Tekil Mesaj gösterimi
Alt 08 Ekim 2008, 13:09   Mesaj No:1

MERVE DEMİR

Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:MERVE DEMİR isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5587
Üyelik T.: 05 Aralık 2008
Arkadaşları:14
Cinsiyet:
Memleket:İstanbul
Yaş:35
Mesaj: 2.537
Konular: 2038
Beğenildi:116
Beğendi:0
Takdirleri:270
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Fizilalil Kuran Taha Suresi Tefsiri-Medineweb

Fizilalil Kuran Taha Suresi Tefsiri-Medineweb

20-Taha


1- Ta, ha.


2- Biz sana bu Kur'an'ı sıkıntıya düşesin diye indirmedik.


3- Onu Allah'dan korkanlara uyarı olsun diye indirdik.


4- O, yeri ve yüce gökleri yaratan Allah tarafından indirildi.


5- O rahmeti bol olan Allah, Arş'a kurulmuştur.


6- Göklerdeki, yerdeki, bu ikisi arasındaki ve toprağın altındaki tüm varlıklar O'nundur.


7- Söyleyeceğin sözü ister sesli olarak, ister içinden söylè. Çünkü Allah saklıyı da, saklının saklısını da bilir.


8- O kendisinden başka ilah olmayan Allah'dır. Ve en güzel isimler O'nun kilerdir

