Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 Arkadaşları:2 Cinsiyet: Yaş:48 Mesaj:
4.079 Konular:
315 Beğenildi:49 Beğendi:0 Takdirleri:149 Takdir Et:
| Cvp: Fizilalil Kuran Meryem Suresi Tefsiri İşte şimdi bu genç kız özel bir durumunun gereği olarak ailesinden uzaklaşarak onların göremeyecekleri tenha bir yere çekiliyor. Bu "özel durum"un ne olduğunu ayetler bize söylemiyor. Belki de bu özel durum tamamen genç kızlara özgü bir durumdur da bu yüzden açıklanmıyor. İşte genç kızımız bu tenha köşede, yalnız olduğundan emin olarak otururken, birdenbire çarpıcı bir sürprizle yüzyüze geliyor. Karşısında eli-ayağı düzgün, normal bir erkek duruyor. Okuyoruz: "Bu sırada ona ruhumuzu (Cebrail'i) gönderdik. O, ona normal bir erkek kılığında görünmüştü." Bu sürpriz üzerine ödü kopan genç kızımız, şimşek hızı ile ayağa kalkıyor. Issız bir yerde yalnız başınayken yabancı bir erkekle yüzyüze gelen her genç kız gibi paniğe kapılmıştır. Hemen Allah'a sığınıyor, kendisine yardım etmesini, bu zor durumunda imdadına yetişmesini diliyor. Bir yandan da karşısındaki yabancı erkeğin takva duygusunu uyarmaya girişiyor. Onu Allah'dan korkmaya, bu tenha yerde kendisini gözetleyen yüce Rabbinden çekinmeye çağırıyor. Okuyalım: "Meryem O'na `Ben senden Rahman olan Allah'a sığınırım. Eğer kötülük yapmaktan sakınan biri isen bana dokunma' dedi." Öyle ya. İçinde kötülükten sakınma duygusu taşıyan kimse "Rahman" sıfatlı yüce Allah'ın adını duyar duymaz irkilir ve şehvetini frenleyerek şeytandan gelen dürtülerine gem vurur. Hikâyemizin kahramanı olan genç kızı hayalimizde canlandırmaya çalışalım. Tertemiz, masum, son derece güçlü bir namus eğitimi almış, iffetli bir aile ortamında büyümüş, daha ana karnındayken Allah'a adandıktan sonra Hz. Zekeriyyâ'nın gözetimi altına girmiş bir iffet örneği karşısındayız. Bu yüzden az önce karşılaştığı sürpriz, onu tepeden tırnağa sarsan ilk "şok" olur. Devam ediyoruz: "Cebrail, ona 'Ben Rabbinin gönderdiği bir elçiyim. Sana temiz, hayırlı bir erkek çocuğu bağışlamak için geldim' dedi." Hayalimizi işletmeye devam ederek bu masum genç kızın işittiği bu sözler karşısında duyacağı korkunun ve utancın derecesini kavramaya çalışalım. Karşısında eli ayağı düzgün, normal, yani insan cinsinden olduğu kuşkusuz görünen yabancı bir adam duruyor. Adam, Allah tarafından gönderildiğini söylüyor, ama genç kız henüz bundan emin değildir. Belki de saflığından, temiz duygularından yararlanmayı amaçlayan kötü niyetli bir tuzakla karşı karşıyadır. Adam, her mahcup genç kızın kulaklarını tırmalayacak bir amaçla geldiğini açık açık söylüyor. Kendisine bir erkek çocuğu bağışlamak istediğini belirtiyor. O tenha yerde yalnız ikisi vardır, ortalıkta başka hiçbir Allah kulu yok. Bu yüzden bu durum, Hz. Meryem'i bir daha tepeden tırnağa sarsan ikinci "şok" olur. Fakat çok geçmeden toparlanır ve namusunu tehdit altında hisseden bir dişiye yaraşacak bir kahraman kesilir. Bu eda ile karşısındaki erkeğe açık açık sorar. Nasıl? Okuyoruz: "Meryem, Cebrail'e 'Benim nasıl oğlum olabilir? Bana hiç erkek eli değmiş değildir, hiç gayrımeşru