Tekil Mesaj gösterimi
Alt 08 Ekim 2008, 13:37   Mesaj No:1

MERVE DEMİR

Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:MERVE DEMİR isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5587
Üyelik T.: 05 Aralık 2008
Arkadaşları:14
Cinsiyet:
Memleket:İstanbul
Yaş:35
Mesaj: 2.537
Konular: 2038
Beğenildi:116
Beğendi:0
Takdirleri:270
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Fizilalil Kuran Rad Suresi Tefsiri-Medineweb

Fizilalil Kuran Rad Suresi Tefsiri-Medineweb

13-Rad

1- Elif Lâm-Mim-Râ. Bunlar kitabın ayetleridir. Rabbinden sana indirilen mesaj gerçektir, fakat insanların çoğu buna inanmazlar.
Elif. Lâm. Mim. Râ...
"Bunlar kitabın ayetleridir."
Bu Kur'an'ın ayetleridir. Ya da bunlar bu kitabın Allah katından indirildiğini belgeleyen kanıtlardır. Çünkü bu kitabın özünün bu harflerden meydana gelmiş olması, bu kitabın Allah tarafından vahyedildiğini göstermektedir. Herhangi bir yaratılmışın eseri olmadığını kanıtlamaktadır.
"Rabbinden sana indirilen mesaj gerçektir."
Yalnızca gerçektir. Hiçbir şekilde içine batıl karışmamış, saf ve net gerçektir. Kuşku ve tereddüte yer yoktur bunda. Bu harfler de onun gerçekliğine kanıt oluşturmaktadırlar. Bunlar onun yüce Allah katından geldiğini belgelemektedirler. Yüce Allah'ın katından gelen bir şey de hiçbir kuşkuya yer bırakmayan kesin gerçekten başkası olamaz.
"Fakat insanların çoğu buna inanmazlar."
Yüce Allah'ın bu kitabı vahyettiğine inanmazlar. Doğal olarak bu kitabın vahyedilmiş olduğuna inanmamanın gereği olarak Allah'ın birliği, sadece O'na boyun eğilmesi, ölümden sonra diriliş ve dünya hayatında iyi ameller işleme gibi gerçekleri de kabul etmezler.
Bu ayetler, surenin tüm konularını özetleyen, ele aldığı tüm sorunlara işaret eden bir giriştir. Bu yüzden gücün kanıtlarını, yüce yaratıcının gücünü, hikmetini ve olayları planlayışını gösteren evrenin olağanüstülüklerini sunmaya başlıyor. Ve bu olağanüstülükler insanlara yol göstericilik yapacak bir vahyin gelmiş olmasının ve insanların hesaplaşmaları için ölümden sonra dirilmelerinin bu hikmetin gereği olduğunu dile getiriyor. Ayrıca bu evrensel gücün insanları diriltme ve onları hem kendilerini, hem de kendilerinden önce diğer varlıkları varettiğini söylüyor. Kendilerine verdiği nimetlerle onları denemek için tüm evreni hizmetlerine veren yüce yaratıcıya döndürme yeteneğine sahip olmasının da bu hikmet ve planlamanın gereği olduğunu dile getiriyor.
Harikalar yaratan fırça, evrenin görkemli sahnelerini çizmeye başlıyor. Bir dokunuşta, gökler canlanıveriyor... Diğer bir dokunuşta yerler... Birkaç çizgide yer sahnelerinden, hayatın gizli kalan yönlerinden çiziliyor...
Sonra bunca susturucu kanıta rağmen ölümden sonra dirilişi inkar eden, Allah'ın azabının kendilerine çabucak ilişmesini arzulayan ve bu ayetlerden başka kanıtlar isteyen toplumun bu davranışı şaşkınlıkla karşılanıyor.


2- Allah gökleri, gördüğünüz gibi, direksiz olarak yükseltti. Sonra Arş'a kuruldu, güneş ile ayı buyruğu altına aldı, her biri belli bir sürenin sonuna kadar yörüngesinde hareket eder, o bütün bu gelişmeleri düzenler. Rabbinizin karşısına çıkacağınıza kesinlikle inanasınız diye O, size ayetlerini ayrıntılı biçimde açıklar. .
