Durumu: Medine No : 5587 Üyelik T.:
05 Aralık 2008 Arkadaşları:14 Cinsiyet: Memleket:İstanbul Yaş:35 Mesaj:
2.537 Konular:
2038 Beğenildi:116 Beğendi:0 Takdirleri:270 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Fizilalil Kuran Rum Suresi Tefsiri Fizilalil Kuran Rum Suresi Tefsiri 30-Rum 1- Elif, lâm, mim. 2- Rumlar yenildi. 3- En yakın bir yerde. Onlar bu yenilgilerinden sonra yeneceklerdir. 4- Birkaç yıl içinde, eninde-sonunda emir Allah'ındır. O gün mü'minler sevinir. 5- Allah dilediğine yardım eder. O güçlüdür (galibdir) esirgeyendir. 6- Bu, Allah'ın vaadidir. Allah verdiği sözden caymaz: fakat insanların çoğu bunu bilmezler. 7- Onlar dünya hayatının görülen kısmını bilirler. Ahiretten ise habersizdirler. Sure, tefsiri konusunda: Kur'an'ın Araplar'ın bildiği harflerden oluşmuş olmasına karşın, onlar için erişilmezlik teşkil etmesi ve Araplar'ın aynı harf malzemesine sahip oldukları halde, O'nun benzerini ortaya koyamamalarına dikkat çekmenin hedeflendiği görüşünü benimsediğimiz kopuk harflerle başlıyor. "Elif, lâm, mim." Ardından birkaç yıl içinde Rumlar'ın galip geleceklerine ilişkin doğru haber geliyor. İbn Cerir, Abdullah İbn Mesud, kanalıyla konuyla ilgili şu bilgiyi veriyor: Abdullah İbni Mesud: "Farslar Rumlar'ı yenmişlerdi. Müşrikler Farslar'ın Rumlar'ı yenmesini arzuluyor, müslümanlarsa, Kitap Ehl-i ve dinlerine daha yakın olmalarından ötürü Rumlar'ın Farslar'ı yenmesini arzuluyorlardı. "Rumlar yenildi." "En yakın bir yerde. Onlar bu yenilgilerinden sonra yeneceklerdir" ayeti indiğinde, müşrikler; Ey Ebubekir! Arkadaşın Muhammed birkaç yıl içinde Rumlar'ın Farslar'ı yeneceğini söylüyor, ne dersiniz? dediklerinde; O: "Doğrudur" dedi. Onlar: "Bahse girelim mi?" dediler (Başka bir rivayette bahisleşme olayının "falakü" çekiminden sayılarak haram kılınmadan önce gerçekleştirmiştir) ve haklının anlaşılması için yedi sene beklemek üzere, dört dişi deve üzerine sözleştiler. Yedi sene geçti, hiçbir şey olmadı. Müşrikler bu duruma sevindiler, müslümanlara bu durum ağır geldi. Olay Peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun- iletildiğinde: "Size göre `birkaç yıl' ne kadardır?" diye sordu. "O'ndan az olan" dediler. O: "Git bahse konu olan malı arttı, süreye de iki yıl ekle" dedi. İki yıl geçmeden kervanlar, Rumlar'ın Farslar'ı yendiği haberini getirdiler. Müslümanlar sevindiler." Bu olaya ilişkin birçok rivayet var, onlardan İmam İbni Cerir'inkini seçtik. Suredeki bu olayın ardından gelen yönlendirmelere geçmeden önce, olayın dolaysız konuları üzerinde durmak istiyoruz: Bu gerçeklerin ilki, Tevhid ve imana davetin önünde, şirk ve küfrün her zaman birlikte karşı koymalarıdır. Eskiden ülkeler ve uluslar günümüzde olduğu gibi yoğun bağlantılar içinde olmamalarına rağmen, Mekke'deki müşrikler, nerede olursa olsun müşriklerin Kitap Ehli'ne karşı zaferlerini kendi zaferleri olarak algılıyorlardı. Müslümanlar da kendilerini Kitap Ehli'ne bağlayan bir bağ buluyor, nerede olursa olsun müşriklerin zafer kazanması onların canını sıkıyor, çağrılarını ve meselelerinin çevrelerindeki alemin her yerinde cereyan eden ve küfür-iman mücadelesini etkileyen olgudan kopuk olmadığını kavrıyorlardı. Günümüz insanının çoğunun farkına varamadığı açık gerçek işte budur. Bunlar yaklaşık ondört asır önce, Peygamberimizin zamanındaki müslümanlar ve müşriklerin bu gerçeğe verdiği önemi vermiyorlar. Yerel ve ulusal sınırlar içine sıkıştıklarından, meselenin küfür-iman meselesi olduğunu ve savaşın Allah'ın taraftarları ile şeytan yanlıları arasındaki savaş olduğunu kavrayamıyorlar. Yeryüzünün dört bir yanındaki günümüz müslümanları, savaşın yapısını ve meselenin özünü anlamaya ilişkin gerçek konusunda; şirk ve küfür grupların arkasına gizlendikleri yayınların onları yanıltmamasına ne kadar muhtaçtırlar. Nedenler ne ölçüde çeşitlenirse çeşitlensin, onların müslümanlarla inançları için savaştıklarında kuşku yoktur. Diğer bir gerçek de; Ebu Bekir'in tereddüt etmeden söylediği sözünde görüldüğü gibi ilk müslümanların Allah'ın vaadine duydukları mutlak