Gönlü okşayan, ılık meltemli bir "giriş" karşısındayız. Bu giriş, Arap alfabesinin iki harfi ile başlıyor. Bu harfler, anlamlı bir cümle oluşturmayan, birbirinden kopuk harflerdir. Böyle başlayan diğer surelerde dediğimiz gibi bu kopuk harflerin anlamı şudur: Bu sure -tıpla bu Kur'an gibi- gördüğünüz bu harflerin bileşiminden oluşur. Yalnız bu surenin başında kullanılan iki kopuk harfin müzikal melodileri, tüm suredeki durakların melodileri ile aynı ses tonunu yansıtır. Bu harfler kısa okunuşlu "elif' sesleri ile bağlanıyor, böylece ayet sonlarının melodisi ile ses uyumu meydana getiriyorlar.
Bu iki harfin hemen arkasından böyle kopuk harfler ile başlayan surelerin tümünde. olduğu gibi "Kur'an" gündeme geliyor. Bu gündeme geliş, Peygamberimize yönelik bir "seslenme" biçiminde karşımıza çıkıyor. Okuyoruz:
"Biz sana bu Kur'anı, sıkıntıya düşesin diye indirmedik."
Biz sana bu Kur'anı, mutsuzluğunun gerekçesi ya da sebebi olsun diye indirmedik. Onu okurken ve gereklerini yerine getirirken sıkıntıya düşesin diye bu kitab'ı sana indirmiş değiliz. Bu kitab'ı sana indirmekle seni, gücünü aşan bir yükün, ağır bir sıkıntının altına sokmak istemedik. Bu kitap zorluk çekmeden okunabilen, rahat anlaşılır, akıcı ifadeli bir kitaptır. Getirdiği yükümlülükler de insan gücünü aşmaz. Sana yapabileceğin görevler yüklüyor; gücünün yetmeyeceği işleri empoze etmiyor. Onun gücünün sınırları içinde kalan buyrukları yerine getirmek bir sıkıntı değil, tersine bir nimettir; yücelikler alemi ile ilişki kurma fırsatıdır; güç ve güven arama girişimidir. İnsana hoşnutluk, birliktelik ve ilişki bilinci aylar.
Ayrıca biz sana bu Kur'anı, ne insanlarla ilişkilerinde sıkıntıya düşesin, ne de insanlar ona inanmıyorlar diye mutsuz olasın diye indirmedik. Senin görevin, insanları zorla bu kitab'a inandırmak değildir. Onlar hesabına hayıflanmanı da istemiş değiliz. Çünkü bu kitab'ın fonksiyonu öğüt vermek ve uyarmaktır. Okuyoruz:
"Onu Allah'dan korkanlara uyarı olsun diye indirdik."
Allah'dan korkanlar, kendilerine öğüt verildiğinde öğüt alırlar, Rabblerinden çekinerek günahlarının bağışlanmasını dilerler. Peygamberin görevi işte bu noktada sona erer. O kalplerin kilitli kapılarını açmakla, gönüllere ve vicdanlara egemen olmakla yükümlü değildir. Bu iş, Kur anın indiricisi olan yüce Allah'a düşer. O, tüm evrenin sınırsız egemeni, kalplerin gizli sırlarının kuşatıcısıdır. Okuyoruz:
"O, yeri ve yüce gökleri yaratan Allah tarafından indirildi." "O rahmeti bol olan Allah, Arş'a kurulmuştur."
"Göklerdeki, yerdeki, bu ikisi arasındaki ve toprağın altındaki tüm varlıklar O'nundur."
Yani bu Kur'anı indiren Allah, yerin ve göklerin, "yüce" göklerin yaratıcısıdır. Buna göre yücelikler aleminden gelen Kur'an, tıpkı yer ve gökler gibi evrensel bir olgudur. Bu ayetlerde evrene egemen olan yasalar ile Kur'anın insanlara indirdiği hükümler arasında bağ kuruluyor. Öte yandan yüce gökler ile yeryüzü arasındaki düzey farkının bir benzeri, yücelikler aleminden inen Kur'an ile yeryüzü arasında da vardır. Burada bu simetrik uyuma, bu çakışmaya da dikkat çekiliyor.
Bu Kur'anı yücelikler aleminden yere indiren, yeryüzünü ve yüce gökleri yaratan "rahmeti bol olan"Allah'dır. Buna göre O, Kur'anı, kulu sıkıntı çeksin, mutsuz olsun diye indirmiş olamaz. "Rahmeti bol" sıfatı burada bu esprinin farkına varılsın diye vurgulanmaktadır. Yüce Allah, tüm evrenin sınırsız egemenidir. Okuyoruz:
"O rahmeti bol olan Allah, Arş'a kurulmuştur."
"Arş'a kurulmak" sonsuz üstünlüğü, sınırsız egemenliği anlatmayı amaçlayan dolaylı, kinayeli bir ifadedir. Öyleyse insanların geleceklerine yön verecek olan O'dur. Peygambere düşen sadece Allah'dan korkanlara öğüt vermektir. Sonsuz üstünlük ve sınırsız egemenlik yanında kayıtsız mülk sahibi olmak ve bilgisi ile her şeyi kuşatmak da O'nun sıfatları arasındadır. Okuyoruz:
"Göklerdeki, yerdeki, bu ikisi arasındaki ve toprağın altındaki tüm varlıklar O'nundur."
Burada bazı evrensel kesitlerin kullanılması, Allah'ın yaygın mülkiyetini ve bilgisinin her şeyi kuşattığını somut şekilde ifade ederek insanlara kavrama kolaylığı sağlamak içindir. Yoksa meselenin çapı aslında burada söylenenden çok daha büyüktür. Kısacası varlık aleminde her ne varsa bütünü ile O'nundur. Varlık aleminin bütünü ise, doğallıkla, "göklerdeki, yerdeki, bu ikisi arasındaki ve toprak altındaki varlıklar"dan çok daha geniş kapsamlıdır.
Yüce Allah'ın mülkiyet alanına giren her şey aynı zamanda O'nun bilgisinin kapsamı içindedir. Okuyoruz:
"Söyleyeceğin sözü ister sesli olarak, ister içinden söyle. Çünkü Allah saklıyı da, saklının saklısını da bilir."
Burada "Göklerdeki, yerdeki, bu ikisi arasındaki ve toprağın altındaki tüm varlıklar O'nundur ayetinin içeriği ile "söyleyeceğin sözü ister sesli olarak, ister içinden söyle. Çünkü Allah saklıyı da, saklının saklısını da bilir" ayetinin içeriği arasında bir uyum, bir çağrışım örtüşmesi olduğunu görüyoruz. Sebebine gelince evrenin görünen ve algılanan tüm varlıkları ile açıkça söylenen, kelimelere dökülen sözler terazinin bir kefesine konurken, toprak altındaki saklı varlıklar ile gönüllerde gizli tutulan duygular, ayetin deyimi ile "saklı ile saklının saklısı" öbür kefeye konuyor. Böylece Kur'an'daki uyumlu ve simetrik tasvir üslubunun çarpıcı bir örneği ortaya konuyor. "Sır" gizli şeyler demektir. "Sırdan daha gizlisi" ise saklılığın ve perde gerisinde oluşan daha ileri derecelerini tasvir eden, somutlayıcı bir ifadedir ve bu ifade yer katmanlarının derinliklerinde bulunan varlıkların simetriği, çakışığıdır.
Bu ayetlerdeki Peygamberimize yönelik seslenişin amacı O'nun kalbine güven aşılamaktır. Rabbinin yanıbaşında olduğunu, O'nun söylediği her sözü işittiğini, Kur'anı kendisine sıkıntı çektirmek için indirmediğini, O'nu asla yalnız ve kâfirler karşısında desteksiz bırakmayacağını vurgulamaktır. Eğer Peygamberimiz O'na sesli olarak yalvarıyorsa bilmelidir ki, Allah sözün saklısını da, saklının saklısını da bilir. Eğer Peygamberimizin kalbi yüce Allah'ın yanıbaşında olduğunu, gizlisi ile fısıltısı ile, bütün duygularını bildiğini hissederse güvene kavuşur, hoşnut olur, bu yüce yakınlığın birlikteliğinden güç alır. Artık yüce Allah'ın ayetlerini yalanlayan entrikacıların arasındaki yalnızlığından ürkmez, inanç sisteminin ve zihniyetinin karşıtları arasında gariplik, öksüzlük kompleksine kapılmaz.
Bu giriş bölümü yüce Allah'ın sınırsız egemenliğini, ortaksız mülkiyetini ve sonsuz bilgisini dile getirdikten sonra O'nun birliğini, tekliğini ilân ederek noktalanıyor. Okuyoruz:
"O, kendisinden başka ilah olmayan Allah'dır ve en güzel isimler O'nun isimleridir."
Buradaki "en güzel" sıfatı hem diğer ayetlerin duraklarındaki ses uyumuna paralel düşüyor, hem de o ayetlerin içerikleri ile çağrışım ortaklığı kuruyor. Bu ortak çağrışım hem bu giriş bölümünün ve hem de tüm surenin havasına sinen rahmet, Allah'a yakınlık ve ilahi gözetim çağrışımıdır.

