Durumu: Medine No : 5587 Üyelik T.:
05 Aralık 2008 Arkadaşları:14 Cinsiyet: Memleket:İstanbul Yaş:35 Mesaj:
2.537 Konular:
2038 Beğenildi:116 Beğendi:0 Takdirleri:270 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Fizilalil Kuran Meryem Suresi Tefsiri-Medineweb Fizilalil Kuran Meryem Suresi Tefsiri-Medineweb 19-Meryem 1- Kâf, ha, ya, ayn, sad Bazı surelerin başlarında gördüğümüz bu birbirinden kopuk harflér hakkında, öteden beri benimsediğimiz yorum şudur: Bu harfler, bu Kur'an-ı Kerim'in ayetlerini oluşturan alfabenin bir bölümüdürler. İnsanlar gündelik konuşmalarında ve yazılarında bu harfleri kullanabildikleri halde, bu harflerden oluşan kelimeleri halde bu harf ve kelime malzemesini kullanarak bu kutsal kitabı ortaya koyan yüce sanatkârın eserinin bir benzerini meydana getirmekten acizdirler; bu harfler, yüce sanatkârın eserinde insanın ifade gücünü aşan bir sentezin yapı taşları olarak karşımıza çıkıyor. Bu, birbirinden kopuk harflerin hemen arkasından surenin ilk hikâyesi olan Hz. Zekeriyya ile Hz. Yahya hikâyesi başlıyor. Hikâyenin temel dayanağı ve egemen havası merhamet olduğu için "merhamet" kavramını gündeme getirerek, 2- Bu ayetlerde Rabbinin, kulu Zekeriyya'ya yönelik rahmeti anlatılıyor. Hikâyenin bu "hatırlatma"yı izleyen sahnesi, bir dua sahnesidir. Bu sahnede Hz. Zekeriyya'yı yanık bir yürekle ve gizli bir fısıltı ile Rabbine dua ederken görüyoruz. Okuyalım: 3- Hani O, Rabbine içinden yalvarmış. 4- Ve demi,ti ki; "Ey Rabbim, kemiklerim yıprandı, yaşlılık alevi başımı sardı. Şimdiye kadar sana dua edip de bedbaht olduğum hiç olmadı. " 5- Benden sonra yerime geçecek yakınlarımdan yana endi,eliyim. E,im de çocuktan kesilmiştin Bana kendi katından bir oğul bağışla." 6- "Bu oğul, benim ve Yakuboğullarının mirasını sürdürsün. Ya Rabbi, onu sevimli bir insan yap." . Hz. Zekeriyya insanların gözlerinden uzak, söylediğini işitemeyecekleri tenha bir köşede, yüce Allah'ı ile başbaşa kalarak O'na yalvarıyor. O'na omuzlarını çökerten, canını sıkan derdini açıyor. O'na yakınlık ve dolaysız ilişki ifade eden bir dille sesleniyor; "Rabbim" diyor. Araya harflerin ve ünlem edatlarının aracılığını bile koymuyor. Gerçi yüce Allah, kulların hiçbir çağrısı, hiçbir seslenişi olmadan da onların dertlerini işitir. Fakat dertliler, dertlerini anlatmakla ferahlarlar; bu yüzden şikayetlerini sözlere dökme gereğini duyarlar. Rahmeti bol olan yüce Allah, kullarının bu fıtrat kaynaklı niteliklerini bildiği için onların kendisine dua etmesinden, O'na dertlerini açmalarından, canlarını sıkan problemlerini O'na duyurmalarından hoşlanır. Bu hoşlanışın ifadesi olarak şöyle buyuruyor: "Rabbiniz `Bana dua ediniz de duanızı kabul edeyim' dedi." (Mü'min Suresi 60) Amaç kulların sinirlerini rahatlatmalarıdır, taşıdıkları yükün baskısından kurtulmalarıdır, yüklerini kendilerinden güçlü