güvendir. Müşrikler O'nu arkadaşının sözü ile şaşkınlığa düşürmek istiyorlar ve bahse giriyorlar. Ve "birkaç yıl" içinde Allah'ın vaadi gerçekleşiyor... Müslümanların gönlünü güç, kesin iman ve Allah'ın vaadi gerçekleşene dek, sıkıntı, elem ve engeller karşısında direnme gücü ile dolduran; işte bu eşsiz biçimdeki mutlak güvendir. Uzun yorucu cihad yolunda, her akide sahibinin azığı budur. , Üçüncü gerçek de; haberin akışı içinde ara cümlesi olarak gelen bu olaydan "Eninde-sonunda emir Allah'ındır" Allah'ın sözünün vurgulandığı ve diğer olaylarda da duruma egemenliğin tümüyle Allah'a havale edilmesi konusunda acele edilmesi hem de tüm diğer konumlarına mihenk taşı olması için bu kapsamlı gerçeğin öne çıkarılmasıdır. İşte gerçeğin ifadesi olarak; zafer ve yenilgi, devletlerin doğuşu ve batışı, zayıflığı ve güçlülüğü, hepsinin durumu evrende meydana gelen diğer olaylar ve pozisyonların durumu gibi olup, temel nedenleri tümüyle Allah'a dayanmakta, hikmeti ve dileğince O yönetmektedir. Olaylar ve gelişmeler bu mutlak iradenin görünümünden başka bir şey değildir. O irade ki, kimsenin etkisinden söz edilemez, arkasındaki hikmetleri kimse bilemez. Kaynaklarını da sadece Allah bilir. Öyle ise, insanın Allah'ın planlanmış bir değerlendirmeye uygun olarak oluşturduğu olaylar ve gelişmeler karşısında yapabileceği tek şey, hakkı yerine getirmek ve ona teslim olmaktır. "Elif, lam, mim." "Rumlar yenildi." "En yakın bir yerde. Onlar bu yenilgilerinden sonra yeneceklerdir." "Birkaç yıl içinde. Eninde-sonunda emir Allah'ındır: O gün mü'minler sevinir. Nitekim Allah'ın vaadi doğru çıkmış, mü'minler de Allah'ın zaferiyle sevinmişlerdïr. "Allah dilediğine yardım eder. O güçlüdür (galibdir) esirgeyendir." İşte her zaman duruma egemen olan O'dur. O, zaferi dilediğine verir. Dilediğini sınırlayacak hiçbir şey yoktur. Sonucu gerekli kılan dileme, nedenleri hazırlayan dilemenin kendisi olduğundan, nedenlerin varlığı, zaferin dilemeye bağlanmasıyla çelişmez. Kâinatı yöneten yasaların tümü, hiçbir kayda tabi olmayan bu dilemeden ortaya çıkmıştır. Yine O, dileme işlevini; eksiksiz yerine getiren yasalar ve kararlı değişmez sistemler olmasını hedeflemiştir. Zafer ve yenilgi, kayıt tanımaz dilemenin gerekli kıldığı o yasalara uygun olarak etkileyen faktörlerden doğan durumlardır. Bu konuda İslam akidesi açık ve mantıkidir. İşte o, her şeyde Allah'ı egemen kabul etmekte fakat sonuçların görünür ve olgu dünyasına, durumlarına göre çıktığı, doğal nedenlerin oluşturulması konusunda da insanoğlunu sorumlu tutmaktadır. Yalnız sonuçların fiilen gerçekleşip gerçekleşmemesi insanoğlunun sorumluluğu kapsamında değildir. Çünkü bu, temelde Allah'ın tedbirine bağlıdır. Nitekim bedevi, devesini Peygamberimizin mescidinin önünde başıboş bırakıp, "Allah'a tevekkül ettim" diyerek, girip namaz kılmaya başladığında Peygamberimiz Adama: "Onu bağla öyle tevekkül et" (Tirmizi, Enes B. Malik'ten vermiş) demiştir. Görüldüğü gibi, İslam inancında tevekkül (Allah'a dayanma) oluşum nedenlerini yerine getirmeyle kayıtlı olup işin Allah'a bırakılması ondan sonradır. "Allah dilediğine yardım eder. O güçlüdür (galibdir) esirgeyendir." Durum böyle olunca, zafer, onu oluşturan ve olgu dünyasına çıkaran kadir güç ve onu insanların yararına dönüştürüp, hem yenen hem de yenilenler için yaralı kılan rahmetin gölgesi ile kuşatılmıştır. "Allah insanların bir kısmını bir kısmı ile savmasaydı yeryüzü kargaşaya boğulurdu." (Bakara Suresi, 251) Yeryüzünün kargaşadan korunması nihayetinde yenen ve yenilenlerin her ikisi için de rahmettir. "Bu, Allah'ın vaadidir. Allah verdiği sözden caymaz; fakat insanların çoğu bunu bilmezler." "Onlar dünya hayatının görülen kısmını bilirler. Ahiretten ise habersizdirler." Görüldüğü gibi zafer Allah'ın vaadidir. "Allah vaadinden caymaz" gerçeği, mutlaka hayat olgusu çerçevesinde gerçekleşmesi gerekir. Vaadinin özgür iradesi ve derin hikmetinden kaynaklandığı, gözden kaçırılmamalıdır. O vaadini gerçekleştirir. Dilemesini geri çevirecek, yargısını bozacak yoktur, evrende