Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 Arkadaşları:2 Cinsiyet: Yaş:48 Mesaj:
4.081 Konular:
315 Beğenildi:49 Beğendi:0 Takdirleri:149 Takdir Et:
| Cvp: Fizilalil Kuran Nur Suresi Tefsiri 58- Ey Mü'minler, elinizin altındaki köleler ve hizmetçiler ile aranızdaki henüz ergenlik çağına girmemiş gençler, günün şu üç vaktinde, yani sabah namazından önce, öğle sıcağında soyunduğunuz saatlerde ve yatsı namazından sonra odanıza girerken sizden izin istesinler. Bu vakitler mahrem yerlerinizin açık olabileceği vakitlerdir. Bu vakitler dışında ne sizin için ve ne de onlara bir sakınca yoktur. Birbirinizin odalarına rahatça girebilirsiniz İşté Allah size ayetlerini böylesine ayrıntılı biçimde açıklar. Allah her şeyi bilir ve O'nun her işinin, her buyruğunun mutlaka bir gerekçesi vardır. 59- Çocuklarınız ergenlik çağına girince günün saydığımız vakitlerinde odanıza girerken tıpkı kendilerinden büyüklerin yaptıkları gibi izin istesinler. İşte Allah size ayetlerini böylesine ayrıntılı biçimde açıklar. Allah her şeyi bilir ve O'nun hiçbir işi hiçbir buyruğu sebepsiz değildir. Surede daha önce evlere girmek için izin istemeye ilişkin hükümler yer almıştı. Burada ise ev içinde odalara girmek için izin istemeye ilişkin hükümlere yer veriliyor. Çünkü kölelerden oluşan hizmetçiler ve henüz büluğ çağına ermemiş gençlerin evlere girmek için izin istemeleri gerekmez. Ancak evdekilerin avret yerlerinin ortaya çıkabileceği üç vakitte izin istemeleri gerekir. Bu vakitler; birincisi, sabah namazı öncesidir. Bu sırada insanlar gece elbisesi içinde olurlar ya da bu elbiseleri çıkarıp normal elbiselerini giymektedirler. İkincisi, öğle uykusuna daldıkları zamandır. Bu sırada insanlar normal elbiselerini çıkarıp rahatlamak için uyku elbisesini giyerler. Üçüncüsü, yatsı namazı sonrasıdır. Aynı şekilde insanlar o sırada günlük elbiselerini çıkarıp gece elbiselerini giyerler. Bunlar avret yerlerinin ortaya çıkabildiği vakitler olarak nitelendirilmişlerdir. Bu üç vakitte hizmetçiler ve henüz büluğ çağına girmemiş çocuklar ev halkının avret yerlerini görmemeleri için evlere girerken izin istemelidirler. Birçokları, ev hayatlarında bu edep kuralından habersizdirler. Bunun psikolojik, sinirsel ve ahlaki etkilerini önemsemezler. Hizmetçilerin efendilerinin avret yerlerine ilgi duymadıklarını, erginlik çağından önce çocukların bu tür görüntülerin farkına varmadıklarını sanırlar. Oysa günümüzde psikoloji biliminin ilerleme kaydetmesinden sonra psikologlar, küçük yaşta çocukların gördüğü bazı sahnelerin, onların tüm hayatlarını etkilediğini, tedavisi güç, psikolojik ve sinirsel hastalıklara yakalanmalarına neden olduğunu söylemektedirler. İşte her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olan yüce Allah mü'minleri bu edep kuralları ile eğitirken; sinirleri sağlam, içi huzurlu, duyguları edepli, kalpleri arınmış, düşünceleri kötülüklerden uzak bir ümmet oluşturmak istiyor. Ayet özellikle bu üç vakti belirliyor çünkü, bu vakitler her zamandan çok mahrem yerlerin açık olabilecekleri vakitlerdir. Ayrıca zorluk çıkarmamak için hizmetçi ve çocukların her zaman için izin istemeleri zorunluluğunu da getirmiyor. Çünkü yaşlarının küçüklüğü, ya da hizmet görmeleri nedeniyle