ilişkim de olmadı' dedi. " Görüldüğü gibi Hz. Meryem, dobra dobra konuşuyor. Hem söylemek istediğini açık sözlerle dile getiriyor, örtülü ifadelerin dolambaçlığına başvurmuyor. Bu ıssız yerde yabancı adamla baş başadır. Üstelik adam, bu baskın kokan ziyaretinin amacını az önce açıklamış durumda. Fakat nasıl olacak da adam kendisine bir erkek çocuk bağışlayacak? Meryem bunu henüz anlamış değil. Gerçi adam kendisine "Ben Rabbinin gönderdiği bir elçiyim" dedi. Kendisine ne doğumunda ve ne de hayatında hiçbir lekeli nokta bulunmayan tertemiz bir erkek çocuğu armağan etmek amacı ile geldiğini belirtti, böylece güvenini kazanmaya çalıştı, ama bu tatlı sözler, O'nu içinde bulunduğu durumdan kaynaklanan korkusunu yatıştırmaya yetmedi. O halde şimdi utangaçlığın sırası değil. En iyisi açık açık konuşmalı. Bu iş nasıl olacak? Kendisi vücuduna erkek eli değdirmemiş bir bakiredir. Ayrıca bir fahişe de değildir ki, çocuk peydahlamaya yol açacak bir cinsel ilişkide bulunmayı kabul etsin! Hz. Meryem'in bu sorusundan açıkça anlıyoruz ki, kendisi bilinen erkek-kadın çiftleşmesi dışında başka bir çocuk peydahlama yöntemi olabileceğini bir an bile aklının ucundan geçirmiyor. Bu da insan düşüncesinin çerçevesi içinde son derece normal bir tavırdır. Devam edelim: Cebrail dedi ki; "Allah şöyle diyor: Bu iş benim için kolaydır. Bu olayı insanlara gücümüzü kanıtlayan bir mucize ve oğlunu da onlara rahmet kaynağı olarak sunmak istiyoruz." Evet, Hz. Meryem'in, gerçekleşebileceğini aklının ucundan bile geçirmediği bu olağanüstü olay yüce Allah için son derece kolaydır. Çünkü olmasını istediği şeye sadece "ol" demesi yeterli olan sınırsız güç için, her iş kolaydır. O iş ister öteden beri biline gelen yasalara uygun olsun, isterse ters olsun, farketmez. Okuduğumuz ayette Cebrail, Hz. Meryem'e şu açıklamayı yapıyor: Yüce Allah, kendisine bu işin O'nun için son derece kolay olduğunu bildiriyor. Bu olayı meydana getirmekteki amacı onu insanlara bir mucize olarak sunmaktır. Bu mucize O'nun varlığını, gücünün sınırsızlığını ve iradesinin kayıtsızlığını gösteren bir kanıt olacaktır. Ayrıca başta yahudiler olmak üzere bütün insanlar hesabına rahmet niteliği taşıyacaktır. Çünkü onları yüce Allah'ı tanımaya, O'nun kulu olmayı benimsemeye ve hoşnutluğunu kazanmaya özendirecektir. Cebrail ile bakire Meryem arasındaki karşılıklı konuşma bu noktada sona eriyor. Bu karşılıklı konuşmadan sonra neler olduğunu ayetler bize anlatmıyor. Başka bir deyimle Kur an-ı Kerim'in hikâye anlatımında her zaman gördüğümüz sanatsal üslubun tezahürü olarak bir "boşluk" ile karşı karşıyayız. Bununla birlikte bize şu bilgi verilmektedir. Vücuduna erkek eli değmemiş bir bakire olmasına rağmen, Hz. Meryem'e bir oğlu olacağı bildirilmişti ve bu erkek çocuğun insanlara yönelik bir mucize ve rahmet olması yüce Allah tarafından kararlaştırılmıştı ya, bu karar bir oldu-bitti niteliği kazanmıştı, gerçekleşmesi kesinleşmişti. Okuyoruz: "...Bu olay kesinleşmiş bir hükümdür." Peki nasıl? burada bu konuda daha fazla bir açıklama yapılmıyor. ("Tahrim" suresinin 12. ayetinde "namusuna el