Durumu: Medine No : 5587 Üyelik T.:
05 Aralık 2008 Arkadaşları:14 Cinsiyet: Memleket:İstanbul Yaş:35 Mesaj:
2.537 Konular:
2038 Beğenildi:116 Beğendi:0 Takdirleri:270 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Cvp: Fizilalil Kuran Bakara Suresi Tefsiri HACC ve UMRE İncelemekte olduğumuz ayetler demetinde bundan sonra Hacc ve Umre ibadetleri ile bu ziyaretlerin nasıl yapılacağının ayrıntılı anlatımına geçiliyor. Bu bölümde önce hilâllerden ve bunların vakit bildirme ve Hacc zamanını belirleme araçları olduğundan sözediliyor, arkasından haram aylarda ve Kâbe civarında savaşmanın hükmü anlatılıyor. Sonunda da Hacc ve Umre ibadetleri ile bu ibadetlerin yapılışı hakkında bazı ayrıntılı bilgiler veriliyor. Bu konuların sıralanış biçimi, çok net bir şekilde aralarındaki sıkı ilişkiye dikkatimizi yöneltiyor: 196- Allah için Haccı ve Umreyi tam olarak yerine getirin. Eğer yoldan alıkonulursanız kolayınıza gelen kurbanı gönderin. Kurban, yerine varıncaya kadar başlarınızı traş etmeyin. Fakat içinizden kim hasta ya da başından rahatsız olur da bu yüzden daha önce traş olursa fidye olarak ya oruç tutmak ya sadaka vermek veya kurban kesmek zorundadır. Eğer güven içinde iseniz, Hacc zamanına kadar Umreden yararlanmak isteyen kimse kolayına gelen kurbanı keser. Kesecek kurban bulamayan kimse üç gün Haccda ve yedi gün de evinize döndüğünüz zaman olmak üzere toplam on gün oruç tutar. Bu, ailesi Mescid-i Haram civarında oturmayanlar için böyledir. Allah'tan korkun ve bilin ki, O'nun azabı ağırdır. 197- Hacc; bilinen aylar(da)dır. Kim bu aylarda ihrama girerek Haccı kendine farz hale getirirse bilsin ki, Haccda fuhuş söz söylemek, küfürleşmek-kavga etmek ve her türlü günah işlemek yoktur. Ne iyilik işlerseniz Allah onu bilir. Yanınıza yolazığı alın. Hiç şüphesiz en hayırlı azık takvadır, Allah korkusudur. Ey akıl sahipleri benden korkun. 198- Rabbinizin lütuf ve keremini istemenizin hiçbir sakıncası yoktur. Arafat'tan aşağı inince Meşar-ı Haram'da Allah'ı anın. O sizi nasıl doğru yola iletti ise siz de O'nu anın. Zira O'nun yol göstermesinden önce, kuşkusuz, sapıklardan idiniz. 199- Sonra insanların dağıldığı yerden siz de dağılın ve Allah'tan bağışlama dileyin. Hiç şüphesiz Allah bağışlayıcıdır, merhametlidir. 200- Hacc ibadetini bitirdiğinizde atalarınızı andığınız gibi, hatta ondan daha ısrarlı bir şekilde Allah'ı anın. Kimi insanlar `Ey Rabbimiz, bize dünyada güzellik ver' derler. Böylesinin Ahirette hiçbir pay olmaz. 201- Kimi insanlar da `Ey Rabbimiz, bize dünyada da güzellik ver, Ahirette de güzellik ver ve bizi Cehennem ateşinin azabından koru' derler. 202- İşte onların kazandıklarından payları vardır. Allah'ın hesaplaşması çok hızlıdır. 203- Sayılı günlerde Allah'ın adını anın. Kim hemen iki gün içinde dönerse bir günahı yoktur. Kim geri kalırsa da, günahtan korunanlar için, günahı yoktur. Allah'tan korkun ve bilin ki, hepiniz O'nun huzurunda biraraya getirileceksiniz. Yukarda okuduğumuz Hacc ayetlerinin hangi tarihte indirildiğini kesin olarak bilmiyoruz. Yalnız bir rivayete göre bu ayetlerden birinde yeralan "Eğer yoldan alıkonursanız kolayınıza gelen kurbanı gönderin" cümlesi Hicri altıncı yılda Hudeybiye'de inmiştir. Bunun yanısıra İslâm'da Haccın ne zaman farz kılındığını belirten kesin bir tarih de elimizde yoktur. Bu belirsizlik, Hacc ibadetinin "Allah için Haccı ve Umreyi tam olarak yerine getirin" cümlesi ile başlâyan yukarda okuduğumuz ayetle farz kılındığını ileri süren görüş için geçerli olduğu gibi Al-i İmran suresinde yeralan "Kâbe'ye gitmeye imkânı olanlar, Allah için Beytullah'ı ziyaret etmekle yükümlüdürler" ayeti ile farz kılındığını kabul eden görüş için de geçerlidir.