evlére sık sık girip çıkmak durumunda kalırlar. "Birbirinizin odalarına rahatça girebilirsiniz." Böylece hem mahrem yerlerinin görünmesi önlenmiş oluyor, hem de büyüklerde olduğu gibi her zaman için izin isteme zorunluluğu getirilmeyerek evin iç düzeninde bir zorluğun, bir meşakkatin oluşmasına meydan verilmemiş oluyor. Ancak küçükler erginlik çağına girince, daha önce geçen izin isteme kuralını içeren ayetin genel hükmü uyarınca her zaman için izin istemeleri gereken yabancıların durumuna düşerler. Bunun üzerine de şu değerlendirme yapılıyor "Allah her şeyi bilir ve O'nun her işinin, her buyruğunun mutlaka bir gerekçesi vardır." Çünkü burası yüce Allah'ın insan ruhuna ve onu ıslah edecek davranış kurallarına ilişkin sonsuz bilgisinin; yine ruhların ve kalplerin tedavisine yönelik hikmetinin geçerli olduğu bir alandır. Aynı şekilde fitne ve şehevi duyguların harekete geçmesini önlemek amacıyla bundan önce kadınların süslerini gizlemelerine ilişkin bir emir yer almıştı. Burada ise, surenin akışı dönüyor ve içlerinde erkeklerle birleşme arzusu kalmayan, şehevi duyguları sönmüş bulunan yaşlı kadınları bu kuralın dışında tutu. 60- Evlenme ümidi olmayan, doğurganlık çağını geride bırakmış yaşlı kadınların, süslerini göstererek erkeklerin ilgisini çekme amacı taşımamak şartı ile ev dışında giyilecek elbiselerini giymemelerinin sakıncası yoktur. Fakat kapalı giyim konusunda titiz davranmaları kendileri için daha iyidir. Allah her sözü işitir ve her şeyi bilir. Şu halde mahrem yerlerinin ortaya çıkmaması, süslerinin görünmemesi şartıyla evlenme ümidi kalmamış, doğurganlık yaşını geride bırakmış yaşlı kadınların ev dışında giyilmesi gereken bol elbiselerini giymemelerinin sakıncası yoktur. Ne var ki, ev dışında giyilen bol elbiselerini giymeleri daha iyidir. Bu ise, iffetli kalmaya özen gösterme şeklinde tanımlanıyor. Yani iffetliliği istemek ve onu tercih etmek olarak nitelendiriliyor. Çünkü açıklıkla fuhuş arasında bir bağ vardır. Bu husus, fuhuş işleme imkanını en aza indirgemeye, nefislerle tahrik edici unsurları birbirinden uzak bulundurmaya ilişkin İslâmın bakış açısının bir gereğidir. "Allah her sözü işitir ve her şeyi bilir." İşitir ve bilir... Dillerin söylediklerini, kalplerde depreşen duyguları işitir, bilir... Buradaki sorun vicdandaki niyet ve duyarlılık unsurudur çünkü. TOPLUMSAL İLİŞKİLER 61- Körlerin, topalların ve hastaların anahtarları kendilerine emanet edilmiş evlere girip yemek yemekten çekinmeleri gereksizdir. Sizler de evlatlarınızın, babalarınızın, atalarınızın, erkek kardeşlerinizin, kız kardeşlerinizin, amcalarınızın, halalarınızın, dayılarınızın, teyzelerinizin, arkadaşlarınızın evlerinin veya anahtarları yanınızda bulunan evlerin yemeklerinden yiyebilirsiniz. Gerek birarada ve gerekse ayrı ayrı yemek yemenizin sakıncası yoktur. Şenlikli evlere girdiğinizde Allah tarafından yasallaştırılmış kutlu ve hoşnutluk uyandırıcı bir esenlik dileği olmak üzere içerdeki dindaşlarınıza selâm veriniz. Allah size ayetlerini düşünesiniz diye böyle açıklar. Rivayete göre önceleri müslümanlar sözü edilen evlerde izin istemeye gerek duymadan yemek yerlerdi, aralarındaki fakirlerden kör, topal ve hastalar da kendilerine eşlik ederdi. Daha sonra "birbirinizin mallarını haksız yollardan yemeyin" (Bakara, 138) ayeti inince bu evlerde yemek yemekten sakındılar, kör, topal ve hasta fakirler de ev sahipleri çağırmadıkça ya da izin vermedikçe onlarla birlikte yemekten çékindiler, çünkü yüce Allah'ın emirlerine uyma konusunda son derece duyarlıydılar. Yüce Allah'ın yasakladığı bir şeyi işlemekten daima kaçınırlardı. Uzakta da olsa sakıncalı bir şeye eğilim göstermekten korkarlardı. Bunun. üzerine yüce Allah bu ayeti indirdi ve kör, hasta, topal, akraba ve benzeri ihtiyaç sahiplerinin bir akrabanın evinde yemesi konusunda duyulan endişeyi kaldırdı. Ancak bu, ev sahibinin karşı çıkmamasına, ayrıca "ne zarar ver ne de zarara uğra" ile "Gönül hoşnutluğu olmadığı sürece bir müslümanın malını yemek helal değildir" (Şafii rivayet etmiş ve kölenin özgürlüğünü elde etmesi için efendisi ile yaptığı sözleşme konusunda söylediği bir sözde bu hadise dayanmıştır.) genel kuralları uyarınca ev sahibinin zarara uğramaması şartlarına bağlıdır. Bu ayet yasa koyan bir ayet olduğu için, sözlü ifadenin, konu düzenlemesinin ve sıralamasının hiçbir kuşkuya ve kapalılığa yer vermeyecek şekilde özenle seçildiğini ayrıca sözkonusu edilen akrabaları yakınlık derecesine göre sıralandığını görüyoruz. Ayet oğulların ve eşlerin evlerinden başlıyor, ama bunları sözlü olarak ïfade etmiyor. Tersine ayetin orijinalinde "Evleriniz" diyor. Bu ifadenin kapsamına oğul ve eşlerin evleri girer: Çünkü oğulun evi babanın evidir, eşin evi de kocasınındır. Bunu babaların sonra anaların evleri izliyor. Sonra kardeşlerin, sonra kız kardeşlerin, sonra amcaların, sonra halaların, sonra dayıların, sonra teyzelerin evleri sıralanıyor. Bunlara bir de kişinin malını korumakla görevli bekçi ekleniyor. O da anahtarını yanında bulundurduğu evlerde normal bir şekilde ve yemek ihtiyacını aşmayacak oranda yemek yiyebilir. Bunlara arkadaşların evleri de ekleniyor. Amaç, arkadaşlar arasındaki bağı, akrabalık bağına katmaktır. Ama karşı .tarafa eziyet vermemek, onları zarara uğratmamak şartıyla. Bilindiği gibi arkadaşlarının kendi yiyeceklerinden izin istemeye gerek . duymadan yemeleri diğer arkadaşı memnun eder. Yemek yenebilecek evler açıklandıktan sonra, yemek yenebilecek durum açıklanıyor. "Gerek bir arada ve gerekse ayrı ayrı yemek yemenizin sakıncası yoktur." Cahiliye döneminde bazıları yalnız başına yemek yememeyi gelenek haline getirmişti. Adam beraber yemek yiyeceği birisi olmasaydı yemeğini yemezdi. Yüce Allah bu ağır ve sıkıntı verici durumu ortadan kaldırdı. Meseleyi her türlü zorlamadan kurtararak basitleştirdi. Ayrı ayrı ya da beraber yemek yenebileceğini bildirdi. Yemek yenebilecek durumun açıklanmasından sonra da yemek yenebilecek evlere giriş kuralları açıklanıyor: "Şenlikli evlere girdiğinizde Allah tarafından yasallaştırılmış, kutlu ve hoşnutluk uyandırıcı bir esenlik dileği olmak üzere içerdeki dindaşlarınıza selâm veriniz." Bu, ayette sözü edilen kimseler arasındaki bağın güçlülüğünü dile getiren son derece latif bir ifadedir. Çünkü akrabalık ve arkadaşlık adına onlara selâm veren kişi aslında kendisine selâm vermektedir. Onlara yönelik olarak dile getirdiği kutlu ve hoşnutluk uyandırıcı dilek Allah katından bir esenliktir. O ruhu taşımakta, o