Durumu: Medine No : 5587 Üyelik T.:
05 Aralık 2008 Arkadaşları:14 Cinsiyet: Memleket:İstanbul Yaş:35 Mesaj:
2.537 Konular:
2038 Beğenildi:116 Beğendi:0 Takdirleri:270 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Fizilalil Kuran Nahl Suresi Tefsiri-Medineweb Fizilalil Kuran Nahl Suresi Tefsiri-Medineweb 16-Nahl 1- Allah'ın hükmü yakında gerçekleşecektir; buna göre onun bir an önce gerçekleşmesini boşu boşuna isteyip durmayınız. Allah, onların kendisine yakıştırdıkları ortaklardan uzaktır, yücedir. 2-Allah "Benden başka ilah yoktur, sırf benden korkunuz"uyarısını, mesajını insanlara duyursunlar diye dilediği kullarına kendi iradesi ile vahiy eşliğinde melekler gönderir. Mekke müşrikleri Peygamberimizden -salât ve selâm üzerine olsun- başlarına dünya veya ahiret azabını yıkmasını ve bunun hemen gerçekleşmesini istiyorlardı. Zaman uzadıkça ve başlarına inecek olan azap geciktikçe, onlar da bu azabın daha çabuk gelmesine ilişkin aceleci ve alaylı isteklerinde ileri gidiyor ve daha da şımarıyorlardı. Hz. Muhammed'in, iman etmeleri ve teslim olmaları için kendilerini aslı ve gerçekliği olmayan şeylerle korkuttuğunu sanıyorlardı. Allah'ın onlara zaman tanımasının hikmetini ve onlara süre tanımakla ilgili rahmetini kavrayamıyorlardı. Bu nedenle yüce Allah'ın evrene serpiştirdiği işaretlerini ve Kur'an ayetlerini düşünüp anlamaya çalışmıyorlardı. Halbuki bu ayetler, azapla korkutarak insanlara hitap etmekten çok, onların akıllarına ve kalplerine hitap ediyorlardı! Allah'ın kendisine akıl, bilinç ve düşünme yeteneği, irade ve düşünce özgürlüğü vererek onurlandırdığı insana en uygun yöntem de buydu. Surenin baş tarafı şüphe götürmez kesin bir haberle başlıyor: "Allah'ın hükmü yakında gerçekleşecektir." Emrin verildiğine ve iradenin gerçekleştiğine işaret eden bir ifade... Sadece bu ayet bile emrin zamanının ve uygulanacağının kesinliğine kanıt olarak yeterlidir. "Buna göre onun bir an önce gerçekleşmesini boşu boşuna isteyip durmayın." Çünkü Allah'ın yasası onun iradesine uygun şekilde işler. Başkalarının onu öne almak istemesi, bu yasayı öne alamaz. Ricası da onu geciktiremez. Allah'ın azaba veya kıyamete ilişkin emri belirlenmiş ve sona ermiştir artık. Bunların meydana gelişi ve bu emrin infazı ise belirlenmiş zamana bırakılmıştır. Ne bir an ileri alınabilir, ne de bir an geciktirilebilir. Bu kesin ve değişmez ifade, ne kadar böbürlense de ne kadar sabit fikirli olsa da insanın ruhu üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. Bu aynı zamanda pratik gerçeğe de uygun düşmektedir. Çünkü Allah'ın emri mutlaka gerçekleşir. O'nun sadece hüküm vermesi bile o hükmün anında yürürlüğe girmesi anlamındadır. Bu emrin oluşu bile O'nun iradesinin gerçekleşmesi için yeterlidir. Yani ifade şeklinde bir abartma yoktur. Gerçeğe aykırı bir tarafı bulunmamaktadır. Ve aynı zamanda insanın şuuru ve bilinci üzerinde derin etki bırakmaya ilişkin amacına da ulaşmaktadır. Tek olan Allah'a ortak koşmalarına ilişkin uygulama ve bu şirkten kaynaklanan düşüncelere gelince yüce Allah bunlardan uzak olduğunu belirtmiştir: "Allah, onların kendisine yakıştırdıkları ortaklardan uzaktır, yücedir." Düşünce ve anlayıştaki düşüklükten kaynaklanan şirkin her şeklinden ve her çeşidinden uzaktır. Şirkten münezzeh olan ve onların ortak koştuklarından uzak bulunan Allah'ın hükmü geldi. Allah, insanları kuruntuları ve faydasız arzularıyla başbaşa bırakmaz. Onlara gökten kendilerini diriltecek ve kurtaracak olan vahyi gönderir. "Dilediği kullarına kendi iradesince melekler ile ruhu gönderir." Bu Allah'ın en başta gelen büyük nimetidir. İlerde de geleceği gibi yüce Allah gökten su indirerek yeryüzünü ve bedenleri diriltmekle yetinmeyip, ruhu diriltmek için kendi katından melekleri de gönderir. Burada ruh kavramının kendine özgü bir çağrışımı ve anlamı vardır. Ruh burada hayattır. Hayatın kaynağıdır. Nefislerde, vicdanlarda, akıllarda ve duygularda bir hayat. Toplumu