Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 Arkadaşları:2 Cinsiyet: Yaş:48 Mesaj:
4.081 Konular:
315 Beğenildi:49 Beğendi:0 Takdirleri:149 Takdir Et:
| Cvp: Fizilalil Kuran Mümin Suresi Tefsiri Aslında onlar bir tek kitabı, bir tek Peygamberi yalanlamışlardı. Fakat onlar bununla, bütün Peygamberlerin getirdiği her şeyi yalanlamış oluyorlardı. Zira tüm Peygamberler bir tek inanç sistemine çağırmışlardır. Bu da son Peygamber olan Hz. Muhammed'in (salât ve selam üzerine olsun) mesajında en mükemmel şeklini bulmuştur. Bu nedenle onlar, her Peygamberi ve her ilahi mesajı yalanlamış oldular. Tek olan gerçeğe ve tevhid akidesine çağıran Peygamberini yalanlayan önceki ve şimdiki herkes de aynı durumdadır. "Yakında bileceklerdir." Sonra onların ileride neyi öğreneceklerini açıklıyor: Bu, sırf azap değil, azabın içinde aşağılanma ve horlanmadır. 71- Boyunlarında demir halkalar ve zincirler olduğu halde sürükleneceklerdir. Davarların ve yırtıcı hayvanların sürüldükleri gibi sürülerek horlanacaklardır! Onlara neden saygı gösterilsin ki artık? Kendi elleriyle onurlarının, şereflerinin damgasını söküp atanlar onlar değil mi? Bu azap ve bu aşağılama içinde sürülüp-çekildikten sonra gelip kaynar suya ve ateşe dayanıyorlar: 72- Kaynar suda sonra da ateşte yakılacaklardır. Yani onlar köpekler gibi bağlanacak ve hapsedileceklerdir. Onlar için belirlenmiş olan yer kaynar su ve alevlenmiş ateşle doldurulacaktır. Onlar da varıp oraya gireceklerdir. Onlar bu aşağılayıcı azabın içindeyken kendilerine bir de azarlama, aşağılama, sıkıştırma ve çaresiz bırakma amacı ile sorular yöneltiliyor: 73- Sonra onlara denilecektir Ortak koştuklarınız nerede? Allah'tan başka taptıklarınız? Onlar bu soruya oyuna getirildiğini anlayan insanın hayıflanarak ve ümitsizlik içinde verdiği cevabı andıran bir şekilde cevap veriyorlar: 74 - Dediler ki: "Bizden uzaklaşıp kayboldular; hayır, meğer biz önceden hiçbir şeye tapmamışız. (Taptıklarımız hiçbir şey değilmiş)." İşte Allah kafirleri böyle şaşırtır. Taptıklarımız kaybolup gittiler. Artık ne biz onlara varan bir yolu biliyoruz. Ne de onlar bize gelen yolu biliyorlar... Aslında biz daha önce hiçbir şeye çağırmamışız. Onların hepsi kuruntularmış, sapıklıklarmış! 75- Bu durum sizin yeryüzünde haksız olarak şımarmanızdan ve aşırı derecede sevinip böbürlenmenizdendir. 76- Cehennemin kapılarından, girin orada ebedi kalacaksınız. Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür. İmdat! Zincirler ve bukağılar içinde kaynar su ve ateşe nerede sürükleniyorlar acaba? Öyle anlaşılıyor ki bu, bir giriştir. Sonra cehenneme girecekler ve orada ebedi olarak kalacaklardır. "Büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür." Bu aşağılanma, büyüklük taslamadan kaynaklanmıştır. İşte bu horlanma da o büyüklenmenin cezasıdır. Zillet, aşağılanma ve korkunç azap, Allah'ın ayetleri hakkında ileri-geri konuşup-tartışma ve göğüsleri kabartan büyüklenmeyi tasvir eden bu sahne önünde... Evet işte bu sahne ve bu akıbet önünde Kur'an, Hz. Peygamber'e yöneliyor. Karşılaştığı büyüklenmeye ve yersiz tartışmalara karşı sabretmesi gerektiğini ve her halde yüce Allah'ın gerçek olan sözüne güvenmesi lazım geldiğini öğütlüyor. İsterse yüce Allah onlara ilişkin sözünün bir kısmını hayatında kendisine göstersin isterse onun hayatına son versin ki işi tamamen kendi üzerine alsın. Mesele bütünü ile Allah'ın elindedir, Peygamber'in görevi sadece bildirmektir. Sonuçta onların hepsi O'na dönecektir. 