Durumu: Medine No : 5587 Üyelik T.:
05 Aralık 2008 Arkadaşları:14 Cinsiyet: Memleket:İstanbul Yaş:35 Mesaj:
2.537 Konular:
2038 Beğenildi:116 Beğendi:0 Takdirleri:270 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Fizilalil Kuran Şuara Suresi Tefsiri Fizilalil Kuran Şuara Suresi Tefsiri 26-Şuara 1- Ta, sin, mim. 2- Bu ayetler, açık anlamlı Kitabın ayetleridir.? Burada verilen kopuk harfler, bu surenin de bir bölümünü oluşturduğu apaçık Kitabın ayetlerine dikkat çekmek içindir. Bu harfler, vahyi yalanlayanların elleri altında olmalarına rağmen onlar bu harflerden bu apaçık Kitabın bir benzerini yapamamaktadırlar. Surede, bu Kitaptan yoğun biçimde söz edilmektedir. Girişinde sonucunda, bu kitaptan bahsedilmektedir. Zaten Kur'an'da bu kopuk harfler ile başlayan bütün surelerin özelliği budur. Bu uyarıdan sonra müşriklerin tutumlarına üzülen, kendisini ve Kur'an-ı Kerim'i yalanlamalarına içerleyen Allah'ın elçisi Hz. Muhammed'e -salat ve selam üzerine olsun- hitap ediliyor. Kendisi teselli ediliyor, yüklendiği işi kolaylaştırılıyor. Onlar için üzülmemesi gerektiği belirtiliyor. Çünkü yüce Allah dileseydi, zorla iman etmelerini, zorla imana boyun eğmelerini sağlayabilir, kaba kuvvetle iman etmelerini garanti edecek bir ayet (mucize) gönderebilirdi. 3- Ey Muhammed, onlar mü'min olmuyorlar diye neredeyse canına kıyacaksın. 4- Eğer dilesek onlara gökten bir mucize indiririz de karşısında boyunları eğik kalır. Ayetlerin ifade üslubunda Hz. Peygamber -salat ve selam üzerine olsun- onların iman etmemelerine sıkıldığından ve üzüldüğünden azarlanıyor gibidir. İfade de bu özellik vardır. "Ey Muhammed, onlar mü'min olmuyorlar diye neredeyse canına kıyacaksın." Ayeti kerimede geçen "Bahi'un-nefs" kavramı kendisini öldürmek demektir. Bu ifade Resulullah'ın -salat ve selam üzerine olsun- onların ilahi mesaj yalanlamalarına ne kadar üzüldüğünü tasvir etmektedir. Zira o bu yalanlamadan sonra onların başına gelecekleri kesin biçimde bilmektedir. Bu nedenle onlar adına içi yanmaktadır. Çünkü onları kendisinin ailesi, aşireti ve milletidir. İçi daralmaktadır. Bu durumda Rabbi ona acımakta, öldürücü üzüntüsünü hafifletmektedir. İşini kolaylaştırmakta ve ona demektedir ki: Onları imana getirmek senin görevin ve yükümlülüğün değildir. Eğer onları imana zorlamak isteseydik, biz zorlayabilirdik. Onun karşısında imandan başka bir çareye başvuramayacakları mağlup edici bir ayet indirirdik. Böyle bir durumda onların boyun eğiş halleri, somut bir tablo halinde ayette ifadesini bulmaktadır. "Eğer dilesek onlara gökten bir mucize indiririz de karşısında boyunları eğik kalır." Boyunları bükülmüş, eğilmiş vaziyettedir. Sanki bu onların kendilerinden ayrılmayan halleridir. Hep böyle kalıp duracaklardır! Fakat yüce Allah, bu son peygamberliğin yanında bir de mağlup edici bir ayetin (mucizenin) olmasını dilememiştir. Yüce Allah bu son risaletin mucizesi olarak Kur'an'ı vermiştir. Eksiksiz bir hayat programı olarak Kur'an'ı her yönden mucize olan Kur'anı: 1- Kur'an, ifade yapısı ve edebi ahengi ile bir mucizedir. Çünkü pek çok özellikleri, değişmeyen ve farklılık göstermeyen bir düzeyde ve bir noktada bütünleştirmeye dayanmaktadır. İnsanın işleri ve eylemlerinde ise durum değişiklik ve farklılık göstermektedir. Bir tek insanın işinde yükselme, alçalma, güçlenme, zayıflama rahat biçimde gözlemlenmekte, durum değişmektedir. Halbuki bu Kur'an'ın ifadeye ilişkin özellikleri tek bir uyuma ve tek bir düzeye dayanmaktadır. Üstelik bu uyum ve düzey hiç değişmeyen bir sabitliğe sahiptir. Bu da halleri değişikliğe uğramayan kaynağının değişmezliğini ortaya koymaktadır. 