dilediğinden başka şey olmaz. Bu vaadin gerçekleşmesi, değişmez büyük yasanın bir yönüdür. "Fakat insanların çoğu bunu bilmezler" dıştan bilgin görünseler ve çok şey bilir olsalar da, onlara ilişkin bu yargı geçerlidir. Çünkü, bilgileri yüzeysel, hayatın dış görünüşü ile ilgili olup, değişmez özgün yasalarına inememekte, genel yasaları ve varlıkla olan güçlü bağlantılarına erememektedir. "Onlar dünya hayatının görünén kısmını bilirler." Bu dış görünüşü aşıp arkasındakini göremezler. Dünya hayatının dış görünüşü, insanlara ne ölçüde geniş kapsamlı görünse de sınırlı ve küçüktür. Sınırlı hayatlarında çabaları da sınırlıdır. Hayat tümüyle de bu görkemli varlıktan küçük bir bölüm olup, ona da bu varlığın yapısı ve bileşimindeki yasalar ve sistemler egemendir. Kalbi, bu varlığın içyüzü ile ilgi kuramayan, sezisi ona egemen olan yasa ve sistemlere ulaşamayan, bakmayı sürdürür ama sanki görmez. Dış biçimi ve sürekli hareketini görür, fakat hikmetini anlayamaz, onu ve onunla birlikte yaşayamaz. İnsanların çoğunluğu böyledir, çünkü hayatın pratiğini, varlığın sırları ile bağlantılı kılan sadece gerçek imandır. Bilgiye varlığın sırlarını kavrama ruhunu veren de O'dur. Bu özellikleri içeren iman sahipleri insanlar arasında azınlıktadırlar. Çoğunluk gerçek bilgiden yoksun yaşar. "Ahiretten ise habersizdirler." Ahiret, yaratma zincirinde bir halka, varlığın çok olan sayfalarından bir sayfadır. Yaratmanın hikmetini ve varlığın yasasını kavrayamayanlar; ahireti ihmal ediyor, onu gereğinde değerlendiremiyor. Ve ahiretin; varlığın seyir çizgisinde yolundan geri kalmaz, hedefinden sapmaz bir aşama olduğunu görmüyorlar. Ahiretin göz ardı edilmesi, onu göz ardı edenlerin ölçülerini yanıltıcı kılmakta, ellerindeki değerlerin dengesini bozmaktadır. Dolayısıyla, hayatı, olaylarını ve değerlerini doğru algılayamamakta, onlara ilişkin bilgileri eksik, yüzeysel kalmaktadır. Çünkü insanın iç dünyasında ahiretin hesaba alınması, yeryüzünde oluşan her şeye bakışını değiştirmektedir. Ahiret hesaba alındığında, kişinin yeryüzündeki hayatı, evrendeki uzun yolculuğunun kısa bir aşaması ve yeryüzündeki nasibi de varlıktaki kocaman payının az bir bölümüdür. Yeryüzünde olup biten olaylar ve pozisyonlarda romanın küçük bir bölümünden başka bir şey değildir. İnsanın yargısını, uzun yolculuktan kısa bir aşama, kocaman paydan az bir bölme, romandan küçük bir bölüme dayandırması yakışık almaz! Diğer yandan, ahirete inanıp onu hesabına alan insan; yalnız bu dünya için yaşayan, onun ötesini beklemeyen diğeri ile bağdaşamaz. O ikisi, hayatın hiçbir durumu ve değerlerinden hiçbir değerin değerlendirilmesinde uyuşmazlar. Biri sadece dünya hayatının dış yüzünü görür, diğeri ise; ilişkiler, sistemler ve kapsamlı yâsalar aracılığı ile dışı-içi görünmeyeni-görüneni, dünyayı ahireti, ölümü, hayatı, geçmişi, günü, geleceği, insanlar, alem, canlı-cansız her şeyi kapsayan büyük alemi kavrar... İslam'ın insanlık için taşıdığı, kapsamlı, geniş, engin ufuk işte budur... İslam insanlığı o ufukta, yapısında Allah'ın ruhundan yakışır saygın konumlara yüceltmektedir. KENDİ VARLIKLARINI DÜŞÜNSÜNLER Allah'ın zaferine ilişkin vaadinin gerçekleşmesi ve ahiret konusunun, varlığın dayandığı büyük gerçeğe bağlanması için Kur'an, konu değiştirip insanları evrenin içerdikleri, göklerde-yerde ve aralarındaki varlıklar içinde başka bir gezintiye çıkarıyor. Ayrıca onları iç dünyalarına yöneltiyor, onun derinliklerine iniyor, araştırıyor. Amaç bu büyük gerçeği kavramalarını sağlamak. İnsanlar bu gerçekten, ahiretten habersiz olduklarından gafil olmakta ve buna bağlı olarak bu gerçeğin görülmesi ve araştırılmasına yönlendiren çağrıdan da gafil düşmekteler: 8- Kendi kendilerine hiç düşünmediler mi ki, Allah göklerde, yerde ve bu ikisi arasında bulunan her şeyi ancak hak ile belirlemiş bir süre ile yaratmıştır. insanların çoğu, Rabb'lerine kavuşmayı inkâr ederler. İşte onların kendi yapıları ve tümüyle çevrelerindeki bu evrenin yapısı. Bu varlığın hakka ve sarsılmayan kapsamı içinde yolların ayrılığa düşmediği, hareketi