bozulmadan, çözülmeden ve yıkılıştan koruyan bir hayat. Bu hayat, Allah'ın insanlara gökten indirdiği rahmetin ilki ve kullarına bahşettiği nimetin en değerlisidir. Onu Allah'ın temiz yaratıkları olan melekler, Allah'ın seçkin kulları olan peygamberlere indirirler. Bu mesajın özü ve esası şudur: Allah "benden başka ilah yoktur, sırf benden korkunuz" uyarısını, mesajını insanlara duyursunlar diye'... İşte bu, ilahlığın bir ve ortaksızlığıdır, inancın ruhudur, nefsin hayatıdır. İnsanı dirilten yöneliş ile yok edici yöneliş arasındaki yol ayırımıdır. Bir tek ilaha bağlanmayan bir nefis, bir ruh şaşkın ve yıkılmış bir ruhtur. Çeşitli eğilimler onu kendine çeker. Kuruntular onu etkisi altına alır. Çelişkili düşünceler onu paramparça eder. Tereddütler ve şeytanî telkinler kemirir onu. Bir bütün olarak derli toplu bir halde herhangi bir hedefe yönelemez! Ayetteki "ruh" kavramı bütün bu anlamları kapsamına alıyor. Ve pek çok nimetleri içeren surenin girişinde, bunlara işaret ediyor. Böylece Allah'ın tüm nimetlerinin ancak onunla ortaya çıkacağı anlaşılıyor. Gerçekten de bu en büyük niméttir. Bu nimet olmadan diğerlerinin hiçbir değeri yoktur. İnsanlığı diriltecek olan akide nimeti kendisine bahşedilmedikten sonra insanlık ruhu, yeryüzünün bütün nimetlerinden güzel şekilde yararlanma imkânını elde edemez. Burada sadece korkutmaya, uyarıya yer veriliyor. Ve bu vahyin ve peygamberliğin özü olarak değerlendiriliyor. Zira surenin akışının çoğunluğu yalanlayıcılar, müşrikler, Allah'ın nimetlerini inkâr edenler, Allah'ın helâl kıldıklarını haram sayanlar, Allah ile yapmış oldukları sözleşmeyi bozanlar ve imandan dönüş yapanlar etrafında dönüp dolaşmaktadır. Dolayısıyla bu bağlamda sadece uyarmayı ve korkutmayı gündeme getirmek, daha uygun olmaktadır. Yine bu esnada takvaya, sakınmaya ve Allah korkusuna çağrıda bulunulması daha yerinde olmaktadır. GÖKLER, YER VE İNSAN Sonra ayetleri sunmaya geçiyor. Yaratıcının birliğini gösteren yaradılış ayetlerini, nimeti verenin birliğini gösteren nimet ayetlerini, öbek öbek, demet demet sunuyor. Önce göklerin, yerin ve insanların yaradılışıyla başlıyor: 3- Allah, gökleri ve yeri haklı bir gerekçe uyarınca yarattı; O, onların kendisine yakıştırdıkları ortaklardan uzaktır. 4- O insanı bir meni damlacığından yarattı; fakat o birdenbire pervasız bir tartışmacıya dönüştü. "Allah, gökleri ve yeri haklı bir gerekçe uyarınca yarattı." Her ikisini de yaratmanın ana direği haktır. Onları idare etmenin ana direği de haktır. Onları ve onlarda bulunan nesneleri kullanmada hak, köklü temel bir unsurdur. Bunların hiçbiri başıboş ve anlamsız değildir. Her şey hak temeli üzerine kurulmuştur. O'nunla şekillenmiş, O'na bağlanmış ve eninde sonunda O'na varacaktır. "O onların kendisine yakıştırdıkları ortaklardan uzaktır." Yeri ve göğü yaratan ve bu ikisinde bulunan canlı ve cansız tüm varlıkları yaratan Allah, onların ortak koştuğu her türlü yaratıktan da münezzehtir. Hiç kimse ve hiçbir şey O'nun ortağı değildir. O ortaksız olan tek yaratıcıdır. "O insanı bir meni damlacığından yarattı; fakat o birdenbire pervasız bir tartışmacıya dönüştü." İnsanın başlangıcı ile sonucu arasında ne korkunç mesafe var aman Allah'ım! Basit bir damla su ile yaratıcısına karşı gelen, onu inkâr eden, varlığı veya birliği konusunda tartışmalara, sürtüşmelere giren düşmanca tavır takınan insan arasındaki korkunç uzaklık. Bir nütfe olarak başlangıcı ile tartışmaya ve düşmanlığa dönüşmesi arasında hiçbir ayırıcı özellik ve zaman dilimi yoktur. İfade olayı bu şekilde tasvir etmektedir. Başlangıç ile sonuç arasındaki uzaklığı böylece kısaltmaktadır. Ta ki, bu ayrılış tam olarak ortaya çıksın, geçişin ne kadar uzak boyutlara ulaştığı farkedilsin. İnsan burada birbirine bakan iki sahne ve iki zaman arasında durmaktadır. Basit, değersiz nütfe sahnesi ile apaçık bir düşman olan insan sahnesi... Bu, tasvirde kasıtlı olarak tercih edilmiş özlü bir ifadedir. İNSANA HİZMET EDEN YARATIKLAR Surenin akışı içinde yerden ve göklerden oluşan evren sahasında, evet insanın içinde durduğu, bu geniş sahada Allah'ın insanların hizmetine verdiği yaratıklarına yer veriliyor. Ve önce dört ayaklı hayvanlardan söz ediyor: 5- Allah hayvanları da yarattı. Bunlar size soğuktan koruyucu yünler, kıllar ile başka birçok yararlar sağlarlar ve etlerini de yersiniz. 