2- Kur'an, düşünce yapısı, bölümlerinin ahengi ve mükemmelliği ile de mucizedir. Orada ne bir eksikliğe ne de bir tesadüfe yer yoktur. Bütün buyrukları ve yasamaları aynı noktada buluşmakta, uyum içine girmekte ve birbirini tamamlamaktadır. İnsan hayatını bütün olarak ele almakta, kuşatmakta, ihtiyaçlarına cevap vermekte ve yönlendirmektedir. Bu kuşatıcı, kapsamlı programın en ufak bir bölümü diğer bölümü ile çelişmemekte ve insanın fıtratına herhangi bir noktada aykırı düşmemektedir. Onun ihtiyaçlarına cevap vermekten aciz kalmamaktadır. Bütün direktifleri ve yasamaları tek bir eksene, tek bir kulpa bağlanmaktadır. Bunlar arasında öyle bir uyum var ki, insanın sınırlı deneyiminin bu noktaya ulaşması mümkün değildir. Bunu ortaya koymak için sınırsız yer ve zamanın sınırları ile sınırlandırılmamış bir bilgi ve deneyime ihtiyaç vardır. İşte ancak böyle bir bilgi ve deneyimle mesele bu ölçüde kuşatılabilir ve ancak onunla bunun gibi bir düzenleme yapılabilir. 3- Kalpler ve ruhlara rahatlıkla ulaşması, alıcı cihazlarına dokunması, kapalı olan cihazlarına, etkilenme ve sinyallere karşılık verme hassasiyetini kazandırması, ruhların ve kalblerin açmazlarını ve problemlerini hayret verici bir kolaylık ve çabuklukla çözmesi, onları kendi metoduna uygun biçimde, karmaşıklığa, dolaylı anlatıma ve demagojiye baş vurmadan, basit dokunuşlarla eğitmesi ve yönlendirmesi ile de Kur'an bir mucizedir. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'i bu son risaletin mucizesi kılmayı dilemiştir. İnsanların boyunlarını büken, baş eğmelerini sağlayan ve onları teslim olmaya zorlayan, maddi güce dayalı bir mucize ile bu son dini desteklemeyi dilememiştir. Çünkü bu son din, bütün milletlere, bütün kuşaklara açıktı. Herhangi bir yerde ve zaman diliminde yaşayan kapalı bir risalet değildir. Bu nedenle son dinin mucizesinin de yakın-uzak bütün ümmetlere ve kuşaklara açık olması uygun düşüyordu. Maddi olan harikalar ise, ancak kendisini görenlerin boyunlarını bükmelerini, sağlamaktadır. Bundan sonra ise dilden dile dolaşan bir hikaye olmakta, gözle görülen bir gerçek olmaktan çıkmaktadır. Kur'an ise, işte şimdi üzerinden tam onüç asırdan fazla bir zaman geçmesine rağmen bütün insanlığa açık bir kitaptır. Belirlenmiş bir hayat programıdır. Bugün yaşayan insanlar eğer onu kendilerine rehber seçerlerse, hayatlarını onun ilkeleri üzerinde kurabilirler. Bu durumda Kur'an onların bütün ihtiyaçlarına cevap verebilecektir. Onları daha güzel bir dünyaya, daha yüce ufuklara, daha örnek bir sonuca götürecektir. Bizden sonraki insanlar da onda bizim görmediğimiz pekçok şeyi göreceklerdir. Zira Kur'an'ın metodu, her isteyene ihtiyacı kadar vermektir. Doğal olarak onun kaynağı kurumaz. Sürekli yenilenir. Ne yazık ki, insanlar bu yüce ve büyük hikmeti yeterince anlayamamışlardır. Bu nedenle kendilerine gönderilen bu yüce Kur'an'dan zaman zaman yüz çevirmişlerdir: 5- Onlar son derece merhametli olan Allah'ın kendilerine gönderdiği her yeni uyarıya burun kıvırarak set çevirirler. Burada Yüce Allah'ın "Rahman" ismi anılarak bu Kur'an'ı onlara göndermekle insanlara ne denli büyük rahmet ve lütufta bulunduğuna işaret edilmektedir. Onların bu rahmet kaynağından yüz çevirişleri ise, bütün çirkinliği. ile ortaya çıkmaktadır. Çünkü onlar, bu rahmet kaynağına aşırı derece muhtaç oldukları halde kendilerine gönderilen rahmetten yüz çeviriyor, onu red ediyor ve kendilerini ondan mahrum ediyorlar! Allah'ın kitabından ve rahmetinden böylece yüz çevirişleri verildikten sonra Allah'ın azabı ve cezasına ilişkin bir tehdit yeralıyor: 6- Onlar yalanladılar. Fakat, alay konusu ettikleri gerçeklerin somut olayları ile yakında yüzyüze geleceklerdir. Bu, öz biçimde ifade edilen kapalı ve korkunç bir tehdittir. Ayetin ifade tarzında onların kendilerine yöneltilen tehditlerle alay etmelerine uygun düşen alaylı bir ifade yer almaktadır." "Alay konusu ettikleri gerçeklerin somut olayları ile yakında yüzyüze geleceklerdir." Kendisi ile alay ettikleri azabın haberleri kendilerine