gecikme göstermeyen, birbiri ile çelişmeyen, kör bir rastlantı, değişken psikolojik eğilimlere göre seyretmeyip, belirlenmiş sağlam duyarlı sistemi içinde işleyen yasaya dayandığını ilham etmektedir. Varlığın dayandığı bu gerçek, kişinin yaptıklarının karşılığını eksiksiz göreceği ahiretin olmasını gerektirir. Her şey yönlendirici hikmete göre planlanmış, eceline doğru yürümektedir. Her iş kararlaştırılmış zamanında olmakta, ne ileri geçmekte ne de geri kalmaktadır. İnsanın, kıyametin ne zaman olacağını bilmemesi, onun olamayacağı anlamına gelmez. Fakat gecikmesi dünya hayatının dış görünüşünden başka bir şey bilmeyenleri yanıltmakta, aldatmaktadırlar. "İnsanların çoğu Rabb'lerine kavuşmayı inkâr ederler." Onları görkemli evrenin çatısı ve canlıları cansızların, büyüğü-küçüğü, gizlisi açığı, bilineni-bilinmeyeni ve tüm gök cisimlerini kapsayan çeşitli içeriğinde gerçekleşen amaçları ve ufku engin bir gezintiye çıkarıyor. Bu geziden geri kalmadan ve hedefinden sapmadan işleyen yasanın bir bölümünü görecekleri, zaman ve tarihin boyutlarından başka bir gezintiye naklediyor! 9- Yeryüzünde gezip, kendilerinden önceki insanların sonlarının nasıl olduğuna bakmazlar mı? Onlar kendilerinden daha güçlü idiler. Yeryüzünü kazıp altüst etmişler ve onu, bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdir. Onlara da elçileri, delillerle gelmişti. Böylece Allah onlara zulmetmiyor, onlar kendilerine zulmediyorlardı. 10- Sonra kötülük edenlerin sonu çok kötü oldu. Çünkü Allah'ın ayetlerini yalanladılar. Ve onlarla alay ediyorlardı. 11- Allah önce yaratır, ölümünden sonra tekrar diriltir. Sonunda O'na döneceksiniz. Geçmişlerin vardıkları sonuçları düşünmeye çağrı... Onlar da aynı türden insanlar olup Allah'ın yarattıklarından bir yaratıktılar. Onların geçmişte ulaştıkları sonuçlar, onları izleyip gelenlerin ulaşacağı sonuçların perdesini aralamaktadır. Allah'ın yasası hepsinde aynı yasadır. Allah'ın yasası, bu varlığın dayandığı değişmez gerçek olup, ne bir kuşağa ne de kendileriyle birlikte sonuçların değişeceği psikolojik eğilimlere ayrıcalık tanımaz. Alemlerin Rabbi Allah için böyle şeyler düşünülmez! Bu, herhangi bir kuşağın, tüm insan kuşakları arasındaki güçlü bağı ve bu kuşaklara egemen olan yasa ile hayatlarındaki değişmez değerlerin birliğini göz ardı etmez. Hayatı, değerleri ve düşünceleriyle insanlıktan kopmaması için, bu hayatın gerçeğini, zaman ekseniyle bağlarını ve kuşaklar boyu kaynak ve kader birliğine sahip insanlığın gerçeğinin kavranmasına çağrıdır. "Yeryüzünü kazıp altüst etmişlerdi." Onu işlediler, içini deştiler, içerdiği yararlı maddeleri çıkardılar. Onu, bunların imar ettiklerinden daha çok imar ettiler... Uygarlıkları onlardan daha ileriydi ve yeri imar etme konusunda daha da marifetliydiler. Ama dünya hayatının dış görünüşüne takılıp kaldılar. İlersine geçemediler. Oysa "Onlara elçileri delillerle gelmişti." Fakat kavrayışları bu delillere açılmadı. İman etmediler ki; iç dünyaları, yolu aydınlatacak ışığa ulaşsın. Allah'ın, peygamberlerin getirdiklerini yalanlayanlara ilişkin yasası onlarda da hükmünü yerine getirdi. Ne güçleri yarar sağladı, ne bilgiler, ne de uygarlıkları ihtiyaçlarına çare oldu. Hak ettikleri adil karşılığa kavuştular: "Böylece Allah onlara zulmetmiyor, onlar kendilerine zulmediyorlardı." "Sonra kötülük edenlerin sonu çok kötü oldu." Kötülük edenlerin karşılaştıkları sonuç çok kötü olup, "Çünkü Allah'ın ayetlerini yalanladılar. Ve onlarla alay ediyorlardı" uygun bir karşılıktı. Kur'an-ı Kerim Allah'ın ayetlerini yalanlayan ve alaya alanları yeryüzünde gezmeğe, salyangoz gibi kabuklarına çekilmemeye, bu yalanlayan ve alaya alanların akıbetlerini incelemeye ve onların akıbetlerinin benzerini beklemeye çağırıyor. Aynı zamanda Allah'ın yasasının bir tek yasa olup kimseye ayrıcalık tanımadığını kavramaya, düşünce ufuklarını genişletmeye ve bu sayede insanlığın tümünde akıbetin birliğini kavramaya çağırıyor. İslam'ın, mü'minin kalbi ve aklını oluşturmaya özen gösterdiği işte bu düşünce yöntemi olup, Kur'an