·(Al-i İmran Suresi, 97)· Bu ayetlerin her ikisinin de ne zaman indiklerini kesinlikle belgeleyen bir rivayet elimizde yoktur. Bu arada İmam İbn-i Kayyum el-Cevzi "Zad-ül Mead" adlı eserinde Haccın Hicri dokuzuncu ya da onuncu yılda farz olduğunu ileri sürüyor. İbn-i Kayyum, bu görüşü ileri sürerken Peygamberimizin Hicri onuncu yılda Veda Haccı'nı yaptığı gerçeğinden hareket ederek O'nun bu ziyareti Haccın farzoluşunun arkasından yapmış olması gerektiğini, buna göre bu ibadetin Hicri takvime göre ya dokuz ya da onuncu yılda farz kılınmış olduğunu söylüyor. Fakat bu mantık delil olmaya elverişli değildir. Çünkü Peygamberimizin Hacca gidişini Hicri onuncu yıla ertelemesine yolaçan başka sebepler bulunmuş olabilir. Özellikle Peygamberimizin, Hicri dokuzuncu yılda Hz. Ebu Bekir'i (Allah ondan razı olsun) Hacc kafilesi başkanı olarak görevlendirdiğini gözönüne alırsak bazı sebeplerden dolayı Hacca gitmemiş olabileceği ihtimali güç kazanır. Nitekim elimizdeki bazı bilgilere göre Peygamberimiz (salât ve selâm üzerine olsun) Tebuk Seferi dönüşünde Hacca gitmeyi düşündü. Fakat Hacc mevsiminde geleneksel olarak müşriklerin Kâbe'yi ziyaret ettiklerini ve bir kısmının bu ziyareti çıplak olarak yaptığını hatırlayarak onların arasına karışmak istemedi. Bir süre sonra Berae suresi inince Peygamberimiz, bu surenin baş tarafındaki ayetleri halka duyurmak, bu ayetler gereğince müşrikler ile artık antlaşma yapılmayacağını açıklamak ve Kurban bayramı gününü ilan etmek üzere Hz. Ali'yi Hacca gönderdi. Hz. Ali tarafından Mina'da toplanan kalabalık önünde okunan bildiri şu noktaları içeriyordu; "Kâfirler, kesinlikle Cennet'e giremez. Bu yıldan sonra müşrikler Hacca gelemez ve Beytullah'ı çıplak olarak tavaf edemezler. Peygamberimiz ile daha önce antlaşma yapmış olanların antlaşmaları, süreleri sona erene kadar geçerlidir, fakat bir daha yenilenmeyeceklerdir." İşte bundan dolayı Peygamberimiz, Kâbe müşriklerden ve çıplak ziyaretçilerden temizleninceye kadar Hacca gitmemişti. Yalnız Hâcc ibadetinin ve bazı ayrıntılarının bundan daha önceki bir tarihte belirlendiğini ileri süren başka bir görüş daha var. Biz bu görüşün hiç de yabana atılmayacak bir ihtimal olduğunu düşünüyoruz. Nitekim bir rivayete göre Hacc, Hicret olayından önce Mekke'de farz kılındı. Bu görüş, güçlü bir delile dayanıyor olmayabilir. Ancak özellikle Mekke'de inmiş olan Hacc suresinin ayetlerinde Hacc ibadetinin birçok ayrıntısı, yüce Allah tarafından Hz. İbrahim'e (selâm üzerine olsun) emredilmiş ibadet amaçlı hareketler olarak yeralmıştır. Hacc suresinin bu nitelikteki ayetlerini şöyle sıralayabiliriz: "Hani İbrahim'e Beytullah'ın yerini gösterdik ye kendisine şöyle dedik; `Bana hiçbir şeyi ortak koşma ve Evi tavaf edenler, ayakta duranlar, rukûa ve secdeye - varanlar için temiz tut. İnsanlara Haccı ilân et. Gerek yaya ve gerekse uzak yollardan gelecek yorgun develer üzerinde sana gelsinler. Gelsinler de çeşitli yararlarını gözleri ile görsünler ve Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanları belirli günlerde kurban ederken O'nun adını ansınlar. Bu hayvanların etinden kendiniz de yiyin, sıkıntı içinde bulunan yoksullara da yedirin. Sonra kirlerini giderip temizlensinler, adaklarını yerine getirsinler ve Kâbe'yi