Durumu: Medine No : 5587 Üyelik T.:
05 Aralık 2008 Arkadaşları:14 Cinsiyet: Memleket:İstanbul Yaş:35 Mesaj:
2.537 Konular:
2038 Beğenildi:116 Beğendi:0 Takdirleri:270 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Fizilalil Kuran İsra Suresi Tefsiri-Medineweb Fizilalil Kuran İsra Suresi Tefsiri-Medineweb 17-İsra 1- Kulu Muhammed'i bir gece Mescidi Haram'dan (Kabe'den) yola çıkararak, kendisine bazı mucizelerimizi, olağanüstülüklerimizi gösterelim diye, çevresini kutsal kıldığımız Mescidi Aksa'ya (Kudüs'e) ulaştıran Allah, her türlü noksanlıktan uzaktır. O her şeyi işiten ve her şeyi görendir. Sure Allah'ın eksik sıfatlardan uzak tutulması ile başlıyor. Bu başlangıç İsra'nın yumuşak, sakin havasına uyum sağlayan psikolojik bir harekettir. Bu aydınlık ufukta kul ile Allah arasındaki en uygun bağdır. Ayette, özellikle kulluk özelliğine dikkat çekiyor: Kulu Muhammed'i... Ulaştıran Allah... Amaç, İsra ve insanların ulaşmadığı derecelere yükseliş makamında bu sıfat pekiştirilsin ve yerleştirilsin. Peygamberin bu sıfatı unutulmasın. İlahlık makamı ile kulluk makamı karışmasın. Nitekim Hz. İsa'dan sonra, doğumu ve vefatına ilişkin birtakım gizemler ve kendisine verilen birtakım mucizeler nedeniyle Hristiyanlık inancında ilahlık ve kulluk makamları karışmıştı. Nitekim insanların bazıları Hz. İsa'ya verilen bu mucizeleri, kulluk makamı ile, ilahlık makamını karıştırmak için birer gerekçe olarak görmüşlerdir... İşte burada kulluk sıfatına dikkat çekilmesi İslâm inancının sadeliğini, berraklığını garanti etmiş ve yüce Allah'ın zatının yakından veya uzaktan ortak koşma veya varlıklara benzerlik gibi şaibelerden arındırılmasını sağlamıştır. "İsra" kavramı "Sery" kökünden türemiştir. Gece yürüyüşü demektir. "Esra" ifadesi beraberinde zamanını da göstermektedir. Ayrıca zamanını belirtmeye gerek yoktu. Buna rağmen Kur'an-ı Kerim'in metoduna uygun olarak tasvir ve gölgelendirme amacıyla ayette "gece" sözcüğüne yer verilmiştir. "Kulu Muhammed'i, bir gece Mescidi Haram'dan (Kabe'den) yola çıkararàk, kendisine bazı mucizelerimizi, olağanüstülüklerimizi gösterelim diye, çevresini kutsal kıldığımız Mescidi Aksa'ya (Kudüs'e) ulaştıran Allah, her türlü noksanlıklardan uzaktır." Böylece İsra'nın o güzelim hareketi ve ardarda gelen seyri insanın ruhuna dikte edilirken gecenin sakin gölgesi sergilenmekte ve insan ruhunu kuşatan sakin havası daha canlı biçimde teneffüs ettirilmektedir. Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya yapılan bu yolculuk her şeyden haberi olan, her şeyi en güzel şekilde düzenleyen yüce Allah'ın yapılmasını istediği bir yolculuktur. Hz. İbrahim ve Hz. İsmail'den -selâm her ikisinin de üzerine olsun- peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed'e -salât ve selâm üzerine olsun kadar ki, tevhid inançlarının en büyük halkalarını birbirine bağlıyor. Bütün tevhide dayalı dinlerin kutsal saydıkları yerleri birbirine bağlıyor. Sanki bu hayret verici yolculuk ile son peygamberin kendisinden önceki tüm peygamberlerin kutsal değerlerine sahip çıktığı, onun peygamberliğinin bu kutsal değerlerin hepsini kuşattığı ve peygamberliğinin bu kutsal değerlerin hepsiyle ilgisi olduğu duyurulmak isteniyor. Bu, zaman ve mekân sınırlarının çok ötesine uzanan, zaman ve mekânın ufuklarından ve boyutlarından daha geniş bir alanı kapsayan, ayrıca ilk bakışta ortaya çıkan yakın anlamlardan daha büyük manâlar ifade eden bir yolculuktur. Mescid-i Aksa'nın "Çevresini kutsal kıldığımız" şeklinde nitelendirilmesi, mescidin bütünüyle bereketle kuşatıldığını, onun çevresine taştığını sergileyen bir nitelendirmedir. Bu ifadenin yerine "Onu mübarek kıldık" veya "İçine bereket yağdırdık" gibi doğrudan kullanılması bu anlamı veremezdi. Bu da Kur'an'ın hayret uyandıran ifade inceliklerinden birisidir. İsra beraberinde başka mucizelerin de bulunduğu bir mucizedir. "Ona ayetlerimizi gösterelim diye." Hz. Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- şekli ve keyfiyeti ne şekilde olursa olsun yatağının soğumayacağı kadar kısa bir zaman diliminde Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya hayret verici bir şekilde götürülüp-getirilmesi... Allah'ın mucizelerinden biridir. İnsanın kalbini bu evrendeki hayret verici ufuklara açmaktadır. İnsan denilen şu yaratığın bünyesinde gizli olan enerjileri yüce Allah'ın ve bünyesine bu güzel sırları yerleştirdiği şu insan cinsi arasından seçilen ve Allah'ın lütfunu karşılayabilecek şekilde kendisini hazırlayan Allah tarafından verilmiş yetenekleri ortaya koymaktadır. "O her şeyi işiten ve her şeyi görendir." Kulaklara ve gözlere görünmeyen bütün sırları ve gizlilikleri sessizliklerine ve inceliklerine rağmen görür ve işitir. Surenin ilk ayetinde önce Allah tesbih ediliyor "Kulu Muhammed'i bir gece, yola çıkaran Allah bütün noksanlıklardan münezzehtir." Ardından bu ifade tarzı değişiyor ve yüce Allah'ın yaptığı bir açıklama yeralıyor: "Kendisine bazı mucizelerimizi gösterelim diye." Sonra da yüce Allah'ın nitelikleri sunuluyor: "O her şeyi işiten. ve her şeyi görendir." İfadedeki ince anlamların duyarlı ve hassas bir ölçü ile ortaya konmasına uygun düşsün diye böyle yapılıyor. Allah'ı noksan sıfatlardan arındırma direk yüce Allah'a yükseliyor. İsra olayının amacının bildirilmesi de yine bizzat yüce Allah