77- Ey Muhammed! Sabret, şüphesiz Allah'ın verdiği söz gerçektir. Onlara söz verdiğimiz azabın bir kısmını sana gösteririz veya seni öldürürüz, nasıl olsa onların dönüşü Bize'dir. Burada üzerinde derin düşünülmesi gereken bir konuyu biraz açmak istiyoruz: Onca eziyetler, yalanlamalar, büyüklük taslamalar ve inatlaşmalarla karşılaşan Hz. Peygamber'e şu anlamda bir direktif veriliyor: Sen görevini yap; ötesine karışma. Sonuçlara gelince bu senin işin değildir. Hatta yüce Allah'ın büyüklük taslayanlara ve ilahi mesajı yalan sayanlara ilişkin sözünün yer yer gerçekleşmesini görüp vicdanen rahatlama bile senin kalbine yakışan bir duygu değildir. Sen sadece çalış, o kadar. Görevini yap ve geçip git. Dava senin davan değildir, mesele senin meselen değildir. İşin tamamı Allah'ın elindedir ve O dilediğini yapar. Aman Allah'ım! Bu ne yücelik, bu ne ululuk! Bu ne mükemmel edep! Yüce Allah, Hz. Peygamber'in şahsında islam davasına gönül verenlerin bu adabı takınmalarını istiyor. Bu insanın nefsine ağır gelen bir iştir. İnsan kalbinin doğal arzularına karşı sabretmeyi gerektiren bir iş. Herhalde bu nedenle surenin burasında sabretmeye dikkat çekiliyor. Bu daha önce dikkat çekilen bir olguya tekrar dikkat çekme değildir. Burada başka bir sabır çeşidine dikkat çekilmektedir. Bu sabır çeşidi belki de eziyetlere, büyüklenmelere ve yalanlamalara karşı sabretmekten daha zordur. İnsan kalbinin yüce Allah'ın kendi düşmanlarını ve davasının düşmanlarını nasıl kıskıvrak yakalayıp cezalandırdığını görme isteğinden vazgeçmesi gerçekten zor bir i tir. Bu düşmanların bizzat düşmanlık yaptıkları ve saldırıya geçtikleri bir sırada Allah'ın onlara karşı cezasını görme isteğine karşı sabır kolay değildir. Fakat bu, yüce ilahi terbiye ve yüce Allah'ın seçkin kullarını özel biçimde hazırlaması, seçtiği kişinin gönlünü bu tür arzulardan arındırması ile gerçekleşebilir. Bu terbiyeden geçen, bu dinin düşmanlarına karşı muzaffer olma arzusuna dahi gönlünü kaptırmaz. Onun tüm arzusu görevini yapma arzusudur. Böylesine köklü ve derin olan bu meseleden dolayı Allah yoluna çağıranların kalplerinin sürekli O'na yönelmeleri gerekmektedir. İlk bakışta tertemiz ve masum görünen fakat sonradan şeytanın içine girip vaziyet etmeye başladığı arzuların-isteklerin deryasından insanı kurtaracak cankurtaran simidi budur işte! Bu bölüm geçen dersin sonunda yer alan yorumun bir eki niteliğindedir. Hz. Peygamberin ve müminlerin, Allah izin verene, sözünü ve cezaya ilişkin tehdidini gerçekleştirene kadar sabretmeleri için yönlendirilmeleri konusunu tamamlamaktadır. Yüce Allah'ın bu sözü ister Hz. Peygamber'in hayatında gerçekleşsin isterse onun