3- O yerin alanını geniş yaptı; orada köklü dağlar ve nehirler varetti; bütün ürünleri, bütün bitkileri çift olarak yarattı; O geceyi gündüzün üzerine örter. Hiç kuşkusuz bunlar da düşünen kimseler için ibret dersleri vardır. ·
4- Yeryüzünde biribirine bitişik, farklı yapıda toprak parçaları; üzüm bağları, ekinler ve çatallı-çatalsız hurma ağaçları vardır; hepsi aynı su ile sulanır, fakat ürünleri arasında fark gözetiriz. Hiç kuşkusuz bunlarda aklı erenler için birçok ibret dersleri vardır.
5- Eğer şaşacaksan, kâfirlerin `Biz ölüp toprak olunca mı yeniden diriltileceğiz?' demelerine şaşmak gerekir. Onlar Rabb'lerini inkâr edenlerdir, onların boyunlarına demir halkalar geçirilecektir; onlar, orada ebedi olarak kalmak üzere, cehennemliktirler.
6- Müşrikler senden iyilikten önce kötülük isterler, çarptırılacakları cezanın bir an önce başlarına gelmesini dilerler. Oysa onlardan önce nice ağır ceza örnekleri yaşanmıştır. Hiç kuşkusuz Rabb'in, insanların zalimliklerine rağmen onlara karşı bağışlayıcıdır ve yine hiç kuşkusuz Rabbinin cezası da pek ağırdır.
7- Kâfirler "Muhammed'e, Rabb'inden bir mucize indirilseydi ya" derler. Oysa sen sadece bir uyarıcısın ve her toplumun bir doğru yol göstericisi vardır.
Gökler -hangi anlamda olursa olsun ve değişik çağlardaki insanlar bu sözden neyi anlıyorlarsa anlasınlar- gözler önüne serilmiştir. İnsanlar biraz olsun gökleri düşünmeye başlayınca, kuşkusuz ne denli dehşet verici olduklarını görürler. Aynı zamanda gökler herhangi bir şeye dayanmıyor da. "Direksiz" yükseltilmişlerdir. Apaçık ortadadırlar, gözlerinizle "görüyorsunuz."
Bu, dehşet verici evren boyutunda gerçekleştirilen ilk fırça darbesidir. Bu aynı zamanda, şu dehşet verici sahnenin önünde durup düşünen ve göklerin değil direksiz, direkli olarak dahi Allah'dan başka hiçbir kimse tarafından yükseltilemeyeceğini kavrayan insanın içinde bir ürpermenin meydana gelmesini sağlayan bir iç uyanıştır. İnsanların topraktan daracık bir temel üzerine direkli ya da direksiz yükselttikleri şu küçük, değersiz ve cılız yapılar bu yüce yapının karşısında çok basit kalıyor. Sonra, kendilerini çepeçevre kuşatan kendilerinden yüce ve direksiz yükseltilmiş göklere dikkat etmeyen insanlara bu yapılardaki görkem, dayanıklılık ve sağlamlıktan söz ediliyor. Bunun da ötesinde yer alan gerçek kuvvetten, gerçek büyüklükten ve insan hayalinin uzanamadığı sağlamlıktan ve dayanıklılıktan söz ediliyor.
İnsanların gördüğü bu dehşet verici manzaradan akılların ve bakışların algılayamadığı, yetersiz kaldığı olağanüstü gayb manzarasına geçiliyor:
"Sonra arşa kuruldu."
Üstünlükse, işte üstünlük. Yücelikse, işte yücelik. Ve bu sınırsız bir yüceliktir. Sınırsız şeyler insanın sınırlı kavrayışına bir tablo halinde canlandırılıyor.
Bu, harikalar yaratan sanat fırçasının müthiş dokunuşlarından bir diğeridir. Gözle görülen yüceliğe ilişkin dokunuşun yanında sınırsız yüceliği ortaya koymada son derece maharetli bir diğer dokunuştur bu. Her ikisi yanyana ve surenin akışında güzel bir uyum oluşturuyorlar...
Sınırsız yücelikten boyun eğdirilmeye geçiliyor. Güneş ve ayın boyun eğdirilmesi... Bunca çekiciliği ve yüceliği ile birlikte gözle görülen yüceliğin insanların emrine verilişinden söz ediliyor. Daha ilk dokunuşta bu manzara akıllarını başlarından almıştı. Ve birden bu yüceliklerin yüce Allah'ın emrine boyun eğdikleri gerçeği gözler önüne seriliyor.