tarafından bildiriliyor. İşitme ve görme sıfatları da yüce Allah'ın zatı için kesin bir haber biçimi de sunuluyor. Sadece bir ayette bu üç ayrı ifadenin biraraya gelmesi, ayette verilmek istenen mesajın tüm inceliklerine varıncaya kadar eksiksiz biçimde yeralması içindir. İSRAİLOĞULLARI Bu İsra olayı Allah'ın mucizelerinden biridir. İnsanların alışageldikleri ölçülere göre hayret verici bir yolculuktur. Mescid-i Aksa yolculuğun bitiş noktasıdır. Mescid-i Aksa yüce Allah'ın İsrailoğulları'nı yerleştirip sonra oradan sürdüğü kutsal yurdun merkezidir. Dolayısıyla bu surenin aşağıdaki ayetlerde ele alınan Hz. Musa ve İsrailoğulları'nın kıssası tam uygun yerinde ele alınıyor: 2- Musa ya Tevrat'ı verdik ve "Bundan başkasını dayanak edinmeyiniz " diyerek bu kitabı yahudilere doğru yol kılavuzu yaptık. 3- "Ey Nuh ile beraber gemiye bindirdiklerimizin soyundan gelenler! Hiç şüphesiz Nuh, şükür görevini yerine getiren bir kuldu. 4- Tevrat'ta yahudiler hakkında "Yeryüzünde iki kez kargaşa çıkaracaksınız ve bu arada parlak bir yükseliş dönemi yaşayacaksınız" diye hüküm verdik. 5- Birinci kargaşaya ilişkin ilahi cezanın vadesi gelince üzerinize son derece atılgan ve acımasız kullarımızı saldık. Bunlar evlerinizin köşe bucaklarını arayarak sizi yakalamaya giriştiler. Bu, Allah'ın yerine gelmesi kaçınılmaz bir sözü idi. 6- Sonra eski iktidarınızı size geri vererek bu düşmanlarınıza karşı üstün konuma gelmenizi sağladık. Sizi mal ve evlâd artışı ile destekledik ve sizi güçlü orduya sahip kıldık. 7- Eğer, iyilik ederseniz, kendiniz için iyilik edersiniz, eğer kötülük ederseniz, o da kendiniz içindir. Çıkaracağınız ikinci kargaşaya ilişkin cezanın vadesi gelince üzerinize salacağımız başka saldırganlar acınızın yüzlerinize yansımasına yol açarlar. İlk seferinde gelenlerin yaptıkları gibi Mescid-ı Aksa'ya girerler ve yükselttiğiniz her şeyi yerle bir ederler. 8- Bundan sonra rabbiniz size merhametli davranır. Fakat eğer kargaşaya dönerseniz, biz de sizi tekrar cezalandırırız. Biz cehennemi kâfirler için içinden çıkılmaz bir kale yaptık. İsrailoğulları'nın hayatı ile ilgili olarak bu surede yeralan bölüm Kur'an'ın sadece bu suresinde geçmektedir. Burada İsrailoğulları'nın akıbetleri ve devletlerinin başlarına geçirilişi ele alınmakta, uluslarda bozgunculuğun yayılması ile bu ulusların Allah'ın yasasına (Sünnetullah'a) uygun biçimde yok edilişleri ortaya konmaktadır. Nitekim ilerde yine bu surede onların akıbetlerinden söz edilmektedir. Çünkü yüce Allah bir kasabayı yoketmeyi takdir ettiğinde şımaran zenginlerini, oranın yıkılışı ve yokedilişi için neden olarak gösterir. Bu bölüm, Hz. Musa'nın kitabı Tevrat'tan, Tevrat'ta İsrailoğulları'nın uyarılmasından, Rabbine şükreden büyük ataları Hz. Nuh'tan ve onunla gemiye binen atalarından -zaten iman edenlerden başkası gemiye alınmamıştır- söz ederek başlıyor. "Musa'ya Tevrat'ı verdik ve "Benden başkasını dayanak edinmeyiniz" diyerek bu kitabı yahudilere doğru yol kılavuzu yaptık. Ey Nuh ile beraber gemiye bindirdiklerimizin soyundan gelenler. Hiç şüphesiz Nuh, şükür görevini yerine getiren bir kuldu. Bu uyarı ve bu hatırlatma az sonra surenin akışı içinde yeralan Allah'ın vaadini doğrulamaktadır. Zira yüce Allah bir milleti, kendisini uyaracak ve ona hatırlatmalarda bulunacak bir peygamber göndermeden cezalandırmaz. Ayette Hz. Musa'ya kitap verilişinin birinci amacı da açıklanmaktadır. "Benden başkasını dayanak edinmeyiniz diyerek bu kitabı yahudilere doğru yol kılavuzu yaptık. Yani Allah'dan başka kimseye dayanmasınlar, Allah'dan başka kimseye yönelmesinler diye. İşte doğru yol budur. İşte iman budur. Allah'dan başkasına dayanan ne iman etmiş, ne de doğru yolu bulmuş olur. Ayeti kerimede yüce Allah İsrailoğulları'na Hz. Nuh ile birlikte gemiye aldırdığı atalarının adıyla onlara hitap ediyor. Gemiye alınan bu insanlar yeryüzünün ilk Resulü Hz. Nuh döneminde insanlığın özünü oluşturuyorlardı. Onlara bu soy bağı ile hitap edilerek önceki atalarından şükreden bir kul olan Hz. Nuh ile birlikte Allah tarafından kurtarıldıkları hatırlatılmakta ve asil-imanlı köke dönmeleri telkin edilmektedir. Hz. Nuh'un kulluk sıfatının burada özellikle vurgulanmasının bir anlamı ve nedeni budur. Bir diğer anlamı ise Allah tarafından seçilen peygamberlerin sıfatlarının uyumunu göstermek ve belirginleştirmektir. Nitekim daha önce Hz. Muhammed -salât ve selâm üzerine olsun- de Kur'an'ın, havasını ve akışını gözeten uyum metoduna uygun olarak kulluk sıfatı ile anılmıştı. Yüce Allah'ın İsrailoğulları'na doğru yol kılavuzu olsun diye Hz. Musa'ya gönderdiği bu kitapta yeryüzünde bozgunculuk yapacakları için yıkılacaklarına ve bu yıkılışlarının işledikleri bozgunculuğun tekrarlanacağı için bir kere daha gerçekleşeceğine dair hüküm haber veriliyor ve yüce Allah, yürürlükteki değişmez yasasının gereği olarak yeryüzünde bozgunculuk yaptıkça tekrar yıkılacakları uyarısında bulunuyor: "Tevrat'ta yahudiler hakkında "yeryüzünde iki kez kargaşa çıkaracaksınız ve bu arada parlak bir yükseliş dönemi yaşayacaksınız" diye hüküm verdik." Bu haber ve hüküm, yüce Allah'ın ilahi ilmine dayanarak onların geleceğini, akıbetlerini daha önceden haber vermesidir. Yoksa bu hüküm onların fiillerinin kendisinden kaynaklanacağı onları mecbur kılan bir hüküm değildir. Çünkü