Zihniyet sorunu/Mevlüt Hönül
Ülkemizde toplumsal bir sorun ile karşılaştığımızda, ret veya kabul yönünde fikir beyan etme yarışına giren karşıt zihniyetler meydana gelen her olayı kendilerine yontacak şekilde, tarafgir bir yaklaşım çerçevesinde yorumlamaya gayret etmekte, diğer yaklaşımların doğruluğu veya yanlışlığı üzerinde kafa yormamaktadır. Buna karşın uç yaklaşımlar arasında orta bir yol olarak İslam’ın berraklığı hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak derecede ortadadır.
Aklı başında Müslümanların, insanların sosyal planda ortaya koydukları yanlış dinî ve ideolojik yaklaşımları, yol ve yöntemleri İslam’a mal etmeyi âdet edinmiş olan çevrelere İslam’ın özünü hatırlatmaları gerekiyor. İslam barışın-esenliğin ve teslimiyetin adıdır. Mal, can, akıl, nesil ve din emniyetinin sağlanması İslam’ın temel maksatlarını teşkil eder.
Bugün piyasada “insan haklarını” savunmak adına var olan yapılanmalar İslam’ın özünden uzak hareket etmektedirler. İslam’a göre insan hakları, evrensel ölçüler ekseninde ele alınır. Her bir fert, ırk, dil, renk, din-mezhep ayrımı yapılmaksızın insan olarak değerlendirilir. İnsan doğuştan birtakım haklara sahiptir ve bu hakları kısıtlamak İslam’a göre zulümdür.
Zihniyet, insanların algılama biçimleri ve bu algılama biçimlerine bağlı olarak ortaya koydukları söylem ve eylemlerdir. Zihniyet bir bilgi türü olmayıp bir bilme tarzıdır. İnsanlar gerçek, objektif bilgiye dayalı birikimlerini kendi zihniyetleri doğrultusunda değişime uğratmadıkları vakit sahih bilgi ekseninde sahih bir hareket meydana gelir. Bunun aksi ise kişinin kendi zihniyetini ifşa etmesidir.
Zihniyet kelimesi zihin kavramından gelmektedir. Zihin, algılama, anımsama, düşünme, değerlendirme, karar verme aşamalarında ortaya konan yeteneklerin bütününü kendisinde toplar. Toplumsal sorunlarda doğru bilgiye dayanan yaklaşımı bir kenara bırakıp, yanlış algılar doğrultusunda söylem ve eylemlerde bulunmak bir bakıma iradenin askıya alınmasıdır. Zira bu durumda kişi veya gruplar ülke içindeki kökü dışarıya dayanan birtakım güç ve çıkar odaklarının propagandası doğrultusunda ve kendilerine öğretilen, dayatılan çerçevede hareket etmektedirler.
Ülkemizdeki mevcut zihniyet çıkar odaklı düşünüp hareket etmekte ve her fırsatta hakikati, doğruyu-yanlışı önemsemeksizin politik çıkar odaklı eylem ve söylemlerle kendini sosyal planda ortaya koymaktadır. Her nedense bu, hep olaylar vuku bulduktan sonra olmakta, eleştiri ve eylemsellik olaylar öncesinde kendini göstermemektedir. İslam’a ait değerlerin benimsenmediği, yaşanmadığı bir toplumda insanî değerleri bozacak her tür algının önü açılmaktadır.
İnsanî değerlerle uyum içinde tesis dilecek dinî, sosyal, ticarî, idarî, adlî organizasyonların ve eğitim-öğretim etkinliklerinin oluşturacağı ortam, çıkar odaklı veya duygusal yaklaşımlara kurban edilmediği zaman en azından Müslüman halkın Kur’anî temele dayanan ortak bir zeminde buluşması mümkün olabilecektir. Yeryüzünde her türlü zulme -dolayısıyla zalimlere- karşı durmak İslamî/insanî bir tavırdır.
Medya ve kitle iletişim araçları günümüzde ahlaksızlığı teşvik etmek ve yaygınlaştırmak için kullanılmaktadır. Medya reklamlar yoluyla tüketim zincirini genişletmekte, görsel yayınlarla teşhirciliği normalleştirmekte/sıradanlaştırmaktadır. Böylece ahlaksızlığın, özellikle aile terbiyesi almış, ahlak sahibi, erdemli bir yaşam süren gençler arasında yaygınlaştırılması amaçlanmakta, sosyal yaşam alanları ifsat edilmektedir.