6- Bu hayvanlar, onları sabahleyin otlağa salarken ve akşam geri getirirken, size göz zevki sağlarlar. 7- Bu hayvanlar, ancak ağır sıkıntıya katlanarak varabileceğiniz uzaklıktaki beldelere yüklerinizi taşırlar. Hiç kuşkusuz Rabbiniz pek şef katli ve merhametlidir. 8- Allah atları, katırları, e,şekleri, binek ve süs hayvanı olarak yarattı. O sizin bilmediğiniz daha nice canlıları yarattı. Kur'an'ın ilk olarak inmeye başladığı buna benzer bir toplumda -ki bu toplumların benzerleri pek çoktur- çiftçilikle uğraşan her toplum -ziraat ile geçimini sağlayanlar- o gün bugündür dünyada çoğunluğu oluştururlar...- İşte böyle bir toplumda dört ayaklı evcil hayvanların sağladığı nimetler somutlaştırılıyor. Bunlar öyle hayvanlardır ki, onlar olmadan insanoğlunun hayatı da olmaz. Arap Yarımadası'nda o gün bilinen bu hayvan türleri, deve, sığır, koyun ve keçiydi. At, katır ve eşek binek hayvanı olarak kullanılırdı. Bunların eti yenmezdi. (Atların eti konusunda fıkıhta görüş ayrılıkları vardır. Ebu Hanife onları sadece binek ve ziynet hayvanı olarak belirleyen bu ayete ve bazı hadislere dayanarak etlerini haram saymıştır. Bilginlerin çoğunluğu ise, sahih hadislere ve yaşayan sünnete dayanarak etlerini helal saymışlardır..) Kur'an-ı Kerim bu nimetleri sergilerken, dikkatimizi bu hayvanların insanlığın zorunlu ihtiyaçlarına cevap verişlerine dikkat çektiği gibi, insanların zevklerine de cevap verdiklerine dikkat çekmektedir. Bu hayvanların derilerinden, yünlerinden, tüylerinden ve kıllarından sıcak tutan elbiseler yapılır. Ayrıca onların etlerinden, sütlerinden ve diğer ürünlerinden de birtakım yararlar elde edilir. Onların etleri, sütleri ve yağları yenmektedir. Kendi kendinize zar-zor varabileceğiniz uzak yerlere yüklerinizin taşınmasında kullanılmaktadırlar. Ayrıca bunları akşamleyin toplayıp getirirken, sabahleyin de meraya salarken zevk alırsınız. Onların alımlı, gösterişli, semiz ve tatlı hallerinin manzaraları size ayrı bir zevk verir. Köylüler, bu olguyu ruhlarının ve duygularının tüm derinlikleriyle şehirlilerden daha iyi kavrarlar. At, katır ve eşekler insanın zorunlu olan binek ihtiyacını karşılarlar. Ayrıca güzellik ve ziynet de zevkleri doyurur. "Allah atları, katırları, eşekleri binek ve süs hayvanı olarak yarattı." Bu kadarcık bir yaklaşım bile Kur'an'ın ve İslâmın hayata bakış açısını açıklaması açısından büyük bir önem taşımaktadır. Bu bakış açısından güzellik vazgeçilmez bir özelliktir. Nimetlerden amaç, sadece insanın zorunlu ihtiyaçları olan yeme-içme ve binek değildir. Zorunlu ihtiyaçların dışında kalan zevklerine cevap verilmesi de bir nimettir. Güzellik duygusunu, iç sevincini, hayvani eğilimleri ve yine hayvani ihtiyaçları aşan yüksek insani duyguları tatmin etmek de bir nimettir. "Hiç kuşkusuz Rabbiniz pek şefkatli ve merhametlidir." Kendi başlarına kaldıkları zaman ancak zar-zor kavuşabilecekleri memleketlere ağır yüklerinin taşınmasına ilişkin açıklamanın hemen ardından bu hayvanların yaradılışındaki nimete ve bu nimetteki Allah'ın rahmetine dikkat çekilmektedir. "O sizin bilmediğiniz daha nice canlıları yarattı." Hayvanların yeme, taşıma ve güzellik için yaratıldığı at, katır ve eşeğin ise binek ve ziynet için yaratıldığı bu şekilde vurgulanıyor. Böylece insan düşüncesinde bu sahanın kapısı açık bırakılmış oluyor. Ta ki, insanın kendisi taşıma, ulaştırma, binek ve ziynet eşyası araçlarına yenilerini ilave edebilsin. Düşünceleri, çevrelerinin sınırını taşıyarak içinde yaşadıkları zaman dilimini aştığında, donuklaşmasın. Her zaman