kokuyu yaymaktadır. Onları kopması mümkün olmayan sağlam bir iple birbirine bağlamaktadır. Böylece büyük-küçük her konuda mü'minlerin kalpleri Rabblerine bağlan-maktadır. "Allah size ayetlerini düşünesiniz diye böyle açıklar." İlahi hayat sisteminin dayandığı ince planı ve hikmeti kavrayasınız diye... HZ. PEYGAMBERİN KONUMU Surenin akışı akraba ve arkadaşlar arasındaki ilişkilerin düzenlenmesinden, başkanı ve önderi Allah'ın peygamberi Hz. Muhammed -salât ve selâm üzerine olsun- olan büyük ailenin, yani müslümanlık ailesinin iç ilişkilerini düzenlemeye ve aile başkanı Hz. Peygamberin meclisinde müslümanların takınacağı edep kurallarını açıklamaya geçiyor. 62- Mü'minler öylé kimselerdir ki, Allah'a ve Peygambere inanırlar; bunun yanısıra herhangi bir kamu görevini yerine getirmek üzere Peygamberin yanında bulunduklarında O'ndan izin almaksızın bir yere gitmezler. Ey Muhammed, ortak görev yerinden ayrılacakları zaman senden izin isteyenler var ya, onlar Allah'a ve Peygambere inanan kimselerdir. Öyleyse böyleleri herhangi bir işleri için senden izin istediklerinde içlerinden dilediklerine izin ver ve onlar adına Allah'dan af dile. Hiç kuşkusuz Allah affedicidir ve merhametlidir. 63- Peygamberi çağırırken O'na, birbirinize seslendiğiniz gibi seslenmeyiniz. (Ya da Peygamber sizi çağırdığında O'nun çağrısını, aranızda bir-birinize yönelttiğiniz çağrılarla bir tutmayınız.) Allah, arkadaşlarını siper ederek gizlice Peygamberin yanından sıvışanları iyi bilir. O'nun emrini çiğneyenler ya başlarına bir bela gelmesinden ya da acıklı bir azaba çarpılmaktan korkmalıdırlar. 64- Haberiniz olsun ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'a aittir. O, kullarının ne yaptıklarını ve ne düşündüklerini bilin O'nun huzuruna çıkarıldıkları gün herkese yaptıklarını haber verecektir. Allah her şeyi bilir. İbn-i İshak bu ayetlerin indiriliş sebebi hakkında şunları rivayet eder: "Hendek savaşında Kureyşliler'in ve diğer müşrik kabilelerin toplanıp Medine'ye saldırma kararını işitince Peygamberimiz, Medine'nin çevresinde hendek kazılmasını kararlaştırdı. Müslümanları sevap kazanmaya teşvik etmek için bizzat kendisi dé çalıştı. Onunla birlikte diğer müslümanlar da yoğun bir tempoyla çalıştılar. Ve çalışmalarını aksatmadan sürdürdüler. Ancak münafıklar Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- ve müslümanların bu çalışmasında ağır davranıyorlardı, kaytarıyorlardı. Kolay işlerle oyalanıyorlardı. Peygamberimizin salât ve selâm üzerine olsun- haberi ve izni olmadan evlerine gidiyorlardı. Öte yandan müslümanlardan birinin de mutlaka yerine getirmesi gereken bir işi olsaydı gidip Peygamberimizden izin alır, işini görürdü. İşini gördükten sonra da, iyiliğe, olan arzusu ve sevap düşüncesi ile eski işine dönerdi. Bunun üzerine yüce Allah onlar hakkında bu ayeti indirdi. Daha sonra yüce Allah, işten kaytaran ve Hz. Peygamberin izni olmadan evlerine giden münafıkları kastederek: "Peygamberi çağırırken ona birbirinize seslendiğiniz gibi seslenmeyiniz." ayetini indirdi. İndiriliş sebebi ne olursa olsun bu ayetler toplum ile önderi arasındaki kişisel ve emir komuta ile ilgili davranış kurallarını içermektedir. Bu kurallar, toplumun sım sıcak duygularından ve vicdanının