yüce Allah hiç kimsenin bozguncu olmasına karar vermez. "Allah kötülük işlemeyi emretmez." Yalnız, yüce Allah olup-biteni bildiği gibi meydana gelecek olan şeyleri de bilir. Meydana gelmemiş olan şeyler, insanların bilgisine göre olmamış ve perdeleri henüz kalkmamış da olsa, Allah'ın ilmine göre olmuş-bitmiş şeyler gibidir. Yüce Allah Hz. Musa'ya gönderdiği kitapta İsrailoğulları'nın yeryüzünde iki kere bozgunculuk yapacaklarını, kutsal yurdu ele geçireceklerini ve ona egemen olacaklarını ve haber vererek yükselişlerini bozgunculuk yolunda kullandıklarında onları perişan edecek, onların kutsal değerlerini ayakları altına alacak ve onları yerle bir edecek kullarını başlarına musallat edeceğini hükmetmiştir. "Birinci kargaşaya ilişkin ilahi cezanın vadesi gelince üzerimize son derece saldırgan ve acımasız kullarımızı saldık. Bunlar evlerinizin köşe-bucaklarım arayarak sizi yakalamaya giriştiler. Bu, Allah'ın yerine gelmesi kaçınılmaz bir sözü idi." İşte bu birincisidir. Kutsal yurda hakim olurlar. Orada bir güç ve iktidar elde ederler. Ve orada bozgunculuğa başlarlar. Yüce Allah da çetin, savaşçı ve tuttuğunu koparan pek güçlü kullarından bir kısmını onların üzerine gönderir. Ocaklarını darmadağın ederler. Sabah-akşam onları yıldırtıcı bir otoriteyle yüzyüze getirirler. Orada bulunan her şeyi ve herkesi korkusuzca ezer geçerler: "Bu Allah'ın yerine gelmesi kaçınılmaz bir sözü idi." Bu söz değiştirilemez. Yalanlanamaz. İsrailoğulları mağlûbiyetin, baskının ve aşağılanmanın acısını çektikten sonra Rabbleri olan Allah'a dönerler. Hallerini düzeltirler. Başlarına gelen belâdan ders alırlar. Fetihlerle üstünlüğü ellerine geçirip güçleri kendilerini aldatıncaya, onlar da azgınlığa başlayıp yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya başlayıncaya kadar... Bundan sonra yüce Allah mağlûp olanlara galiplerin imkânlarını verir mustaza'fları müstekbirlerin yerine geçirir. "Sonra eski iktidarınızı size geri vererek bu düşmanlarınıza karşı üstün konuma gelmenizi sağladık. Sizi mal ve evlât artışı ile destekledik ve sizi güçlü orduya sahip kıldık." Sonra kıssa yeniden tekrar ediliyor! Surenin akışı içinde geri kalan doğru haberlere ve eksiksiz gerçekleşen sözlere geçilmeden önce çalışmanın karşılığını almanın ilkesi yerleştiriliyor: "Eğer iyilik ederseniz, kendiniz için iyilik edersiniz. Eğer kötülük ederseniz o da kendiniz içindir." Ne dünyada ne de ahirette değişir bu ilke. Bu ilkeye göre insanın tüm çalışması, bütün ürünleri ve bütün sonuçları ile kendisinindir. Verilen karşılık çalışmanın doğal sonucudur. Ondan elde edilir ve onunla şekillenir. Artık her insan kendisinden sorumludur. Dilerse kendisine iyilik yapar, dilerse kötülük... Cezaya çarptırıldığında artık kendisinden başkasını suçlamaya hakkı yoktur. Bu ilkeyi güzelce yerleştirdikten sonra surenin akışı devam ediyor ve tarihi hakikatler tamamlanıyor. "Çıkaracağınız ikinci kargaşaya ilişkin cezanın vadesi gelince üzerinize salacağımız başka saldırganlar acınızın yüzlerinize yansımasına yol açarlar. İlk seferinde gelenlerin yaptıkları gibi Mescid-i Aksa'ya girerler ve yükselttiğiniz her şeyi yerlebir ederler." Burada İsrailoğulları'nın yeryüzünde ikinci kez nasıl bir bozgunculuk yaptıkları belirtilmiyor. Daha önceki açıklama ile yetiniliyor. "Yeryüzünde iki kez kargaşa çıkaracaksınız." Daha sonra Allah'ın başlarına neyi musallat edeceği belirtiliyor: "İkinci kargaşaya ilişkin cezanın vadesi gelince üzerinize salacağımız başka saldırganlar acınızın yüzlerinize yansımasına yol açarlar." Başlarına musallat olanlar kendilerine o kadar katı cezalar veriyorlar ki, bu yüzden içlerini kaplayan kötülük yüzlerine kadar yansıyor. Yahutta karşılaştıkları kötülük ve aşağılanma yüzlerinde ifadesini buluyor. Bütün kutsal değerleri ayak altına alınıp çiğneniyor: "İlk seferde gelenlerin yaptıkları gibi Mescid-i Aksa'ya girerler." Ellerine geçirdikleri malları ve yurtları yerlebir ediyorlar. "Ve yükselttiğiniz her şeyi yerle bir ederler." Bu her şeyi darmadağın eden ve taş üstüne taş bırakmayan kapsamlı, büyük bir yıkılışın çizilen tablosudur. Verilen haberler doğru çıkmış ve vaad yerini bulmuştur. Yüce Allah birinci seferinde İsrailoğulları'na zorla kendilerine egemen olacak bir millet göndermiştir. Sonra onları yurtlarından sürecek ve oradaki mallarını ve mülklerini yerle bir edecek bir millet başlarına musallat etmiştir. Kur'an, İsrailoğulları'nın başlarına musallat edilen bu milletin hangi millet olduğunu belirtmiyor. Zira bu milletin adını vermek ondan alınacak derse bir katkıda bulunmuyor. Burada önemli olan ibret alınmasıdır. Amaç, yüce Allah'ın tüm insanlar için belirlediği yasanın açıklanmasıdır. Surenin akışı içinde bu doğru haberden ve gerçekleşen sözden sonra bu yıkılışın bir rahmet kapısına yol açabileceği belirtiliyor: "Bundan sonra belki Rabbiniz size merhametli davranır." Eğer olup-bitenlerden ibret alabilirseniz... Ama İsrailoğulları, tekrar yeryüzünde bozgunculuğa kalkışacak olurlarsa, ceza yine hazırdır ve yasa yine yürürlüktedir: "Fakat, eğer kargaşaya dönerseniz, biz de tekrar cezalandırırız." Nitekim İsrailoğulları tekrar bozgunculuğa başlamışlardı. Yüce Allah da ceza olarak müslümanları onların başlarına musallat etti. Onları bütün Arap Yarımadası'nın dışına sürdüler. Bundan