ve kendilerinden muktedir olan Allah'a havale etmiş olmanın rahatlığını, hafifliğini gönüllerinde hissetmeleridir; dergâhına başvuranları eliboş döndürmeyen, kendisine güvenenleri hayal kırıklığına uğratmayan bir yüce merci ile ilişki içinde olduklarının gönül huzurunu duymalarıdır. Hz. Zekeriyya, Rabbine "kemiklerinin yıpranmışlığını" şikayet ediyor. İnsanın kemikler-i yıpranınca tüm vücudu da yıpranmış olur. Çünkü kemikler, vücudun en dayanıklı kesimini oluştururlar. Vücudu ayakta tutan, organları arasındaki birliği sağlayan unsurlar onlardır. Yine Hz. Zekeriyyâ'nın "yaşlılık alevinin başını sarması"ndan şikayet ettiğini okuyoruz. Bu tasvir edici ifade yaşlılığı, tutuşmuş bir ateşe benzeterek bu tutuşmuş ateşin, başın her yanını sardığını, bu alevlenmiş başta hiçbir siyah noktanın kalmadığını somutlaştırarak gözlerimizin önüne getirmektedir. "Kemiklerin yıpranmışlığı" ve "başı ihtiyarlık alevinin sarması" ayrı yaşlılığı ve düşkünlüğü somutlaştıran "kinaye" nitelikli ifadelerdir. Hz. Zekeriyya'nın içini kemiren dert budur. Rabbine durumunu anlatırken ve dilediğini sunarken dile getirdiği şikayet budur. Bu yoldaki şikayetine şu sözleri eklemeyi gerekli görüyor: "Şimdiye kadar sana dua edip de bedbaht olduğum hiç olmadı." Bu sözleri ile şunu itiraf ediyor: Rabbi, onu yaptığı duaları kabul etmeye alıştırmıştır. O gençlik günlerinde, güçlü dönemlerinde Rabbine dua edip de bedbaht olduğunu hiç hatırlamamaktadır. Oysa şimdi, şu yaşlılık çağında, şu elden ayaktan düştüğü günlerde yüce Allah'ın duasını kabul etmesine ve şahsına yönelik nimetlerini tamama erdirmesine her zamankinden daha çok muhtaçtır. Hz. Zekeriyya durumunu anlattıktan, dilekçesini sunduktan sonra neden korktuğunu açıklıyor ve dilediğini somut olarak arzediyor. Korkusu ölümünden sonra arkada bırakacakları ile ilgilidir. Onların mirasına istediği biçimde sahip çıkmayacaklarından korkmaktadır. Onun başta gelen mirası, üstlendiği ve yürüttüğü hakka çağrı misyonudur. Çünkü O, İsrailoğullarının önde gelen peygamberlerinden biridir. Diğer bir mirası, gözetimi altındaki yakınlarıdır. Bu yakınlarından biri üzerine titrediği Hz. Meryem'dir. Çünkü bu kadın, sorumlusu olduğu mabedin bakımını yürütmektedir. Bir başka mirası da iyi yönettiği ve yüce Allah'ın rızası uğruna kullandığı servetidir. İşte Hz. Zekeriyya, bu mirasının tümünden yana, yerini alacak olan yakınlarından endişelidir. Bu miras karşısında tavırlarının kendi tutumu gibi olmayacağından korkmaktadır. Bize gelen bazı bilgilere göre O, yerine geçecek yakınlarının bu mirasa sahip çıkacak nitelikte kimseler olmadığı kanısındadır. Şimdi de derdinin ana noktasına basmaya sıra geliyor: "Eşim de çocuktan kesilmiştir." Eşinden çocuğu olmamıştır. Bu yüzden mirasına sahip olmak üzere yetiştireceği, yerine geçirmek amacı ile eğitebileceği bir evladı yoktur. İşte