Tekil Mesaj gösterimi
Alt 16Haziran 2007, 22:22   Mesaj No:13

KalbinNûru

Medineweb Sadık Üyesi
KalbinNûru - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:KalbinNûru isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 25
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:42
Mesaj: 549
Konular: 49
Beğenildi:8
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart RE: ŞAH-I NAKŞBEND MUHAMMED BAHAÜDDİN BUHARÎ (Kaddesallahu Sırrahulaziz)

Bahaüddin Buhârî hacda iken hacılar Mina'da kurban kesiyorlardı. "Bizim de kurban kesmemiz lâzım, fakat biz oğlumuzu kurban edeceğiz." buyurdu. Talebeleri bu sözde bir hikmet vardır diyerek, o günün târihini kaydettiler. Hacdan sonra Buhârâ'ya döndüklerinde, Bahaüddin Buhârî'nin o sözü söylediği gün, oğlunun vefât ettiğini öğrendiler. Oğlunun vefâtı üzerine buyurdu ki: "Allah'ın ihsânı ile oğlumun vefât etmesi husûsunda da Resûlullah efendimize uymuş oldum. Çünkü Peygamberimizin de oğlu vefât etti. Resûlullah'ın başından geçen işlerin hepsi benim başımdan da geçti. Yapmış olduğu her işle amel ettim. Hiçbir sünneti terketmedim. Hepsini yerine getirdim ve netîcesini buldum.

Bahaüddin Buhârî hacda iken, Kâbe'yi tavaf sırasında, ak sakallı bir ihtiyârın, Kâbe'nin örtüsüne sarılarak ağladığını ve göz yaşları ile orayı ıslattığını gördü. İmrenilecek bir hâlde olan ihtiyârın, bir de kalbine teveccüh etti. Keşfiyle gördü ki, ihtiyârın kalbi tamâmen dünyâlık şeylerle meşgûl. Minâ pazarında ise genç bir tüccar gördü. Bu genç tüccar, aşağı yukarı elli bin altın değerinde alış veriş yapıyordu. Görünüşte tamâmen dünyâya dalmış gözüken gencin kalbine teveccüh ettiğinde, kalbini hep Allah'ı zikretmekle meşgûl bir hâlde gördü.

Bahaüddin Buhârî , asrının en meşhûr âlimi ve mürşid-i kâmili idi. Tasavvufta en yüksek dereceye ulaşmıştır. Yıllarca insanları hidâyete, kurtuluşa, doğru yola kavuşturmuş, nice gönüller onun feyzleriyle nurlanmıştır. Vefâtına yakın halleri ve talebelerinin bu hususta nakilleri ise şu şekildedir. Büyük âlimlerden Mevlânâ Muhammed Miskin şöyle anlattı:

"Buhârâ'da Şeyh Nûreddîn Halvetî adında, sâlih ve meşhûr bir zât vefât etmişti. Bahaüddin Buhârî talebeleriyle birlikte vefât eden o zâtın yakınlarına tâziyeye gitmişlerdi. Tâziyeye gelenlerden bir kısmı ve o evin halkı, yüksek sesle ağlayıp feryâd ediyorlardı. Bahaüddin Buhârî bu hâli görüp, onları yüksek sesle ağlamaktan men etti. Orada bulunanlardan her biri bu hususta bir şeyler söyledi. Bu arada Bahaüddin Buhârî buyurdu ki: "Benim ömrüm sona erince, ölmek nasıl olurmuş dervişlere öğreteyim!" Bu sözü dâimâ benim hatırımda kaldı. Bahaüddin Buhârî hastalandılar. Bu hastalığı ölüm hastalığı olup, ömrünün son günleri idi. Husûsî odasına çekildi. Vefâtına kadar orada kaldılar. Her gün talebeleri oraya giderler huzûrunda bulunurlardı. Talebelerinin herbirine şefkat gösterip, iltifatta bulunurdu. Vefât etmek üzere iken, ellerini kaldırıp duâ etmeye başladı. Ellerini uzatıp uzun müddet duâ etti. Sonra ellerini yüzüne sürüp vefât etti."