sonra yine bozgunculuk yaptılar. Bu sefer de başka kulları başlarına musallat etti. Böylece günümüze kadar geldiler. Bu asırda ise "Hitler" başlarına musallat oldu. Bugün de "İsrail" olarak tekrar bozgunculuğa başladılar. İsrail, oranın sahibi olan Araplar'a işkencenin binbir çeşidini tattırdı. Yüce Allah kesin olan vaadini doğrulamak ve değişmeyen yasasını yürürlüğe koymak için onlara azabın en acısını tattıracak bir milleti gönderecektir. Hiç şüphesiz yarın, bekleyeni için çok yakındır!.. Surenin akışı, ayeti kerimeyi kâfirlerin ahiretteki akıbetlerini bildirerek tamamlıyor. Zira kâfirlerin sonu ile bozguncuların sonu arasında bir benzerlik bulunuyor: "Biz cehennemi kâfirler için içinden çıkılmaz bir kale yaptık." Kendilerini kuşatır, artık ondan kurtulamazlar. Hepsine yetecek genişliktedir. Hiç kimse dışarda kalmaz. KUR'AN VE HİDAYET İsrailoğulları'nın yaşantısından doğru yola gelsinler diye yüce Allah'ın Hz. Musa'ya gönderdiği kitaptan, onların doğru yola gelmeyip aksine sapıtarak yok edilişlerinden söz eden bu bölümden sonra, insanları en doğru yola iletsin diye gönderilen Kur'an-ı Kerim'den bahsediliyor: 9- Hiç kuşkusuz bu Kur'an insanları en doğru yola iletir ve iyi ameller işleyen mü'minlere, kendilerini büyük bir ödülün beklediği müjdesini verir. 10- Ahirete inanmayanlara gelince, onlar için acıklı bir azap hazırladığımızı bildirir. " Hiç kuşkusuz bu Kur'an insanları en doğru yola iletir." Yol gösterdiği tüm insanlara her konuda kesin olarak en doğruyu gösterir. Uluslara ve kuşaklara yer ve zaman sınırı tanımadan kapsamlı bir şekilde doğru yolu gösterir. Kur'an'ın iletmiş olduğu doğru yol, insanların her yerde ve her zaman kullanabileceği bir metodu, yöntemi ve her iyiliği kuşatmaktadır. Kur'an, insanın içi ile dışı, duyguları ve ahlâkı, inancı ve ameli arasında bir uyum oluşturarak onu en doğruyola iletir. Kur'an-ı Kerim insanı anlaşılmayan ve kapalı hiçbir tarafı bulunmayan açık ve sade bir inanç sistemi ile vicdan ve bilinç dünyasında en doğru yola iletir. Bu inanç sistemi insanın ruhunu kuruntuların ve saçmalıkların ağırlıklarından kurtarır. Çalışmaya ve yapıcılığa elverişli olan beşeri güçlerini serbest bırakır. Tam bir uyum ve ahenk içinde evrenin doğal yasaları ile insanın bünyesinde yeralan fıtri yasalar arasında bağlar oluşturur. Kur'an insanın içi ile dışı, duyguları ile ahlâkı, inancı ile ameli arasında bir uyum sağlaması ile de onu en doğru yola iletir. Bir de bakmışsın ki, bütün bunlar çözülmez bir şekilde sağlam olan kulpa bağlanmıştır. Yeryüzünde oldukları halde, onları daha yükseklere doğru yönlendirmiştir. Bir de bakmışsın ki, insanın Allah rızasına yönelerek yaptığı her çalışma, hayatta kendisine kazanç ve yarar sağlayan bir çalışma da olsa, ibadete dönüşmüştür. Kur'an-ı Kerim insanı, gü ile yükümlülük arasında sağladığı denge ile ibadetler dünyasında da en doğru yola iletir. Bu sistemde yükümlülükler ne insanoğlunu usandıracak ve ümitsizliğe itecek kadar ağırdır, ne de insanın içine rehavet ve vurdumduymazlığın çökmesine neden olabilecek kadar ucuz ve basittir. İtidal, orta yol ve insanın güç yitirme kapasitesi dışına çıkmaz. Bununla beraber Kur'an-ı Kerim insanların birbirleriyle olan ilişkilerini düzenlemede de en doğru yolu gösterir. Bireylerin ve eşlerin, hükümetlerin ve halkların devletlerin ve milletlerin ilişkilerini en güzel şekilde düzenler. Bütün bu ilişkileri arzulardan ve gönüllerden etkilenmeyen, sevgiye ve nefrete göre şekillenmeye şahsi çıkarlara ve menfaatlere göre farklılık göstermeyen köklü değişmez ilkeleri ölçüleri belirlemiştir. Bunlar her şeyi bilen ve her şeyden haberi olan yüce Allah'ın belirlediği ilkelerdir. O yarattığı varlıkları daha iyi bilir. Her yerde ve her kuşakta kendileri için nelerin daha yararlı olduğunu en iyi bilendir. Bu nedenle idare düzeni, ekonomik düzen, sosyal düzen ve insanlık alemine yaraşır uluslararası ilişkiler düzeni konusunda insanlara en doğru yolu ancak o gösterebilir. Bütün ilahi dinlerin oluşumunda ve bunların hepsinin birbirlerine bağlanmasında, kutsal değerlerine saygı gösterilmesi ve dokunulmaz kabul edilen olgularının korunmasında en sağlıklı yolu yine Kur'an gösteriyor. Bir de bakmışsın ki, insanlığın tamamı bütün ilahi inançlar konusunda tam bir barış ve uyum içindedir. "Hiç kuşkusuz bu Kur'an insanları en doğru yola iletir." "İyi ameller işleyen mü'minlere kendilerini büyük bir ödülün beklediği müjdesini verir. Ahirete inanmayanlara gelince onlar için acıklı bir azap hazırladığımızı bildirir." İşte yapılan iş ile ona verilecek karşılık arasındaki en köklü ilke budur. İman ve iyi ameller üzerinde kuruyor binasını. "Amelsiz iman olmaz." İmansız amel de olmaz." Birincisi yarım kalmıştır. Tamamlanmamıştır. İkincisi ise kesiktir, kopuktur. Hiçbir dayanağı yoktur. İşte bu nedenle hayatın en doğru yola girmesi ancak iman, amelle birlikte olduğu zaman mümkündür. İnsan ancak bu ikisini beraber yerine getirerek bu Kur'an'ın gösterdiği yola girebilir. Bu Kur'an'a uymayanlar ise, insanların arzu ve isteklerine boyun eğmişlerdir. Kendisine neyin faydalı, neyin zararlı olduğunu bilmeyen, aceleci, peşinden gelen bir kötülüğün varlığını bilse dahi duygusal tepkilerini kontrol altına alamayacak kadar ihtiraslarına bağımlı insanın insafına bırakılmışlardır. 