gelecektir! Aslında onlar asla bu konuya ilişkin haberler alamayacaklardır. Sadece azabın kendisini tadacaklardır. Bu haberleri, onların kendileri oluşturacaklar. İnsanlar onların başına gelenleri birbirlerine aktaracaklardır. Onlar tehditleri alay aldıkları için, bu korkunç tehdit ile birlikte kendileri ile alay edilmektedir! Onlar olağanüstü bir mucize istiyorlar. Ama etraflarını kuşatan, Allah'ın çarpıcı ayetlerinden habersiz duruyorlar. Halbuki bunlar açık bir kalb, görebilen bir duygu için yeterlidir. Bu hayret verici evrenin her sayfası, her tablosu, kalbleri yatıştıran, huzura kavuşturan bir mucizedir. 7- Onlar yeryüzüne bakarak orada ne kadar yararlı bitki türleri yarattığımızı görmezler mi? 8- Hiç kuşkusuz bunda, üstün gücümüzü kanıtlayan bir ayet vardır, ama onların çoğu inanmazlar. Cansız topraktan, canlı bitkiyi çıkarma, dişili-erkekli onu çift nitelikte yaratma, bazı bitki türlerinin erkeklerini-dişilerini ayrı bitki (botanik) dünyasının çoğunda olduğu gibi bazı türlerinin erkeğini-dişisini bir arada bulundurma, bir tek dalın üzerinde hem dişiliğin organlarını, hem de erkekliğin organlarını bir arada yaratma mucizesi... Evet işte bu mucize yeryüzünde gözlerinin önünde her an yaşanmakta, gözlenmektedir. "Görmüyorlar mı?" Mucize o kadar açıktır ki, görmekten başka bir çaba sarfetmeye gerek yoktur. Kur'an-ı Kerim'in eğitim metodu, kalb ile bu evrenin manzaraları arasında bir bağ kurar. Sönmüş duyguları, soğuk zihni ve kapalı kalbi uyarır. Hepsini her yerde insanın etrafında serpiştirilmiş olan Allah'ın üstün sanatına yöneltir. İnsanın diri bir kalb ile bu canlı evrene yönelmesini, üstün sanatında Allah'ın kudretini görmesini, eşsiz sanatına her yönelişinde O'nun kudretini hissetmesini, yarattığı her varlık ile bir ilişki kurmasını sağlar. Gecenin ve gündüzün her anında onun kendisini gözetlediği bilincini sağlar. Kendisinin, onun yaratıklarına bağlı, bütün yaratıklara hükmeden değişmez yasalara bağımlı kullarından biri olduğunu, bu evrende, özellikle hilafet görevini üstlendiği bu yeryüzünde kendisinin özel bir görevi olduğunu anlamasını kolaylaştırır. "Onlar yeryüzüne bakarak orada ne kadar yararlı bitki türleri yarattığımızı görmezler mi?" İnsan, yüce kerem sahibi Allah'tan gelen hayatı taşıdığı için onurludur. Değerlidir. Ayeti kerimenin sözleri insanın gönlüne, Allah'ın sanatını; layık olduğu biçimde saygı, içtenlik ve coşkulu bir şekilde karşılamak gerektiğini ona karşı saygısız, vurdumduymaz ve aldırmaz bir tavır içine girilmemesi gerektiğini aşılamaktadır. "Hiç kuşkusuz bunda üstün gücümüzü kanıtlayan bir ayet vardır" Onlar ayetler, mucizeler istemektedir. Fakat onların çoğu bu ayetlere inanmamaktadır. Ama onların çoğu inanmazlar"! Surenin girişi, her mucizenin sunuluşundan sonra tekrar edilen yorum cümlesi ile sona ermektedir: 9- Hiç kuşkusuz senin Rabb'in üstün iradeli ve merhametlidir. Allah; "Aziz" dir. Mucizeler, ayetler yaratabilecek, azabı yakın sayanları cezalandırabilecek güce ve kudrete sahiptir. "Merhamet sahibidir" Ayetlerini mucizelerini ortaya koyar. Kalbi doğru olanlar O'na inanır. Bu ayetleri yalanlayanları ise, hemen cezalandırmaz. Onlara zaman tanır. Kendilerine bir uyarıcı gönderir. Aslında kainattaki ayetler o kadar boldur ki, başka bir uyarıcı göndermeye bile ihtiyaç bırakmamaktadır. Fakat Allah'ın rahmeti, görmelerini sağlamak, aydınlatmak, uyarıp sakındırmak ve müjdelemek için peygamberler göndermeyi gerekli görmüştür. Bu surede yer alan Hz. Musa'nın -selam üzerine olsun- kıssasının bu bölümü surenin konusu ve yönelişi ile tam bir uyum sağlamaktadır. Zira bu surede peygamberliğe inanmayanların sonları açıklanmakta, müşriklerin yüz çevirişleri ve yalanlamaları nedeniyle peygamberin -salat ve selam üzerine olsun- karşılaştığı sıkıntılar dolayısı ile telkin edilmekte, sabretmesi gerektiği