Hz. Zekeriyya'nın korkusu, endişesi budur. Ne istediğine gelince Rabbinden kendisini aratmayacak, onun, babalarının ve atalarının peygamberlik mirasına gerektiği gibi sahip çıkacak, hayırlı bir evlat istiyor. Okuyoruz: "Bana kendi katından yerimi tutacak bir oğul bağışla. Bu oğul, benim ve Yakuboğullarının mirasını sürdürsün." Hz. Zekeriyya, yüce Allah'ın bu seçkin peygamberi, yaşlılığının son günlerinde Rabbinden istediği bu evladın nasıl bir insan olması gerektiğini, onun hangi meziyetle bezenmesi gerektiğini belirtmeyi de unutmuyor. Okuyoruz: "Ya Rabbi, onu sevimli bir insan yap." Onu sert, geçimsiz, şımarık ve ihtiraslı bir kişi yapma. "Sevimli" sözcüğü, bütün bu çağrışımları özünde taşır. "Sevimli" insan seven, sevilen ve çevresindeki herkese hoşnutluk ve sevgi ışığı saçan kimse demektir. İşte Hz. Zekeriyya'nın yanık bir yürekle ve fısıltılı bir ses tonu ile Rabbine yönelttiği dua budur. Bu duanın sözleri, anlamları, çağrışımları ve gönülleri okşayan müzikal melodisi, ortaklaşa bir biçimde bu dua sahnesini somut olarak gözlerimizin önüne getirmektedirler. Bir sonraki ayette bu duanın kabul edilme anının. tablosu çiziliyor. Bu tablodan buram buram ilâhi ilgi, ilâhi lütuf ve ilâhi hoşnutluk tütüyor. Okuyalım: 7- Allah dedi ki; "Ya Zekeriyya, sana Yahya adında bir oğul müjdeliyoruz Bu adı daha önce hiç kimseye vermemiştik." Görülüyor ki, yüce Allah, bu sevgili kuluna yücelikler aleminden sesleniyor; "Ya Zekeriyya" diye. Ona hemen müjdeyi veriyor; "sana bir oğlun müjdesini veriyoruz." Onu engin rahmeti ile çepeçevre kuşattığının açık bir belirtisi olarak müjdesini verdiği bu oğlunun adını da kendisi koyuyor; "O'nun adı Yahya'dır." Bu ad, daha önce hiç kullanılmamış bir addır; "Bu adı, daha önce hiç kimseye vermemiştik." Bu bir ilahi kerem yağmurudur. Yüce Allah, bu kerem yağmurunu sevgili kulu Hz. Zekeriyya üzerine sağanak halinde yağdırıyor. Çünkü O, Rabb'ine yanık yürekle dua etmiş, sessiz bir dille yalvarmış, korkusunu açıklamış ve arzusunu dile getirmişti. Çünkü onu, Rabbine dua etmeye sevkeden faktör, ölümünden sonra yerine geçecek olan yakınlarından yana beslediği endişe idi. Yerine geçecek olan yakınlarının onun inanç mirasına gerektiği gibi sahip çıkmayacaklarından, malının kullanımının ve yakınlarının gözetimini yüce Allah'ın rızasına uygun biçimde yürütemeyeceklerinden korkuyordu. Yüce Allah, onun bu yoldaki niyetini bildiği için ona rahmetini yağdırmış, dilediğini yerine getirerek onu memnun etmişti. Bu sırada Hz. Zekeriyya kendine gelir gibi oluyor. Kendisini kaptırdığı dilek heyecanından ve umut coşkusundan ayrılır gibi oluyor. Dikkatini, duasının bunca hızlı biçimde kabul edilişi olay üzerinde yoğunlaştırmaya yöneliyor. O zaman da somut gerçekle yüzyüze geliyor. Kendisi son günlerini yaşayan, iki ayağı çukurda bir ihtiyardır. Kemikleri zayıflayan, vücudunun