11- İnsan iyiliğe kavuşması için dua ettiği gibi aynı yönelişle başına kötülük gelsin diye de dua eder. Gerçekten insan pek aceleci pek, fevridir. İnsan işlerin nereye varacağını ve sonucun nasıllığını bilemez. Bir işi yaparken onun kötülükle sonuçlanacağını bilemez. Bilmeden bir an önce onun sonuna kavuşmak, ister. Bazen de işin kötülükle sonuçlanacağını bilir. Fakat ihtiraslarını frenlemeye, hakim olmaya gücü yetmez. Bu nerde? Kur'an'ın doğru yolu gösteren, şefkatli vè huzurlu hidayeti nerede? İyi bilmeliyiz ki, bunlar birbirinden ayrı iki yoldur. Çok farklı hem çok farklı yollar... Biri Kur'an'ın gösterdiği yol, diğeri insanın arzularının gösterdiği yol. EVREN VE İNSAN Surenin akışı içinde şimdiye kadar sıra ile İsra olayı ve onunla birlikte meydana gelen olağanüstü olaylar, Hz. Nuh ve onunla birlikte gemiye alınan mü'minlerin kıssası, İsrailoğuları'nın kıssası, Allah'ın kitapta onlar hakkında verdiği hükümler belirtilmektedir. Şimdi de bu ilahi hükümler Allah'ın kulları için belirlediği yasalara, çalışmaya, çalışmanın karşılığına ilişkin ilkelere ve Kur'an'ın yol göstericiliğine kısaca değinilecek. Allah'ın peygamberine vermiş olduğu bu ayetlere kısaca işaret edildikten sonra, bu varlık alemine Allah tarafından yerleştirilen ayetlere geçiliyor. İnsanın çalışmaları ve amelleri, çabaları ve bu çabaların karşılıkları, kazançları ve hesapları hep ayetlere bağlanıyor. Bir de bakmışsın ki, çalışmanın, çalışmaya verilecek karşılığın, kazancın ve hesabın hepsi evrenin büyük olan yasalarına kesin ve sıkı bir şekilde bağlıdır. Bizzat aynı yasalara mahkûmdur. Geceyi ve gündüzü evirip-çeviren, geceyi ve gündüzü yaratıp düzenleyen yüce yaratıcının iradesi ile idare edilen şu evrenin şaşmaz düzeni gibi sistemli, dakik biçimde işleyen ve asla gecikmeyen ilkelere ve yasalara dayanır. 12- Gece ile gündüzü varlığımızın ve yetkin gücümüzün iki ayeti, iki somut göstergesi olarak yarattık. Sonra Rabbinizin lütfu peşinde koşasınız ve yılların sayısı ile takvim hesabını bilesiniz diye geceyi karartarak gündüzü aydınlık yaptık. Her konuyu ayrıntılı biçimde anlattık. 13- Her insanın amelini halka yapıp boynuna takarız. Kıyamet günü açık olarak bulacağı bir amel defteri önüne çıkarırız. 14- Herkese "Oku kitabını, bugün sen kendin için yeterli bir muhasebecisin " deriz. 15- Kim doğru yolu izlerse kendisi için izler. Kim doğru yoldan saparsa kendi zararına sapıtmış olur. Hiç kimse bir başkasının günah yükünü taşımaz. Bir peygamber göndermedikçe hiç kimseyi azaba çarptırmayız. 16- Biz bir beldeyi yoketmek istediğimizde oranın şımarık ele başlarına emrederiz de kötülüğe dalarlar. Böylece o belde hakkında hükmümüz haklılık kazanır. Bunun üzerine orayı alt-üst ederiz. 17- Biz Nuh'tan sonra gelen nice milletleri yokettik. Kulların günahlarından haberdar olucu ve onları görücü merci olarak Rabbin yéterlidir. 18- Kim geçici dünyanın mutluluğunu isterse dilediğimiz kimselere orada dilediğimiz kadar geçici nimet veririz. Fakat sonra onu cehenneme yollarız, horlanmış ve Allah'ın rahmetinden kovulmuş olarak oraya girer. 19- Buna karşılık, kim ahiret mutluluğunu ister de mü'min olmak şartı ile o uğurda gerekli çabayı harcarsa, böylelerinin çabaları takdir edilir, emeklerinin karşılığını alırlar. 20- Her iki grubu da yani berikilere de ötekilere de Rabbinin bağışından pay veririz. Hiç kimse Rabbinin bağışından mahrum edilmez. Onun bağış kapısı herkese açıktır. 21- Bir baksana, insanları dünyada nasıl birbirinden üstün kıldık. Oysa ahiretin dereceleri daha büyük olduğu gibi, aralarındaki üstünlük farkları daha geniş çaplıdır. Geceye ve gündüze hükmeden evrensel yasanın insanın çalışması ve kazancı ile, senelerin ve hesabın ilmiyle, insanın iyi-kötü kazandığı şeylerle, işlediklerine karşılık olarak aldığı iyi-kötü cezalarla, doğru yolda veya sapıklıkta ilerleyişin doğurduğu sonuçlarla, kişinin kendi sorumluluğunu kendisinin yüklenmesi ve kimsenin günahını taşımaması ile, yüce Allah'ın bir elçi göndermeden hiçbir topluluğu cezalandırmayacağına ilişkin sözü ile, ileri gelen azgınlarının dinden sapması sonucunda Sünnetullah (Allah'ın yasası) gereği olarak bazı kasaba halklarının yokedilişi ile, hem dünyayı isteyenlerin akıbetleri hem de ahireti isteyenlerin akıbeti ve hem bunların, hem de ahirette tercih ettiklerinin Allah tarafından verilmesiyle doğrudan ilgisi vardır... Bu olayların ve işlerin hepsi değişiklik göstermeyen yasalara ve sabit olan bir ilkeye, değişimi olmayan bir sisteme uygun biçimde meydàna gelmektedir. Bu işlerden ve olaylardan hiçbiri ölçüsüz, kontrolsüz değildir. "Gece ile gündüzü varlığımızın ve yetkin gücümüzün iki ayeti, iki somut göstergesi olarak yarattık. Sonra Rabbinizin lütfu ile peşinde koşasınız ve yılların sayısı ile takvim hesabını bilesiniz diye geceyi karartarak gündüzü aydınlık yaptık. Her konuyu ayrıntılı biçimde açıkladık. Gece ile gündüz, evrenin büyük ayetlerinden sadece iki tanesidir. Bir defa dahi olsa şaşmayan, bir kerecik olsun duraklamayan gece ve gündüz sürekli olarak yorulmadan çalışan, değişmez bir kanun gibi sürüp giden iki ayet. Gece ayeti de gündüz ayeti gibi ortada varlığını sürdürürken, ayeti kerimede ifade edilen (gecenin ayetini yokettik) cümlesinin anlamı nedir acaba? Allah bilir ya, bu yok edişten amaç, eşyayı içine gizleyen, hareketleri