aşılanmakta, yüce Allah'ın, onun çağrısını ve bu çağrıya inananları, onlar maddi kuvvetten soyutlanmış, düşmanları güçlü, yeryüzünde iktidar sahibi zorbalar da olsalar, kendilerine işkence ve ceza da etseler yine onları koruduğu açıklanmaktadır. Bu surenin indiği sırada müslümanlar Mekke'de gerçekten zor şartlar altında sıkıntılı bir hayat yaşıyorlardı. Zaten Kur'an-ı Kerim'deki kıssalar, Kur'an eğitiminin vasıtalarından biri olarak verilmişlerdir. Şimdiye kadar Hz. Musa -selam üzerine olsun- kıssasının bazı bölümleri Bakara, Maide, A'raf, Yunus, İsra, Kehf ve Taha surelerinde ele alınmıştı. Bazı surelerde ise sadece bir takım işaretlerde bulunulmakla yetinilmişti. Bu bölümlerin ve işaretlerin ele alındığı her yerde mutlaka surenin konusu ile veya ele alındıkları ortamla ilgili olarak tam bir uyum gözlenmiştir. Nitekim bu surede de durum aynıdır. Kıssaların bu bölümleri, anlatım ile hedeflenen konunun tasvirine katkıda bulunmuştur. Kıssanın burada ele alınan bölümü, peygamberlik ve yalanlama bölümüdür. Firavunun ve taraflarının bu yalanlamalarının Hz. Musa ve onunla beraber olan inananlarla karşı komplolara başvurmalarının cezası olarak boğulmaları. Hz. Musa ve İsrailoğullarının zalimlerin tuzağından kurtulmaları... Nitekim bu da yüce Allah'ın bu surede müşriklere ilişkin sözünü doğrulamaktadır. "Yalnız iman edip iyi ameller işleyenler, sık sık Allah'ı ananlar ve zulme uğradıklarında zalimlere karşı koyanlar böyle değildirler. Zalimler ne acı bir akıbetle yüzyüze geleceklerini yakında anlayacaklardı." (Şuara suresi, 227) "Nitekim onlar kendilerine gelen gerçeği, Kur'an'ı derhal yalanladılar. Fakat alay konusu ettikleri gerçeklerin haberleri ilerde kendilerine gelecektir. (En'am suresi 5) Kıssanın bu bölümü, kesik kesik tablolar halinde verilmektedir. Her tablo ile diğeri arasında bir boşluk vardır. Bu boşluk bir sahnenin perdesinin kapanması ve diğerinin perdesinin açılması kadar bir zaman dilimini doldurmaktadır. Bu, Kur'an'ın kıssayı sergileme metodunda bilinçli olarak seçilen edebi bir özelliktir. Burada yedi tablo yer almaktadır: Birincisi: Seslenme, peygamberlik verme, vahiy ve Hz. Musa -selam üzerine olsun- ile Rabbi arasında geçen diyalog sahnesidir. İkincisi: Hz. Musa'nın Firavun ve hanedanı ile yüzyüze gelmesi tablosudur. Bu yüzyüze gelmede Hz. Musa peygamberlik mesajı ile Asa ve Bembeyaz El mucizelerini ortaya koymaktadır. Üçüncüsü: Komplo, büyücülerin toplanması ve büyük yarışmaya insanların seyirci olarak katılmasının sağlanması tablosudur. Dördüncüsü: Büyücülerin Firavun'un huzurunda ücret ve mükafat konusunda tatmin edici anlaşma yapmaları tablosudur. Beşincisi: Yarışmanın yapıldığı, büyücülerin iman ettiği, Firavun'un öfke ile dolu olarak tehdit savurduğu tablodur. Altıncısı: İki bölümü bulunan bir tablodur. Tablonun birinci bölümü, yüce Allah'ın Hz. Musa'ya kullarını geceden yola koymasını vahyetmesidir. İkinci bölümü ise Firavun'un hızla şehirlere yayılan haberler gönderip İsrailoğullarını takip etmek için ordular toplamalarını istemesidir. Yedincisi: Deniz önünde karşılaşmaları tablosudur. Bu tablonun sonunda deniz kapanıyor, zalimler boğuluyor ve inananlar kurtuluyor. Bu tablolar A'raf, Yunus ve Taha surelerinde de verilmişti. Fakat her yerde tablonun ortama uygun düşecek tarafı, yönelişine uygun düşecek bir yolla aktarılmıştır. Her bir surede belli noktalar üzerinde yoğunlaşılmıştır. Mesela A'raf suresinde kıssa Hz. Musa ile Firavun'un yüzleşmesi tablosu ile başlamış ve bu tablo özet halinde verilmiştir. Büyücüler tablosu ve sonucu kısa halde geçilmiştir. Bundan sonra Firavun ve hanedanının komplolarına geniş yer verilmiştir. Bu yarışmadan sonra ve boğulma ve kurtuluş tablosundan önce, Hz. Musa'nın Mısırda ikamet edişi ve bu sırada gösterdiği mucizeleri anlatılmıştır. Denizi geçtikten sonra İsrailoğullarının hayatı