
Yaklaşık bir asırdır iktidardan dışlanan, ezilen, aşağılanan ve mensupları için bile mahcubiyetle yaşanan Müslümanlık, devletin giderek daha fazla dini söylemler üzerinden siyasal retorikler geliştirmesi yüzünden münafık bir ritüel ve söylemler biçimi olarak sahne almıştır. Adına “
münafık Müslümanlık” diyebileceğimiz bu güçlü dini dalganın yegane düşünüş ve davranış tarzı “
yalan” ve
“desise”dir. Müslüman inancı paylaşmak ve dini yaşamı tatbik etmek açısından da, hayatın geri kalanında da muhatapları neyi duymak istiyorsa onu söyleyen bu dindar tipi hızla üremeye devam etmektedir.
Münafık Müslümanlığımız, ibadetlerini kamusal alanda yapmaya, mahrem alanda ise günahın dibine vurmaya özen gösterir. Törensel nitelikteki cuma, bayram namazı, toplu iftarlar gibi ibadetleri asla aksatmayan münafık Müslümanlığımız, evinde sabah namazına kalkmaz, tatillerde ve gözlerden ırak yerlerde ibadete yaklaşmaz, ülke dışına çıkınca “dini” de “donu” da sınırlar içine geldiğinde “giymek” üzere bir süreliğine sınırda bırakır ama grupsal aidiyetlerin içinde en sofu karakteri ile tebarüz eder. Söylemde Kur’an ahlakını dilinden düşürmez ve “öteki” Müslümanları yargılamaktan hiç çekinmez ama uygulamada yaşam, siyaset ve paylaşım ahlakının zerresine rastlanmaz. Haramdan helalden bahseder ama kul hakkı yiyerek ya da kamu parasını sömürmeyi meşrulaştıran te’vili elinden hiç bırakmayarak zenginleşmekten imtina etmez. Şia’da kurumsallaşan “takiyye”nin en babasını gerçekleştiren “te’vil”ci bir Sünnizm yaratmaktan çekinmez.
İktisadi ve siyasi gücü arttıkça münafıklaşma katsayısı artan münafık Müslümanlığın bir başka özelliği “
dönek” olmasıdır. Yükselen gücü koklar ve onun kucağından bunun kucağına zıplar. Sınıfsal, kültürel ve psikolojik açlığı yüzünden siyaset ve para ile imtihanı, te’vilci iki yüzlülükle aşmaya çalışırken, “
zayıf iman”ın ikiz kardeşi “
zayıf duruş”un esaret zincirleri altına girer de farkına bile varmaz.
Görevin kendisini bulmasını beklemez. Görev ve makam peşinde koşar. Pozisyon kapma yeteneği çok güçlü olmakla birlikte iş yapma ve güvenilir olma hasletinden yoksun olduğu için hiçbir işi layıkı ile yerine getiremez. İmtiyazlarını korumak için kendini geliştirmeyi değil sadakatini sıklıkla sergilemeyi tercih eder. Sadakati de ideolojisi gibi rotasyon halindedir. Bazen dinle alakalı olmayan siyasal akımlara, bazen dini boğmaya çalışan cuntacı yapılara, bazen ülkeyi talan etmeye çalışan emperyalist canavara sadakat gösterir. Sadakatinin kime olacağını bunlar arasındaki çatışmaların sonucuna göre ayakta kalan güç tayin eder.
Müslümanların çoğunluğu ile nakilcilikten beslenen hurafeci din anlayışları devam ettiği, eleştirel aklı ön plana alan bir din ve hakikat sorgulaması önünde engeller olduğu, pragmatist, kişiselci, kabileci, milliyetçi ve devletçi bir dindarlık biçimi sürdüğü, “
ataları üzerinde bulduğumuz din anlayışı” ile hesaplaşma gerçekleştirilmediği, yönetim ve siyaset mekanizmasında kurumsallaşma ve sistematik yönetim anlayışının olmadığı, emanet ve sorumluluğun ehline değil de akraba, hemşehri, eş dost ve aynı tarikat ya da ideolojiye mensup kişiler arasında paylaşıldığı, tüm bu hususları besleyen iktidar, ganimet ve güç üzerinden Müslümanların
“İslami rantın paylaşım kavgası” verdikleri sürece, Müslümanlar ve dindarlar İslami değerler skalasında sınıfta kalmaya mahkum olmaya devam edecektir.
Bundan kurtuluş, eleştiriyi ve muhalefeti istikamet adına en büyük erdem gören din tasavvuru ile hem bireysel hem de toplumsal düzeyde yüzleşmekten geçmektedir. Aksi taktirde,kendi kendimizi aldatan
“araçsal” Müslümanlığımızla “
kamusal günah”ın pençesinde inlemeye devam edeceğiz. Allah’u Teala’nın buyurduğu üzere, “
Allah'ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Halbuki sırf kendilerini aldatırlar da farkına varmazlar” (Bakara: 9).
ADEM ÇAYLAK-Milat Gazetesi