ve canlıları sükûnete kavuşturan gecenin karanlığıdır. Gece, gündüzün aydınlığına, ışığına, canlıların ve eşyanın hareketine oranla yokluk gibidir. Gündüz, her şeyi gözlerin önüne getiren aydınlığı ile sanki bizzat kendisi görünmektedir. Aydınlatmaktadır. Gecenin karartılmasının ve gündüzün aydınlatılmasının amacı ayette şöyle açıklanıyor: "Rabbinizin lütfu peşinde koşasınız ve yılların sayısı ve takvimin hesabını bilesiniz diye..." Buna göre gece rahat, sükûnet ve dinlenmek içindir. Gündüz ise, çalışmak, kazanmak ve hareket içindir. Gece ile gündüz arasındaki ayrılık ve farklılıktan insanlar senelerin ve mevsimlerin sayısını öğrenirler. Ayrıca sözleşmelerin ve alışverişlerin hesabını yapma imkânı elde ederler. "Her konuyu ayrıntılı biçimde anlattık." Bu varlık aleminde hiçbir şey ve hiçbir iş başıboşluğa ve tesadüfe bırakılmamıştır. Geceyi ve gündüzü son derece hassas ölçüler içinde evirip çeviren yasanın şaşmaz şekilde işleyişi idarenin ve yürütmenin hassas ölçülerle yapıldığını ortaya koymakta ve bu olgular Allah'ın gücünü gösteren tanıklar ve belgeler olmaktadır. İşte kâinattaki bu şaşmaz yasa, insanın çalışması ile çalışmanın karşılığı arasında bir bağ kurmaktadır. "Her insanın amelini halka yapıp boynuna takarız. Kıyamet günü açık olarak bulacağı bir amel defteri önüne çıkarırız." "Herkese "oku kitabını, bugün sen kendin için yeterli bir muhasebecisin" deriz. Her insanın boynuna dolanan şey, onun amelinden doğan sonuçlardır. Yani amelden kendi payına düşen karşılıktır. Bu da onun işlediği amelleri ifade etmektedir. Boynuna dolanması ise, onun kendisine yapıştığını ve ondan ayrılmayacağını tasvir etmektedir. Çünkü Kur'an-ı Kerim'in metodunda soyut kavramlar somut bir şekilde canlandırılır, onlara şekil kazandırılıp net bir şekilde ortaya konulur. Onun yaptığı işler kendisinden geri durmaz. İnsan da onlardan yakasını kurtaramaz. Kıyamet gününde insanın kitabının açık olarak kendisine verildiğinin ifade edilmesi de bu türden bir ifadedir. Bu da onun tüm yaptıklarının apaçık ortaya çıktığını, onları gizleyemeyeceğini, bilmezlikten gelemeyeceğini ve bu konuda herhangi bir demagojiye kaçamayacağını tasvir etmektedir. İşte bu soyut anlam açık olarak kitabın oluşturduğu tabloda canlandırılmaktadır. Bu şekildeki bir tasvir insanın ruhu üzerinde daha derin etkiler bırakmakta ve onun duygularında daha etkili bir şekilde varlığını hissettirmektedir. Böylece bir de bakmışsın ki, insanın hayal gücü çetin kıyamet gününden kaynaklanan bir korku içinde ürpermekte, boynuna dolanan bu amelleri ve açık olarak verilen bu kitabı ürpererek ele almaktadır. Bugün de bütün sırlar ve gizli saklı şeyler ortaya çıkmakta, artık ne bir şahide ne de muhasebeciye gerek kalmaktadır: "Herkese "oku kitabını, bugün sen, kendin için yeterli bir muhasebecisin"deriz. Evrende işleyen bu şaşmaz ilke ile çalışmanın ve çalışmaya verilen karşılığın ilkesi birbirine bağlanmaktadır. "Kim doğru yolu izlerse kendisi için izler. Kim doğru yoldan saparsa kendi zararına sapıtmış olur. Hiç kimse bir başkasının günah yükünü taşımaz. Biz peygamber göndermedikçe hiç kimseyi azaba çarptırmayız." Bu her insanın sadece kendini bağlayan bireysel sorumluluğun kendisidir. Eğer doğru yolu seçerse kendisine, sapıklık yolunu seçerse cezası kendisine aittir. Hiç kimse kimsenin günahını taşımaz, kimse de kimsenin yükünü hafifletemez. Herkes sadece kendi yaptığından sorumludur. Herkes de sadece yaptığının karşılığını görür. Ve orada hiçbir samimi dostunu sorup ilgilenemez. Yüce Allah'ın rahmeti insanların fıtratlarını esas alarak, daha önce atalarının sulbünde iken, Ademoğullarından olma olduğu sözü gerekçe gösterip, onları sorumlu tutmaz. Ayrıca kâinatın sayfalarına, serpiştirdiği ayetlerle de yetinip onu sorumlu kabul etmez. (A'raf Suresi 172. ayetin tefsirine bakınız) Onlara o iki delil ilave olarak uyarıcı ve hatırlatıcı peygamberler göndermeyi gerekli görmüştür. "Biz peygamber göndermedikçe hiç kimseyi azaba çarptırmayız." Kullarını cezaya çarptırmadan önce onları tüm mazeretlerini ortadan kaldırması Allah tarafından insana yönelik bir rahmettir. Kasabaların yokedilişi ve oralarda yaşayan insanların dünyada cezalandırılması da gece ve gündüze hükmeden bu evrensel yasaya bağlıdır. "Biz bir beldeyi yoketmek istediğimizde, oranın şımarık ele başlarına emrederiz de kötülüğe dalarlar. Böylece o belde hakkındaki hükmümüz haklılık kazanır. Bunun üzerine orayı altüst ederiz." Ayeti kerimede geçen "Mutrafin" sözcüğü her milletin refah içinde yaşayan, serveti, hizmetçileri bulunan, rahatları yerinde olan aristokrat kesimdir. Bunlar şan-şöhret konfor ve iktidardan alabildiğine yararlanırlar. İçlerine gevşeklik çöker. Bozulurlar. Doğru yoldan sapar ve hayasızlığa dalarlar. O milletin kutsal değerlerini, iftihar kaynaklarını ve diğer değerlerini ayaklar altına alırlar. Irzlarını, namuslarını ve dokunulmaz kabul edilen değerlerini önemsemezler. Kendilerine karşı çıkacak kimsenin olmadığını anladıklarında, yeryüzünde bozgunculuğu yayarlar. Milletin içine hayasızlığı yayar, yaygınlaştırırlar. Bir milleti ayakta tutan üstün değerleri ucuzlatırlar. Milletin kendisi için yaşadığı değerleri hiçe sayarlar. İşte bu nedenlerle millet çözülür, yılgınlığa düşer. Canlılığını güç kaynaklarını ve kèndisini ayakta tutan enerji