ağırlığını taşıyamaz olmuş, saçlarını ihtiyarlık alevi çepeçevre sarmıştır. Eşi ise kısır bir kadındır. Ona delikanlılığında ve gençliğinde bile bir çocuk verememiştir. Peki, şimdi nasıl bir oğlu olacak? İçini kemiren bu kuşkudan sıyrılmak istiyor. Bunun için yüce Allah'ın hangi vasıtayı araya koyup ona bir oğul armağan ettiğini öğrenmek istiyor. Okuyoruz: 8- Zekeriyya dedi ki; "Benim nasıl oğlum olabilir. Eşim çocuktan kesildi, ben ise ileri derecede yaşlandım." Hz. Zekeriyya, somut gerçekle yüzyüze olduğu gibi yüce Allah'ın vaadi ile de yüz yüzedir ve Allah'ın vaadine güvenmektedir. Fakat karşısında bulunduğu bu olumsuz gerçeğe rağmen bu ilahi vaadin nasıl gerçekleşeceğini bilmek ve içini kemiren kuşkuların baskısından kurtulmak istemektedir. Bu da son derece doğa: bir psikolojik duygudur. Örnek bir peygamber olan Hz. Zekeriyya'nın yerinde kim olsa aynı arzuyu duyar. Çünkü o da bir insandır. Somut gerçeği gözardı etmeyi başaramadığı için yüce Allah'ın onu nasıl değiştireceğini öğrenmek için sabırsızlanan, meraktan yanıp tutuşan bir insan! İşte bu noktada beklediği cevap geliyor, sorusunun rahatlatıcı karşılığını alıyor. Bu olay yüce Allah için kolaydır, basit bir şeydir. Yüce Allah, ona bu konuda çok yakınından, kendisi ile ilgili bir örnek veriyor. Kendisi daha önce bir hiçken yoktan varedilmiş değil miydi? Bu örnek sadece kendi için değil, bütün canlılar için, hatta şu evrendeki tüm nesneler için geçerli idi. Okuyoruz: 9- Allah dedi ki; "Rabbin buyurdu ki, bu iş O'nun için kolaydır, vaktiyle ben seni hiçbir şey değilken yoktan varetmiştim." Yaratma konusunda yüce Allah için ne "zorluk" ve ne de "kolaylık" sözkonusu değildir. O'nun küçük-büyük, önemli-önemsiz her varlığı yaratma yöntemi aynıdır. Yaratmayı dilediği varlığa sadece "ol" der, o da hemen oluverir. Kısır bir kadını çocuk doğurmaktan alıkoyan O olduğu gibi ileri yaştaki bir ihtiyarı dölleme gücünden yoksun bırakan da O'dur. Bu nasıl böyle ise O, kısır bir kadını iyileştirerek bünyesindeki kısırlık sebebini gidermeye ve gebe bırakma yeteneğini yitirmiş, yaşlı bir erkeğin dölleme gücünü yenilemeye de muktedirdir. Bu güç, tazeleme işi, insanların gözünde bile hiçbir izi olmayan bir canlıyı yoktan var etmekten daha kolaydır. Gerçi O'nun sınırsız gücü karşısında yeniden yaratmak da, hiç yoktan varetmek de kolaydır, "zor" diye bir şey yoktur O'nun için. Hz. Zekeriyya, bunun böyle olduğunu kuşkusuz çok iyi biliyor. Fakat bir kere ok yaydan çıkmış ve Rabbinden içini rahatlatmasını istemişti. Şimdide o isteği doğrultusunda yeni bir adım atarak sözkonusu ilahi müjdenin fiilen gerçekleşmesine öncülük edecek bir belirti, bir kanıt görmeyi diliyor. Kendisine gerek dua ederken ve gerekse duasının kabul edildiğini öğrendiği sırada içinde bulunduğu psikolojik ortama uygun düşen bir belirti gösteriyor. Bu belirti, aynı