derinliklerinden coşkunlukla kaynaklanmadıkları sürece toplumsal hayat düzenli bir şekilde yürümez. Bu şekilde toplumun sıcak duygularından ve vicdanının derinliklerinden kaynaklanan davranış kuralları toplumun hayatında yer edip vazgeçilmez bir geleneğe, her zaman uygulanan bir kanuna dönüşürler. Aksi taktirde hiçbir sınır tanımayan bir başı bozukluk, bir anarşizm egemen olur topluma. "Mü'minler öyle kimselerdir ki, Allah'a ve Peygambere inanırlar." Ağızları ile inandıklarını söyleyen, ancak söyledikleri sözün gereği olan davranışları pratik hayatlarında gerçekleştirmeyen, Allah'a ve Peygamberine itaat etmeyen kimseler mü'min değildirler. "Bunun yanısıra herhangi bir kamu görevini yerine getirmek üzere Peygamberin yanında bulunduklarında O'ndan izin almaksızın bir yere gitmezler." Kamu görevi, toplumun genelini ilgilendiren bir iş, bir savaş, bir danışma gibi toplumsal katılımı gerektiren önemli görevlerdir. Bu yüzden önderleri müsaade etmedikçe mü'minler bu görevi bırakıp bir tarafa gitmezler. İş çığırından çıkıp ciddiyetten uzak, düzensiz bir başıbozukluğa dönüşmesin diye. Bu şekilde inanan ve bu tür bir edep tavrı takınan mü'minler zorunlu olmadıkları sürece kamu görevini bırakıp izin istemezler. Çünkü onların imanı ve edebi toplumun zihnini uğraştıran ve genel dayanışmayı gerektiren bir kamu görevini terketmeye engeldir. Bununla beraber Kur'an, izin verip vermeme yetkisini toplumun önderi olan Hz. Peygambere -salât ve selâm üzerine olsun- bırakı-yor. Bu arada izin istemeyi serbest bırakmasını da istiyor: "Herhangi bir işleri için senden izin istediklerinde: dilediklerine izin ver." Bundan önce münafıklara izin verdiği için yüce Allah Peygamberimizi salât ve selâm üzerine olsun- azarlamış ve şöyle buyurmuştu. "Allah affetsin seni, kimlerin doğru söylediği belli oluncaya ve kimlerin yalancı olduğunu belirleyinceye kadar niçin onlara izin verdin." (Tevbe, 43) Böylece izin yetkisini bütünüyle ona bırakıyor, dilerse izin verir, dilemezse vermez. Aynı zamanda izin verememenin neden olduğu sakıncaları da bertaraf ediyor. Çünkü bazı sorunlu durumlar baş gösterebilir. İzin verip vermeme arasındaki yararı dengelemek için değerlendirme yetkisi öndere kalıyor. Toplumsal yönetimle ilgili bu meselede, düşüncesi doğrultusunda son sözü söylemek ona bırakılıyor. Bununla beraber zorlukların üstesinden gelmenin ve kamu görevini bırak-mamanın daha uygun olduğuna işaret ediliyor. İzin istemenin veya çekip gitmenin; özür belirtenler için Peygamberin Allah'dan onlar için bağışlama dilemesini gerektiren bir husus, bir hata olduğu vurgulanıyor. "Onlar adına Allah'dan af dile. Hiç kuşkusuz Allah affedicidir ve merhametlidir." Böylece mü:minin vicdanı bir kayda bağlanıyor. Kendisini izin istemeye zorlayan nedenlerin ağır baskısı ile karşı karşıya kalsa bile izin istemez. Buradan hareketle izin istenirken ve her durumda peygambere saygı gösterilmesi gerektiği vurgulanıyor. Müslümanların birbirlerine seslenirken yaptıkları gibi ona adi ile "Ya Muhammed" veya künyesi ile "Ya Ebal'Kasım" diye seslenmemeleri isteniyor. Yüce Allah'ın onu onurlandırdığı, saygın kıldığı gibi "Ya Nebiyallah, Ya Resulullah" diye seslenmelidirler. "Peygamberi çağırırken O'na birbirinize seslendiğiniz