kaynaklarını yitirir. Yok olur, sayfası dürülür gider. Ayeti kerime yüce Allah'ın şu yasasını yerleştiriyor: Bir millet yokoluşunun sebeplerine sarılıp, orada bozgunculuğun ele başları çoğalır da millet onları engellemez, yaptıklarına seyirci kalırsa, yüce Allah bu bozgunculuk önderlerini onların üzerine salar ve onları saptırırlar. Böylece sapıklık orada yaygınlaşır. Millet çözülür ve dağılır. Allah'ın yasası gerçekleşir. Yıkılış başlar ve o millet yokolur. Millet; bozgunluğa önderlik yapanları engellemediği, bozguncuların varlığına izin veren düzenlerini düzeltmediği için başına gelen felâketten bizzat kendisi sorumludur. Zaten bozguncuların bizzat bu varlıkları bile, yüce Allah'ın bu bozguncuları onların başına salmasının ve orada bozgunculuk yapmalarının nedenlerinden birisidir. Eğer bu bozguncuların yollarını kesip, orada yayılmalarına izin vermeselerdi, yokolmayı hak etmezlerdi. Allah da onların başına orada sapıklık, bozgunculuk yapacak ve onları felâkete sürükleyecek kimseleri salmazdı. Allah'ın iradesi insan hayatı için şaşmayan ilkeler ve değişmeyen yasalar belirlemiştir. Sebepler oluştuğunda peşinden sonuçlar gelir. Allah'ın iradesi yürürlüğe girer ve onun sözü yerine gelir. Yüce Allah, sapıklığı emretmez. Çünkü yüce Allah kötü şeyleri, hayasızlığı emretmez. Fakat bozguncu önderlerin sadece varlıkları bile o milletin yapısının sarsıldığının, çözülme yoluna girdiğinin ve Allah'ın takdirinin ona uygun bir ceza vereceğinin kanıtıdır. Zira bozguncu liderlerin varlığına ve yaşamına izin vermekle Allah'ın bu yasasının gerçekleşmesine neden olmuşlardır. Buradaki irade, sebebi yaratan zoraki yönlendirmeyi ifade eden irade değildir. Bu sadece sonucun sebebe göre şekillenmesidir. Bundan kaçış mümkün değildir. Zira bu iş, yasanın gereği olarak böyle olmaktadır. Yoksa iş sapıklığa yöneltme şeklinde bir şey değildir. Bu sadece sapıklık önderlerinin varlığından kaynaklanan doğal sonucu, yani sapıklığı yaratmaktan ibarettir. Buradan hareketle şu sonuca varabiliriz. Eğer bir toplum, bozuk sistemlerin yaptıklarına engel olmazsa bunun kaçınılmaz sonuçlarından sorumlu olur. Orada bulunan sapıklık önderlerinin bozgunculuğuna engel olmak bütün bir toplumun görevi olmalıdır ki, azgınlar orada bozgunculuk yapıp, Allah'ın sözünün gerçekleşmesine ve orayı yerle bir etmesine neden olmasın. Bu yasa, Hz. Nuh'tan bu yana yaşayan tüm eski milletlerde asırlar boyu uygulana gelmiştir. Hangi millette günahlar çoğalmış, yayılmışsa, bu onları aynı acıklı sona götürmüştür. Yüce Allah kullarını günahlarından haberdardır ve görendir. "Nuh'tan sonra gelen nice milletleri yokettik. Kulların günahlarından haberdar olucu ve onları görücü merci olarak Rabbin yeterlidir." ÜSTÜNLÜK VE HORLANMIŞLIK Sonra, sadece bu dünya için yaşayıp içinde yaşadığı sınırların ötesine, daha yüce değerlere ulaşmak istemeyenlerin paylarını yüce Allah dilediğine bu dünyada verir. Ayrıca ahirette onu haklı olarak cehennem bekler. Bu yeryüzünün sınırları dışına taşmak isteyenler, yeryüzünün bataklığına, çamuruna ve pisliklerine batarlar. Oradan hayvanlar gibi yararlanırlar. Orada ihtiraslarına, arzu ve isteklerine teslim olurlar. Bu yeryüzünün zevklerini elde etme yolunda kendilerini cehenneme yuvarlayacak günahlar işlerler. "Kim geçici dünyanın mutluluğunu isterse dilediğimiz kimselere orada dilediğimiz kadar geçici nimet veririz. Fakat sonra onu cehenneme yollarız. Horlanmış ve Allah'ın rahmetinden kovulmuş olarak araya girer." Yaptıklarından dolayı kınanır. Azabı cehenneme vardığı için oraya yuvarlanır: "Buna karşılık kim ahiret mutluluğunu ister de mü'min olmak şartı ile o uğurda gerekli çabayı harcarsa, böylelerinin çabaları takdir edilir. Emeklerinin karşılığını alırlar." Ahireti dileyenin onun için çalışması, yükümlülüklerini yerine getirmesi, ön şartları için paçasını sıvaması gerekir. Ahirete ilişkin çalışmasını imana dayandırması gerekir. İman temenni değildir. İman kalbe yerleşen ve davranışlarca da doğrulanan bir olgudur. Ahiret için çalışmak, kişiyi dünyanın güzel zevklerinden mahrum etmez. Sadece onun bakışlarını daha yüce ufuklara yöneltir. Dolayısıyla bu yeryüzünde bolluk ve bereket içinde yaşamak mü'minin hedefi ve amacı olamaz. İnsan kendisine hakim olduktan sonra onlardan yararlanmasında ve onları kullanmasında bir sakınca yoktur. Dünyayı tercih eden kınanmış ve tartaklanmış halde cehennemi boylarken, ahireti tercih edenler ve bu yolda gereken çalışmayı yapanlar ise, ahirette övgülerle karşılaşacaklardır. Yüceler aleminde onurlandırılacaklardır. Güzel bir hedef için güzel bir çalışma sergilemelerinin, uzak ve aydınlık ufuklara yönelmelerinin karşılığı olarak... Dünya için yaşamak kurtçuklara, sürüngenlere, böceklere, kuşlara, yırtıcı ve evcil hayvanlara yakışır bir hayattır. Ahiret için yaşamak ise, Allah tarafından onurlandırılmış olan insana yaraşır bir hayattır. Çünkü yüce Allah, insanı yaratmış, ona şekil vermiş, ayakları yerde bulunsa da kendisini yükseklere doğru çeken gizli bir güç olan ruhu ona vermiştir. Buna rağmen onların hem bu kesimi, hem de diğer kesimi Allah'ın bağışından yararlanırlar. Dünyayı isteyene nasibini dünyada, ahireti isteyene de nasibini ahirette veren O'dur. Allah'ın bağışına hiç kimse ne engel olabilir ne de yasaklayabilir. Allah'ın bağışı geneldir. Onu