değdirmiş olan imran kızı Meryem de mü'minler için bir örnektir. Biz ona ruhumuzdan bir soluk üflemiştik" deniyor. Acaba incelemekte olduğumuz Meryem suresinin yukarıdaki bir ayetinde geçen "ruhumuz' ifadesi ile "Tahrim" suresinde geçen "ruhumuz" ifadesi içerik bakımından bir midir, başka bir deyimle bu ifadeler anlamdaş mıdırlar? Kişisel kanımıza göre bu ifadeler farklı anlam taşıyorlar. Bu ifade ile, bu surede "Ruh-ul al emin (güvenilir) lâkabı ile anılan Cebrail kasdediliyor. O yüce Allah'ın Hz. Meryem'e gönderdiği elçidir. Buna karşılık bu ifadenin "Tahrim" suresindeki anlamı, yüce Allah'ın Hz. Adeni e bir soluğunu üflemiş olduğu "ruh"un aynısıdır. Hz. Adem bu soluğun sonucunda "insan" biçiminde ortaya çıkmıştı. Yine bu ruh, Hz. Meryem'in edep yerine üflenen bir soluk sayesinde rahimdeki dişi sperma hücresi gelişmeye hazır bir canlı kimliği kazanmıştır. Bu ilahı soluk, hem hayat vermekte ve hem de ortaya çıkardığı canlıya türünün gerektirdiği temel yetenekleri bağışlamaktadır. İnsan sözkonusu olunca bu temel yetenekler, onu yücelikler alemine tırmandıran, "insan"a yaraşır algılarla, düşünce ile, duygularla ve sezgilerle donatan ayrıcalıklı nitelikler demektir. Bu yaklaşımımızın ışığı altında biz Hz. Meryem'in olayını da şöyle açıklıyoruz: "Ruh-ul emin" lâkabı ile anılan Cebrail, yüce Allah'dan aldığı bu "ruh"un soluğunu taşıyarak Hz. Meryem'e iletmiştir. Ama bu açıklamamızın arkasından şu temel görüşümüzü bir kere daha vurgulamak isteriz: Biz ne "Cebrail" anlamındaki ruhun ve ne de öbür anlamdaki ruhun özünü kavrayamayız. Bunların her ikisi de bilgimize kapalı kavramlardır. Yalnız biz bu iki surenin ilgili ayetlerini irdeleyince buradaki "ruh"un, oradaki "ruh"tan farklı anlama geldiğini anlarız.) Bunun arkasından hikâyenin yeni bir sahnesi gözlerimizin önüne getiriliyor. Az önce şaşkınlığı ile başbaşa bıraktığımız bakire Meryem, bu yeni tabloda daha dehşetli bir görüntüde karşımıza çıkarılıyor. Okuyalım: 22- Böylece Meryem, oğluna gebe kaldı. Bu döneminde gözlerden uzak bir köşeye çekildi. 23- Bir süre sonra doğum sancıları tutunca bir hurma ağacının altına sığınmak zorunda kaldı ve "Keşke, daha önce ölmüş ve hafızalardan silinmiş olsaydım" dedi. Bu tabloda Hz. Meryem'i, üçüncü "şok" yaşarken görüyoruz. Ayetler, onun hamileliğine ilişkin bilgi vermiyor. Acaba nasıl gebe kaldı ve bu gebeliği ne kadar sürdü'' Acaba bu hamilelik, her kadının başından geçen normal bir hamilelik mi idi:' Eğer öyle ise şöyle düşünebiliriz: Cebrail'in soluğu, dişi spermaya canlılık ve hareket aşıladı. Arkasından bu sperma, embriyoya, embriyo bir lokmalık et parçasına ve et parçası kemiğe dönüştü. sonra kemikler kaslarla giydirildi, böylece oluşan cenin, ana rahmindeki bilinen günlerini doldurmuş oldu. Olayların böyle bir gelişme çizgisi izlemiş olmaları mümkündür. Çünkü dişi sperma, döllendikten sonra gelişme ve büyüme sürecine girer ve bu süreç dokuz kameri ay sonra noktalanır. Bu olayda Cebrail'in üflediği soluk dölleme olayını gerçekleştirmiş ve dişi sperma bu noktadan itibaren doğal gelişim sürecini izlemiş olabilir. Buna karşılık