HZ. MUSA VE PEYGAMBERLİGİ

Daha sonraki ayetlerde yüce Allah, Peygamberimize Hz. Musa'nın hikâyesini anlatıyor. Bu hikâye, insanları yüce Allah'a çağırma görevini yüklenmek üzere seçilmiş peygamberlere yönelik ilahi gözetimi kanıtlayan bir örnek olarak sunuluyor. Hz. Musa hikâyesi, Kur'anda en çok anlatılan peygamber hikâyesidir. Fakat her surede o surenin ana konusuna, genel havasına ve çağrışım sistemine uygun düşen bölümleri anlatılır. Şimdiye kadar sırası ile Bakara, Maide, A'raf, Yunus, İsra, Kehf surelerinde bu hikâyenin çeşitli bölümleri sunulmuş, ayrıca birkaç surede de hikâyeye kısaca değinilmekle yetinilmişti.
Maide suresinde bu hikâyenin sadece bir bölümüne yer verilmişti. Bu bölümün konusu, yahudilerin kutsal topraklardaki bir kentin kapısı önünde durmaları, kentte zalim bir kavmin yaşadığı gerekçesi ile içeriye girmek istememeleri idi. Kehf suresinde de hikâyenin bir tek bölümü yeralmıştı. Bu bölümde Hz. Musa'nın, Allah'ın "iyi kullarından biri" ile tanışması ve onunla bir süre arkadaşlık etmesi anlatılmıştı.
Bakara, A'raf, Yunus sureleri ile bu surede hikâyenin birden çok bölümüne yer verildiğini görüyoruz. Fakat hikâyenin bu surelerde anlatılan bölümleri sureden sureye farklılık gösterir. Kimi surelerde anlatılan bölümler değişik olduğu gibi, kimi surelerde de ele alınan bölümün farklı taraflarına dikkat çekilmektedir. Böylece hikâyenin anlatılan bölümü ile içinde yeraldığı surenin anlatım doğrultusu arasında uyum ve paralellik gözetilmektedir.
Meselâ Bakara suresinde bu hikâyeden önce Hz. Adem'in hikâyesine yer verilmekte, Hz. Adem'in yücelikler aleminde ağırlanması, yüce Allah'ın kendisini yeryüzü halifesi olarak görevlendirmesi ve işlediği kusuru bağışladıktan sonra kendisine nimet sunması anlatılıyor. Arkasından Hz. Musa hikâyesine geçiliyor. Bu geçişin amacı şudur:Yahudilere yüce Allah'ın bağışladığı nimetler hatırlatılıyor. Verdiği sözü tutarak kendilerini Firavun'un ve zorba adamlarının elinden kurtardığına değiniliyor. İstekleri üzerine kendilerine su sağlandığı, bunun için yerden fışkıran pınarlara kavuşturuldukları, ayrıca onlara yiyecek olarak kudret helvası ile bıldırcın eti armağan edildiği anlatılıyor. Ayrıca Hz. Musa'nın yüce Allah ile buluşması, O'nun yokluğunu fırsat bilen yahudilerin altın bir buzağıya tapmaları, arkasından yüce Allah'ın bu sapıklıkları bağışlaması, sonra kendilerinden, bir kayanın altında bağlılık sözü alması, arkasından Cumartesi günü yasağını çiğnemeleri ve en son olarak itirazcı karakterlerini sergileyen "inek" hikâyesi gündeme getiriliyor.
A'raf suresinde ise bu hikâyenin öncesinde bir uyarı yeralıyor. Bu uyarıda Hz. Musa döneminden önce yaşamış kâfirlerin, yüce Allah'ın ayetlerini yalanlàmış sapıkların acı sonlarına değiniliyor ve arkasından söz bu hikâyeye getiriliyor. Hikâyenin orada anlatılan bölümleri şöyle sıralanıyor: Hz. Musa'ya peygamberlik görevinin verilişi; değnek ve "ak parıltı saçan el" mucizeleri; İsrailoğullarının su baskını, çekirge sürüsü, zararlı böcek salgını, kurbağalar ve kanlı su mucizeleri ile sınavdan geçirilişleri, büyücüler olay, Firavun ile yüce Allah'ın ayetlerini yalanlamış yakın adamlarının acı sonu, Hz. Musâ'nın yokluğunu fırsat bilen yahudilerin altından yapılmış bir buzağı heykeline tapmaları. Ve hikâyenin orada anlatılan bölümleri, "şu okuma-yazmasız Peygamber"in, yani bizim Peygamberimizin izinden giden mü'minlerin, yüce Allah'ın rahmetinin ve hidayetinin yeni mirasçıları olarak ortaya çıktıkları ilân edilerek noktalanıyor.
Yunus suresinde ise bu hikâyenin öncesinde, yüce Allah'ın ayetlerini yalanlamış eski toplumlara ilişkin toplu-yokoluş sahneleri sunuluyor. Bu sahnelerin arkasından ele alınan Hz. Musa hikâyesinde Hz. Musa'nın peygamber olarak görevlendirilişi, büyücüler sahnesi, Firavun ile soydaşlarının nehir sularına gömülüp yok edilişleri ayrıntılı olarak anlatılıyor.
Bu sureye gelince, Hz. Musa hikâyesinin burada sunulan bölümlerinden önce bir giriş bölümü ile karşılaşıyoruz. Bu giriş bölümünde yüce Allah'ın, peygamber olarak görevlendirdiği, insanlara bu inanç sisteminin sesini duyurmak üzere seçtiği elçilerine yönelik rahmeti ve himayesi vurgulanıyor. Arkasından bu hikâye gündeme geliyor. Böylece hikâyenin tüm bölümleri, bu ilahi rahmetin ve himayenin şemsiyesi altına alınıyor. Sonra hikâyenin ayrıntılarına geçiliyor. Önce Hz. Musa ile yüce Allah arasındaki söyleşi sunuluyor. Bu söyleşide yüce Allah'ın, Hz. Musa'ya yönelik himayesinin, yüreklendirici desteğinin çeşitli örnekleri hatırlatılıyor. Bu himaye ve desteğin, Hz. Musa'nın peygamber olu undan önceki dönemlerini de kapsadığına, ilk çocukluk çağından beri bu himayeyi ve desteği hep yanıbaşında bularak büyüdüğüne yüce Allah'ın kendisini her zaman koruması ve gözetimi altında bulundurmuş olduğuna işaret ediliyor. Okuyoruz:



9- Sana "Musa olayı"na ilişkin bilgi geldi mi?