tavaf etsinler." (Hacc Suresi, 26-29) "Bu böyledir. Kim Allah'ın emrettiği ibadet biçimlerine saygı gösterirse; hiç kuşkusuz bu saygı, kalplerdeki takvadan kaynaklanır. Kurbanlık hayvanlar belirli bir süreye kadar size yararlı olurlar, sonra varacakları yer Kâbe'dir." (Hacc Suresi, 32-33) "Büyükbaş hayvan kurban etmeyi de Allah'ın size emrettiği ibadet biçimlerinden saydık. Onlar size çeşitli yararlar sağlarlar. Ön ayaklarını bağlayarak onları boğazlarken üzerlerine Allah'ın adını anın. Yan üstü düşüp öldüklerinde etlerinden hem kendiniz yiyin ve hem de isteyene de istemeyene de yedirin. Şükredesiniz diye o hayvanları böylece buyruğunuza sunduk. Bu hayvanların ne etleri ve ne de kanları Allah'a ulaşacaktır. Allah'a ulaşacak olan şey; sadece içinizdeki Allah saygısıdır, takvadır. Böylece onları sizin buyruğunuza sundu ki, sizi doğru yola ilettiği için O'nun yüceliğini dile getiresiniz. Ey Muhammed, iyilik işleyenleri müjdele" (Hacc Suresi, 36-37) Görüldüğü gibi bu ayetlerde Hacc ibadetinin temel unsurları olan kurban, kurban kesme, tavaf, ihramdan çıkma ve Allah'ın adını anma (tekbir getirme) gibi ayrıntılara ya açıkça ya işaret yolu ile yer verilmiştir. Bu ayetlerde müslüman ümmete yöneltilen hitap, ataları Hz. İbrahim'in uygulamaları ile bağ kuruyor. Bu da Hacc ibadetinin, müslümanların bağlı oldukları Hz. İbrahim'in bir uygulaması olarak yukardaki görüşlerde ileri sürüldüğünden çok daha önce farzedildiğini gösterir. Bu arada müslümanlar ile o günlerde Kâbe'nin denetim ve bakımını ellerinde bulunduran Mekkeli müşrikler arasındaki çatışma ve gerginlik, Hacc ibadetini bir süre için yapılamaz hale getiren engeller doğurmuştur. Bunu da gözden kaçırmamak gerekir. Biz bu cüz'ün baş tarafında, Hicri ikinci yılda gerçekleşen kıble yönünün değişimi olayından sonraki oldukça erken bir tarihten itibaren bazı müslümanların fertler halinde Hacc ibadetini yerine getirmeye haşladıkları görüşünde olduğumuzu belirtmiştik. Bu görüşlerin hangisi doğru olursa olsun, Haccın farzoluş tarihi ile ilgili bu açıklamayı burada noktalayarak Haccın ayrıntılarını ve bunlar arasında yer verilen birçok direktifi içeren ayetlere dönüyoruz: "Allah için Haccı ve Umreyi tam olarak yerine getirin. Eğer yoldan alıkonulursanız, kolayınıza gelen kurbanı gönderin. Kurban yerine varıncaya kadar başlarınızı traş etmeyin. Fakat içinizden kim hasta ya da başından rahatsız olur da bu yüzden daha önce traş olursa fidye olarak ya oruç tutmak ya sadaka vermek veya kurban kesmek zorundadır. Eğer güven içinde iseniz, Hacc zamanına kadar Umreden yararlanmak isteyen kimse kolayına gelen kurbanı keser. Kesecek kurban bulamayan kimse üç gün Haccda ve yedi gün de evinize döndüğünüz zaman olmak üzere toplam olarak on gün oruç tutar. Bu hüküm, ailesi Mescid-i Haram civarında oturmayanlar için böyledir. Allah'tan korkun ve bilin ki, O'nun azabı ağırdır." Bu ayetin yapısında dikkatimizi çeken ilk özellik hüküm koyarken gözetilen ifade titizliği, ayetin amaçladığı hükmü içerecek bağımsız fıkralara ayrılması, her hükmün sonunun bir sonraki hükme uygun çağrışımları ile bağlanması ve sonunda ayetteki bütün hükümlerin takvaya, Allah korkusuna raptedilmesidir. Ayetin ilk fıkrası Telbiye getirerek Hacca ve Umreye ya da her ikisine birarada başlayan kimsenin mutlak anlamda bu Haccı ve Umreyi tamamlaması emrini ve bu ibadetleri sırf Allah'a yöneltmesi gerektiğini içerir: "Allah için Haccı ve Umreyi tamamlayın" Bazı tefsir alimleri bu emrin, Haccın