böylesine özel bir durumda dişi sperma, Cebrail'in üflediği soluktan sonra normal dışı bir gelişme çizgisi de izlemiş olabilir. Bu durumda sözünü ettiğimiz gelişme aşamalarının süreleri kısaltılmış olabilir. Böylece bu aşamaları izleyen ceninin oluşumu, gelişmesi ve olgunlaşması son derece kısa bir zamana sığmış olabilir. Ayetler bu iki gelişme sürecinden hangisinin gerçekleştiği hakkında bilgi vermiyor. Bu yüzden hakkında herhangi bir delile sahip olmadığımız bu meseleyi daha fazla kurcalayacak değiliz. Şimdi gözlerimizi, ailesinden uzak bir köşeye çekilen Hz. Meryem'e çevirelim. O bu yalnızlık köşesinde öncekilerden çok daha dehşet uyandırıcı bir durumdadır. Daha önceki durumlardaki problemi namus, terbiye ve ahlak problemi idi. Bu problem, kendisi ile vicdanı arasındaki bir problemdi. Oysa şimdiki sıkıntısı başkadır. Şimdi toplum önünde rezil olmanın, bir skandal kahramanı olarak çevresi ile yüzyüze gelmenin eşiğindedir. Bu psikolojik acılarının yanısıra fizyolojik sancıların pençesinde de kıvranmaktadır. Kendisini bir hurma ağacı dalının yanına koşturan, bu hurma dalına tutunmaya zorlayan amansız doğum sancıları çekmektedir. Bu ıssız yerde tek başınadır, yapayalnızdır. Bakire bir genç kız olarak bu tür sancılarla ilk kez tanışmanın şaşkınlığı içinde bocalamaktadır. Karşı karşıya geldiği durum hakkında hiçbir ön bilgisi olmadığı gibi, kendisine en ufak bir yardımda bulunacak bir kimsesi de yoktur. Bu yüzden bunalım derecesine yaklaşmış bir bezginlik içinde şöyle dediğini duyuyoruz: "Keşke daha önce ölmüş ve hafızalardan silinmiş olsaydım." Biz onun bu sözleri söylerken yüzünde beliren ızdıraplı mimikleri görür gibi oluyor, duygusal çırpınışların nabzını avucumuzda hisseder gibi oluyor, çektiği acıların yüzlere yansıttığı izlere ellerimizle dokunur gibi oluyoruz. O karşı konulmaz bir özlem ile "unutulmuş" olmayı arzuluyor. Tıpkı aybaşı kanını silmek için kullanılan ve sonra fırlatılıp atılan bir paçavra gibi olmak istiyor. İşte bu dayanılmaz acılar içinde engin dehşetin dalgaları ile boğuşurken karsılaştığı sürprizlerin en büyüğü meydana geliyor. Okuyalım: 24- Bu arada, ayakları altından şöyle bir ses duydu; "Sakın üzülme, Rabb'in senin için ayakların altından akan bir dere açtı. " 25- "Hurmanın dalını silkele de üzerine olgun ve taze hurmalar dökülsün." 26- "Ye, iç, gönlün rahat olsun. Eğer birini görecek olursan 'Ben Rahman olan Allah'a konuşmama orucu adadım, bu yüzden bugün hiç kimse ile konuşmayacağım' de. " Aman Allah'ım! Az önce dünyaya gelen çocuk, ayaklarının yanıbaşında ki yattığı yerden annesine sesleniyor. Kadına gönlünü rahatlatacak, yüce Allah ile ilişkisini tazeleyecek sözler söylüyor. Ona ne yiyeceğini ve ne içeceğini gösteriyor. O'na Rabbini bulduracak delillere ve açık kanıtlara iletiyor. Diyor ki; sakın üzülme; "Rabbin senin için ayaklarının altından akan bir dere açtı." O seni unutmuş, sahipsiz bırakmış değildir. O senin ayaklarının dibinde bir akarsu varetti. En akla yakın yoruma göre hemen o anda bir yeraltı kaynağından su fışkırdı, ya da dağdan kaynaklanan gizli bir su yolundan ansızın