10- Hani o bir ateş görünce ailesine dedi ki; "Siz burada kalın, ben bir ateş gördüm. Ya oradan size bir kor getiririm, ya ateşin yakınlarında bize yol gösterecek birini bulurum. "

Yani ey Muhammed, sana "Musa olay"na ilişkin bilgi ulaştı mı? Bu olay, Allah'ın seçtiği peygamberlere ilişkin koruyuculuğunun ve yol göstericiliğinin yaşanmış bir örneğini oluşturur. Bu konuda hiçbir bilgin var mı?
Şimdi Hz. Musa ile karşı karşıyayız. Hikâyemizin baş kahramanı, Medyen Mısır yolu üzerindeki Tur dağının yanı başındadır. Yüce Allah'ın peygamberinden biri olan Hz. Şuayb ile arasındaki anlaşma süresinin bitmesi üzerine ailesini yanına almış, tekrar Mısır'a dönüyor. Hz. Şuayb ile yapmış olduğu anlaşma uyarınca kızlarından biri ile evlenme karşılığında ona sekiz yada on yıl boyunca hizmet etmişti. Bu anlaşma süresinin on yıl olması ihtimali daha güçlüdür. Anlaşma süresi dolunca Hz. Şuayb'ın yanından ayrılmayı kararlaştırır. Artık eşi ile birlikte ayrı ve bağımsız bir hayat yaşamak istiyor. Bu hayatı doğup büyüdüğü ülkede, yani Mısır'da kurmay tercih ediyor. İşte bu amaçla yoldadır. Çünkü soydaşları olan İsrailoğulları Mısır'da, Firavun'un kamçısı ve baskısı altında çile dolu bir hayat yaşamaktadırlar. (Hikâyenin bu bölümü, bu sureden önce inen Kasas suresinde anlatılmıştır.)
Acaba niçin Mısır'a dönüyordu? Oysa oradan bir kaçak olarak ayrılmıştı. Çünkü İsrailli soydaşı ile kavga ederken gördüğü bir kıptiyi öldürmüş ve bu yüzden ülkesini kaçarak terketmek zorunda kalmıştı. Üstelik soydaşları olan İsrailoğulları işkenceler altında inlerken kendisi Medyen'de, kayınbabası Hz. Şuayb'ın yanında huzur ve güven içinde yaşıyordu.
Sebep yurt ve aile çevresi özlemi idi. Yüce Allah'ın dileği, Hz. Musa için hazırladığı rollere bu duyguyu siper etmişti. Bizim hayattaki bütün hareketlerimiz de aynı niteliği taşır. Bizleri çeşitli özlemler, esinler, içgüdüler, arzular, acılar ve idealler harekete geçirir. Oysa bunların hepsi, asıl gizli amacın gerçekleşmesini sağlayan görünür nedenlerdir, gözlerin göremediği ve bakışların kavrayamadığı güçlü elin, her şeyi çekip çeviren, her şeye egemen olan, üstün iradeli yüce Allah'ın elinin dıştan görülebilen perdeleridirler.
İşte Hz. Musa bu sebeplerle Mısır'a dönüş yolculuğuna çıktı. Çölde yolunu şaşırdı. Yanında eşi, belki de bir de hizmetçisi vardı. Dediğimiz gibi yolu şaşırmışlardı. Gece zifiri karanlıktı. Çöl uçsuz-bucaksızdı. Bunu O'nun ailesine söylediği şu sözlerden anlıyoruz:
"Siz burada kalın, ben bir ateş gördüm. Ya oradan size bir kor getiririm, ya da ateşin yakınlarında bize yol gösterecek birini bulurum."
Bilindiği gibi geleneklere göre, çöllerde yaşayanlar, geceleri tepeciklerde, tümsekler üzerinde ateş yakarlar. Böylece gece yolcuları çölde ateşi görerek yollarını belirler. Ya da ateşin yanına varınca konuk olacakları bir yerleşim birimi veya kendilerine yolu tarif edecek yerli bir rehber bulurlar.
Hz. Musa çöl ortasında yanan bir ateş görünce sevindi. Hemen ateşin yandığı yére gitmeye koyuldu. Amacı öncelikle oradan getireceği bir korla ateş yakarak ailesini ısıtmaktı. Çünkü gece soğuktu. Bilindiği gibi çöl geceleri buz gibi soğuk ve kapkaranlık olur. Başka bir amacı da uzakta yanan ateşin yanında kendisine yolu tarif edecek bir kılavuz bulmaktı, o da olmazsa ateşin yığından yararlanarak kendisi de yolunu belirleyebilirdi.
Hz. Musa bir kor parçası bulmaya, ya da karanlıkta yolunu belirlemeye gitmişti. Ama büyük bir sürprizle karşılaştı. Evet aradığı ateşi bulmuştu. Ama bu ateş, vücutları değil, ruhları ısıtan bir ateşti. Bu ateş de yol bulmaya yarıyordu. Fakat karanlıkta yolunu yitirenlere değil, "büyük yolculuğun" yolcularına ışık tutuyordu. Okuyoruz:



11- Ateşin yanına gelince kendisine şöyle seslenildi; "Ey Musa!"