farz oluşunu bildiren bir emir olduğunu söylerken diğer bazıları ise başlanmış bir Hacc görevini tamamlamakla ilgili olduğunu ileri sürerler. Bu ikinci yorum bizce daha yerindedir. Çünkü bütün alimlerce kabul ediliyor ki Umre ibadetinin farz olmadığı halde burada tıpkı Hacc ibadeti gibi bitirilmesi emrediliyor. Bu da gösterir ki, burada emrin amacı "tamamlama" eylemidir, yoksa farz oluşu ilân etmek değildir. Ayrıca bu emirden anlaşılıyor ki, Umre ibadeti, başlangıçta farz olmamakla birlikte, bir defa Telbiye getirilerek bu ibadete başlanınca artık tamamlanması farz haline gelir. Umre, ayrıntıları bakımından Hacc gibidir. Yalnız bunun için Arafat'ta Vakfeye durulmaz. Ayrıca en geçerli görüşe göre bu ibadet bütün yıl boyunca yerine getirilebilir, Hacc gibi belirli aylarla sınırlı değildir: Bu genel emirden anlaşıldığına göre Hacc ve Umre ibadetlerinin "yoldan alıkonulma" durumunda tamamlanması zorunludur. Bu "yoldan alıkonulma" Hacc ve Umre ibadetlerine başlayan kimseyi bu ibadetin görevlerini yapmaktan alıkoyan bir düşmandan kaynaklanabileceği gibi hastalık gibi görevi tamamlamayı önleyen şahsi mazeretlerden de kaynaklanabilir. Düşman kaynaklı engellemelerin "yoldan alıkonulma" sayılmasında alimler arasında görüş birliği vardır. Yalnız hastalık kaynaklı engellemenin "yoldan alıkonulma" sayılıp sayılmayacağı tartışmalıdır. Fakat böyle sayılması gerektiği görüşü daha ağır basmaktadır. "Eğer yoldan alıkonulursanız kolayınıza gelen kurbanı kesin" Bu durumda Hacca ya da Umreye başlamış olan kimse kolayına gelen kurbanı keserek varabildiği yerde ihramdan çıkar. İsterse henüz Mescid-i Haram'a (Kâbe'ye) varamamış ve Hacc ile Umre ibadetinin gereklerinden sadece Mikat'ta ihrama girmeyi gerçekleştirmiş olsun. Mikat; Hacc ya da Umre ibadeti yapmak isteyen kimsenin Hacc ve Umre için ya da her ikisini birlikte yerine getirmek amacı ile Tehlil getirdiği, dikişli elbise giymeye son verdiği yerdir. Bu noktadan itibaren hacı adayının başını traş etmesi, saçlarını kısaltması, tırnaklarını kesmesi, kara hayvanı avlaması ve bu av hayvanlarının etinden yemesi yasaktır. İşte Hicri altıncı yılda Mekkeli müşrikler Hudeybiye'de Peygamberimiz (salât ve selâm üzerine olsun) ile beraberindeki müslümanların yolunu kestikleri ve kendisi ile ancak bir sonraki yıl Umre yapmasına imkân veren Hudeybiye antlaşmasını imzaladıklarında bu olay fiilen yaşanmıştı. Hatta elimizdeki bazı bilgilere göre Peygamberimiz, müşrikler tarafından yolu kesilince yanındaki müslümanlara ulaşabildikleri bu son noktada kurbanlarını keserek ihramdan çıkmalarını ve daha sonra ne yapacakla: ı hususunda emir beklemelerini buyurdu. Fakat kurbanlık hayvanları normal kesim yerlerine varmadan önce ihramdan çıkmak müslümanların ağırına gitmiş, onları tereddüde düşürmüştü. Bunun üzerine Peygamberimiz arkadaşlarının gözleri önünde kurbanını keserek ihramdan çıktı. Arkasından da müslümanlar aynı şeyi yaptılar. İşte bunun üzerine yukardaki ayet indi. (Daha ayrıntılı bilgi için onbeş ve onaltıncı cüzlerde yeralan Feth Suresinin tefsirine başvurulabilir.)