Sahneyi gözlemlememize son vermeden önce sahnede birbirine girmiş karşılıklı tablolara bir göz atmakta yarar vardır. Birden kendimizi gözlemlenebilen uzayın yücelikleri önünde buluyoruz, karşısında da bilinmez gayb yücelikleri yer alıyor. Sonra yükseliş, onun karşısında da boyun eğdiriliş sahnesi önünde buluyoruz kendimizi. Sonra cisim olarak karşılıklı duran güneş ve ayla karşı karşıya kalıyoruz. Güneş ve ayın zaman açısından karşılıklı oluşları gece ve gündüz şeklinde beliriyor önümüzde.
Ayetlerin akışına kaptırmış gidiyoruz... Bu yükseliş ve boyun eğdirilişte bir hikmetin, çok ince bir planlamanın varlığını kavrıyoruz böylece.
Her biri belli bir sürenin sonuna kadar yörüngesinde hareket eder."
Çizilmiş sınırlar içinde, önceden belirlenmiş bir kanun uyarınca hareket ederler. Hem kendi yörüngelerindeki senelik ve günlük turlarında, hem de gözlemlenen evrenin yok olmasından önce kendileri için belirlenen yolculuklarında bu kanuna uyarlar:
"O bütün bu gelişmeleri düzenler."
Bütün işleri, her biri kendi yörüngesinde belli bir süre için yüzen güneş ve ayı boyun eğdirmesindeki ince planlamasında olduğu gibi düzenler. Uzay boşluğunda akıl almaz yörüngeleri, yüzen cisimleri dengede tutan, aşılmaz bir çizgide akışlarına yön veren yüce planlama, bu dehşet verici taktirdir kuşkusuz.
Yüce Allah'ın işleri düzenlemesinden biri "O size ayetlerini ayrıntılı biçimde açıklar." Onları düzenlemesi, ahenkli bir şekle sokmasıdır. Herbirini en uygun zamanda, bir nedene dayalı, bir amaca yönelik olarak sunmasıdır, "Rabbinizin karşısına çıkacağınıza kesinlikle inanasınız diye." Ayrıntılı biçimde açıklanmış, bir ahenk oluşturmuş ayetleri gördüğünüzde bunların da ötesinde evrende yer alan ayetleri seyrettiğinizde... Bunları ilk defa yaratıcı el meydana getirmiş, yoktan varetmiştir... Onun yoktan varetmesinin ötesinde yer alan planlama, takdir ve hikmetleri, Kur'an ayetleri sizin için tasvir etmiştir. Bütün bunlar gösteriyor ki, insanların amellerinin değerlendirilmesi, bu amellere karşılık verilmesi için dünya hayatından sonra tekrar yüce yaratıcıya dönmek bir zorunluluktur. Bir hikmet ve planlamaya dayalı olarak gerçekleşen ilk yaratmanın da işaret ettiği gibi bu zorunluluk yüce Allah'ın takdirinin kusursuzluğunun gereğidir.
Bundan sonra olağanüstü çizgi tasviri gökten yere iniyor. Önce geniş bir tablo çiziyor:
"O yerin alanını geniş yaptı; orada köklü dağlar ve nehirler varetti; bütün ürünleri, bütün bitkileri çift olarak yarattı; O geceyi gündüzün üzerine örter. Hiç kuşkusuz bunlarda düşünen kimseler için ibret dersleri vardır."
Yer tablosundaki geniş çizgiler yeryüzünün gözler önündeki yayılmışlığı, uzayıp giden enginliğidir. Bir bütün olarak yerin şekli gerçekte o kadar önemli değildir. Çünkü yeryüzü tüm şekil farklılıklarına rağmen yine de uzatılmış, yaydırılmış ve geniş kılınmıştır. Perdede beliren ilk manzara budur işte...
Sonra sağlam ve köklü dağların ardından yeryüzünde akan nehirlerin manzarası çiziliyor. Böylece yer sahnesindeki temel ve geniş çizgiler, güzel bir ahenk oluşturarak karşılıklı olarak çiziliyor.
Tablodaki bu temel ve genel çizgilerin karşılığı yeryüzünün içerdiği genel manzaralar ve bir de yeryüzündeki hayatın gerektirdiği temel koşullardır. Birincisi, yeryüzünde yetişen bitkilerin varlığında somutlaşmaktadır. "Bütün ürünleri, bütün bitkileri çift olarak yarattı." İkincisi de gece ve gün düz fenomenleri ile temsil edilmektedir.