ve her yerde varolanların ötesinde başka tablolar vardır. Allah bu tabloların insanlar tarafından ortaya çıkarılıp, düşüncelerinin ve anlayışlarının bu şekilde genişlemesini dilemektedir. Yüce Allah bu araçların, ortaya çıktıklarında insanların onlara ilgi duymasını, karşı çıkmamasını, kullanmakta ve yararlanmaktan kaçınılmamasını istemektedir'. Meseleyi "bizim atalarımız, koyun, keçi, sığır, deve gibi evcil hayvanları, at, katır ve eşek gibi binekleri kullandılar, biz de bunlardan başkasını kullanmayız. Kur'an-ı Kerim sadece bu hayvanları belirlemiştir. Bunların dışında kalanlara yanaşmayız" şeklinde değerlendirmemelerini istemektedir! İslâm, hayatın tüm enerjilerini ve hayata ilişkin tüm planlamaları karşılayacak özelliklere sahip, açık ve esnek bir inanç sistemidir. Bu nedenle Kur'an zihinleri ve kalpleri, insanın gücünü, bilgisini artıracak, geleceğini bayındır hale getirecek her türlü gelişmeyi algılamaya hazırlar. Yaratılış, ilim ve hayatın, olağanüstü evrelerinden ortaya çıkan her yeniliği algılamaya müsait, açık ve dini bir vicdana sahip olmalarını sağlar. Yük, taşıma, binek ve süs araçları oldukça gelişmiştir. Bu gelişmeleri o zamanın insanları bilmiyorlardı. İlerde de birtakım gelişmeler olacak ve günümüz insanlarının bilmediği bir dizi yeni araçlar bulunacaktır. Kur'an-ı Kerim hiçbir donukluğa ve taşlaşmaya yer vermeden kalpleri ve zihinleri bu yeni gelişmelere hazırlamaya çalışır. "O sizin bilmediğiniz daha nice canlıları yarattı." Yeryüzünde somut amaçlara ulaşabilmek amacıyla yük ve taşımacılık, binek ve seyahat konularına değinilirken bu bağlamda bir de manevi amaçlar, manevi bir yürüyüş ve manevi yollara da değiniliyor. Ortada bir de Allah'a giden yol vardır. Bu yol amacına varan dosdoğru bir yoldur. Eğrilmez, amacından uzaklaşmaz. Yine birtakım yollar vardır ki, hedefe götürmez ve insanı düze çıkarmaz. Yüce Allah, hakikate giden yolu bizzat kendisi gösterme ve açıklamayı garanti etmiştir. Bu yolu evrendeki ayetler ve insanlara gönderdiği peygamberleriyle ortaya koymuştur. 9- Yolun doğrusunu göstermek Allah'ın tekelindedir. Kimi yollar eğridir. Eğer o dileseydi, hepinizi doğru yola iletirdi. " Amaca ulaştıran yol dosdoğru olup, eğriliği, büğrülüğü olmayan yoldur. Bu yol hiç şaşmadan insanı direkt amacına götürmektedir. Eğri yol ise, hedefe götürmeyen, hedefi aşan veya hedefe vardığında sona ermeyen, sapık ve sınırı aşan yoldur: "Eğer O dileseydi, hepinizi doğru yola iletirdi." Fakat yüce Allah insanı doğruluğu ve sapıklığı kabullenebilecek bir yeteneğe sahip halde yaratmayı dilemiştir. Doğru yolu seçmeyi veya sapık yolu tercih etmeyi O'nun iradesine bırakmıştır. Bu nedenle bazı insanlar doğru yolda yürümeyi tercih etmiş bazı insanlar da yanlış yolda yürümeyi seçmiştir. Bu her iki tercih de insanı, ona seçim özgürlüğü veren Allah'ın dilemesinin dışına çıkarmaz. 10- Size gökten su indiren O'dur ve hayvan otlattığınız çayırlar O'nun sayesinde gelişir. 11- Allah su aracılığı ile sizin için ekinler, zeytinler, hurmalar, üzümler ve çeşit çeşit meyvalar bitirmektedir. Bunda düşünen kimseler için ibret dersi vardır. Yağmur yüce Allah'ın şu evrende belirlediği yasalara uygun olarak gökten yeryüzüne iner. Bu sistemin hareketleri bu değişmez yasalara göre düzenlenir. Yine bu yaratıcının iradesi ve düzenlemesine uygun olarak sonuçlarını ortaya çıkarır. Her hareketin ve her sonucun kaynağını oluşturan Allah'ın özel belirlemelerinden ve takdirinden direktif alır. İşte yağmur burada Allah'ın nimetlerinden biri olarak anılmaktadır: Su aracılığı sunulan nimetler, bu alanda sözkonusu edilen suyun özelliğidir. Sonra otlağın özelliğine değiniyor: "Hayvan otlattığınız çayırlar O'nun sayesinde gelişir." Bu da içinde hayvanlarınızı otlattığınız meralardır. Bu özelliğin sözkonusu edilişi daha önce hayvanlardan söz edilmiş olmasındandır. Böylece otlaklar ile hayvanlar arasındaki genel havaya bir uyum sağlanmış olmaktadır. Sonra insanları