vefatından sonraya kalsın fark etmez. Bu iş Peygamber'in işi değildir. Bu inanç sisteminin, ona inananların, bu konuda haksız yere tartışanların ve ona karşı büyüklenenlerin işi Allah'ın elindedir. Bu konuda hüküm yetkisine sahip olan sadece Allah'tır. İşte bu dinin hareketini götüren ve onun aşamalarını dilediği biçimde yönlendiren de O'dur. Surenin kendisiyle noktalandığı bu yeni bölüm ise aynı gerçeğin başka yönlerini sergilemektedir. Bu işin süreci, çok eski ve çok uzun olan bir süreçtir. Son Peygamber olan Hz. Muhammed (salat ve selam üzerine olsun) ve O'nun mesajı olan islam ile başlamış değildir. O'ndan önce de pek çok Peygamber gönderilmiştir. Bu Peygamberlerin bir kısmını yüce Allah Kur'an'da Hz. Muhammed'e (salat ve selam üzerine olsun) anlatmış bir kısmını ise anlatmamıştır. Bu Peygamberlerin hepsi de yalanlama ve büyüklük taslama ile karşılanmış ve onların hepsinden mucizeler ve harikalar istenmiştir. Bu Peygamberlerin hepsi de yüce Allah'ın yalanlayıcıların ister istemez boyun eğmek zorunda kalacakları harika bir olay onlara göstermesini arzu etmiştir. Ne var ki, Allah'ın izni olmadan ve O'nun dilediği zaman gelmeden hiçbir mucize meydana gelmez. Çünkü bu dava O'nun davasıdır. Kendisi dilediği biçimde onu yürütür. Bununla beraber, yüce Allah'ın mucizeleri evrene serpiştirilmiş durumdadır. Her zaman ve her yerde gözler önündedir. İşte bu bölümde söz konusu mucizelerden hayvanlar ve gemiler mucizesine yer verilmektedir. Hiç kimsenin inkar edemeyeceği diğer mucizelere ise genel olarak değinilmektedir. Sure önceki milletlerin akıbetlerine ilişkin köklü bir dokunuşla sona ermektedir. Bunlar Hz. Muhammed'in (salat ve selam üzerine olsun) mesajını yalanlayanların tutumunu sergilemiş, güçlerine, bilgilerine ve uygarlıklarına güvenmiş kimselerdir. Doğal olarak Allah'ın yasası bundan dolayı onları kıskıvrak yakalamıştır: "Fakat şiddetli azabımızı gördükleri zaman inanmaları, kendilerine bir fayda sağlamadı. Allah'ın kulları hakkında eskiden beri yürürlükte olan yasası budur. İşte o zaman kafirler ziyana uğramışlardır." (Mümin Suresi, 85) İşte hak ile batıl, iman ile küfür, iyilik ile azgınlık arasında sürüp gelen savaşı ta baştan bu son ayete kadar işleyen sure bu dokunuşla sona ermektedir. 78- Andolsun, biz senden önce de Peygamberler gönderdik. Onlardan kiminin hayatını sana anlattık, kimini de anlatmadık. Hiçbir elçi, Allah'ın izni olmadan bir mucize getiremez. Allah'ın emri geldiği zaman hak yerine getirilir ve işte o zaman Allah'ın ayetlerini boşa çıkarmağa çalışanlar, hüsrana uğrarlar. Daha önce islam dini nice badirelerden geçmiştir. Bu Kur'an'da yüce Allah bunların bazılarını Peygamberine anlatmış, bazılarını ise anlatmamıştır. Peygamberlerin durumları ile ilgili olarak anlattıkları arasında hedefe ulaştıran ve yol işaretleri belli olan yolun uzunluğuna işaret edilmekte, sürekli geçerli olan ve asla değişmeyen yasa dile getirilmekte, Peygamberlik gerçeği, Peygamberlerin görevleri ve hadleri en güzel biçimde açıklanmaktadır. Ayet-i kerime insanın gönlünde sağlam biçimde yerleşmesi