zamanda yaşlılığının son günlerinde kendisine bir oğul armağan etmiş olan yüce Allah a karşı ödemekle yükümlü olduğu şükür borcunu da yerine getirmesini sağlayacak bir nitelik taşıyor. Sözünü ettiğimiz belirti şudur. Hz. Zekeriyya, üç gün-üç gece boyunca insanların dünyasından koparak yüce Allah ile başbaşa kalacaktır. Bir süre hiç kimse ile konuşmayacak sadece yüce Allah'ın adını anarken dili çözülecektir. Bu konuşmaktan alıkonma olayının hiçbir organik sebebi yoktur. Ne dili tutulmuştur ve ne de konuşma yeteneği zedelenmiştir. Kısacası vücudu sapasağlamdır. Okuyalım: 10- Zekeriyya, "Ya Rabbi, bunun için bana bir belirti göster" dedi. Allah, ona "Bunun belirtisi, hiçbir organik rahatsızlığının sonucu olmaksızın üç gün, üç gece hiç kimse ile konuşamamandır, bu süre içinde dilinin dönmemesidir" dedi. 11- Bunun üzerine Zekeriyya mihrapta yüzünü soydaşlarına dönerek sabahları ve akşamları Allah'ı her tür noksanlıktan tenzih etmelerini işaret etti. Böylece soydaşları, onun içinde yaşadığı havanın aynısının içine girecekler, yüce Allah'ı hem ona hem de ölümünden sonra tüm soydaşlarına bağışlamış olduğu nimete hep birlikte şükretmiş olacaklardı. Surenin akışı Hz. Zekeriyyâ'yı bu noktada suskunluğu ve tesbihi ile başbaşa bırakarak bu sahnenin perdesini indiriyor, bu sayfayı çevirerek yeni bir sayfaya geçiyor. Bu yeni sayfanın konusu Hz. Yahya'dır. Sayfanın hemen başında yüce Allah,ona yücelikler aleminden şöyle sesleniyor: 12- Allah, ona "Ey Yahya, tüm gücünle kitab'a (Tevrat'a) sarıl" dedi. Ona daha gocukken bilgelik verdik. Anlaşılan bu arada Hz. Yahya doğmuş, emeklemiş ve bebeklik çağının ilk adımlarını atmıştır. Bu gelişmeler, bu iki sahne arasındaki boşluk döneminde gerçekleşmiştir. Kur'an-ı Kerim, hikâye anlatımında kullandığı sanatsal üslubu uyarınca bu boşluk dönemini atlayarak hikâyenin en önemli noktalarını ve sahnelerini, en can alıcı ve hareketli kesitlerini sunmakla yetiniyor. Dediğimiz gibi bu ayet, Hz. Yalıyâ dan tek bir söz bile etmeden önce ona bu yüce seslenişi yöneltiyor. Çünkü bu sesleniş sahnesi, onun konumunun yüceliğini kanıtlayan görkemli ve çarpıcı bir sahnedir. Bunun yanısıra babası Hz. Zekeriyya'nın duasının kabul edildiğini de vurgulamaktadır. Bilindiği gibi Hz. Zekeriyya, gerek inanç sistemini savunma konusunda ve gerekse yakınlarını gözetme-kayırma hususunda yerini gerektiği gibi dolduracak, soyunu sürdürecek hayırlı bir varis istemişti. İşte Hz. Yahya, babasının özlemini gerçekleştirecek olan bu kutsal misyonunun ilk aşamasında, büyük emaneti taşımak üzere göreve getirilme aşamasındadır. "Ey Yahya, tüm gücünle kitab'a (Tevrat'a) sarıl." Sözü edilen "kitap" Hz. Musâ dan beri İsrailoğullarının kutsal kaynağı olan Tevrat'tır. Hz. Musa'dan sonraki İsrailoğullarına gelen bütün peygamberler bu kitaba dayanmışlar, insanlara onu öğretmişler, hükümlerinde