besleyen ekinler, zeytin, hurma, üzüm ve diğer meyva ağaçlarıyla beraber veriliyor. "Bunda düşünen kimseler için ibret dersi vardır." Allah'ın bu evrendeki idaresini ve insanın hayatına elverişli olan evrensel yasalarını düşünenler için... Eğer evrenin yasaları insanın hayatı için elverişli olmasaydı, onun yaradılışına uygun düşmeseydi ve ihtiyaçlarına cevap vermeseydi insan bu dünya gezegeni üzerinde yaşayamazdı. Bu dünya gezegeninde insanın yaradılışı bir tesadüfün eseri değildir. Yine bu gezegen ile diğer yıldız ve gezegenler arasındaki oranlama rastlantıyla gerçekleşmiş olamaz. Atmosferde ve uzayda meydana gelen olayların bu şekilde gerçekleşmesi, insanın hayatına elverişli gördüğümüz şekilde onun tüm ihtiyaçlarını karşılayacak biçimde düzenlenmesi tesadüf değildir. Evrenin idaresindeki hikmeti kavrayacak olanlar bu olgular üzerinde düşünenlerdir. İşte ancak bu düşünenler evrende meydana gelen yağmur gibi bir olayı, olay ile varlığın yüce ilkeleri arasında bir bağ kurabilirler. Yağmurla yeryüzünde gerçekleşen hayat, ağaç, ekin ve meyveler ile bunların yaratıcının varlığına kanıt oluşturduğunu düşünenler; O'nun zatının, iradesinin ve idaresinin eşsizliğini kavrayabilirler. Düşünmeyen gafiller ise bu tür ayetlerin önünden sabah akşam, yaz-kış geçip gittikleri halde bu ayetler onların merak duygularını uyandırmaz ve onların öğrenme dürtülerini ve kalplerini bu eşsiz düzenin sahibini araştırmaya doğru harekete geçirmezler. 12- Allah gece ile gündüzü, güneş ile ayı yararınıza sundu. Yıldızlar da O'nun buyruğu ile canlılara hizmet sunmaktadırlar. Bunlarda düşünen kimseler için ibret dersi vardır. Allah'ın evrendeki idaresinin ve O'nun aynı zamanda insanlığa sunduğu nimetlerinin görüntülerinden bazıları gece, gündüz, güneş, ay ve yıldızlardır. Bunların hepsi yeryüzünde yaşayan insanın ihtiyacına cevap vermektedir. Bunlar insanın tekeline girsinler, malı olsunlar diye yaratılmamıştır. Fakat insanın yararlanması için yalnızca emrine verilmişlerdir. Mesela gece ve gündüz olayı bu insan denen yaratığını hayatında önemli bir etkiye sahiptir. Dileyen, gecesi olmayan bir gündüzü veya gündüzü olmayan bir geceyi düşünüp zihninde canlandırsın, sonra da bununla beraber bu yeryüzünde insanların ve bitkilerin nasıl yaşayacaklarını düşünsün. Güneş de, ay da böyledir. Yer gezegeni üzerindeki hayatın onlarla doğrudan ilişkisi vardır. Hayatın asıl varlığı ve gelişmesi de onlarla ilintilidir. "Yıldızlar da O'nun buyruğu ile canlılara hizmet sunmaktadırlar." İnsan için ve Allah'ın bildiği insanın dışındaki varlıklar için. Bunların hepsi Allah'ın idaresindeki hikmetin sadece bir yönüdür. Bütün bir evrende işleyen yasaların ahengini, düşünen, aklını kullanan ve olayların arka planında işleyen kanunları, yasaları kavrayan akıl sahipleri anlayacaklardır. "Bunlar da düşünen kimseler için ibret dersleri vardır." 13- O yeryüzünde yarattığı çeşitli türdeki varlıkları da sizin yararınıza sundu. Bunda öğüt alan kimselere ibret dersi vardır. İşte bu varlıklar Allah'ın yeryüzünde yarattığı ve kullanmasını insanlara bıraktığı kimi zaman insan hayatının ana temelini de oluşturan değişik nedenlerdir. Yer altında gizli olarak saklı bulunan bu zengin kaynaklarına bir göz attığımızda bunların gün geçtikçe daha da olgunlaşan insanların hizmetine sunulduğunu görürüz. Bunlar bu zenginlik kaynaklarını zamanı geldikçe ve ihtiyaç duydukça çıkarıp kullanacaklardır. Her ne zaman yeryüzünün bir zenginlik kaynağının tükendiği söylense, hemen ardında yeni bir zenginlik kaynağı ortaya çıkarılmaktadır. Bunların hepsi yüce Allah'ın kullarına sakladığı rızıklardır. "Bunda öğüt alan kimselere ibret dersi vardır." Düşünen insanlar kendileri için bu zenginlik kaynaklarını hazırlayıp saklayan kudret elini unutmazlar. Yaradılış ve nimet çeşitleri ile ilgili beşinci bölüm içilmeyen ve toprağın sulanmasında kullanılmayan tuzlu deniz suyudur. Bununla beraber bu tuzlu su da Allah'ın insanlara bahşettiği pek çok nimetlerini kapsamaktadır. 