gereken bir gerçeği pekiştirmekte ve iyice sağlamlaşması için özellikle üzerinde durmaktadır: "Allah'ın izni olmadan hiçbir Peygamber bir mucize yaratamaz:' İnsan yürekten, davanın üstün gelmesini ve ona karşı çıkanların tezelden boyun eğmelerini arzu eder. -İsterse bu gönül bir Peygamberin gönlü olsun fark etmez- Bu nedenle her türlü büyüklük taslamayı, inatlaşmayı yok edecek harika bir mucize arar. Ne var ki yüce Allah seçkin kullarının sınırsız sabır zırhına bürünmelerini istemektedir. Nefislerini bu potada eritmelerini dilemektedir. Böylece onlar bu konuda ellerinde hiçbir şey olmadığını daha rahat kavrayacaklar, mesajı ilettikleri taktirde görevlerinin bittiğini anlayacaklardır. Mucize göndermenin ise, onun elinde olduğunu, dilediğinde onu yaratacağını kavrarlar. Böylece kalpleri huzura kavuşur, rahatlar ve sakinleşir. Ellerinden gelen her şeyi en güzel biçimde yerine getirdikten sonra bunun ötesini Allah'a bırakmaları kolaylaşır. Yine yüce Allah insanlara ilahlık gerçeğinin Peygamberlik gerçeğinin yapısını kavratacak ve Peygamberlerin insanlar arasında yetişen insanlar olduklarını, yüce Allah'ın onları seçtiğini, onların görevlerini belirlediğini, onların bu görevlerinin sınırlarını aşmaya güçlerinin yetmediğini ve böylesi bir işe teşebbüs de etmediklerini kavratmak istiyor. İnsanlara şunu da kavratıyor: Mucizelerin geciktirilmesi Allah'ın insanlara merhametindendir. Zira Allah'ın yasası mucizelerin ortaya çıkışından sonra yine de ilahi mesajı yalan sayanları bu dünyada yok etmeyi gerektirmektedir. Demek ki Allah'ın mucizeyi geciktirmesi onlara zaman tanıması demektir ve bu da Allah'ın onlara acımasından kaynaklanmaktadır. "Allah'ın emri geldiği zaman hak yerine getirilir ve işte o zaman Allah'ın ayetlerini boşa çıkarmaya çalışanlar hüsrana uğrarlar." Allah'ın son hükmünden sonra ne iyilik yapmaya, ne tevbe etmeye ne de dönüş yapmaya zaman kalır. Şimdi de harika bir olayın meydana gelmesini isteyenler, yüce Allah'ın gözler önünde bulunan fakat uzun zaman göz önünde kaldıkları için unutulan ayetlerine-mucizelerine yöneltilmektedirler. Aslında onlar bu gözler önündeki harikalar üzerinde biraz düşünselerdi bunların istedikleri harikaların kendileri olduklarını görürlerdi. Zira bunlar da ilahlığa tanıklık etmektedirler. Çünkü Allah'tan başka birinin onları yarattığını iddia etmek saçma olduğu gibi bunların düzenleyen-dileyen bir yaratıcı olmadan yaratıldıklarını iddia etmek de saçmadır. 79- Binek olarak kullanmanız ve yemeniz için hayvanları sizin için yaratan Allah'tır. 80- Onlardan sizin için daha nice faydalar vardır, gönüllerinizdeki arzulara, onlara binerek ulaşırsınız. Onların ve gemilerin üstünde taşınırsınız. Bu hayvanların yaratılmaları da insanın yaratılması gibi harika bir mucizedir. Onlara hayatın verilmesi, yapılarının oluşumu ve şekillendirilmesi hep birer harikadır! İnsan bunların hiç birini kendisinin yaptığını iddia edemez! Bu hayvanların insanın emrine ve hizmetine verilmeleri... Vücutları ve güçleri yönünden insanı kat kat katlayabilen hayvanların Allah tarafından