Doğru bilgiye dayalı sahih algı çerçevesinde hareket etmek yerine kendi heva ve hevesi doğrultusunda hareket eden zihniyet, hak-adalet karşıtı muharref algıyı “insanî yaklaşım” olarak takdim etmekte ve ahlak dışı bir hareket metodu takip etmektedir. Hayat içerisinde yaşanan herhangi bir olumsuzluk karşısında ilah edindiği kimselerin fasit yaklaşımlarını benimseyen ve söz konusu yaklaşımları hayatın her alanında pratize etmeyi “insanlıkla’’ özdeşleştirerek fitne mekanizmasını işleten kısır beyinler, toplumun ifsadına hizmet ettiklerinin farkına varamayacak derecede bozuk zihniyetlidir.
Ataerkil bir toplumsal yapının hâkim olduğu ülkemizde, insanlara, öncelikle herhangi bir hastalığın tedavisi için nasıl bir yol ve yöntem takip edilmesi gerekiyorsa zihniyet bozukluğuna da aynı mantıkla çare aranması gerektiği anlatılmalıdır. Elbette zihniyet bozukluğunun çaresini dinimizde aramak zorundayız. Çünkü İslam dini, sosyal nizam ve hayat felsefesiyle alakalı her konuda geniş bir muhtevaya sahiptir ve kendine özgü çözüm yolları ortaya koymaktadır. Dolayısıyla İslam, pasif ve statik değil, aktif ve dinamik bir yapıya sahiptir.
Ülkemizde din adına konuşan çoğunluk ailevî sorunlar hususunda erkeğin işlediği hataların affına yönelik çaba sarf ederken, kadının hatalarına yönelik affı gündemine dahi almamaktadır. Erkeği “çapkın”, kadını “ahlaksız” olarak tanımlayan anlayışın hastalıklı olduğu tartışma götürmez. Kur’an, erkek-kadın ayrımı yapmaksızın herkese adaletle muamele etmeyi emretmektedir. Sorunun kökünde ataerkil zihniyet yatmaktadır.
Eşler arasında vuku bulan aldatma olaylarında erkeğin affı için çaba sarf eden ancak aynı konuda kadın için infazı öngören zihniyet Kuran’ın inşa ettiği bir zihniyet olamaz. Ceza-i müeyyidelerde dişi-erkek ayrımı yapan anlayışı adalet ilkesi üzere düzeltmek icap eder.
Kendilerini herhangi bir mezhebe nispet eden kişi ve gruplar, kendi mezheplerinin içeriğini dahi doğru düzgün bilmemekte, kişisel anlayışlarını -mezhep taassubunu da işin içine katarak- diğerlerine “din” olarak dayatmakta, tenkitler karşısında karşı atağa geçerek kuvvetli bir propaganda faaliyetiyle mevcut anlayışın idamesini sağlamak için yoğun çaba harcamaktadırlar.
Kur’an’ın fertleri ve toplumu inşa etmede kullandığı metodu bir kenara bırakan zihniyet, özellikle Doğu ve Güneydoğu’da kendi anlayışına uygun tarikat şebekeleri vasıtasıyla insanları pasifize etmekte, uyuşturmaktadır. Böylece mevcut yapı, kula kulluk, Allah’a ve Resul’üne iftira üzere varlığını devam ettirmektedir. Muskacısı, şeyhi, seyyidi vs. bu yolla kendi menfaatlerini sağlama almaktadır.
Zihniyet bozukluğu ile mücadele edecek olanların öncelikle akide hususunda Kur’an dışı öğretileri bir kenara bırakmaları, mevcut toplumsal baskılara aldırış etmemeleri, “kim, ne der” kaygısı taşımamaları, karşı eleştiri ve taarruzları göze almaları, adımlarını somutlaştırmaları ve öncü rolü üstlenmeleri gereklidir.
Elbette öncü rolü üstlenecek olan kimseler, toplumun zihnî inşasında sorumluluk almadan önce işe kendilerinden başlamak zorundadır. Kendi düşüncelerini ıslah edememiş ve hayatlarında gerekli değişiklikleri yapamamış kimseler, Kur’an ahlakı ile ahlaklanma ve hayatı inşa etme sürecinin dışında bırakılmalı, hangi unvanı taşırlarsa taşısınlar kendilerine itibar edilmemelidir.
Başkalarının kusur ve ayıplarını araştırmakla meşgul olan zihniyet, öncelikle kendi ayıp ve kusurlarını görebilmeli, bozuk gidişatta kendi payının ne olduğunun muhasebesini yapmalı, topluma yol göstermeye kalkışmadan önce kendisini düzeltme çabası içine girmelidir.
İslam insanlıkla eşdeğer görülmediği müddetçe halkının büyük çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede sosyal, siyasî, ekonomik sorunların üstesinden gelinemeyecek, hak-hukuk ihlallerinin önüne geçilemeyecektir.
Mevlüt Hönül