Allah'ın iradesi dilediği biçimde yönlendirir. "Her iki grubu da, yani berikilere de, ötekilere Rabbinin bağışından pay veririz. Hiç kimse Rabbinin bağışından mahrum edilemez. Onun bağış kapısı herkese açıktır." Yeryüzünün alanı dardır. Bir kara parçası olarak dünya sınırlıdır. Buna rağmen yeryüzünde yaşayan insanlar, şartları, imkânları, hedefleri ve amelleri açısından birbirinden çok farklıdırlar. Alabildiğine geniş ve alabildiğine uzun bir zamanı kapsayan, yani dünyanın bütünü ile yanında bir sinek kanadı kadar değeri bulunmayan ahirette onların aralarındaki farklar nasıl olur acaba? "Bir baksana, insanları dünyada nasıl birbirinden üstün kıldık. Oysa ahiretin dereceleri daha büyük olduğu gibi, aralarındaki üstünlük farkları daha geniş çaplıdır." Gerçekten farklı olmak isteyen, büyük üstünlükler elde etmek isteyen, bunların geniş bir alana ve geniş bir zamana sahip olan, Allah'dan başkasının sınırlarını bilemediği ahirette olduğunu bilmelidir. Dileyen yarışçılar, bu konuda yarışsınlar. Basit, değersiz dünya malı konusunda değil!.. YAŞAM İLKELERİ VE İNANÇ SİSTEMİ Geçen derste çalışma ile karşılığına, doğru yol ile sapıklığın, kazanç ile hesabın... İlkeleri geceyi ve gündüzü idare eden temel yasaya bağlanmıştı. Bu dersimizde ise, ahlâk ve yaşantının ilkeleri, bireysel ve toplumsal yükümlülükler Allah'ın birliği esasına dayalı inanç sistemine bağlanıyor. Aynı şekilde aile, toplum ve hayata ilişkin bütün bağlar ve bütün ilişkiler bu sağlam kulpa bağlanıyor. Geçen derste "Hiç şüphesiz bu Kur'an, insanları en doğru yola iletir ve "Her konuyu ayrıntılı biçimde anlattık" ilkesine yer verilmişti. Bu derste ise, bu Kur'an'ın emirlerinden ve yasaklarından birtakım örnekler veriliyor. Kur'an'ın en güzel şekilde yol göstermesi bir ölçüde izah ediliyor. Hayat gerçeğine ilişkin yaşam kurallarının bazılarını bir ölçüde açıklıyor. Bu ders, Allah'a ortak koşmayı, yasaklamakla, Allah'ın yalnız kendisine kulluk yapılmasına hükmettiğini duyurmakla başlıyor. İşte buradan hareketle emirler ve yükümlülükler şu şekilde sıralanıyor. Anne-babaya iyilik, yakınlara, yoksullara ve yolda kalmışlara saçıp savurmadan, yardımda bulunma, çocukları öldürme yasağı, zina yasağı, öldürme yasağı, yetimin malını koruma, sözünde durma, ölçüyü ve tartıyı doğru tutma, gerçeği iyice araştırma, böbürlenme ve büyüklük taslama yasağı. Ve bölüm Allah'a ortak koşmaktan sakındırarak sona eriyor. Böylece emirleri, yasakları ve yükümlülükleri dersin girişi ile sonu arasına serpiştiriyor. Hayat binasının üzerinde kurulduğu tevhid inancına bağlanıyor. 22- Allah'a yanısıra başka bir ilaha tapma. Yoksa horlanmış ve koruyucusuz bırakılmış olarak otura kalırsın. Bu şirkin yasaklanması ve akıbetinden sakındırılmasıdır. Aslında emir geneldir. Yalnız burada birey tek başına muhatab alınıyor ki, herkes bu emrin kendisine yöneltilen bir emir olduğunun, kendi şahsına yöneltildiğinin bilincine varsın. İnanç kişisel bir sorundur. Herkes bizzat kendisi ondan sorumludur. Tevhid inancından sapar herkesi bekleyen akıbeti ise, daha önce işlediği kötü fiillerden dolayı "oturması" ve "kınanması"dır. Kınanmış durumda otura kalmasıdır. Yardımcısız bırakılmasıdır. Allah'ın yardım etmediği kimsenin çok yardımcısı olsa da yalnız kalmış demektir. "Otura kalırsın" sözcüğü, kınanan ve yalnız bırakılan adamın halini tasvir ediyor. Yalnızlık kendisini kuşattığı için oturmuştur. Bu ifade aynı zamanda acizliğini zayıflığını da ortaya koymaktadır. Çünkü bu şekildeki bir hal, insanın en zayıf halidir. Acizlik ve yerine çakılıp kalmanın en güzel tasviridir. Bu aynı zamanda onların bu yalnızlık ve itilmişlik hallerinin sürekliliğine işaret etmektedir. Zira oturuş; hareket ve durum değişikliğini çağrıştırmaz. Öyleyse bu söz, özellikle burası için seçilmiş bir sözdür. 23- Allah yalnız kendisine kulluk sunmanı ve ana-babana karşı nazik davranmanı kesin hükme bağladı. Eğer ana-babadan biri ya da her ikisi yanında yaşlılık çağına ererlerse, sakın onlara "öf be, bıktım senden" deme, onları azarlama; onlara tatlı ve saygılı sözler söyle. " Bu, şirkin yasaklanmasından sonra gelen ve yalnız Allah'a kul olmayı gerektiren bir emirdir. Yargı, hüküm biçiminde verilmiş bir emir. Bu, kesin bir hüküm kadar kesinlik ifade eden bir emirdir. "Hükme bağladı" sözcüğü bu emre bir pekiştirme anlamı katmaktadır, olumsuzluk ve istisna ifade eden "ancak" diye ifadesini bulan sınırlamayı da buna ilave etmeliyiz. "Yalnız kendisine kulluk yapın, başkasına değil." Böylece görülüyor ki, ifadenin tüm atmosferi pekiştirme ve sağlamlaştırma ile kuşatılmıştır. Böylece ilke belirlendikten ve temel atıldıktan sonra bireysel ve toplumsal yükümlülükler geliyor. Artık bu yükümlülüklerin Allah'ın birliği, inancından kaynaklanan sağlam bir temelleri vardır. Bu da yükümlülüklerin ve çalışmaların etkenlerini ve hedeflerini birleştirir. İnanç bağından sonra gelen ilk bağ aile bağıdır. İşte bu nedenle surenin akışı içinde anne-babaya iyilik, Allah'a kulluğa bağlanmaktadır. Bu da sözkonusu iyiliğin Allah katındaki değerini ortaya koymaktadır. "Anne-babana karşı nazik davranmanızı kesin hükme bağladı." Eğer ana-babadan biri ya da her ikisi yanında yaşlılık çağına ererlerse, sakın onlara "öf be, bıktım senden" deme. Onları azarlama. Onlara tatlı ve saygılı sözler söyle. |