onun emrine verilmeleri... "Binek olarak kullanmanız ve yemeniz için hayvanları sizin için yaratan Allah'tır." Evet "Bunların hepsi kendiliğinden böyle var olmuşlardır; o kadar! İnsana oranla bunlar harika birer mucize değildir! Bunlar, onları yaratan, onlara ve insana verdiği özelliklerle kendilerini insanın hizmetine veren yaratıcının varlığını göstermezler!" şeklindeki bir yaklaşıma bu apaçık gerçekler nedeniyle saygılı bakmak doğru olmaz. Zira fıtratın mantığı hiçbir tartışmaya ve direnmeye meydan vermeyecek biçimde söz konusu gerçekleri kabul etmektedir. Onlara bu harika ayetlerde yer alan büyük nimetler de hatırlatılıyor: "Kimine binesiniz, kiminin etini yiyesiniz, içinizdeki ihtiyacınıza ulaşasınız, onların ve gemilerin üzerinde taşınasınız diye." Onların gönüllerindeki ihtiyaçlar ve hayvanların sırtından elde ettikleri yararlar özellikle o zamanda büyük ve önemli ihtiyaçlardı. Taşıma, ulaşım ve haberleşme araçlarının sadece bu hayvanlarla sınırlı olduğu sırada bunun ciddi önemi vardı. Bugün de hatta yarın da bu hayvanların sırtından karşılanan ihtiyaçlar az değildir. Bugün dahi tren, araba ve uçağın varlığına rağmen dağlık bölgelerde ulaşım ancak hayvanlarla sağlanmaktadır. Zira burada hayvanların ayaklarından başka hiçbir şey için elverişli olmayan dar geçitler ve daracık yollardan başka bir yol yoktur! "Onların ve gemilerin üstünde taşınırsınız." "Bu da diğeri gibi Allah'ın mucizelerinden biridir. Allah'ın imana verdiği nimetlerden biridir. Geminin su üzerinde yüzmesi yeri-göğü,.yaşı-kurusu ile bu evrenin özünde eşyanın ve elementlerin yapısında bulunan değişmez yasalara ve uygunluklara dayanmaktadır. Geminin su üzerinde seyretmesi için bu faktörlerin bulunması şarttır. Gemi ister yelkenle, ister buharla ister atom enerjisiyle isterse yüce Allah'ın bu kainata yerleştirdiği ve insanın kullanabileceği başka bir enerji çeşidi ile çalışsın fark etmez. İşte bu nedenle bu olayın da Allah'ın mucizeleri ve nimetleri arasında sayıldığını görüyoruz. Bu evrenin içinde serpiştirilmiş halde bulunan bu türden nice mucizeler var ki aklı başında bir insan onları inkar edemez: 81- Allah size ayetlerini gösteriyor. Allah'ın ayetlerinden hangisini inkar ediyorsunuz? Evet inkar edenler ve Allah'ın ayetleri hakkında ileri-geri konuşarak tartışan, hatıl-saçma şeyleri savunarak onunla gerçeği örtmeye çalışanlar vardır. Fakat bunların hiçbiri gerçeğe ulaşmak için uğraşmamaktadır. Gerçeği çarpıtmakta, amaçlı yaklaşmakta, büyüklük taslamakta veya demogoji yapmaktadır. Kimileri Firavun ve benzerleri gibi bir azgın oldukları için Allah'ın apaçık mucizeleri hakkında tartışmaktadır. İktidarının, tahtının elinden alınmasından korkmaktadır. Zira bu tür zalimlerin tahtı, hakkın karşısında duramayacak olan efsanelere dayanmaktadır. Hakkın temeli ise tek olan ilahlık gerçeğinin sağlam biçimde yerleşmesidir. Kimileri iktidara yönelik bir ideolojik görüş sahibi oldukları için Allah'ın ayetleri hakkında tartışmaktadırlar. Mesela komünizm gibi. Bu ideoloji, insanların gönüllerinde ilahi olan inanç gerçeği yerleştiğinde