· "Hedy", yani "kurbanlık" deve, sığır, koyun, keçi gibi büyük ya da küçük baş hayvanlara denir. Birkaç hacı adayı biraraya gelerek bir deve ya da bir sığır kesebilirler. Nitekim Hudeybiye Umresi sırasında müslümanlar yedişer kişilik gruplar halinde biraraya gelerek birer büyükbaş hayvan kesmişlerdi. O zaman bu "kolaya gelen" kurban olur. Bunun yanında her hacı adayı ayrı ayrı birer koyun veya keçi de kesebilir. Hudeybiye yılında olduğu gibi düşman tarafından ya da hastalık aracılığı ile "yoldan alıkonulma" durumunda önerilen bu telâfi etme yolunun hikmeti; kolaylıktır. Zira Haccın rükünlerinin birinci derecedeki amacı takva duygularını coşturmak, yüce Allah'a yaklaşmak ve farz kılınan ibadetleri yerine getirmeye çalışmaktır. Eğer bu amaç gerçekleşir de arkasından ya düşman ya hastalık veya bunlara benzer bir başka engel hacı adayının yoluna dikilirse bu kimse Hacc ya da Umre sevabından mahrum kalmaz. Tersine Hacc ya da Umre ibadetini tamamlamış sayılarak yanında bulunan kurbanlık hayvanı kesmekle ihramdan çıkar. Bu kolaylık İslâm'ın özü ile, Haccdaki hareketlerin amacı ve genel anlamda ibadetin fonksiyonu ile uyumlu bir hükümdür. İlk ve genel emre getirilen bu telâfi edici kolaylıktan sonra ayetlerin devamında Hacc ve Umre ile ilgili yeni bir genel hüküm ortaya konuluyor: "Kurban yerine varıncaya kadar başlarınızı traş etmeyin" Bu hüküm yolda herhangi bir engelleme ile karşılaşmaksızın Hacc görevini tamamlama durumunda geçerlidir. Bu durumda Arafat vakfesini yerine getirip oradan ayrıldıktan sonra kurbanlık hayvan yerine varmadıkça başı traş etmek caiz değildir. Çünkü traş olmak, Hacc ya da Umre için yahut her ikisine birlikte niyetlenerek giyilen ihramdan çıkmanın işareti, göstergesidir. Kurban, Zilhicce ayının onuncu günü Mina'da kesilir. O zaman Hacc görevi sona ermiş olur ve hacı ihramdan çıkar. Fakat kurbanlık hayvan yerine varmadan önce ne traş olunabilir ne saçlar kısaltılabilir ve ne de ihramdan çıkılabilir. Fakat bu genel hükme istisna olarak şöyle bir telâfi edici sınırlama getiriliyor: "Fakat içinizden kim hasta ya da başından rahatsız olur da bu yüzden daha önce traş olursa fidye olarak ya oruç tutmak ya sadaka vermek veya kurban kesmek zorundadır." Hacı adayı, başını traş etmeyi gerektiren bir hastalığa yakalanabilir ya da saçlarının uzamasından ve taranamamaktan dolayı başında birtakım pis böcekler yuvalanabilir. Aslında kolaylık ve pratiklik dini olan İslâm, böylesi durumlarda hacı adayının ihramlı iken kesim yerine göndermiş olduğu kurbanlık hayvan boğazlanacağı yere varmadan ve Hacc görevlerini tamamlamadan önce traş olmasını mübah saymıştır. Buna karşılık hacı adayı fidye olarak ya üç gün oruç tutar ya sadaka olarak altmış yoksulun karnını doyurur ya bir koyun keserek etini dağıtır. Bu fidye ile ilgili sınırlama Peygamberimizin şu hadisine dayanıyor. Sahabilerden Kâ'b b. Ucre diyor ki: "Bir defasında beni Peygamberimizin yanına taşıdılar. Bitler yüzümde geziniyordu. Peygamberimiz bana `Seni hiç böyle bitkin görmemiştim. Kesecek bir koyun bulamıyor musun?' buyurdu. `Hayır, yok' dedim. Bunun üzerine bana şöyle dedi; `Ya üç gün oruç tut ya da her yoksul başına altmış sa' ağırlığında yiyecek ayırarak altmış yoksulun karnını doyur da başını traş et," (Buhari)" Arkasından yine Hacc ve Umre ile ilgili yeni bir genel hüküm geliyor: "Eğer güven içinde iseniz, Hacc zamanına kadar Umreden yararlanmak isteyen kimse kolayına gelen kurbanı keser." Yâni "Eğer yolda engelleme ile karşılaşmaz ve ziyaret görevlerini rahat rahat yapma imkânı bulursanız, bu durumda Umreyi de içeren Temettü Haccı yapmak isteyen kimse kolayına gelen kurbanı kessin." Bu hükmün ayrıntılı açıklaması şöyledir: Müslüman, önce Umreye çıkabilir. Bunun için Mikat'ta Tehlil getirerek ihrama girer. Beytullah'ı tavaf ederek ve Safa ile Merve arasında say yaparak Umre görevini tamamladıktan sonra