onun ilkelerini rehber edinmişlerdir. Nitekim Hz. Yahya da babası Hz. Zekeriyya'dan bu mirası devralıyor, bu misyonu yüklenmeye, güçlü ve kararlı bir enerji ile bu emaneti omuzlamaya çağrılıyor; bu mirasın yükümlülüklerini yerine getirirken zayıflık ve ihmalkârlık göstermemesi, geri çekilmeye kalkışmaması isteniyor. Bu yüce seslenişin hemen arkasından Hz. Yahya'nın, omuzlarına bindirilen bu büyük yükün altından kalkabilmek için hangi ayrıcalıklarla donatıldığı açıklanıyor.. ..."Ona daha çocukken bilgelik armağan ettik." 13- Yine ona tarafımızdan sevecenlik ve kalp temizliği bağışladık. O kötülüklerden sakınan bir kimse idi. 14- Yine ona ana-babasına bağlılık duygusu aşıladık. O dik kafalı, serkeş ve huysuz biri değildi. 15- Doğduğu gün, öleceği gün ve tekrar diriltileceği gün ona selâm olsun. İşte Hz. Yahya'nın, yüce Allah tarafından donatıldığı, liyakat kazandırıcı ayrıcalıklar bunlardır. Yüce Allah, kendisini bu ağır emaneti taşımaya çağırırken, onu bu ayrıcalıklarla desteklemiş, güçlendirmiştir. Her şeyden önce ona daha küçük bir çocukken "bilge"lik armağan etmiştir. Görüldüğü gibi onun adı orjinal ve doğumu "olağan-dışı" bir olay olduğu gibi, donanımı da orijinal ve normal insanlarınkine benzemezdir. Sebebine elince insan, "bilge"liğe normal olarak ileri yaşlarında sahip olabilirken, ona bu ayrıcalık daha çocukken armağan edilmişti. Yine ona yüce Allah'ın dolaysız bir lütfu olarak "sevecenlik" bağışlanmıştı. Bunun için özel bir çaba harcamamış, özel bir eğitim görmemişti. Adeta aratılış hamuru sevecenlik mayası ile yoğrulmuş, bu tutum doğal niteliği olmuştu. Sevecenlik, insanların gönüllerini ve duygularını gözetmek zorunda olan, gönülleri kazanarak onları yumuşak bir şekilde iyiliğe çekmekle görevli olan bir peygamber için vazgeçilmez ve yeri doldurulmaz bir sıfattır. Yüce Allah'ın, Hz. Yahya'ya bağışladığı diğer ayrıcalıklar kalp temizliği, gönül arınmışlığı, ve duygu saflığı idi. O, bu nitelikler sayesinde kalplerin kirlerine, vicdanların pisliklerine karşı koyacak, onları temizlemeye, arındırmaya çalışacaktı. Ayrıca O "kötülüklerden sakınan bir kimse idi." Yüce Allah ile sürekli ili ki halinde idi, O'ndan çekiniyor, O'nu hiç hatırından çıkarmıyor O'ndan korkuyor gizli açık her davranışında O'nun gözetimi altında olduğunun bilincini taşıyordu. İşte bunlar, yüce Allah'ın, Hz. Yahya'ya çocukluğunda armağan ettiği nitelikler ve ayrıcalıklardı. O bunlar sayesinde babasının yerini dolduracaktı; babasının sessiz dualarının özlemini gerçekleştirecek, bu dualara karşılık olarak Hz. Zekeriyyâ ya "temiz bir oğul" bağışlayan yüce Allah'ın ilerdeki kuşaklara ışık saçacak, somut lütfu olacaktı. Hz. Yahya'yı canlandıran sahnenin perdesi bu noktada iniyor. Tıpkı daha önce Hz. Zekeriyya sahnesinin perdesi inişi gibi. Bu sahnede Hz. Yahya'nın hayatına, mücadele yöntemine ve