Alâeddîn-i Attâr de şöyle anlatmıştır: Bahaüddin Buhârî ömrünün son günlerinde bana kabrini kazmamı emretti. Gidip emredildiği gibi kabri kazdıktan sonra huzûruna geldim. Bu sırada, acaba kendilerinden sonra irşâd emrini kime verecekler diye hatırımdan geçmişti. O anda mübârek başını kaldırıp; "Söyleyeceğimi, Hicaz yolunda söylemiştim. Her kim bizi arzu ederse, Hâce Muhammed Pârisâ'ya nazar etsin." buyurdu. Bu sözü söyledikleri günden sonraki gün vefât etti.

Yine Alâeddîn-i Attâr şöyle anlatmıştır: "Hâce Bahaüddin Buhârî'nin vefâtı sırasında Yâsîn-i şerîfi okuyorduk. O da bizimle okuyordu. Yarısına gelince, nûrlar gözükmeye başladı. Kelime-i tevhîdi söyleyerek son nefeslerini verdiler." Kasr-ı Ârifân'da toprağa verildi. Talebeleri, üzerine güzel bir türbe yaptırdılar. Daha sonra türbenin yanına genişce bir mescid inşâ edildi. Gelen pâdişâhlar o mescid için vakıflar kurdular. Oranın bakımını yapmak, şanını, şerefini duyurmak için çok îtinâ gösterdiler. Bu muhabbet günümüze kadar devâm edegelmiştir. Temiz rûhu vesîle edilerek cenâb-ı Hak'tan yardım istenmektedir. Eşiğinin toprağı gözlere sürme gibidir. Dar zamanlarda onun kapısına sığınılır.

Zamânın büyüklerinden Abdülkuddüs şöyle anlatmıştır: Bahaüddin Buhârî hazretlerini kabrine koyduk. Gördüm ki, mübârek yüzleri tarafından "Mü'minin kabri Cennet bahçelerinden bir bahçedir." hadîs-i şerîfinde buyurulduğu gibi, Cennet'ten bir kapı, kabr-i şerîflerine açıldı. O kapıdan iki hûri gelip, ona selâm verdi ve; "Allah bizi, sizin için yarattığı vakitten beri sizi bekliyoruz." dediler. Hâce'nin onlara; "Ben Hak teâlâ ile ahdettim ki, O'nun hiçbir şeye benzemeyen, nasıl olduğu anlatılamayan dîdârını görmedikçe, benim yolumda bulunanlara ve benden hakkı işitip amel edenlere şefâat etmedikçe, hiçbir şey ve hiçbir kimse ile meşgûl olmam." dedi. Vefâtından sonra sevenlerinden biri onu rüyâda görmüş ve; "Ne amel işleyelim ki kurtuluşa erelim?" diye sormuştur. "Son nefeste ne ile meşgûl olmak gerekirse, onunla meşgûl olunuz." buyurmuştur.

Bahaüddin Buhârî orta boylu, mübârek yüzü değirmi olup, yanakları kırmızıya yakın idi. İki kaşı arası açık, gözleri sarı ile elâ renk karışımı olan kestane renginde idi. Sakalının beyazı siyahından çok idi. Ne hızlı, ne de yavaş yürürdü. Konuşmaları Peygamber efendimizin konuşması gibi tâne tâne idi. Konuştuğu kimseye yönünü dönmüş olarak konuşurdu. Kahkaha ile gülmez, tebessüm ederdi. Her gün kendini yirmi kere ölmüş ve mezara konmuş olarak düşünürdü. Kimseyi küçük ve hakîr görmez, dâimâ güler yüzle karşılardı. Ancak celâllendiği zaman kaşlarını çatardı. Bu zamanda heybetinden karşısında durulmaz olurdu. Şemâili, görünüşü birçok bakımdan Resûlullah efendimize benzediği gibi, sözleri, işleri ve bütün hareketleri sünneti seniyyeye uygun idi.
Alıntı ile Cevapla