12- "Hiç kuşkusuz ben senin Rabbi'nim. Pabuçlarını çıkar. Çünkü sen kutsal Tuva vadisindesin."


13- "Seni ben peygamber seçtim. Şimdi vahyedilecek mesajı dinle."


14- "Hiç kuşkusuz ben Allah'ım. Benden başka ilah yoktur. Öyleyse bana kulluk et. Beni anmak için namaz kıl."


15- Herkes yaptıklarının karşılığını görsün diye kıyamet anı kesinlikle gelecektir. Ben o anı neredeyse gizli tuttum.


16- "Bu anın geleceğine inanmayanlar, ihtiraslarının tutsağı olan!ar seni onun bilincinden uzaklaştırmasın. Yoksa mahvolursun, aşağı düşersin. "

Burada öylesine görkemli bir sahne karşısındayız ki, insan onu sırf hayal edince bile kanı donar, vücudu zelzeleye uğramış gibi sarsılır. Düşünelim ki, Hz. Musa o çölün ortasında yapayalnızdır, gece dondurucu bir ayazdır, karanlıktan göz gözü görmemektedir. Çevreye ürkütücü bir sessizlik egemendir. Baş kahramanımız bu ortamda uzaktan Tur dağının eteğinde yanarken gördüğü ateşin yanma varmaya çalışmaktadır. O sırada çevresindeki tüm varlıklar, şu yüce seslenişle yankılanır. Okuyoruz:
"Ey Musa! Hiç kuşkusuz ben senin Rabbi'nim. Pabuçlarını çıkar. Çünkü sen kutsal Tuva vadisindesin.
"Seni ben peygamber seçtim."
O küçücük, güçsüz ve sınırlı zerre, gözlerin göremediği ululukla, gölgesi altında göklerin ve yerin küçülerek mikroskobik varlıklara dönüştükleri o yücelikle karşı karşıyadır ve O'ndan gelen mesajı algılayabilmektedir. Beşeri varlığının sınırlı duyarlığı ile o yüce seslenişi algılayabilmektedir. Nasıl? Eğer yüce Allah'ın lütfu olmasa böyle bir şey nasıl olabilir?
O an, bütün insanlığın, Hz. Musa'nın kişiliğinde yüceldiği, doruklara tırmandığı bir andır. Bir insan için, bir an için bile olsa, o görkemli kaynaktan mesaj almaya dayanmak ne ulaşılmaz bir mazhariyettir! Biçimi nasıl olursa olsun, böyle bir iletişim kurmaya elverişli halde olmak, tüm insanlık için ne paha biçilmez bir onurdur! Peki bu iletişim nasıl gerçekleşti? Nasıl olduğunu biz bilemeyiz. Çünkü insan aklının bu olay kavraması, bu konuda yargıya varması sözkonusu değildir. Onun elinden gelen tek şey, hayretten donup kalarak bu olayın gerçekliğine tanıklık etmesi, bu olaya inanmasıdır. Tekrarlıyoruz:
"Ateşin yanına gelince kendisine şöyle seslenildi; Ey Musa! Hiç kuşkusuz ben senin Rabbi'nim."
Kullanılan fiil "edilgen" çatılıdır. Buna göre sesin hangi kaynaktan çıktığı, hangi taraftan geldiği belli değil. Seslenme olayının nasıl ve ne şekilde meydana geldiği belirsiz. Tıpkı bunlar gibi, Hz. Musa'nın bu çağrıyı nasıl işitebildiğini, bu mesajı nasıl alabildiğini de bilmiyoruz. Kısacası Hz. Musa'ya bilmediğimiz bir şekilde seslenilmiş ve o da yine bilmediğimiz biçimde bu mesajı algılamıştır. Bu bir ilahi mucizedir. Gerçekleştiğine inanıyoruz, ama nasıl gerçekleştiğini sormuyoruz. Çünkü onun oluş biçimi, insan aklını, insana özgü kavrama kapasitesini aşar. Okumaya devam edelim:
"Ey Musa! Hiç kuşkusuz ben senin Rabbinim. Pabuçlarını çıkar. Çünkü sen kutsal Tuva vadisindesin." (Buradaki "Tuva" bir görüşe göre sözkonusu vadinin adı, başka bir görüşe göre adı bilinmeyen bir vadi .sıfatıdır.)
"Seni ben peygamber seçtim."
Aman Allah'ım, bu ne büyük şeref! Doğrudan doğruya yüce Allah, aracısız olarak bir kulu seçiyor. Sayılara sığmaz insan yığınları arasından bir ferdi seçiyor. Bu fert, uzaydaki milyonlarca gezegenden birinde yaşıyor. Yani üzerinde yaşadığı gezegen, uzaydaki benzerlerinin sayılmazlığı karşısında sadece bir zerredir. Üstelik üzerinde yaşadığı gezegenin benzerlerinin tümü biraraya gelse, yüce Allah'ın tek bir "ol" buyruğu üzerine "oluveren" koca evrene göre bu dolaysız seçilme şerefi, rahmeti bol olan Allah'ın şu insana yönelik bir lütfundan başka ne olabilir ki?
Yüce Allah, Hz. Musa'yı onurlandırdığını, kendisini peygamber olarak seçtiğini, pabuçlarını çıkararak kendisi ile söyleşmeye hazırlanmasını bildirdikten sonra verilecek mesajı almasına ilişkin direktifi duyuruyor. Okuyoruz:
"Simdi sana vahyedilecek mesajı dinle."
Hz. Musa'ya vahyedilen mesaj, birbirine bağlı şu üç ilkede özetleniyor: Allah'ın birliğine inanmak, O'na kulluk etmek ve kıyamet gününe inanmak. Bunlar bütün peygamberlerin kişiliklerinde ortak olan "peygamberlik misyonu"nun temel ilkeleridir. Okuyoruz:
"Hiç kuşkusuz ben Allah'ım, benden başka bir ilah yoktur. Öyleyse bana kulluk et, beni anmak için namaz kıl."