gibi seslenmeyiniz. Ya da Peygamber sizi çağırdığında onun çağrısını, aranızda birbirinize yönelttiğiniz çağrılarla bir tutmayınız." Kalplerin Peygamber efendimize -salât ve selâm üzerine olsun- yönelik saygı duygusu ile dolması bir zorunluluktur. Bu saygı onunla ilgili her söze, ona yönelik her hitaba yansımalıdır. Bu hususa dikkat çekilmesi gereklidir. Çünkü eğiticiye saygı duyulmalıdır. Ve önderin heybeti olmalıdır. Onun son derece alçak gönüllü ve yumuşak, biri olması onların onun eğiticiliğini unutup, birbirleri-ne seslenir gibi ona seslenmeleri ayrı ayrı şeylerdir. Eğitimcinin eğittiği kişilerin duygularında üstün bir yeri olmalı ve onunla konuşurken, yanında bulunurken bu saygı ve büyüklük sınırını aşmamalıdırlar. Ardından ayet kaytaran ve izinsiz çekip giden münâfıkları uyarıyor. Bunlar birbirlerinin arkasına saklanarak birbirlerini işten alıkoyuyorlardı. Oysa Hz. Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- görmese bile Allah onları görüyordu. "Allah arkadaşlarını siper ederek gizlice Peygamberin yanından sıvışanları iyi bilir." Bu, saklanarak meclisten sıvışmayı, kaytarmayı tasvir eden son derece ince bir ifadedir. Bu ifadede, biriyle karşılaşmaktan duyulan korku, davranışın bayağılığı ve bu harekete eşlik eden duygular somutlaşmaktadır. "O'nun emrini çiğneyenler ya başlarına bir belâ gelmesinden yada acıklı bir azaba çarpılmaktan korkmalıdırlar." Bu, korkunç bir uyarıdır, dehşet verici bir tehdittir. Şu halde Hz. Peygamberin salât ve selâm üzerine olsun- emrini çiğneyenler, onun izlediği hayat sisteminden başka bir sisteme uyanlar, bir yarar elde etmek ya da bir zarardan sakınmak amacı ile mü'minlerin safından gizlice sıvışıp gidenler korkmalıdırlar. Ölçülerin karışmasına, dengelerin bozulmasına, toplumsal düzenin altüst olmasına, hak ile batılın, iyi ile kötünün, birbirine karışmasına, toplumsal hayatın ve kurumların dejenere olmasına, can güvenliğinin kalmamasına, kişileri bağlayan bir sınırın bulunmamasına, iyiliğin kötülükten ayırd edilmemesine neden olan bir belânın başlarına gelmesinden korkmalıdırlar. Kuşkusuz bu, toplumun tüm fertleri açısından bedbahtlığın egemen olduğu bir dönemdir. "Ya da acıklı bir azaba çarptırılmaktan korkmalıdırlar." Hem dünyada hem de ahirette, Allah'ın emrini çiğnemenin, O'nun insanlık hayatı için seçtiği sisteme uymamanın cezası olarak büyük bir azaba çarptırıl-maktan korkmalıdırlar. Bu uyarı, beraberinde de bu süre, mü'min kalplere ayrıca sapık kalplere yönelik yüce Allah'ın kendilerini gördüğüne, yaptıklarını gözettiğine, içlerinde saklayıp dışa vurmadıkları duygu ve düşünceleri bildiğine ilişkin bir hatırlatma ile son buluyor. "Haberiniz olsun ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'a aittir. O kullarının ne yaptıklarım ve ne düşündüklerini bilir. O'nun huzuruna çıkarıldıkları gün herkese yaptıklarını haber verecektir. Allah her şeyi bilir." Böylece nur suresi kalpleri ve gözleri Allah'a bağlamakla; O'ndan duyulan korku ve takvayı hatırlatmakla son buluyor. Çünkü en son güvence budur. Budur yüce Allah'ın bu surede yerine getirilmesini zorunlu kıldığı ve hepsinin aynı düzeyde olduğunu vurguladığı emir ve yasakların, ahlâk ve davranış kurallarının gözetleyicisi,bekçisi... |