doğrultusuna ilişkin ana hatlar canlandırılmıştır; Hz. Zekeriyya'nın duasını, bu duanın yüce Allah tarafından kabul edilişini, yüce Allah'ın Hz. Yalıyâ ya seslenişini ve kendisine armağan ettiği ayrıcalıkları anlatan hikâyeden çıkarılması gereken derse, vurgulu ifadelerle dikkat çekilmiştir. Hikâyenin bunun ötesindeki ayrıntılarına bu dersin çapını genişletecek, ana fikrini güçlendirecek bir iş kalmamıştır. Şimdi sırada Hz. Yahyâ'nın doğuşundan daha ilginç, daha acayip bir hikâye var. Hz. İsâ'nın doğuşu hikâyesi. Daha önceki hikâyeden bu hikâyeye geçerken acayipliğin ve olağanüstülüğün dozu tırmanış gösteriyor. İlk hikâyedeki acayiplik, kısır bir kadının ileri yaştaki kocasından gebe kalarak çocuk doğurması idi. Şimdi okuyacağımız hikâyedeki acayiplik ve olağan dışılık bakire bir kızın kocasız olarak çocuk doğurmasıdır ki, bu daha şaşırtıcı ve daha olağandışı bir olaydır. Eğer insanın başlangıçtaki yaratılışını ve bugünkü biçimine sokuluşunu bir yana bırakacak olursak Meryemoğlu Hz. İsâ'nın doğuşu, insanlığın tarihi boyunca yaşadığı en enteresan olay olur. Bu olay ne daha önce ve ne de daha sonra benzerine rastlanmış orijinal ve örneksiz bir harikadır. İnsan soyu, tarihinin son derece enteresan olay olan kendi yaratılışının tanığı olamamıştır. Anasız ve babasız olarak yaratılan ilk insanı hiç kimse görememiştir. Bu olayın üzerinden nice yüzyıllar geçtikten sonra yüce Allah'ın hikmeti, Hz. İsâ'nın babasız doğuşu aracılığı ile ikinci bir olağanüstülüğü sergilemeyi dilemiştir. Bu doğum olay yeryüzünde insanoğlunun başlangıcından beri geçerli olan üreme kurallarına ters düşen bir gelişmedir. Amaç bu harikaya insanlığın tanık olmasıdır, insanlık tarihinin sicilinde dikkatleri çeken bariz bir olay olarak kalmasıdır. Hiç kimsenin tanığı olmadığı ilk yaratılış mucizesi üzerinde yoğunlaşması imkânı bulamamış olan insanoğluna, hafızasından hiçbir zaman silinmeyecek bir mucize gösterilmek istenmiştir. Yüce Allah'ın canlı soyların sürekliliğini sağlayan yasasına göre istisnasız bütün canlı türlerinin üremesi, erkeğin dişiyi döllemesi yolu ile olur. Hatta erkek ve dişi cinslerinin belirgin biçimde birbirinden ayırd edilmediği canlı türlerinde bile aynı bireyde hem erkeklik hem de dişilik hücrelerinin birarada bulunduğunu görürüz. Bu yasa uzun yüzyıllar boyunca işleye işleye insanoğlunun zihnine tek üreme yolu olarak yerleşmiştir. İnsanlar böyle düşünürken, ilk yaratılış olayı, insanın yoktan varediliş olayını unutmuş oldular. Çünkü bu olay, zihinlerin kalıplaşmış algılarına ters düşüyordu. İşte bu yüzden yüce Allah, insanlara Hz. İsa örneğini göstermek istedi. Bu örnek aracılığı ile onlara gücünün kayıtsızlığını, iradesinin özgürlüğünü, bu gücün ve bu iradenin, kendi tercihi ile işlerlik kazanan doğal yasalarla sınırlı olamayacağını hatırlatmayı diledi. Hz. İsa olayının bir benzerine