İlk sahne insanların kendi bilgileri ve araştırmaları aracılığı ile ancak yakın çağlarda öğrenebildikleri bir gerçeği kapsamaktadır. Buna göre bütün canlılar, en başta da bitkiler erkek ve dişi türlerden oluşurlar. Hatta erkek türü bulunmadığı sanılan bitkilerin bile kendi yapılarında eşlerini barındırdıkları ortaya çıkmıştır. Bir çiçekte hem erkeklik hem de dişilik organının birlikte bulunduğu ya da bu organların ayrı ayrı dallarda yer aldığı belirlenmiştir. Sahneyle birlikte bu gerçek dış görünüşünü algıladıktan sonra insan aklını yaratılışın sırlarını etraflıca düşünmeye zorlamaktadır.
İkinci sahne birbirini izleyen ve olağanüstü bir düzen içinde biri diğerini bürüyen gece ve gündüz sahnesidir. Bu da insanı tabiat sahnelerini etraflıca düşünmeye; sırlarını çözmeye zorlayan bir etkendir. Çünkü gecenin yaklaşıp gündüzün uzaklaşması ya da tan yerinin ağarıp, gecenin dağılmâsı olayının meydana gelişine alışılmış olmasından dolayı basit bir olay gibi algılanmaktadır. Oysa alışkanlığın yol açtığı hissizliği ve uyuşukluğu bir kenara atıp bu olguyu tekrarın donuklaştırmadığı taze bir bilinçle algılayan bir kimse olağanüstü olaylardan biri olduğunu anlar. Gece vè gündüzün meydana gelişini sağlayan bu şaşmaz dolaşım sistemi de evrenin uyduğu yasayı kavramaya, bu evreni yoktan vareden, onu yönlendirip gözeten gücü düşünmeye zorlayıcı bir etkendir.
"Hiç kuşkusuz bunlarda düşünen kimseler için ibret dersleri vardır."
Öteki ayetlere geçmeden önce sahnede yer alan karşılıklı sanatsal olguların üzerinde kısaca duralım. Köklü dağlar ile akan nehirler... Her üründeki erkek ve dişi çiftler... Gece ve gündüz... Sonra bütün yer sahnesi ile geçen gök sahnesi arasındaki karşıtlık olma gerçeği... Nitekim yer ve gök sahneleri büyük evren sahnesinde birbirlerini bütünlemektedirler. Her ikisini kapsayan ve bütün olarak onlardan meydana gelen evren sahnesi...
Ardından harikalar yaratan sanat fırçası, yeryüzünün karakteristik çizgilerini belirlemeye devam ediyor. Ama bu sefer temel ve geniş çizgilerden daha ince ve daha ayrıntılı çizgiler çiziyor:
"Yeryüzünde biribirine bitişik, farklı yapıda toprak parçaları; üzüm bağları, ekinler ve çatallı-çatalsız hurma ağaçları vardır; hepsi aynı su ile sulanır, fakat ürünleri arasında fark gözetiriz. Hiç kuşkusuz bunlarda aklı erenler için birçok ibret dersleri vardır."
Ruhun yaratılıştaki canlılığına dönmesi, bir parçası olup da kendisini algılamak ve içinde yoğrulmak üzere kopup geldiği evrenle ilgi kurması dışında, çoğumuz şu yeryüzü sahnelerini içimizde durup düşünme duygusu bile uyanmadan görür geçeriz.
"Yeryüzünde biribirine bitişik, farklı yapıda toprak parçaları."
Bunların özellikleri farklıdır. Yoksa parça parça oldukları anlaşılmayacaktı. Birbirlerine benzer olsalar da tek bir parça olacaklardı. Kimisi güzel ve verimlidir. Kimisi çorak ve verimsizdir. Kimisi susuz ve kuraktır. Kimisi kayalık ve serttir. Her birinin de farklı türleri, renkleri ve dereceleri vardır. Kimisi bayındır kimisi de ekime elverişsizdir. Kimisi ekili ve canlıdır, kimisi de terkedilmiş ve ölüdür. Kimisi kuru, kimisi yaştır .. Bütün bunlar yeryüzünde birbirlerine komşu toprak parçalarıdır-...