su kaynamaya başladı. Gövdesine dayandığın şu hurma ağacı var ya, silkele onu da olgun ve taze hurmalarını kucağına döksün. İşte sana yiyecek ve işte sana içecek. Tatlı yiyecek, lohusalar için uygun bir besin maddesidir. Hurma ise lohusa kadınlar için en yararlı bir yiyecek türüdür. O halde afiyetle "ye ve iç". "Gönlün rahat olsun" kalbin huzur içinde olsun. Eğer biri ile karşılaşacak olursan kendisine, hiç ağzını açmadan işaret yolu ile rahmeti bol olan Allah'a konuşmama orucu adadığını, kendi kendine konuşma yasağı koyduğunu, kendini Allah'a ibadet etmeye adadığını anlat ve hiç kimsenin sorusuna cevap verme. Öyle sanıyoruz ki, Hz. Meryem, elini uzatıp yanıbaşında ki hurma ağacını silkelemeden ve böylece taze ve olgun hurmaların kucağına düşmesini sağlamadan önce uzun bir süre dehşet içinde, olduğu yerde donakaldı. Biraz sonra kendini toparlayınca yüce Allah'ın kendisini sahipsiz bırakmadığını kesinlikle anladı. Doğru yola iletici kılavuzunun yanıbaşında olduğunu farketti. O kılavuz, daha kundaktayken konuşan bu minicik yavrudur. Şimdi bu minik yavrunun kişiliğinde kendisine sunulan harikayı, olağanüstülüğü açıklamaya, tanıtmaya sıra gelmişti. Okuyalım: 27- "Bebeğini kucağına alıp yakınlarının yanına gelince kendisine dediler ki; "Ey Meryem, sen çok utandırıcı bir suç işledin. 28- "Ey Harun'un kız kardeşi, senin ne baban kötü bir adamdı ve ne de annen iffetsiz bir kadındı. " Simdi bu çarpıcı sahneyi izleyelim. Hz. Meryem'i kucağında bir bebekle görenlerin yüzlerinde beliren dehşeti tasavvur etmemiz zor olmasa gerek. Anlaşılan onu ilk görenler, en yakın akrabalarından oluşan dar çevresinin bireyleridir. Adamlar tertemiz, bakire, tapınak hizmetine adanmış, özünü ibadete vermiş kızları ile yüz yüzeler. Kızın kucağında yeni doğmuş bir bebek vardır. Onlar için bundan daha şaşırtıcı bir şey düşünülebilir mi'? Ayeti tekrar okuyalım: "...Kendisine dediler ki; 'Ey Meryem, sen çok utandırıcı bir suç işledin." "Ey Harun'un kız kardeşi, senin ne baban kötü bir adamdı ve ne de annen iffetsiz bir kadındı." Adamların dilleri çözülmüş, Hz. Meryem'i paylama ve kınama yağmuruna tutmuşlar; "Ey Meryem, sen çok utandırıcı bir suç işledin" diyorlar, bağışlanmaz bir rezaletin damgasını yediğini yüzüne vuruyorlar. Arkasından öfkeleri acı bir alaya dönüşüyor; kendisine "Ey Harun'un kız kardeşi" diye sesleniyorlar. Hz. Harun seçkin bir peygamberdir. Sağlığında kutsal mabedin bakımını yürütmüş ve ölümünden sonra bu görevi soyundan gelenlere devretmiştir. Sen ki, kendini ibadete vermekle ve mabedin hizmetine adamakla soyunu ona dayandırdın. Ama taşıdığın bu saygın soy bağı nerede, işlediğin rezalet nerede! Bu ikisi hiç birbiri ile bağdaşır mı? Üstelik; "Senin ne baban kötü bir adamdı ve ne de annen iffetsiz bir kadındı. O halde kime çektin de bu çirkin işi yaptın? Senin bu işlediğin rezaleti ancak kötü babaların ve iffetsiz annelerin kızları yapar. Adamların bu suçlamalarını hiç ses çıkarmadan dinleyen Meryem, bu noktada kucağındaki harika çocuğun az önceki tavsiyesini uyguluyor. Okuyoruz. 