14- O denizi de yararınıza sundu ki, oradan elde edilen taze etler yiyesiniz ve diplerinden süs olarak kullanacağınız takılar çıkarasınız; gemilerin, dalgalan yara yara denizde süzüldüklerini görürsün. Nimetlerini araştırasınız ve ola ki, kendisine şükredesiniz diye Allah, denizi yararınıza sundu. Deniz ve denizdeki canlılar nimeti de insanın zorunlu ihtiyaçlarına ve zevklerine karşılık vermektedir. Bu nimetlerden biri taze balık eti ve başka yiyeceklerdir. Bunların yanısıra inci ve mercan gibi süs eşyaları da bir nimet olarak insanlığa sunulmuştur. Günümüze kadar bazı toplulukların süs eşyası olarak kullandıkları sedef ve mücevherat da bu nimetler kapsamına girer. Denizde yüzen gemiden söz eden ifade, sırf binek ve taşıma aracı olarak ondan söz etmemekte, güzellik ve estetik duygusuna karşılık veren bir çağrışımı andırmaktadır. "Gemilerin, dalgaları yara yara denizde süzüldüklerini görürsün." Bu ifade göz zevkine ve manzaranın görkemine dikkat çekmektedir. Yani suda yüzen gemi manzarasına: "Dalgaları yara yara süzülürler." Suyu ikiye bölen ve enginden izi yarıp geçen... Bir kez daha kendimizi evrendeki güzelliklere ve olaylara bakmamızı isteyen Kur'an'ın yüce direktifi karşısında buluyoruz. Bu olaylar ve güzellikler zorunluluklar ve ihtiyaçların yanında yeralmaktadır. Amaç bu güzelliğe yönelmemiz ve ondan yararlanmamız, kendi ruhlarımızı zaruret ve ihtiyaçların sınırları içinde hapsetmemizdir. Aynı şekilde deniz ve onun engin sularını yara yara geçip giden gemi manzarası önünde Kur'an-ı Kerim, konunun akışı içinde bizi Allah'ın lütfuna ve rızkına yönelmeye ve O'nun bu tuzlu sular içinde bize sunduğu güzel yiyecek, ziynetlere karşılık ona şükretmeye teşvik etmektedir: "Nimetlerini araştırasınız ve ola ki, kendisine şükredesiniz diye Allah, denizi yararınıza sundu." Surenin nimetlerini dile getiren bu bölümün son kısmı şöyledir: 15- Allah, yeryüzünde sarsılmayasınız diye köklü dağlar, yolunuzu şaşırmayasınız diye nehirler ve yollar meydana getirdi. 16- Çeşitli yol işaretleri de varetti. İnsanlar yıldızlar aracılığı ile de yönlerini belirler. Modern bilim yere çakılmış sabit dağların varoluş sebeplerini açıklıyor. Fakat Kur'an-ı Kerim'in ifade ettiği, bu görevini dile getirmiyor. Dağların varlığını birbirleriyle çelişkili birçok teorilerle açıklıyor. Bu teorilerin en önemlisi şudur: "Buna göre yeryüzünün iç kısmındaki bölüm sıcaktır. Bu yavaş yavaş soğumakta ve büzülmektedir. Onun üzerindeki yeryüzü kabuğu da gittikçe küçülmekte ve girintiler oluşmaktadır. Bunun sonucunda dağlar, yükseklikler ve alçaklıklar meydana gelmektedir... Fakat Kur'an-ı Kerim dağların yeryüzünün dengesini koruduğunu ifade etmektedir. Modern bilim henüz bu görevi keşfedebilmiş değildir. Yeryüzüne çakılmış bu sabit dağların karşısında dikkatlerimiz, akıp giden nehirlere ve süzülüp giden yollara yöneltilmektedir. Tabiat sahnesinde nehirlerin dağlarla ilişkisi açıktır. Çünkü genellikle dağlar nehirlerin kaynaklarını oluştururlar. Zira dağlar daha çok yağış alırlar. Yolların, dağlar ve nehirlerle olan ilgisi de bellidir. Yollar hayvanlar, taşınan mallar ve göçetme faaliyetleriyle de ilgilidir. Bunun yanında yeryüzünde yolculuk eden insanların kendisiyle yollarını belirledikleri dağlar, yükseklikler ve geçitler gibi yol işaretlerinin de yollarla ilgisi bellidir. Ayrıca hem kara, hem de deniz yolcularına yol gösteren gökteki yıldızlar da bu yollarla ilgilidir. YARATICININ YÜCELİĞİ Surenin bu bölümündeki yaradılış ayetleri, nimet ayetleri ve bütün bir evrenin düzenlenişine ve idaresine ilişkin ayetlerin sergilenişinden sonra bütün bunların neden burada dile getirildiğine değinilmektedir. Bunların hepsi yüce Allah'ı tanıtma, birleme ve onların şirk koştuklarından tenzih etme amacına yönelik olarak ele alınmışlardı: 17- Yaratan, yaratamayan gibi olur mu? Hiç düşünmüyor musunuz? 