ona ilişkin çabasını çokça yinelemektedir. Evrenin ve tarihin derinliklerindeki bu geziden onları, varlığın dayandığı gerçeğin bir öğesi olan, gafillerin göz ardı ettiği ölümden sonra diriliş ve mahşer gerçeğine döndürüyoruz. "Allah önce yaratır, ölümden sonra tekrar diriltir. Sonunda O'na döneceksiniz." Bu açık basit bir gerçektir. Yine iki bölümü veya iki halkası arasındaki uyum ve bağlantı da açıktır. Ölümden sonra dirilme ilk yaratma gibi olup, garipsenecek yanı yoktur. Onlar yaratma zincirinde, sadece birbirine bağlı iki halkadırlar. Aralarında kopukluk söz konusu değildir. Dönüş; kullarını olgunlaştırmak, gözetip kollamak ve sonunda yaptıklarına göre karşılık vermek için ilk yaratmayı da son yaratmayı da var eden alemlerin Rabb'inedir. ÇARPICI TASVİRLER Ayetlerin akışı, ölümden sonra dirilme ve mahşer konusuna gelindiğinde, kıyamet sahnelerinden bir sahne sunmakta, inananlarla yalanlayanların döndüklerindeki yerlerini tasvir etmektedir. Şirk koşmanın gülünçlüğünü, müşriklerin inançlarının tutarsızlığını ortaya koymaktadır. 12- Kıyamet kopacağı gün suçlular ümitsizlik içinde susarlar. 13- Allah'a ortak koştuklarından kendilerine hiçbir şefaatçı çıkmaz. O zaman ortaklarını inkâr ederler. 14- Kıyamet kopacağı gün, işte o gün mü'minlerle kâfirler birbirinden ayrılırlar. 15- İnanıp iyi işler yapanlar, cennette bir bahçe içinde neşelendirilirler. 16- İnkâr edip ayetlerimizi ve ahiret buluşmasını yalanlayanlara gelince; işte onlar azapla yüz yüze bırakılırlar. İşte gafillerin göz ardı ettikleri, inkârcıların yalanladıkları kıyamet anı budur. İşte, o gelecek veya oluşacak olan an bu andır. İşte o kötülük edenler, şaşkın ve perişanlar. Kurtuluş umutları kalmamıştır. Dünyada sapıtarak edindikleri ortaklarından da onlara şefaat yoktur! Kurtarıcısız, şaşkın ve umutsuzlar. Ortak edindikleri şeyler onların ortaklıklarını tanımamaktadır. Ardından mü'minlerle kâfirlerin yol ayrımına geliniyor! "İnanıp iyi işler yapanlar, cennette bir bahçe içinde neşelendirilirler." Orda kalbi ve düşünceyi ferahlatan, gönlü mutlu kılan şeylerle karşılaşırlar. "İnkâr edip ayetlerimizi ve ahiret buluşmasını yalanlayanlara gelince; işte onlar azapla yüz yüze bırakılırlar." İşte yolculuğun sonu ve iyilik edenlerle kötülük edenlerin akıbeti. EVREN VE İNSAN ÜZERİNVDE BLR GEZİNTİ Ahiret alemi ve kıyamet sahnelerinde gerçekleşen bu geziden onları bu aleme, evren ve hayat sahnelerine, yaratıkların ilginçlikleri, insanın iç yapısının sırları, olayların olağan dışılıkları ve oluşun mucizelerine çeviriyor. Bölüm gece ile gündüzün değişme anları, öğle ile akşam üstleri, Allah'ın tesbih edilmesi ve engin evrende hamdın Allah'a özgü olduğu uyarısı ile başlıyor: 17- Öyle ise akşama girdiğiniz zaman ve sabaha erdiğiniz zaman Allah'ı tesbih edin. 18- Göklerde ve yerde, günün sonunda, öğleye erdiğiniz zamanda hamd O'nundur. 19- O ölüden diri çıkarır, diriden ölü çıkarır. Yeryüzünü ölümden sonra o canlandırır. 20- Sizi topraktan yaratması O'nun delillerindendir. .Sonra birer insan olup yeryüzüne yayılırsınız. Gayeleri, engin, büyük, latif, derin ve köklü gerçeklere değinen bir gezi. Öyle bir gezi ki; insan kalbini, akşam-sabah, gökler-yer, akşam üstleri ve öğle zamanlarında dolaştırıyor. Onu hayat, ölüm, yenilenme ve yok olma konusunda sürekli eyleme, araştırmaya sevk ediyor. insanın ilk yaratılışı, yapısının içeriği, eğilimleri, dürtüleri, güçleri, enerjileri ve bunlar doğrultusunda işlev gören cinsler arası ilişkileri, göz önüne getiriyor. Göklerin ve yerin yaratılışı, ortam ve mekân farklılığına bağlı olarak diller ve renklerin farklılığındaki Allah'ın ayetlerine dikkat çekiyor. İnsan varlığında görülen uyku, uyanıklık, rahatlık, yorgunluk ve evrende görülen yıldırım ve yağmur olayı, onların insan psikolojisinde harekete geçirdiği korku ve ümit türü duygular ile yerin yapısında harekete geçirdiği canlılık ve gelişmelere yönlendiriyor. Bu ilginç gezi sonunda, insan kalbini, göklerin ve yerin yapılarını korumalarının Allah'ın emri ile olduğu, göklerde ve yerde bulunanların tümünün