uzun uzadıya bölümler halinde sunulmuştur. Halbuki burada Hz. Musa ile Firavun arasında Allah'ın birliği ve peygàmbere vahiy bildirmesi üzerinde tartışmanın yer aldığı sahne geniş tutulmuştur. Zaten bu surede peygamberimiz -salat ve selam üzerine olsun- ile müşrikler arasında asıl tartışma konusu da budur. Yunus suresinde karşılaşma tablosu özet halinde verilmiş, Asa ve El mucizelerine değinilmemiştir. Yarışma tablosu özet olarak sunulmuştur. Burada ise bu ikisine geniş yer verilmiştir. Taha suresinde Hz. Musa ile Rabbi arasında diyalog tablosuna geniş yer verilmiş, karşılaşma ile yarışma tablolarından sonra İsrailoğullarına yolculuklarında uzun boylu arkadaşlık yapılmıştır. Burada ise boğulma ve kurtuluş tablolarının ötesine geçilmemektedir. Kur'an surelerinde çok sık yer almalarına rağmen kıssaların sunuluşunda asla bir tekrara rastlamıyoruz. Sunulan bölümlerin seçilişindeki bu zenginlik, her bölümün tabloları, her tablonun seçilen tarafı ve sunuluş tarzı. Bütün bunlar kıssaları her yerde yeni kılmakta ve bulundukları yerle uyum içine girmelerini Sağlamaktadır. 10- Hani Rabb'in Musa'ya şöyle seslenmişti, "Şu zalim topluma git. 11- Firavun'un soydaşlarına `Onlar hiç mi başlarına geleceklerden korkmuyorlar? 12- Musa dedi ki: "Ya Rabbi, onlar beni yalanlayacaklar diye korkuyorum ". 13- Bu yüzden canım sıkılır ve öfkemden dilim tutulur. Onun için Harun'a da peygamberlik görevi ver. 14- Hem onların bana isnat ettikleri bir suç var, bu gerekçe ile beni öldürürler diye korkuyorum. 15- Allah dedi ki; "Hayır, korkma, İkiniz birlikte ayetlerimizle gidiniz. Biz sizinle birlikteyiz ve söylenecek her sözü işitiriz. " 16- Firavun'un yanına vararak ona deyiniz ki; "Biz bütün alemlerin Rabb'i olan Allah'ın peygamberiyiz. 17- İsrailoğullarının bizimle birlikte buradan ayrılmalarına izin ver. Bu kıssalarda peygamberimize -salat ve selam üzerine olsun- hitab edilmektedir. Nitekim surenin başında ona şöyle seslenilmişti. "Ey Muhammed, onlar mümin olmuyorlar diye neredeyse canına kıyacaksın." "Eğer dilesek onlara gökten bir mucize indiririz de karşısında boyunları eğik kalır." "Onlar, son derece merhametli olan Allah'ın kendilerine gönderdiği her yeni uyarıya burun kıvırarak sırt çevirirler." "Onlar yalanladılar. Fakat alay konusu ettikleri gerçeklerin somut olayları ile yakında yüzyüze geleceklerdir. Şimdi de ilahi mesajdan yüz çeviren, onu yalan sayan ve alaya alanların haberleri, başlarına gelenler açıklanarak anlatılmaktadır. İşte bu birinci tablodur. Hz. Musa'nın -selam üzerine olsun- peygamberlikle görevlendirilmesi tablosu. Bu, tablo o toplumun niteliğini ortaya koymakla başlıyor. "Zalim toplum" Onlar kafirlik ve sapıklıkla kendilerine zulmetmişlerdir. Erkek çocuklarını boğazlamak, kadınlarını dul bırakmakla ve onları alaya alıp cezalandırmakla israiloğullarına zulmetmişlerdir. Bu nedenle nitelikleri önce veriliyor. Sonra kim oldukları belirleniyor. "Firavun toplumu" Sonra Hz. Musa onların işine hayret ettiği gibi her insan da hayret ediyor. Sakınmazlar mı? Rabblerinden korkmazlar mı? Zulümlerinin cezasından endişe etmezler mi? Sapıklıklarından vazgeçmezler mi? Onların işleri gerçekten hayret edilecek, gerçekten hayretlik bir iştir! Onların durumunda olan her zalimin hali de onlarınkinden farklı değildir? Hz. Musa -selam üzerine olsun- Firavun ve hanedanını yeni tanıyor değildi. Onların halini daha önceden biliyordu. Firavun'un zulmünü, azgınlığını. ve taşkınlığını çok iyi biliyordu. Yüklendiği görevin ağırlığını üstlendiği yükümlülüğün büyüklüğünü de kavrıyordu. Bu nedenle Rabbine zayıflığını ve yetersizliğini dile getirdi. Tabii ki, yükümlülükten kaçmak veya mazeret ileri sürmek için değil. Öylesine zor bir yükümlülükte yardım ve destek istemek için böyle bir dilekte bulunuyordu. "Musa dedi ki: Ya Rabbi, onlar beni yalanlayacaklar