18- Eğer Allah'ın nimetlerini sayacak olursanız bitiremezsiniz. Hiç kuşkusuz Allah bağışlayıcıdır, merhametlidir. 19- Allah, gizlediklerinizi de açığa vurduklarınızı da bilir. 20- Müşriklerin Allah'ı bir yana bırakarak taptıkları düzmece ilahlar hiçbir şey yaratamazlar: tersine kendileri birer yaratıktırlar. 21- Onlar cansızdırlar, canları yoktur. Kendilerine tapanların ne zaman yeniden diriltileceklerini bilmezler. Bu, tam zamanında yetişen bir değerlendirme, bir yorumdur. Zira bu sırada ruh onun içeriğini kabullenmeye hazır hale gelmiştir: "Yaratan yaratmayan gibi olur mu?" Bu soruya sadece tek bir cevap verilebilir: "Hayır ve Asla" bir insan bütün bu varlıkları yaratan ile büyük-küçük hiçbir şeyi yaratamayanı algılayışında ve değerlendirmesinde bir tutabilir mi? "Hiç düşünmüyor musunuz." Bunlar bir sayılabilir mi? Burada konu uzun uzadıya hatırlatmaya bile uygun değildir. Çünkü her şey açıktır. Her şey kesinlik kazanmıştır. Bir dizi nimet sergilendikten sonra şöyle bir ilave yapılıyor: "Eğer Allah'ın nimetlerini sayacak olursanız bitiremezsiniz." Bırakın onlara karşı şükretmeyi... Nimetlerin çoğunun insanlar farkında bile değildir. İnsan, elindeki nimetlerin değerini zamanla unutmaktadır. Onların varlığını ancak yitirdiğinde farkedebilmektedir... İşte insanın organik vücudu ve bunun pek çok işlevleri... Bunların ne denli büyük nimetler olduklarını insan ancak hastalandığında anlar. O zaman bir eksiklik hisseder. Zaten eksiklikleri bulunduğundan zayıf olan insanı, Allah'ın bağış ve rahmeti kuşatmıştır: "Hiç kuşkusuz Allah bağışlayıcıdır, merhametlidir." Yaratıcı, yarattığını en iyi bilendir. Gizli-açık her şeyi bilir. "Allah gizlediklerinizi de açığa vurduklarınızı da bilir." Öyleyse onlar anlayış ve değerlendirme olarak Allah ile bu sahte tanrıları nasıl bir kabul edebilirler? Bunların hiçbir şeyi yaratmadıkları ve hiçbir şey bilmedikleri, hatta, hayata kesinlikle müdahale yeteneği olmayan ölüler oldukları halde... Allah'la bunları bir tutmak olur mu? "Müşriklerin Allah'ı bir yana bırakarak taptıkları düzmece ilahlar, hiçbir şey yaratamazlar; tersine kendileri birer yaratıktırlar." "Onlar cansızdırlar, canları yoktur. Kendilerine tapanların ne zaman yeniden diriltileceklerini bilmezler." Burada dirilişe ve onun zamanına işaret edilmesi, yaratıcının diriliş zamanını da bilmesi gerektiğini belirtmek içindir. Zira diriliş yaradılışın tamamlayıcı bir parçasıdır. Bu diriliş ile canlılar daha önce yaptıklarının cezasını veya mükafatını alacaklardır. Kullarını ne zaman dirilteceklerini bilmeyen tanrılar sahte tanrılardır. Hatta onlar maskaraların maskaralarıdırlar. Yaratıcı yaratıklarını diriltir ve onları ne zaman dirilteceğini de kesin olarak bilir! ALLAH'IN KUŞATICILIĞI Bundan önceki dersimizde, yüce Allah'ın yaradılışla ilgili ayetleri, kullarına bahşettiği nimetleri ve O'nun bilgisinin gizli-açık her şeyi kuşattığını... Öte yandan sahte ilahların hiçbir şeyi yaratmadıkları gibi, kendilerinin de yaratılmış varlıklar olduklarını, hiçbir şey bilmediklerini, aksine hayat sahibi olmayan ölüler olduklarını, mükafat veya ceza için kullarını ne zaman dirilteceğini bilmediklerini anlatan ayetler üzerinde durduk. İşte Allah'ın kudretinden söz eden ayetler ile bu sahte tanrılardan söz eden ayetler, bu putlara tapmanın saçmalığını ve bütün şirk inancının boş ve temelsiz olduğunu kesin biçimde ortaya koymaya yeter. Bu bölüm, surede yeralan tevhid meselesine ilişkin ilk bölüm idi. Burada diriliş meselesine de bir ölçüde değinïlmiştir. Şimdi geçen dersin sonuna gelmiş ve yeni bir derse başlamış bulunuyoruz. Yeni bir bölüme geçiyoruz. Bu bölüm ilahlığın birliğini belirterek açılıyor. Ahirete inanmayanlarını imansızlıklarını kalplerinin kötülüğüne bağlıyor. İnkârcılık onların kalplerinde gizli bir özellik olarak yer etmiş olduğundan, onları apaçık ayetleri kabullenmekten alıkoymaktadır. Ayrıca onlar büyüklük taslayan kimselerdir. Dolayısıyla bu böbürlenme onları boyun eğmekten