29- Bunun üzerine Meryem, eli ile oğlunu göstererek onunla konuşmalarını önerdi. Onlar da "Biz beşikteki çocukla nasıl konuşabiliriz?" dediler. Şimdi adamların şaşkınlıklarının ne kadar arttığını, öfkeden nasıl küplere bindiklerini varın, siz düşünün. Bakire kızları, ansızın kucağında bir bebekle karşılarına çıkıyor. Sonra islediği rezaleti kınayanlarla alay ediyor, onlara hava atıyor. Kendisi hiç ağzını açmazken, yakınlarına kucağındaki bebeği gösteriyor, "bu işin sırrını ona sorun" demek istiyor. Adamlar ortak tepkilerini şöyle dile getirirler: "Biz beşikteki çocukla nasıl konuşabiliriz" dediler. 30- O sırada beşikteki çocuk dile gelerek dedi ki; "Ben Allah'ın kuluyum. O bana kitap vererek beni peygamber yaptı." 31- "Nerede olursam olayım, beni insanlara yararlı kıldı. Bana sağ oldukça namaz kılmamı ve oruç tutmamı emretti." 32- ."Beni anama düşkün bir evlat olarak yarattı; dik kafalı ve kötülük düşkünü biri olmaktan uzak tuttu. " 33- "Doğduğum gün, öleceğim gün ve tekrar diriltileceğim gün Allah'ın rahmeti ve bağışı benimle birliktedir." Görülüyor ki, Hz. İsa -selâm üzerine olsun- bizzat kendi ağzından yüce Allah'ın kulu olduğunu açıklıyor. O halde bazı hristiyanların ileri sürdükleri gibi O yüce Allah'ın oğlu değildir. Başka bazı hristiyanların ileri sürdükleri gibi O, ilah da değildir. Diğer bir hristiyan mezhebinin iddia ettiği gibi üç ilahın üçüncüsü de değildir ki, bu iddiaya göre bu üç ilah hem ayrı ayrı olarak ve hem de üçü birlikte ilahtırlar. Bunların yanısıra Hz. İsa, yüce Allah'ın kendisini peygamber olarak görevlendirdiğini ilan ediyor. Yani yüce Allah'ın oğlu ya da ortağı sözkonusu değildir. Yine bu açıklamasına göre yüce Allah onu insanlara yararlı kılmış, kendisine yaşadığı sürece namaz kılmayı, zekât vermeyi emretmiş, ana-babasına karşı hayırlı bir evlat olmasını, soydaşlarına karşı alçak gönüllü olmasını buyurmuştur. Demek ki, onun da herkes gibi süresi belirli, sınırları çizilmiş bir ömrü vardır. O da herkes gibi ölecek ve sonra yeniden diriltilecektir. Yüce Allah gerek doğduğu, gerek öldüğü ve gerekse yeniden diriltileceği gün esenliği, güveni ve gönül huzurunu ona yoldaş kılmıştır. Okuduğumuz ayetler Hz. İsa'nın öleceğini ve yeniden diriltileceğini son derece açık bir dille ifade etmektedirler. Bu gerçek ne başka türlü yorumlanabilir ve ne de tartışma kaldırır. Ayetler, bu tabloya başka bir şey eklemiyorlar. Adamların bu harika olay nasıl karşıladıklarını, bu çarpıcı olaydan sonra gerek Hz. Meryem'in gerekse harika oğlunun durumlarının ne olduğunu anlatmıyor. Hz. İsa'nın "O, bana kitap vererek beni peygamber yaptı" biçimindeki sözleri ile işaret ettiği peygamberlik olayının ne zaman gerçekleştiği de belirtilmiyor. Çünkü burada bu hikâyeyi anlatmaktan güdülen tek amaç Hz. İsa'nın doğumu olayına dikkatleri çekmektir. Bu yüzden hikâyenin bu olağanüstü olaylı sahnesine ulaşılıp bu amaç gerçekleştirilince perde iniveriyor. Şimdi hikâyenin en uygun yerinde, güdülen bu amacı vurgulamaya, değerlendirme konusu yapmaya sıra gelmiştir. Bu değerlendirme yapılırken hem açık anlatımdan ve hem bu ifadelerin çağrışımlarından yararlanılmıştır. Okuyoruz: |