diye korkuyorum. "Bu yüzden canım sıkılır ve öfkemden dilim tutulur" Onun için Harun'a da peygamberlik görevi ver." "Hem onların bana isnat ettikleri bir suç var, bu gerekçe ile beni öldürürler diye korkuyorum." Hz. Musa'nın -selam üzerine olsun- bu sözünün aktarılmasından anlaşılıyor ki, Onun bu korkusu sırf yalanlanma korkusu değildi. Onun korkusu bu yalanlamanın, canının sıkıldığı, dilinin dönmediği ve açıklama imkanı bulamadığı, bu yalanmayı eleştirip çürütme olanağının olmadığı bir sırada meydana gelmesi endişesinden kaynaklanıyor. Zira onun dilinde biraz tutukluk vardı. Taha suresinde bu dile getirilmişti. "Dilimin düğümünü çöz. Böylece söyleyeceklerimi anlayabilsinler." (Taha süresi, 27-28) İşte bu tutukluk, tabiatıyla insanın canının sıkılmasına neden olabilir. Sözle tepki gösteremeyen insanın canı sıkılır. Heyecan arttıkça tutukluk da artar. Buna bağlı olarak insanın içi de daha fazla daralır. Böyle sürüp gider. Bu bilinen bir haldir. Hz. Musa buradan kalkarak, peygamberlik görevi gereği Firavun gibi zalim ve zorba ile yüzyüze konuşurken dilinin tutulmasından korkmuştur. Zayıflığını ve peygamberliğini tebliğ etme konusunda tàşıdığı endişesini Rabbine açmıştır. Görev ve yükümlülükte her hangi bir eksikliğin meydanà gelmesini önlemek için. Kardeşi Harun'a da vahyetmesini, peygamberlikte kendisine ortak yapmasını dilemiştir. Yükümlülükten kaçmak ve mazeret ileri sürmek için değil. Çünkü Harun'un. dili daha açık. Bu nedenle daha rahat biçimde sözle tepki gösterebilirdi. Hz. Musa'nın dilinde tutukluk olursa veya içi daralırsa, Hz. Harun tartışma, delilleri sıralama ve açıklama görevini üstlenecekti. Hz. Musa Taha suresinde ifade edildiği gibi, dilindeki bu düğümün çözülmesi için Rabbine dua etmişti. Yalnız görevi hakkı ile yerine getirmedeki titizliği nedeniyle kardeşi Harun'un kendisine destekçi ve yardımcı olmasını dilemiştir. "Hem onların bana isnat ettikleri bir suç var, bu gerekçe ile beni öldürürler diye korkuyorum" Ayetinde de durum aynıdır. Hz. Musa'nın burada korkudan söz etmesi O'nun kaçınmasından dolayı değildir. Bu korkunun Hz. Harun'un peygamber olarak görevlendirilmesi ile ilgisi vardır. Eğer onu öldürecek olurlarsa Hz. Harun onun yerini doldurur.' Ondan sonra peygamberlik görevini sürdürür. Herhangi bir aksaklığa meydan vermeden Rabb'inin kendisine emrettiği biçimde görevi yerine getirir. Burada önemli olan davetçi değil, davetin kendisidir. Alınan önlem dava içindir. Birinci ayetteki önlem Rabb'inin mesajını açıklama ve savunma durumunda dilinin tutulması halinde etkili olacak ve davanın zayıf ve kısır bir halde gösterilmesi engellenecektir. Kendisinin öldürülmesine karşı alınan önlemi ifade eden ayet ise, O'nun öldürülmesi halinde Rabb'inin kendisine yüklediği görevin yerine getirilmemesi endişesini dile getirmektedir. Zira O, bu görevin yerine getirilmesini ve süreklilik kazanmasını çok arzu etmektedir. Yüce Allah'ın üzerine titreyerek yetiştirdiği ve kendisine elçi olarak seçtiği Hz. Musa'ya -selam üzerine olsun- yakışan da budur. Rabbi Onun şiddetli arzusunu, duyarlığını ve ihtiyatlı davranışını bildiğinden istediklerini kendisine' vermiştir. Korktuğu konularda onu emin kılmıştır. Buradaki anlatımda Allah'ın O'nun duasını kabul edişi Hz. Harun ile buluşması aşamaları özet olarak geçmektedir. Yüce Allah'ın Hz. Musa'nın gönlünü tatmin ettiği, korkularını kökten silip attığı zaman diliminde, bir taraftan da Hz. Harun ve Hz. Musa'nın birlikte kerem sahibi Rabb'lerinin emirlerini almaya bàşladıkları sahnesi gün yüzüne çıkmaktadır. Burada aslında kuşku giderme amacı ile kullanılan bir söz bütün endişeleri yok etmeye yetmiştir. Söz "Hayır" sözüdür! "Allah dedi ki; Hayır korkma. İkiniz birlikte ayetlerimizle gidiniz. Biz sizinle birlikteyiz ve söylenecek her sözü işitiriz." Firavun'un yanına vararak ona deyiniz