ve teslim olmaktan alıkoymaktadır. Bu bölüm etkili bir sahne ile sona ermektedir. Bu sahne yeryüzündeki bütün gölgelerin, insanlığın Allah'a secde ediş sahnesidir. Bunlarla beraber göklerdeki ve yeryüzündeki her şey, hayvanlardan tutun da, meleklere varıncaya kadar her şey onlarla birlikte secdeye kapanmaktadır. Hepsinin ruhları ve nefisleri büyüklük taslamaktan arınmış, Allah korkusu ve tartışmasız onun emrine itaat ile dolmuştur... Bu itaatkâr ve inanan insanların sunulduğu sahne, bu bölümün giriş kısmında yeralan kötü kalpli, büyüklük taslayan inkârcıların sahnesine karşılık yeralmaktadır. Giriş ile sonuç arasında konunun içeriği bağlamında bu büyüklük taslayan inkârcıların vahye ve Kur'an'a ilişkin görüşleri gözler önüne serilmektedir. Onlar bu hakikatleri eski milletlerin efsaneleri olarak değerlendirmektedirler. Ayrıca Allah'a ortak koşmalarının ve haramları helal saymalarının nedenleri hakkındaki görüşlerine yer verilmektedir. Zira onlar Allah'ın kendilerinin kötülük işlemelerini ve buna razı olduğunu iddia etmektedirler. bunun yanında diriliş ve kıyamet konusundaki görüşleri eleştirilmektedir. Onlar var güçleriyle yemin ederek Allah'ın ölenleri diriltmeyeceğini ileri sürmektedirler. Ayetler onların bu görüşlerini teker teker ele alıp hepsini çürütmektedir. Bu konuda onların ölüm hallerine ve diriliş hallerine ilişkin sahneler, manzaralar sunmaktadır. Bu tablolarda inkârcılar dünyadaki sapık görüşlerinden vazgeçip uzaklaşıyorlar. Ayrıca ayetler tarihte daha önce yaşamış bu müşrikler gibi vahyi ve dirilişi yalan sayan önceki milletlerin akıbetlerine de değinmektedir. Gecenin veya gündüzün herhangi bir saatinde onlar hiç farkında değilken, şehirlerde dolaşırken veya korku ve endişe içinde azabı beklerken, Allah'ın aniden kendilerini kıskıvrak yakalaması ile tehdit edilmektedirler. Bunun yanında takva sahibi inanmışların görüşlerine, ölüm ve diriliş günü kendilerini bekleyen güzel mükafata ilişkin tablolara da yer verilmektedir. İşte böylece yerdeki ve gökteki gölgelerin, hayvanların ve meleklerin itaatkâr ve ürpertici sahneleri sona ermektedir. TEVHİD 22- İlahınız tek ilahtır. Ahirete inanmayanların kalpleri inkârcıdır, onlar gerçeğe set çevirmiş, kendini beğenmişlerdir. 23- Hiç kuşkusuz Allah, onların gizli tuttuklarını da, açığa vurduklarını da bilir; O gerçeğe sırt çeviren kendini beğenmişleri kesinlikle sevmez. Burada Allah'ın birliğine iman ile ahirete iman, anlatım içinde birlikte verilmektedir. Hatta biri diğerinin varlığı için bir delil olarak kullanılmaktadır. Zira tek olan Allah'a kulluk ile diriliş ve iyi-kötü yaptıklarının karşılığını görme inancı arasında yakın bir ilgi vardır. Tek olan yaratıcının hikmeti, ceza ve mükafat vermedeki adaleti ancak ahire: ile yerini bulur. "İlahınız tek ilahtır." Surenin akışı içinde şu ana kadar ele alınan yaradılış ayetleri, nimet ayetleri ve ilimle ilgili ayetler, bu apaçık ve büyük gerçeğe ulaşma amacına yöneliktir. Evrenin yasalarında ve bu yasaların ahengi ve yardımlaşmasında bu gerçeğin etkileri apaçık olarak görülmektedir. Nitekim daha önce bu nokta üzerinde durmuştuk. Bu gerçeğe teslim olup kabullenmeyen ve yaratıcının varlığı, hikmeti ve adaleti inancının bir gereği olan ahirete inanmayan bu insanların inanmama nedenleri, ayetlerin eksikliği ve kesin delillerin bulunmayışı değildir. Asıl neden, onların yapılarında ve karakterlerinde gizlenmiş bulunmaktadır. Onların kalpleri kötü ve inkârcıdır. Gözleri önündeki ayetleri kabullenmeye yanaşmamaktadır. Üstelik onlar büyüklük de taslayanlardır. Delillere teslim olmayı, Allah'a ve elçisine bağlanmayı istemeyenlerdir. Dolayısıyla onların hastalığı köklüdür. Hastalık onların karakterlerinde ve kalplerinde gizlidir! Onları yaratan Allah, bu hallerini de bilmektedir. Onların gizlediklerini ve açığa vurduklarını da görmektedir. Evet hiç kuşkusuz ve tereddütsüz bu gerçeği bildiği için onların bu özelliklerinden nefret etmektedir: |