bir daha hiç rastlanmadı. Çünkü normal olan, yüce Allah'ın koyduğu kanunların yürümesi, tercih ettiği doğal yasaların işlemesidir. Amacı ilahi iradenin özgürlüğünün, doğal kanunlarla sınırlı olmadığını fiilen kanıtlamak olan bu tek olay, insanların gözü önünde her zaman kalacak belirgin bir örnek olarak yeterli görülmüştür. Nitekim yüce Allah, az ilerde okuyacağımız ayetlerden birinde şöyle buyuruyor: "Bu olay insanlara gücümüzü kanıtlayan bir mucize olarak sunmak istiyoruz." Olay son derece şaşırtıcı ve olağanüstü olduğu için, bazı gruplar onu olduğu gibi kavrayamamışlar, meydana gelişinin gerisindeki hikmeti havsalalarına sığdıramamışlardır. Bu yüzden Meryem oğlu İsa'ya ilahlığın bazı sıfatlarını yakıştırmaya kalkışmışlar, onun doğuşu ile ilgili çeşitli hurafeler ve masallar uydurmuşlardır. Böylece onun bu akıl almaz şekilde yaratılmasının ardındaki hikmeti tersyüz etmişlerdir. Onun bu şekildeki yaratılışının hikmeti, az önce belirttiğimiz gibi, ilahi gücün sınırsızlığını kanıtlamaktı. Ona ilahlık yakıştıran gruplar işte bu hikmeti tersyüz ederek Allah'ın birliği (tevhid)inancını zedelemişlerdir. Kur'an'ın bu suresinde bu çarpıcı ve olağanüstü olayın nasıl meydana geldiği anlatılıyor. Onun gerçek anlamının ne olduğu açıklanıyor ve sözünü ettiğimiz düzmece hurafeler ve masallar çürütülüyor. Okuyacağımız ayetler, bu hikâyeyi çarpıcı, yoğun duygu ve heyecanlarla yüklü, canlı tablolar halinde sunuyor. Öyle ki, bu ayetleri okuyanların tüyleri, sanki canlandırılan tablonun olaylarını sahiden görüyorlarmış gibi ürperiyor, diken diken oluyor. 16- Bu Kitap'ta Meryem hakkında anlattıklarımızı da hatırla. Hani O, ailesinden ayrılarak doğu tarafında bir yere çekilmişti. 17- Komşuları ile arasına bir perde germişti. Bu sırada ona ruhumuzu (Cebrail'i) gönderdik. O, ona normal bir erkek kılığında görünmüştü. 18- Meryem, O'na "Ben senden "Rahman" olan Allah'a sığınırım. Eğer kötülük yapmaktan sakınan biri isen bana dokunma "dedi. 19- Cebrail dedi ki; "Gerçekten ben, sana temiz bir oğlan vermek için sırf Rabbinin ginderdiği elçiyim" 20- Meryem, Cebrail'e "Benim nasıl oğlum olabilir? Bana hiç erkek eli değmiş değildir, hiç gayri meşru ilişkim de olmadı" dedi. 21- Cebrail dedi ki; "Allah ,söyle diyor: Bu iş benim için kolaydır. Bu olayı insanlara gücümüzü kanıtlayan bir mucize ve oğlunu da onlara rahmet kaynağı olarak sunmak istiyoruz. Bu olay kesinleşmiş bir hükümdür.'' Şimdi hikâyenin ilk sahnesi önündeyiz. Karşımızda vücuduna erkek eli değmemiş, genç bir bakire kız var. Daha ana karnındayken annesi tarafından bir mabedin hizmetine adanmış. Onun hakkında hiç kimse temizliğinden ve iffetliliğinden başka bir şey bilmiyor. Hatta bu yüzden İsrail mabedinin temiz bakıcılarının babası olan Hz. Harun'un soyundan geldiği söyleniyor. Öteden beri ailesi temiz ve dürüst olarak tanınıyor. |