Mikat'a dönerek Hacc için ihrama girer ve bu görevin günlerinin gelmesini bekle-meye koyulur. Bu durum Hacc ayları sırasında geçerlidir. Hacc ayları Şevval, Zilkade ayları ile Zilhicce ayının ilk on gününden oluşur. Bu anlattığımız şekil, Temettü Haccının birinci usulüdür. ikinci usulü de şöyledir: Mikat'ta hem Hacc ve hem de Umre için birlikte ihrama girilir. Umre görevleri yapıldıktan sonra Hacc zamanı gelinceye kadar beklemeye geçilir. İşte Temettü Haccının ikinci yolu böyledir. Hacı adayı bu iki usulden hangisi ile Temettü Haccı yaparsa yapsın Umreyi tamamladıktan sonra ihramdan çıkabilmek için kolayına gelen bir kurban kesmelidir. Hacı adayı Umre görevinin bitişi ile Hacc görevinin başlaması arasındaki süreyi ihramsız olarak geçirir. Hacı adayının "kolayına gelen" kurbanlık; kesebileceği her türlü hayvanı içerir. Yani bu kurbanlık deve de, sığır da koyun da keçi de olabilir. Eğer bu durumdaki hacı adayı "kolayına gelen" kurbanlık hayvan bulamıyorsa yerine fidye verir: "Kesecek kurban bulamayan kimse üç gün Haccda ve yedi gün de evinize döndüğünüz zaman olmak üzere toplam olarak on gün oruç tutar." Bu durumda hacı adayı için en uygun olanı, ilk üç günlük orucu Zilhicce ayının dokuzuncu günündeki Arafat vakfesinden önce tutmaktır. Kalan yedi günlük orucu da Hacc dönüşü evinde tutar. Ayette bu orucun "toplam on gün" olduğu, iyi anlaşılsın diye vurgulanmıştır. Belki de bu kurban kesmenin ya da oruç tutmanın hikmeti, Umre ile Hacc görevi arasında kalbin yüce Allah'a bağlı olmasını devam ettirmektir, Umre ile Hacc görevi arasındaki ihramsız dönemin hacı adayını Haccın havasından, Haccın disiplinli atmosferinden ve bu farıza süresince kalbi sürekli etkisi altında bulunduran çekingenlik ortamından çıkarmamasıdır. Harem-i şerif'te oturanlar buranın sürekli ziyaretçileri olduklarj ve yurtları burası olduğu için onlara Umre düşmez. Onlar sadece Hacc ibadeti yapmakla görevlidirler. Onlar için Temettü Haccı ve Umre ile Hacc arasında ihramsız kalınacak bir geçiş süresi de sözkonusu değildir. Öyle olunca tabii ki, fidye vermeleri ve oruç tutmaları da sözkonusu değildir. "Bu, ailesi Mescid-i Haram civarında oturmayanlar için böyledir." Hacc ve Umre hükümlerinin bu noktasında kalpleri yüce Allah'a ve takvaya sım sıkı bağlamayı amaç(ayan iki ara cümlecik ile karşılaşıyoruz: "Allah'tan korkun ve bilin ki, O'nun azabı ağırdır." Okuduğumuz Hacc hükümlerinin yerine getirilmelerini garantiye bağlayacak biricik faktör iste bu takvadır. Takva; Allah korkusu, Allah'ın azabından çekinme duygusudur. İhrama belirli bir çekingenlik duygusu eşlik eder. Fakat ham adaylarının bir süre ihramsız kalmaları serbest olduğunda bu süre içinde takva ve Allah korkusu bu çekingenlik duygusunu vicdanda canlı tutar, orada bekçiliğe devam eder. Bundan sonra gelen ayetin özellikle Haccın hükümleri anlatılıyor, bu meyanda Haccın zamanı ve edep kuralları açıklanıyor. Daha önceki ayetin sonun-da olduğu gibi bu ayetin sonunda da söz, takvaya bağlanıyor: "Hacc; bilinen aylar(da)dır. Kim bu aylarda ihrama girerek Haccı kendine farz hale getirirse bilsin ki, Haccda fuhuş söz söylemek, küfürleşmek kavga etmek ve her türlü günah işlemek yasaktır. Ne iyilik yaparsanız Allah onu bilir. Yanınıza yolazığı alın. Hiç şüphesiz en hayırlı azık takvadır, Allah korkusudur. Ey akıl sahipleri, benden korkun:' Ayetin açık anlamına göre Haccın belirli bir vakti vardır ve bu vakit belirli aylardır. Bu aylar Şevval ve Zilkade ayları ile Zilhicce