Herkes yaptıklarının karşılığını görsün diye kıyamet anı kesinlikle gelecektir. Ben o anı hemen hemen gizli tuttum.
Bu anın geleceğine inanmayanlar, ihtiraslarının tutsağı olanlar seni onun bilincinden sakın uzaklaştırmasın. Yoksa mahvolursun, aşağı düşersin."
Yüce Allah'ın birliği ilkesi bu inanç sisteminin temel direğidir. Onun için yüce Allah Hz. Musa'ya yönelik "sesleniş"inde bu ilkeyi, bütün pekiştirme yöntemlerini kullanarak vurguluyor. Bir defa "Hiç kuşkusuz ben Allah'ım" şeklindeki ilk "olumlu" cümleye Arap dilinin bilinen bütün pekiştirme edatlarını yüklüyor. "Benden başka bir ilah yoktur" şeklindeki ikinci cümlede de "olumsuzluk" ve "istisna" edatlarını birarada kullanarak kesin bir "soyutlama" anlamı kazandırıyor. Birinci cümle ilahlığın sırf Allah'a özgü olduğunu perçinlerken ïkinci cümle bu sıfatı, O'nun dışındaki her şeyden soyutluyor.
"İlah" varlığı, bu ilaha kulluk edilmesini gerektirir. Kulluk, hayattaki her türlü faaliyette yüce Allah'a yönelme anlamına gelen geniş kapsamlı bir kavramdır. Fakat burada özellikle namaz ibadetinden söz ediliyor:
"Beni anmak için namaz kıl."
Çünkü namaz en "bütünleşmiş" ibadet biçimi ve yüce Allah'ı anmanın en mükemmel yoludur. Çünkü namaz sırf Allah'ı anma amacına yönelik olduğu belli olan, başka her türlü yan etkiden ve amaçtan arınmış olduğu tartışmasız olan bir ibadet biçimidir. Namaz, insanların vicdanlarını sırf bu amaca yönelmeye hazırlar, yüce Allah ile ilişki kurma özlemi üzerinde konsantre eder, hissi yoğunlaşma sağlar.
Kıyamet günü beklenen bir randevudur. Bu buluşmada dünyadaki davranışların adil ve eksiksiz karşılıkları verilecektir. Bu buluşma vicdanlara sürekli bir dikkat kazandırır. Herkes o günü hesaba alır. Herkes tuttuğu yolda ilerlerken titiz ve ölçülü adımlar atar; sürçmekten, ayağının kaymasından çekinir. Yüce Allah, bu buluşma gününün geleceğinin kesin olduğunu pekiştirmeli bir ifade ile vurguluyor. Okuyalım:
"Kıyamet anı kesinlikle gelecektir."
Fakat bu günün ne zaman geleceğini hemen hemen gizli tuttuğunu belirtmeyi de gerekli görüyor. Gerçekten insanların bu konudaki bilgisi son derece azdır, yüce Allah'ın açıklamaları ile sınırlıdır. Bu açıklamaların miktarı, yüce Allah'ın gerek kullarına bilgi verirken ve gerekse bazı şeyleri bilgilerinden saklarken gözettiği hikmetin dengesine bağlıdır.
"Bilmezlik" insan hayatının, insanın psikolojik yapısının temel unsuru, sürükleyici lokomotifidir. İnsanların hayatında meraklarını kamçılayan bilinmezler, "meçhuller" mutlaka bulunmalıdır. Eğer insanlar, şimdiki doğal yapıları ile, her şeyi bilsélerdi, bütün faaliyetleri durur ve hayatları kupkuru olurdu. Buna karşılık şimdi onlar "bilinmezler"in ardından koşuyorlar, ondan korkuyorlar, ona umutlar bağlıyorlar. Bu meraklarının itici enerjisi ile deneyler yapıyorlar, bilgilerini geliştiriyorlar, gerek kendi organizmalarındaki ve gerekse çevrelerini kuşatan evrendeki saklı güçleri keşfediyorlar, yüce Allah'ın gerek iç alemlerindeki ve gerekse dış dünyadaki varlık ve ululuk kanıtlarını görüyorlar, yüce Allah'ın izni ve dileği oranında yeryüzünde yenilikler ortaya koyuyorlar.
İnsanların kalplerini ve duygularını ne zaman geleceği belli olmayan bir kıyamet gününün bilinmezliğine bağlamanın asıl önemli yararı şudur: Bu yolla onların başıboşluğa sürüklenmeleri, sorumluluk duygusundan arınmaları önlenir. Çünkü onlar kıyamet gününün ne zaman geleceğini bilmedikleri için bu konuda sürekli bir endişe ve kesintisiz bir hazırlık çabası içinde olurlar. Tabii ki, bu söylediğimiz, fıtratı sağlıklı ve dengeli olanlar için geçerlidir. Fıtratı bozulanlara ve ihtiraslarının tutsağı olanlara gelince onlar bu konuda umursamaz, vurdumduymaz ve aldırışsız olurlar. Bu yüzden de geriye giderler, sürekli olarak insanlık düzeyinin aşağısına doğru kayarlar. Okuyoruz:
"Bu anın geleceğine inanmayanlar, ihtiraslarının tutsağı olanlar, sakın seni o anın bilincinden uzaklaştırmasın. Yoksa mahvolursun, aşağı düşersin."
Çünkü ihtirasların tutsağı olmak, kıyamet gününü inkâr etmeye yolaçan başlıca faktördür. Oysa sağlıklı insan fıtratı, samimi olarak inanır ki, dünya hayatında ne insana yaraşır olgunluğa erilebilir ve ne de eksiksiz adalet idealine ulaşılabilir. Bu yüzden mutlaka başka bir hayat biçimi olmalıdır ki, o hayatta insan için belirlenen olgunluğun doruğuna tırmanılabilsin ve bütün davranışlara dengeli karşılıklar biçen mutlak adalet ideali gerçekleşebilsin.