dağılmaktadır. Zira o, insanları yere yapıştırmak ve kalplerini midelerine ve bedenlerinin ihtiraslarına, arzularına bağlamak istemektedir. İnsanları, kendi ideolojilerine kulluk yapsınlar, liderlerine tapsınlar diye Allah'a tapmaktan uzaklaştırmaktadırlar! Kimileri de -orta çağda kilise tarihinde yaşandığı gibi- din adamlarının baskısı ile mücadele ederken Allah'ın gerçek ayetlerini de silip-süpürmektedir. O bu baskıdan kurtulmak istemektedir. Hedefini şaşırarak kilisenin adına insanların köleleştirildiği ilahını red etmektedir. Daha bunun gibi nice sebepler vardır. Yalnız fıtratın mantığı bu tür tartışmalardan tiksinir. Varlığın vicdanında özünde sağlam yer eden ve her tür tartışmaya rağmen yüce Allah'ın mucizelerinin dile getirdiği değişmeyen gerçeği kabul eder! Surenin en sonunda ise şu kuvvetli dokunuş yer alır: 82- Yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden daha çok, daha kuvvetli, yeryüzünde bıraktıkları eserler, daha sağlam olan, öncekilerin sonlarının nasıl olduğunu görmezler mi? Kazandıkları, onlara bir fayda vermemişti. 83- Peygamberleri, onlara belgelerle gelince, kendilerinden olan bilgiden gururlandılar da, alaya aldıkları şey kendilerini salıverdi. İnsanlık tarihinde önceki milletlerin sonlarına ilişkin çok bilgi vardır. Bunların bir kısmının bugüne kadar yaşayan ve onların yapılarını ortaya koyan kalıntıları vardır. Bazılarının akıbetlerine ilişkin haberler dilden dile dolaşan rivayetlerle bize kadar gelmiştir. Ya da belgeler ve kitaplar bunları muhafaza etmişlerdir. İnsanlığın seyir çizgisinde bunlar değişmeyen gerçekleri ifade ettikleri için Kur'an çoğu zaman kalpleri onlara doğru çevirir. Zira bu akıbetlerin insanın ruhu üzerinde de köklü-derin etkileri vardır. Kur'an-ı Kerim onu gönderen Allah'ın sınırsız bilgisi gerçeği olarak fıtrat gerçeğinden, onun kanallarından iç dünyasından insana hitab eder. Bazıları ufak bir dokunuşla açılan, üzeri tortularla örtülmüş bulunanları ise, ancak defalarca çalınmakla ancak açılabilen kapılardan fıtrata seslenir! İşte burada onlara soru sormakta açık bir göz, hassas bir duyarlılık ve basiretli bir kalp ile yeryüzünü dolaşmalarını teşvik etmektedir ki, gözlerini açıp baksınlar. Önceleri yeryüzünde yaşayanların halini düşünsünler. Burada işledikleri yüzünden başlarına nelerin geldiğini anlasınlar. "Yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden daha çok, daha kuvvetli, yeryüzünde bıraktıkları eserler, daha sağlam olan, öncekilerin sonlarının nasıl olduğunu görmezler mi?" Sonlarının nasıl olduğu ortaya konmadan, öncekilerin durumları tasvir ediliyor. Dengenin kurulması ve tam bir ders ve ibret sahnesi olması için onların durumları ile karşılaştırma yapılıyor. Sayıları çoktu. Güçleri fazlaydı, uygarlıkta daha ileri idiler. Peygamber dönemindeki araplardan önce yaşayan nesiller ve milletler de bunlardandı. Yüce Allah bunların bir kesimini Peygamberine anlatmış bir kesimini de anlatmamıştı. Bunlarında bazılarının kıssalarını araplar biliyor ve gerilerinde kalıntılarını görüyorlardı. "Kazandıkları, onlara bir