Ayrıntılı çizimin ilk ve temel dokunuşlarıdır bunlar. Sonra ayrıntıya geçiliyor: "Üzüm bağları." ... "Ekinler" ve "çatallı-çatalsız hurma ağaçları"... Burada üç bitki türü temsil ediliyor. Üzüm, asma türünü; hurma, ağaç türünü; ekin de baklagiller, çiçek ve benzeri şeyleri temsil ediyor. Bütün bunlar tabloyu renklendirmek, doğal sahnedeki boşlukları doldurmak ve değişik bitki türlerini temsil etmek için yer alıyorlar.
İşte şu hurma ağaçları... Kimisi tek, kimisi çift köklüdür... Bazısı tek gövdeli bazısı aynı köke bağlı iki veya daha fazla gövdelidir.
Hepsi "aynı su ile sulanır."
Toprakları birdir. Ama ürünlerinin lezzetleri farklıdır.
"Fakat ürünleri arasında fark gözetiriz."
Yaratan, yarattığını yönlendiren ve özgün iradeye sahip yüce Allah'dan başkası mıdır bunları yapan? Hangimiz aynı toprak parçasında yetişen farklı bitkilerin, değişik meyvelerinden tatmamışızdır. Ve hangi birimiz Kur'an'ın akılları ve kalpleri yönelttiği bu gerçeklere bu şekilde dikkat etmişiz? İşte bunun için Kur'an hep yeni ve ebedi kalıyor. Çünkü Kur'an insanın içinde ve evrende yer alan sahnelerle, tablolarla insanın duygularını yeniliyor. Bunlar bitmez tükenmez gerçeklerdir. Hiçbir insan sınırlı ömründe bunları bir bir ele alıp araştıramaz. Aynı şekilde insanlık süreci belirlenmiş hayatında bunları tümüyle algılayamaz.
"Hiç kuşkusuz bunlarda aklı erenler için birçok ibret dersleri vardır."
Üçüncü defa sahnede yer alan birbirine komşu, ama birbirinden farklı toprak parçalarının karşılıklılığı önünde buluyoruz kendimizi. Örneğin tek ve çift köklü hurma ağaçları, değişik tatlar, ekinler, hurmalıklar ve üzüm bağları...
Uçsuz bucaksız evrenin ufuklarında süren bu dehşet verici gezintiden sonra surenin akışı, ufuklarda yer alan bunca kanıtın kalplerini uyaramadığı, akıllarını başlarına getiremediği, bunların ötesindeki yüce Allah'ın planını ve gücünü görmelerini sağlayamadığı kimselerin sergiledikleri şaşırtıcı tutumlarını gözler önüne seriyor. Sanki bunların akılları kilitlidir, kalpleri bağlanmıştır. Bu kanıtları düşünecek, algılayacak durumda değildirler.
"Eğer şaşacaksan, kâfirlerin `Biz ölüp toprak olunca mı yeniden diriltileceğiz?' demelerine şaşmak gerekir. Onlar Rabblerini inkâr edenlerdir, onların boyunlarına demir halkalar geçirilecektir, onlar, orada ebedi olarak kalmak üzere, cehennemliktirler."
Doğrusu bu dehşet verici sunuştan sonra bazı kimselerin "Biz ölüp toprak otunca mı yeniden diriltileceğiz?" şeklinde soru sormaları son derece tuhaf ve şaşırtıcı bir şeydir.
Bu görkemli evreni yaratan, onu bu şekilde yönlendiren yüce Allah, kuşkusuz insanları yeniden diriltme gücüne sahiptir. Bu soruyu sormalarının sebebi kendilerini yaratan ve işlerini düzenleyen Rabblerini inkâr etmeleri, kalplerinin ve akıllarının kilitlenmiş olmasıdır. Buna verilecek ceza da boyunlarına zincir vurulmasıdır. Böylece akla vurulan zincir ile boyuna vurulan zincir arasında bir uyum oluşur. Onlara verilecek ceza ateşe atılmadır. Orada sonsuza kadar yanmadır. Yüce Allah'ın insanı onurlandırdığı değerleri işlevsiz hale getirmişlerdi. Çünkü dünyada görevlerini yerine getirmedikleri için, ahirette dünyadaki hayatlarından daha bayağı bir hayata yuvarlanmayı hakediyorlar. Onlar dünyadayken düşünme, algılama ve duyma yeteneklerini köreltmişlerdi.