ki: "Biz bütün alemlerin Rabbi olan Allah'ın peygamberleriyiz." "İsrailoğullarının bizimle birlikte buradan ayrılmalarına izin ver." Hayır, asla için daralmayacak ve dilin tutulmayacak. Hayır, onlar seni öldürmeyecek. Bunların hepsini kafandan sil. Sen ve kardeşin gidiniz: "Ayetlerimizle gidiniz" Daha önce Hz. Musa, Asa ve Beyaz El mucizelerini gözleriyle görmüştü. Burada bu iki mucizeye özet olarak yer verilmiştir. Zira bu surede özellikle Firavunla yüzleşme, büyücülerin tutumu, boğulma ve kurtulma tabloları üzerinde yoğunlaşılmaktadır. Gidiniz "Biz sizinle birlikteyiz ve söylenecek her sözü işitiriz" Ne büyük kuvvet! Ne büyük otorite! Ne büyük koruma, gözetme ve güven! Yüce Allah her zaman ve her yerde onlarla ve her insanla beraberdir. Özellikle kastedilen beraberlik yardım ve destek beraberliğidir. Bu beraberlik kulak verme ve dinleme şeklinde verilmektedir. Bu ise, hazır olmanın ve dikkat etmenin en yüksek derecesidir. Dikkatli korumanın ve yardım için hazır olmanın, Kur'an'ın ifade metodu olan tasvire uygun olarak, kinaye biçiminde ifade edilmesidir. Gidiniz, "Firavun'un yanına varınız"; endişeye ve tereddüte kapılmadan görevinizi ona haber veriniz, "Biz bütün alemlerin rabbi olan Allah'ın peygamberleriyiz." deyiniz. Aslında onlar iki kişiler. Fakat ikisi birlikte uyarıcı görevi yerine getirmeye, aynı mesajı iletmeye gidiyorlar. Onların ikisi elçidir. Alemlerin Rabbinin elçileri. İlahlık iddiasında bulunan ve milletine: "Ben sizin Benden başka bir ilahınızın olduğunu bilmiyorum." (Kasas suresi, 38) diyen Firavun'un karşısındadırlar. İşte bu, ilk andan itibaren tevhid gerçeğinin, hiçbir korkuya ve aşamalı anlatıma yer vermeden tek ve açık bir ifade ile yüzyüze ortaya konmasıdır. Zira bu, idare etmeyi ve aşamalı olarak gitmeyi kaldırmayan tek bir gerçektir. Hz. Musa'nın -selam üzerine olsun- Kur'an'daki kıssasında yer alan bu ve benzeri ifadeler açıkça gösteriyor ki: Hz. Musa Firavun ve milletine gönderilen, onları dinine çağırmak, peygamberliğinin yoluna uymalarını istemek için görevlendirilen bir elçi değildi. Diledikleri gibi Rablerine kulluk yapmaları için İsrailoğullarını serbest bırakmalarını istemek amacıyla bir elçi olarak gönderilmişti. İsrailoğulları, ataları İsrailden bu yana bir din sahibi bulunuyorlardı. İsrail, Hz. Yusuf'un babası Hz. Yakup idi. Bu din, onların vicdanlarında yozlaşmış, inançları bozulmuştu. Yüce Allah onlarà Hz. Musa'yı kendilerini Firavun'un zulmünden kurtarsın ve onları Tevhid Dinine göre tekrar eğitsin diye göndermiştir. Buraya kadar biz, peygamber olarak gönderme, vahiy ve yükümlülük tablosunun önündeydik. Fakat birden perde iniyor. Şimdi kendimizi karşılaşma tablosunun önünde görüyoruz. Burada Kur'an'ın sunuş metodunda izlediği sanat prensibine bağlı olarak, iki tablo arasında kendiliğinden anlaşılabilecek bölüm kısaltılmıştır. 18- Firavun dedi ki: "Biz seni çocukken yanımıza alarak büyütmedik mi? Ömrünün birçok yılını aramızda geçirmedin mi?" 19- Sonunda o ağır suçu işledin. Sen o sırada bir kafirdin. 20- Musa dedi ki: "O suçu işlediğim sırada ben henüz doğru yolu bulmuş değildim." 21- Bu yüzden sizden korkunca yanınızdan kaçtım. Sonra Rabb'im bana hikmet bağışlayarak beni peygamberlerinden biri yaptı. 22- O' nimet diye başıma kaktığın şeye israiloğullarını köleleştirmenin sonucudur. Hz. Musa böylesine ciddi ve büyük bir iddia ile karşısına çıkıp "Biz bütün alemlerin Rabbi olan Allah'ın peygamberiyiz" deyip "İsrailoğullarının bizimle birlikte buradan ayrılmalarına izin ver" gibi büyük bir istekte bulununca Firavun hayretini gizlememiştir. Zira o son olarak Hz. Musa'yı sandık içinde denizde yakaladıkları günden itibaren sarayında yetişen bir üvey evlat olarak görmüştü (Daha geniş bilgi için "Fizilal-il Kur'an" da "Taha Suresi"ne bakabilirsiniz.) Onun İsrailoğulları'ndan biriyle dövüşen