ayının ilk on gününden oluşur. Buna göre, sadece bu aylar süresince Hacc için ihrama girilebilir. Gerçi bazı mezhepler bütün yıl boyunca Hacc için ihrama girmeyi geçerli sayarlar ve bu belirli ayları Haccın gereklerini bilinen zamanlarında yerine getirmek için ayrılmış bir zaman parçası kabul ederler. İmam-ı Malik, imam Ebu Hanife ve İmam-ı Ahmed b. Hanbel bu görüştedirler. İbrahim Nehaî, Sevri ve Leys b. Sa'd gibi mezhep imamlarının da bu görüşte oldukları rivayet edilmiştir. imam Şafiî ise birinci görüşü savunuyor. Abdullah b. Abbas, Cabir, Ata, Tavus ve Mücahid gibi önderlerin de Şafiî gibi düşündükleri nakledilmiştir ki, geçerli tutulan görüş de budur. Bu belirli aylarda kim Haccı kendine farz kılarsa, yani kim ihrama girerek bu aylarda Haccı tamamlama yükümlülüğü altına girerse bilmelidir ki, ayetin dili ile söylersek Hacc sırasında "Rafas, fusuk ve cidal yoktur". Burada geçen "Rafas" kelimesi "ya rastgele veya kadınların yanında cinsel ilişkiden ve cinsel ilişkiyi çağrıştıracak açık-saçık konulardan sözetmek" demektir. "Cidal" kelimesi, "bir kimsenin arkadaşını öfkelendirecek şekilde onunla tartışması, münakaşa etmesi" demektir. "Fusuk" kelimesi ise "irili-ufaklı kötülükler" anlamına gelir. Bu yasaklar, insanı sonuç olarak bu dönemindeki çekingenlik ve sırf Allah ile başbaşa olma halı ile çelişen herşeyden kaçınmaya, toprak ve dünya kaynaklı güdülerin üzerine çıkmaya, herşeyi bir yana atarak sırf Allah'a bağlanma yolundaki rubî eğitime ve Allah'ın evine doğru yola çıkan kimsenin dikişli elbiseye varıncaya kadar herşeyden arınması anlayışına uygun edep halini gerekli biçimde takınmasına götürür. Kötülük yapma yasağının arkasından iyi davranışları özendiren, sevdiren bir ifade ile karşılaşıyoruz: "Ne iyilik işlerseniz Allah onu bilir." Bir müminin, yaptığı iyiliğin yüce Allah tarafından bilindiğini, o sırada yüce gözetim altında olduğunu hatırlaması iyilik işlemesi için yeterli bir teşvik, itici bir faktördür. Demek ki, yüce Allah onun yaptığı iyiliği görüyor ve biliyor. Sırf bu faktör, iyiliğin normal ödülünden önde gelen başlı başına bir ödüldür. Ayette daha sonra hacı adayları Hacc yolculuğu için azıkla donanmaya, yanlarında hem beden ve hem de ruh azığı bulundurmaya çağrılıyorlar. Bu emrin gerekçesi ile ilgili şöyle bir rivayet anlatılıyor: Bir grup Yemenli hacı adayı, yanlarına azık almadan Hacc yolculuğuna çıkarlar ve bu tutumlarında haklı olduklarını göstermek üzere de `Allah'ın evini ziyaret edeceğiz de O bizim karnımızı doyurmayacak mı?' diye konuşurlar. Bu söz her şeyden önce kalbi tümü ile Allah'a yöneltmenin ve O'na tam anlamı ile güvenmenin yanında tüm pratik hazırlıkları yapmayı, mümkün olan bütün etkili önlemleri almayı emreden İslâm'ın karakterine ters düşer. Ayrıca bu söz yüce Allah'tan lâubalî ve pervasız biçimde sözetme, "madem ki, O'nun evini ziyaret etmeye gidiliyor, o halde Allah da ziyaretçilerinin karnını doyurmakla görevlidir" gibi bir anlayış yüce Allah'ı minnet borcu altında sayma kokusu taşır. Bundan dolayı hem maddi ve hem de manevi olarak azık hazırlama direktifi gelmiştir. Bu direktife, genel ifadeli ve süreklilik mesajı veren bir takva duyurusu eklenmiştir: "Yanınıza yolazığı alın. Hiç şüphesiz en hayırlı azık takvadır, Allah korkusudur. Ey akıl sahipleri, benden korkun." Takva kalplerin, gönüllerin azığıdır. Kalpler, gönüller bununla beslenir, bununla güçlenir, bununla aydınlanır. Hedefe varma ve kurtuluş dayanağı yalnız budur. "Akıl sahipleri" ise