Allah'a yönelmiş bir durumda olduklarına ulaştırıyor. Ve bu gezi, bu irdeleme sonucu söz götürmez bir açıklıkla beliren gerçeğin vurgulanmasıyla sona eriyor. Allah ile yaratır ve ölüyü yeniden diriltir. Yeniden diriltme O'na daha kolaydır. Göklerde ve yerde yüce nitelikler O'na özgüdür. O yenilmez ve yaptığına tam egemendir. "Öyle ise akşama girdiğiniz zaman ve sabaha erdiğiniz zaman Allah'ı tesbih edin." "Göklerde ve yerde, günün sonunda, öğleye erdiğiniz zaman da hamd O'nundur." Bu tesbih ve hamd; mü'minlerin ağırlanacakları cenneti kazandıkları, kâfirlerin de azapla karşılaştıkları kıyamet sahnesinin sunuşunu izleyerek, göklerin, yerin ve insanın psikolojik yapısının derinlikleri ve yaratılışın ilginç görünümlerinde gerçekleşecek geziye giriş olarak gelmektedir. Görüldüğü gibi tesbih ve hamd geçen sahneyi izleyen; bu geziye de giriş olma açısında ayetlerin akışına son derece uygun düşmektedir. Ayet, tesbih ve hamdı; akşam, sabah, akşam üstleri ve öğle vakitleri olmak üzere zaman ve göklerle yerin boyutlarıyla bağlantılıyor. Böylece onların zaman ve mekânının her an ve her yerinde işlevde olmalarına bağlı olarak, insan kalbi her yer ve zamana Allah'la bağlanmakta, evrenin çatısı, gök cisimlerinin hareketi, gece, gündüz ve öğle olayları aracılığı ile yaratıcı ile olan bu bağı hissettirmektedir. Dolayısıyla bu kalp, işlerlik, uyanıklık ve duyarlığını koruyor. Çevresindeki tüm manzaralar, olaylar, değişen anlar ve pozisyonlar ona Allah'ı hamd ve tesbih etmesi gerektiğini hatırlatıyor ve onu Rabb'ine bağlıyor. "O ölüden diri çıkarır, diriden ölü çıkarır. Yeryüzünü ölümden sonra O canlandırır." Yeryüzünü uzay ve denizlerin derinliklerinde gece-gündüz bir an duraksamayan, bu sürekli hareket... İşte bu değişim her an gerçekleşmektedir. Sürekli birliktelik ve tekrarlanmadan ötürü farkına varamadığımız mucizedir bu. Her an ölüden diri, diriden ölü çıkıyor, tane veya çekirdek içinde durgun görünmesine karşın sürekli hareket etmektedir. Her an bir tohumun kabuğunu yararak hayat alanına çıkarmaktadır. Her an süresini dolduran bir dal, ot veya ağaç kuruyor, çürüyüp kırıntı durumunda toprağa karışıyor. Bu kırıntılar aracılığı ile hayata hazır durgun yeni çekirdek, havaya karışan gaz oluşuyor ve toprak onunla gıdâlanarak verime hazırlanıyor. Toprağa karışan ve onu gazlarla besleyen cüsse hayat için yeni malzeme ve bitkiler için yeni bir gıda olmakta, hayvan ve insana dönüşmektedir! Uzay ve denizlerin derinliklerinde de aynı şeyler olup bitmektedir. Bütün bunları gören,kalb ve uyanık sezgi ile araştıran, Kur'an'ın kılavuzluğu ve Allah'ın nurundan kaynaklanan nuru ile gören kişi için ürperti veren ilginç bir dönüşüm zinciridir. "Yeryüzünü ölümden sonra O canlandırır" Mesele olağan olup gerçekle çelişir yanı yoktur. Evrenin gece, gündüz, her an, her yerde, tanıklık ettiğinin dışında bir durum söz konusu değildir. "Sizi topraktan yaratması O'nun delillerindendir. Sonra birer insan olup yeryüzüne yayılırsınız." Toprak ölü ve durgundur. Bu yapısına karşın insan ondan oluşmuştur. Kur'anda başka bir yerde "Andolsun ki, biz insanı süzme çamurdan yarattık. "(Mü'minun Suresi, 12) biçiminde gelmiştir. Yani insanın uzak kökü çamurdur. Bu kök burada; ölü, durgun toprakla; canlı hareketli insanın, anlam ve görünüm açısından değerlendirilmesi konusunda uyarmak ve konuya Kur'an'ın yöntemiyle uygunluk kazandırılması için "Ölüden diri çıkarır, diriden ölü çıkarır" ifadesinin ardından veriliyor. Bu olağanüstü mucize, kudret ayetlerinden bir ayet ve insanların üzerinde yaşadığı, oluşum özü ve büyük varlık çerçevesinde ikisine de hükmeden yasalar açısından kaderdaş olduğu bu dünya arasındaki güçlü bağın dolaysız ifadesidir. Durgun, dengesiz toprak görünümünden, hareketli yüce insan görünümüne geçiş; bu eylemi Allah'ın gerçekleştirdiği konusunda düşünceyi hareketlendiren, insanın iç yapısını Allah'a hamd etme ve O'nu eksikliklerden uzak görmeğe özendiren ve kalbi, keremli, faziletli yaratanı yüceltmeye yönelten bir geçiştir. İnsan türüne ilişkin olan birinci halkadan, insanın iki cinsi arasındaki orta hayat alanına geçiyor: 21- O'nun delillerinden biri de, içinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp; aranıza muhabbet ve rahmet koymasıdır. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır. 22- O'nun delillerinden biri de, göklerin re yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin ayrı ayrı olmasıdır. Şüphesiz bunda, bilenler için ibretler vardır. 23- O'nun delillerinden biri de, geceleyin uyumanız, gündüz de O'nun lütfundan rızık aramanızdır. Şüphesi:, bunda işiten bir toplum için ibretler vardır. İnsanlar diğer cinse karşı duygularını bilirler, cinsler arasındaki bu bağ, duyguları ve sinir sistemini meşgul eder. İnsanların adımlarını ve enerjilerini, kadın, erkek arasında çeşitli tarzdaki bu duygular ve yönelimleri harekete geçirir. Fakat onlar, kendi nefislerinden onlara eşler yaratan, psikolojilerinin yapısına uygun bu duyguları koyan, bu bağı nefis ve sinirler için durulma, cisim ve kalb için rahatlama, hayat için denge unsuru, ruhlar ve vicdanlar için ferahlama ve silesi ve hem kadın hem erkek için gönül rahatlığı kılan Allah'ın elini ne kadar az hatırlıyorlar. Kur'an bu ilişkiyi, kalbin ve duyguların derinliklerinden toplayıp getirircesine duyarlı, latif ve ilham veren bir biçimde dile getiriyor: "İçinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp aranıza muhabbet ve rahmet koymasıdır. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır." İki cinsten, her birinin diğerinin yanında rahatlık ve iç huzuru bulmaları, déngeyi sağlar. Psikolojik sinirsel ve organik bileşimlerinde her birinin beklentilerine karşılık verilmesi, diğerinde gözetildiğinden, her ikisinin de, birliktelikte huzur ve yeterlilik bulmaları. Birlikteliklerinin ürünü olarak yeni bir kuşakta kendini gösterecektir. Yeni bir hayatın var edilmesine yönelik olması açılarından, iki cinsten her birinin diğeri ile uyumlu ve psikolojik, ahlâki ve fiziki yönlerden yapısal ihtiyaçlarına cevap verir biçimde yaratılışı aracılığı ile insanlar yaratıcının hikmetini kavrıyorlar. "O'nun delillerinden biride, göklerin ve yerin yaratılması dillerinizin ve renklerinizin ayrı ayrı olmasıdır. Şüphesiz bunda, bilenler için ibretler vardır." Göklerin ve yerin yaratılışlarının ayet oluşuna Kur'an'da çokca değinilmekte fakat biz genellikle üzerinde durmadan geçmekteyiz... Oysa bu üzerinde uzunca durup derinden araştırılmaya layıktır. Göklerin ve yerin yaratılması; hakkında çok az bir şeyler biliyoruz. Aralarında küçük dünyamızın neredeyse boyut ve hacimden yoksun, varlığından habersiz, bir zerreden başka anlam taşımadığı, sayılamayacak kadar yıldızlar, gezegenler, nebulalar ve galaksilerden oluşan; insanı irkilten büyüklüğe karşın dolaşım ve hareketlerinde çarpışma. bozulma, geri kalma ve sarsılmadan koruyup, her şeye durumuna göre ölçü koyan ilginç düzen arz eden evrenin duyarlı, büyük ve mükemmel yapısının oluşturulması anlamınadır. Genel hacim ve düzen açısından durum bu. Bu görkemli yaratıkların sırları, yapıları, onların içinde örtülü olanlar ve dış yüzeylerinde görülenlerle onlara hükmeden ve yönlendiren yasalara gelince; anlamı mahiyeti, insanın ulaştığı noktanın çok ötesinde olup, insan onlara ilişkin çok az şey bilmektedir. Günümüze dek üzerinde yaşadığımız bu küçük gezegenin araştırılmasında da çok az yol alınmıştır. Bilginlerin yaptıkları küçük bir aygıtla uzun uzadıya ilgilenirken üzerinde durmadan geçtiğimiz, göklerin ve yerin yaratılışlarının kanıt oluşturmasına, kısa bir dengenin ortaya koydukları bunlar. Bilginler, o küçük aygıtın, belirli bir zaman bozulmadan, öğeleri çelişkiye düşmeden düzenli bir hareketi gerçekleştirebilmeleri için, öğelerinin uyumu konusunda önlemler almaktalar. Durum böyleyken kimi şaşkın sapıklar, bu ilginç duyarlı sistem sahibi görkemli evrenin, yaratıcısız ve düzenleyicisiz varolduğunu ileri sürebilmekteler. Daha şaşırtıcı olan bu ciddiyetsiz bilginleri dinleyenlerin varlığı! Göklerin ve yerin ayet oluşturması ile insanlar arasındaki dil ve renk farklılıklarının bağlantısı... Bunların