ALLAH'IN HZ. MUSA iLE SOYLEŞİSİ

Hz. Musa'nın kulaklarına gelen bu esrarengiz ses, çevredeki tüm varlıklarda yankılanan yüce "sesleniş"in ilk aşamasıdır. Yüce Allah, peygamberliğe seçtiği kuluna yönelik çağrısının bu ilk bölümünde tek Allah ilkesine dayalı inanç sisteminin temel kurallarını duyurmuştur.
Bu görkemli sürpriz karşısında Hz. Musa, hem kendini ve hem de o ateşin yanına niçin geldiğini unutmuş olmalıdır. Herhalde diğer her şeyden soyutlanarak tüm vücudunu ürperten bu yüce sese kulak kesilmiş, tüm varlığını içine dolan bu kutsal mesajı algılamaya vermiştir. O bu çarpıcı sürprizin sarsıntıları içinde kendinden geçmişken, vücudun tek bir zerresi bile bu sürprizden başka hiçbir şeye ilgi duymazken, ansızın kendisine cevaplandırmasını gerektirmeyen bir soru yöneltiliyor. Okuyalım:



17- "Sağ elindeki nedir, ya Musa." ,


18- Musa dedi ki; "O benim değneğimdir. Ona dayanırım. Onunla koyunlarıma yaprak silkerim. Bunlar dışında daha birçok işime de yarar o. "

Sağ elinde değneği vardır. Ama kendisinden iyice geçmiş olan Hz. Musa, değneğinin nasıl farkında olsun! Ancak kendini biraz toparladıktan, aklını başına getirebildikten sonra cevap verebiliyor.
Ona değneğinin ne işe yaradığı değil, sağ elinde ne olduğu sorulmuştu. Fakat kısa bir toparlanma döneminden sonra anladı ki, kendisine değneğinin kendisi hakkında soru sorulmuyor, çünkü onun ne olduğu bellidir. Ona sorulan şey, bu değneğinin ne gibi bir işine yaradığıdır. Bu yüzden okuduğumuz cevabı veriyor.
Hz. Musâ'nın, elindeki değneğinin fonksiyonu hakkında bildikleri sadece bu
kadardı. Dururken ve yürürken ona dayanıyordu. Onunla ağaç dallarını çırparak yere düşen yaprakları koyunlara yediriyordu. Bilindiği gibi o bir çobandı. Hz. Şuayb'ın koyunlarını gütmüştü. Hatta bazı bilgilere göre Hz. Şuayb, yanından ayrılırken kendisine olan borcunu koyun olarak ödemiş, o da payına düşen bu koyunları önüne katarak Mısır yolculuğuna çıkmıştı. Hz. Musa, değneğini "başka amaçlar için"de kullanıyordu. Ama bu amaçlar, söylediklerinin benzerleri idi. Zaten bu "başka amaçlar"ı genel bir ifade ile geçiştirmiş, onları tek tek saymayı gerekli görmemişti. Çünkü saydığı görevler, o "başka amaçlar" için örnek oluşturuyordu.
Fakat o ne? Yüce Allah'ın üstün ve sınırsız gücü elindeki değneğe onun aklının ucundan geçmeyen işler gördürüyor, onu hiç düşünemeyeceği kılıklara sokuyordu. Bu gösterinin amacı Hz. Musâ y o çok önemli görevine hazırlamaktı.

19-Allah "onu yere at."dedi.


20- Musa değneği yere atıverdi. Birde ne görsün! Ansızın sürünen bir yılan oluvermiş!


21- Allah dedi ki; "Al onu yerden, korkma, biz onu eski haline dönüştüreceğiz"