bir kıptiyi öldürdükten sonra kaybolup gittiğini hatırlıyordu. (Bu olay Kasas Suresinde anlatılıyor.) Bir rivayete göre Hz. Musa'nın öldürdüğü bu kıpti Firavununun uzaktan akrabasıydı. Firavun'un Hz. Musa'dan son ayrıldığı zaman ile on sene sonra Hz. Musa'nın bu büyük dava ile karşısına çıkması arasındaki süre o kadar uzundur ki, işte bu nedenle Firavun aşağılamadan, alaya almadan ve hayretini dile getirmeden edememiştir: "Firavun dedi ki: "Biz seni çocukken yanımıza alarak büyütmedik mi? Ömrünün bir çok yılını aramızda geçirmedin mi? "Sonunda o ağır suçu işledin. Sen o sırada bir kafirdin." Gördüğün terbiyenin, yanımızda ufacık bir bebekken gördüğün ilginin karşılığı bu mudur? Bu.:iyiliklerin karşılığı bugün bağlı bulunduğumuz dine karşı çıkman mıdır? Evinde yetiştiğin kralın karşısına çıkman ve başka bir tanrıya çağırman mıdır? ! Sana ne oldu böyle? Daha önce aramızda uzun bir süre yaşadığın halde bugün iddia ettiğin bu davadan hiç söz etmemiştin. Bu büyük işin önsözü sayılabilecek hiçbir iddiada bulunmamıştın?! Burada Firavun Hz. Musa'ya Kıpti'nin öldürülmesi olayını da korkunç bir ifade ve abartma ile anlatıyor. "Sonunda o ağır suçu işledin" Çirkin ve iğrenç olan o işi de yapmıştın ki, bu olayı açık sözlerle dile getirmek uygun düşmez! Bu eylemi yaparken "Sen o sırada bir kafirdin" O gün sözünü ettiğin alemlerin Rabbini tanımıyordun. O sırada alemlerin Rabbinden söz etmiyordun! Böylece Firavun kesin bir cevap niteliği taşıdığını ve Hz. Musa'nın -selam üzerine olsun- karşısında bir cevap bulamayacağını, karşısında direnemeyeceğini sandığı bütün delillerini ileri sürmüş, özellikle öldürme olayını burada bir kez olarak kullanmaya çalışmıştır.. Sözlerinin gerisinde onu bununla tehdit etmiş ve kısas cezasına çarptırılabileceğine ima etmiştir. Yüce Allah'ın duasını kabul ettiği, dilinin tutukluğunu giderdiği Hz. Musa açılıyor ve cevap veriyor. "Musa dedi ki; O suçu işlediğim sırada ben henüz doğru yolu bulmuş değildim. "Bu yüzden sizden korkunca yanınızdan kaçtım. Sonra Rabbim bana. hikmet bağışlayarak beni peygamberlerinden biri yaptı." O nimet diye başıma kaktığın şey de israiloğullarını köleleştirmenin sonucudur." Ben bu suçu işlerken henüz cahildim. Milletime olan bağlılığım ve tutkunluğum ile hareket ediyordum. Rabbimin bana verdiği hikmet ile bugün tanıdığım inanç bağını o sırada henüz esas,almıyordum. "Bu yüzden sizden korkunca yanınızdan kaçtım" Başıma bir iş gelmesinden korktuğum için. Fakat yüce Allah bana iyilik diledi, bana hikmet bağışladı, "Beni peygamberlerinden biri yaptı". Ben bu işi yapan kişi değilim. Ben "peygamberler kervanından" sadece bir kişiyim. (İfadedeki edebi uyum açısından bakıldığında suredeki kafiye harfinin önlerinde bir uzatma harfi bulunan "mim" veya "nun" olduğu görülmektedir. Bu nedenle "sen de peygamberlerden birisin" (minel Mürselin) ifadesi musiki tonu açısından suredeki genel havaya uymaktadır. "Beni bir elçi yaptı" (Ecealane rasulen) denmiş olsaydı bu uyum olmayacaktır. Bununla birlikte özel bir mana da ifade edilmiştir ki bu da, kendisinin pekçok peygamberlerden biri olduğu, bu çağrısında yalnız olmadığı, ve hayret edilecek bir işi yapmadığıdır. Böylece ifadedeki edebi ve dini uyum bütünleşmiştir.) Sonra Hz. Musa Firavun tarafından kendisinin aşağılamasına karşılık olarak bir aşağılama ile cevap veriyor, fakat gerçeği dile getiriyor. "O nimet diye başıma kaktığın şey de İsrailoğullarını köleleştirmenin sonucudur." Bebekken senin evinde eğitilmiş olmam, senin İsrailoğullarını köle edinmen, erkek çocuklarını öldürmenden kaynaklanıyor. Bu insafsız uygulama yüzünden annem beni sandukaya koymak ve sandukayı suya bırakmak zorunda kalmıştı. Siz de beni buldunuz. Böylece ben senin evine gelip burada büyüdüm. Anne-babamın evinden mahrum kaldım. Bunu mu başıma kakıyorsun? Bu mudur büyük lütfun? |