göklerin ve yerin yaratılması ile ilgisi vardır. İnsanoğlunun yaratılışı birliğine rağmen görülen dil ve renk farklılıkları, yerin astronomik konumu ve yeryüzündeki atmosfer ve ortam farklılıklarıyla bağlantılıdır. Günümüz bilginleri, dil ve renk farklılıklarını görüyorlar da ondaki Allah'ın eli ve göklerle yerin yaratılışındaki ayetlerini görmeden geçiyorlar. Doğrusu dış görünüşü objektif bir biçimde araştırıyorlar fakat, hem dış görünüşler ve hem de içte olanların yaratıcısı ve sistemleştiricisinin yüceltilmesi konusu üzerinde durmuyorlar. Sebep insanların çoğunun bilmez oluşu: "Onlar dünya hayatının görülen kısmını bilirler." Göklerin, yerin dillerle renklerin farklılığının, Allah'ın varlığına kanıt içermelerini ise; sadece kapsamındakiler biliyorlar. "Şüphesiz bunda, bilenler için ibretler vardır" ın kapsamındakiler biliyorlar. "O'nun delillerinden biri de, geceleyin uyumanız, gündüz de O'nun lutfundan rızık aramanızdır. Şüphesiz bunda işiten bir toplum için ibretler vardır." Görüldüğü gibi bu ayette; evrensel olaylar ve insanlığın onlarla ilintili durumlarını bir araya getirerek varlığın çatısı içinde uyumlu ve bağlantılı durumlarını ortaya koymaktadır. Yine gece-gündüz olgusu, insanın uyuması, Allah'ın kullarına, arayış ve çabalarına bağlı olarak lütfettiği rızık arama girişimlerinin birbirine bağımlılığı ve uyumluluğu da gözler önüne serilmektedir. Allah, insanları içinde yaşadıkları varlıkla uyum içinde yaratmıştır. Çalışma ve girişime olan gereksinimlerine ışık ve gündüz; uyku ve dinlenme gereksinimlerine de gece ve karanlıkla uygun ortam sağlamıştır. Bu ve diğer konularda, çok farklı niteliklere sahip olmalarına karşın, onların durumları bu gezegendeki diğer canlılar gibidir. Hepsi de genel varlık sisteminde yapısına cevap veren ve yaşamasına olanak sağlayan ortamı bulur. "Şüphesiz bunda, işiten bir toplum için ibretler vardır" Uyku ve çalışma, işitme ile algılanan durgunluk ve harekettirler. Diğer yandan, Kur'an ayetindeki bu değerlendirme, Kur'an yöntemiyle değindiği oluşa ilişkin ayetle uyum içindedir. 24- O'nun delillerinden biri de, size korku ve ümit veren şimşeği göstermesi, gökten su indirip ölümden sonra yeri diriltmesidir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır. Şimşek evrensel sistemden kaynaklanan bir gerçek. Kimileri onu elektrik yüklü iki bulut veya bulutla, dağ tepesi gibi bir yer cismi arasında oluşan iyon akışından kaynaklandığını söylüyorlar. Bu olay gök gürültüsü biçiminde belirir ve atmosferde bir boşalmaya yol açar. Genellikle bu çarpışmanın sonucu şimşek çakması ve yıldırım inişini yağmur izler. Neden, ne olursa olsun şimşek; bu evrenin Allah'ın koyduğu sisteminden kaynaklanmaktadır. Kur'an-ı Kerim yapısı gereği evrensel olayların nitelikleri ve nedenleri konusunda pek detaya inmemekte, insan kalbini varlık ve varlığın yaratıcısına bağlamak için onları araç edinmektedir. Diğer yandan bu noktada "Umut ve korku vermek için" onlara şimşeği göstermesinin Allah'ın ayetlerinden bir ayet olduğunu bildiriyor. Umut ve korku, bu olay karşısında insan psikolojisini. dönüşümlü olarak etkileyen yapısal iki duygudurlar. Şimşek çaktığında; kimi kez insanları ve eşyayı yıldırım düşmesinin yol açtığı veya şimşeği görmenin, bu görkemli evrenin genel çatısına egemen gücün algılanması yönündeki etkisinin neden olduğu müphem korku, kimi kez de, ayette şimşeğin ardından "gökten su indirip onunla ölümünden sonra yeri diriltir" sözleriyle değinilen ve çoğu durumlarda şimşeği izleyen yağmurun ardından gelecek yarar umudu sarar insanı. Canlılık ve ölülük terimlerinin yer için kullanılması, yerin yaşayan ve ölen canlı bir varlık olarak algılanmasına yol açmaktadır. Gerçekte de durum Kur'an-ı Kerim'in nitelediği gibidir. İşte bu evren, Rabb'ine baş eğerek, saygı göstererek itaat eden, emirlerini kulluk ve yüceltmeyle karşılayan canlı bir yaratık olup, bu gezegen üzerinde Allah'ın yaratıklarından biri olarak gezinen insan da, onlarla birlikte, Alemlerin Rabb'i Allah'a yönelmiş o tek konvoy içinde yürümektedir. |