Olağanüstü bir mucize oldu. Aslında bu mucize her an oluyor. Fakat insanlara çarpıcı gelmiyor, hatta dikkatlerini bile çekmiyor. Canlanma mucizesi meydana geldi. Çünkü cansız değnek, yerde sürünen bir yılana dönüşmüştü. Oysa nice milyonlarca ölmüş ya da değnek gibi aslında cansız bir cismi oluşturan zerre her an canlı hücreye dönüşüyor. Fakat bu sayısız olaylar insanlara, Hz. Musâ'nın değneğinin yerde sürünen bir yılana dönüşmesi gibi çarpıcı gelmiyor. Çünkü insan, algılarının,duyu organlarının ve somut deneyimlerinin tutsağıdır. Düşüncelerinin çerçevesi duyu organlarının algılarını fazla aşmaz. Bir değneğin sürüngen bir yılana dönüşmesi; gözlerine çarpıcı gelen somut bir olaydır, bu yüzden sarsıcı bir şekilde dikkatini çeker. Ama gerek sık yaratılışın tanığı olmadığı olayları, gerekse her an çevresinde kımıldayan can bulma mucizesinin sayısız olguları, onun ilgi alanından uzak ya da gizli olaylardır, pek seyrek olarak dikkatini çeker. Özellikle bu tür olayları göre göre, içinde meydana gelen kanıksama duygusu, bu olayların duyu organlarında bırakacağı yenilik ve "orjinallik" izlerini siler-götürür. O zaman da bu olayların yanı başından umursamaz bir kayıtsızlıkla geçip gider.
Evet, mucize meydana geldi ve Hz. Musâ'nın bundan ödü koptu, müthiş bir korkuya kapıldı. Devam edelim:
"Allah dedi ki; Al onu yerden; korkma, biz onu eski haline dönüştüreceğiz."
Yani onu tekrar değnek haline getireceğiz.
Buradaki ayetler, başka bir surede hikâyenin bu noktasında yeralan ayrıntıya değinmiyor. (Neml Suresi, 10) O surede Hz. Musa'nın sürünen yılanı görünce "arkasına bakmadan dönüp kaçtı"ğı belirtilmişti. Burada Hz. Musa'nın kapıldığı korkuya sadece dolaylı bir şekilde değinmekle yetinilmiştir. Çünkü bu surenin egemen motifi, güven ve huzur motifidir ve bu motifin üzerine korku, seğirtme, uzağa kaçma gibi hareketlerin gölgesi düşürülmek istenmemiştir.
Yüce Allah'ın verdiği bu güvence üzerine baş kahramanımızın korkusu dağıldı ve hiç çekinmeden yerde sürünen yılanı avuçlayıverdi. Bir de ne görsün! Avucundaki yılan eski şekline dönüşüvermiş, yani tekrar değnek olmuştu. Böylece değişik kılıkta başka bir mucize meydana gelmişti. Canlının "cansız"a dönüşmesi mucizesiydi bu. Çünkü avucundaki birkaç saniye öncesinin yılanı, tıpkı ilk mucizeden önce olduğu gibi, ölü ve cansız bir cisim olup çıkmıştı.


Az sonra yüce Allah, sevgili kulu Hz. Musa'ya yeni bir emir verdi.

22- "Elini yenine sok da hiçbir organik bozukluk sonucu olmaksızın bir başka mucize olarak ak bir parıltı ile geri çıksın."

Bu emir uyarınca baş kahramanımız elini koltuğunun altına soktu. Burada koltuk-altı ile kol, kuşlardaki kanat imajına benzer bir imaj vermek üzere kullanılıyor. Çünkü bu uçarı, bu yer çekiminden ve gövde ağırlığından sıyrılmışlığı hayal ettiren ortamda koltuk-altı ve kol, ağırlıksızlık, çekimsizlik ve havalanmaya hazır olma duygusunu pekiştirmektedir. Baş kahramanımızın koltuğu altına soktuğu eli az sonra ak bir parıltı saçarak dışarı çıkacaktır. Bu ak parıltı herhangi bir organik bozukluğun, herhangi bir anatomik anormalliğin sonucu filan değildir. Tersine deminki "değnek mucize"sini izleyen "başka bir mucize"dir.

23- "Böylece sana birkaç büyük mucizemizi göstermek istedik."

Bu mucizelere, dolaysız ve aracısız olarak, bizzat kendin tanık olasın istedik. Bunlar gözünün önünde gerçekleşsin de onları çıplak duygularla algılayasın diye diledik. Böylece güven duygusu içinde büyük görevini omuzlamanı planladık. Okuyalım:

24- "Şimdi sen Firavun'a git. Çünkü o gerçekten azıttı."

Buraya gelinceye kadar Hz. Musa, böylesine önemli bir göreve atandığını bilmiyordu. O Firavun'u iyi tanıyordu. Çünkü sarayında büyümüştü. Azgınlığını ve zorbalığını gözleri ile görmüştü. Soydaşlarına ne işkenceler yaptığına, ne ağır cezalar çektirdiğine yakından tanık olmuştu. Şu anda o, Rabbi'nin huzurunda idi. Gönlü hoşnutluk, onurlanmışlık ve ağırlanmışlık duyguları ile dolup taşıyordu. Bu yüzden bu zor görevinin üstesinden gelmesini güvenceye bağlayacak, peygamberlik yolunda sapmaya uğramaksızın ilerlemesini garanti edecek her şeyi Rabbi'nden isteyebilirdi. Ayetleri okumaya devam edelim:.



25- Musa dedi ki; "Ya Rabbi', gönlümü genişlet."


26- "Görevimi kolaylaştır."


27- "Dilimin düğümünü çöz."


28- "Böylece söyleyeceklerimi anlayabilsinler."


29- "Ailemden bana bir yardımcı armağan et."


30- "Kardeşim Harun'u yani."


31- "Ona arkamı dayayıp güç kazanmamı sağla."


32- "O'nu görevime ortak et."


33- "Böylece seni daha çok noksanlıklardan tenzih edelim."


34- "Senin adını daha çok analım."


35- "Kuşku yok ki, biz senin gözetimin altındayız."
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi MERVE DEMİR 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN ülke tv Canlı... Videolar/Slaytlar Medine-web 1 2893 23 Ağustos 2013 00:41
İran Emperyalizmi Makale ve Köşe Yazıları Medine-web 6 3638 26 Ocak 2013 22:53
gerekli gereksiz bir şiir.. Makale ve Köşe Yazıları MERVE DEMİR 0 3281 06 Aralık 2012 10:48
olmamış kayınbiradere mektup :) Komik Paylaşımlar Allahın kulu_ 10 7787 03 Kasım 2012 23:19
İslamın kurtuluşu bilinçlenme ile mümkündür Makale ve Köşe Yazıları Esadullah 11 7255 02 Ekim 2012 21:16