fayda vermemişti." Güçleri, sayılarının çokluğu ve uygarlıkları onları koruyamadı. Halbuki onlar bunlarla iftihar ediyor ve onlarla böbürleniyorlardı. Hatta onların sapıklıklarının temeli ve yok edilmelerinin nedeni buydu. "Peygamberleri, onlara belgelerle gelince, kendilerinden olan bilgiden gururlandılar." İmansız ilim beladır. Kör eden ve azdıran bir bela. Çünkü bu tür yüzeysel bilgi insanı gurura iter. Bu bilgi sahibi bilgisiyle büyük güçlere hükmettiğini, büyük işler yapmaya gücünün yettiğini zanneder. Kendi konumunu ve değerini takdir etmede yanılır. Bilmediği korkunç boyutları, derinlikleri unutur. Halbuki bunların hepsi kainatta vardır. Kendisi bunlara hükmetmemekte hatta onları kavrayamamaktadır. Onların bize yakın olan uçları-kenarları dışında hiçbir şeyi bilmemektedir. İşte bilmediği için şişmekte, kendisini olduğundan büyük görmeye başlamakta, ilmi onu basitleştirmekte ve cahilliğini unutturmaktadır. Eğer bu adam bildikleriyle bilmediklerini karşılaştırsaydı, bu evrende gücünün yettiği ile yetmediği şeyleri karşılaştırsaydı, hatta surenin sırrını biraz düşünseydi, büyüklük taslaması söner ve kendisini basitleştiren sevincinden kurtulurdu. Bunlar kendi ilimlerine güvenip bunun ötesindekileri kendilerine hatırlatanları alaya almışlardır: "Alaya aldıkları şey kendilerini salıverdi." Allah'ın ibret olacak biçimde kıskıvrak yakalayan azabını gördüklerinde maskeleri düşüverdi. Ne kadar aldandıklarını anladılar. İnkar ettiklerini kabul etmeye başladılar. Allah'ın birliğini kabullendiler. Allah dışında ona koştukları ortakları reddettiler. Fakat artık iş işten geçmiş bulunmaktadır. 84- Ne zaman ki, şiddetli azabımızı gördüler: "Tek Allah'a inandık ve O'na ortak koştuğumuz şeyleri inkar ettik "dediler. 85- Fakat şiddetli azabımızı gördükleri zaman inanmaları, kendilerine bir fayda sağlamadı. Allah'ın kulları hakkında eskiden beri yürürlükte olan yasası budur. İşte o zaman kafirler ziyana uğramışlardır. Böyledir. Çünkü Allah'ın azabı gelip çattıktan sonra tevbenin kabul edilmemesi öteden beri gelen sünnetullah gereğidir. Bu korku tevbesidir, iman tevbesi değil. "Allah'ın kulları hakkında eskiden beri yürürlükte olan yasası budur." Allah'ın yasası ise kesindir. Sarsılmaz, değişmez ve yolundan sapmaz. "İşte o zaman kafirler ziyana uğramışlardır." Bu ürpertici sahnenin, ilahi mesajları yalan sayanları kıskıvrak yakalayan Allah'ın cezası sahnesinin, onların ürkekliklerini ve feryatlarını somutlaştıran boyun eğdiklerini ve teslim olduklarını sergileyen sahnenin üzerine perde kapanıyor. Sure sona eriyor. Böylece bu son surenin havası, etkisi ve asıl konusu ile tam bir uyum sağlıyor. Surenin içinde yer yer Mekke'de inen surelerin ele aldıkları inanç konularına; tevhid, diriliş ve vahiy konularına da değinildi. Fakat bu konular surenin ön landa olan konuları değildir. Hak-batıl, iman-küfür ve iyilik-kötülük arasındaki savaş hep ön planda tutuldu. İşte bu savaş ile ilgili konular "Surenin kişiliğini" ve diğer Kur'an sureleri arasındaki belirgin özelliklerini ortaya koydu... MÜMİN SURESİNİN SONU |