takva direktifini ilk kavrayanlar ve bu besin kaynağından en iyi biçimde yararlananlardır. Daha sonraki ayette Haccın hükümleri ve gerekleri anlatılmaya devam edilerek hacı adayının ticaret yapmasının ya da ücretli bir işte çalışmasının hükmü anlatılıyor. Bunun yanısıra Arafat'tan dönüş konusu ile bu dönüşün yeri ele alınıyor. Ayrıca bu dönüşün arkasından yapılması gereken zikir ve istiğfar meselesi açıklanıyor: "Rabbinizin lütuf ve bağışını istemenizin, bunun peşinden koşmanızın hiçbir sakıncası yoktur. Arafat'tan aşağı inince Meş'ar-ı Haram'da Allah'ı anın. O sizi nasıl doğru yola iletti ise siz de O'nu anın. Lira O'nun yol göstermesinden önce, kuşkusuz, Sapıklardan idiniz. Sonra insanların dağıldığı yerden siz de dağılın ve Allah'tan mağfiret dileyin. Hiç şüphesiz Allah bağışlayıcıdır, merhametlidir." Buharî'nin kaydettiğine göre bu konuda Abdullah b. Abbas (Allah onlardan razı olsun) şöyle diyor: "Ukaz, Mecenne ve Zülmecaz; cahiliye döneminin çarşıları, alış-veriş merkezleri idi. Bu yüzden müslümanlar Hacc mevsiminde ticaret yapmanın günah olabileceği endişesine kapıldılar. Bunun üzerine yüce Allah "Rabbinizin lütuf ve bağışını istemenizin, bunun peşinden koşmanızın hiçbir sakıncası yoktur" ayetini indirdi. Aynı konuda Ebu Davud'un başka bir yoldan naklettiğine göre yine Abdullah b. Abbas şöyle diyor: "Müslümanlar Hacc mevsiminde ticaretle uğraşmaktan, alış-veriş yapmaktan çekiniyorlar; `Bu günler, Allah'ı zikretme günleridir' diyorlardı. Bunun üzerine yüce Allah; `Rabbinizin lütuf ve bağışını istemenizin, bunun peşinden koşmanızın hiçbir sakıncası yoktur' ayetini indirdi." Başka bir rivayete göre Ebu Umame Teymî bir defasında Abdullah b. Ömer'e "Biz para karşılığında hacı adayı taşıyoruz. Acaba yaptığımız Hacc geçerli midir?" diye sordu. Abdullah b. Ömer de ona "Siz Beytullah'ı tavaf etmiyor musunuz, meşru görevlerinizi yapmıyor musunuz, şeytanı taşlamıyor musunuz, başınızı traş etmiyor musunuz?" diye sordu. Adamın "Evet, bunları yapıyoruz" demesi üzerine Abdullah b. Ömer sözlerini şöyle bağladı: "Vaktiyle adamın biri Peygamberimize gelerek kendisine şimdi senin bana sorduğun soruyu sormuştu. Peygamberimiz adama henüz cevap vermeye fırsat bulamadan Cebrail (selâm üzerine olsun) `Rabbinizin lütuf ve bağışını istemenizin, bunun peşinden koşmanızın hiçbir sakıncası yoktur' ayetini getirdi." Bu arada İbn-i Cerir'in bildirdiğine göre Hz. Ömer'in azadlısı Ebu Salih aynı konuda şöyle diyor: "Bir defasında Hz. Ömer'e `Ey müminlerin emiri, sizler Hacc sırasında ticaret yapıyor muydunuz?' diye sordum. Bana `O zamanlar müslümanların Haccdan başka bir geçim kaynağı var mıydı ki?' diye cevap verdi. Gerek ilk iki rivayetin anlattığı Haccdaki ticaret çekingenliği ve gerekse üçüncü rivayetin içerdiği yine Hac dönemindeki ücret karşılığında hizmet verme çekingenliği, İslâm'ın vicdanlarda meydana getirdiği cahiliye döneminde geçerli olan herşey karşısında çekingenlik duyma hassasiyetinin ve bu konularda girişime geçmeden önce İslâm'ın görüşünü bekleme titizliğinin bir parçasıdır. Bizim bu cüz'ün başında Safa ile Merve tepelerini tavaf etmekten sözederken anlatmaya çalıştığımız tutum işte buydu. Kısacası Hacc sırasında alış-veriş yapmanın ve ücret karşılığında hizmet vermenin serbest olduğunu bildiren ayet indi ve bu ayet bu tür çalışmaları "Allah'ın lütuf ve bağışını arama" olarak niteledi: "Rabbinizin lütuf ve bağışını istemenizin, bunun peşinden koşmanızın hiçbir sakıncası yoktur." |