Yüce Allah'ın kendilerini yeniden dirilteceğini şaşkınlıkla karşılayanlar (aslında onların bu tutumuna şaşmak gerekir) Allah'ın hidayetini isteyeceklerine, onun rahmetini dileyeceklerine Allah'ın azabını çabucak kendilerine ulaştırmanı istiyorlar.
"Müşrikler senden iyilikten önce kötülük isterler."
Onlar evrenin ufuklarına, göklere ve yere serpiştirilmiş Allah'ın ayetlerine bakmadıkları gibi, geçmiş milletlerin yaşadıkları felâketlere de bakmıyorlar. Onlar da Allah'ın azabının çabucak gelmesini istemiş, sonuçta azaba çarptırılmışlardı. Kendilerinden sonra gelecek nesillere ibret alınacak bir örnek olarak bırakılmışlardı.
"Oysa onlardan önce nice ağır ceza örnekleri yaşanmıştır."
Onlar kendileri gibi insan olanların akıbetinden bile habersizdirler. Oysa ders almasını bilenler için onların akıbetleri bir örnektir.
"Hiç kuşkusuz Rabb'in insanların zalimliklerine rağmen, onlara karşı bağışlayıcıdır.""
Yüce Allah bir dönem zulüm işlemiş olsalar bile kullarına karşı son derece merhametlidir. Tevbe yolu ile bağışlanma yurduna kavuşsunlar diye,.mağfiret kapısını onlara açar. Fakat zulüm işlemede ısrar edenleri, inat edenleri açık kapıdan bağışlanma yurduna sığınmayanları dayanılmaz, şiddetli cezasına çarptırır.
"Hiç kuşkusuz Rabbinin cezası da pek ağırdır."
Hidayetten önce kendilerinin azaba çarptırılmasını öncelikle isteyen bu beyinsizlerin tutumuna karşılık ayetlerin akışı bağışlanmayı, cezalandırmadan önce dile getiriyor. Amaç, yüce Allah'ın onlar için dilediği iyilikle onların kendileri için istediği kötülük arasındaki büyük ve korkunç uçurumu gözler önüne sermektir. Bunun da ötesinde gözlerin görmezliği, kalplerin körelmesi ve ateşin en alt tabakasını hakeden dejenere olma durumu vurgulanmaktadır.
Ardından ayetlerin akışı, evrende yer alan bunca kanıtı kavrayamayan ve yüce Allah'ın peygamberine indireceği bir tek kanıt isteyen, evet çevrelerindeki evren bütünüyle yüce Allah'ın gücüne kanıt oluştururken bir tek kanıt isteyen kimselerin bu tutumlarının nedenli şaşırtıcı olduğunu vurgulamakla sürüyor.
"Kâfirler `Muhammed'e, Rabbinden bir mucize indirilseydi ya' derler. Oysa sen sadece bir uyarıcısın ve her toplumun bir doğru yol göstericisi vardır."
Onlar mucize istiyorlar. Oysa mucize göstermek, peygamberin işi değildir, böyle bir yetkisi de yoktur. Sadece yüce Allah hikmeti uyarınca, gerek gördüğü zaman peygamberle birlikte mucize gönderir. "Sen ancak bir uyarıcısın." Sakındıran ve doğruyu gösterensin. Sen de daha önce gönderilmiş peygamberler gibisin. Kuşkusuz yüce Allah toplumlara yol göstericilik yapsınlar diye göndermiştir peygamberleri... "Her toplumun bir doğru yol göstericisi vardır." Olağanüstü kanıtlar göstermek, mucizeler gerçekleştirmek ise, evreni ve kulların işlerini düzenleyen yüce Allah'a aittir.
Bu gerçeklerle ufuklarda çıkılan gezinti ve bu gezintiden elde edilen sonuçlar üzerinde yapılan değerlendirmeler sona eriyor. Artık surenin akışı bir başka vadide yeni bir gezintiye çıkacaktır. Canlıların iç alemlerinde ve duygu dünyalarında çıkılan bir gezintidir bu.


8- Allah, her dişinin rahminde taşıdığını, bu rahimlerin erken doğurdukları ile fazla tuttuklarını bilir. Her şey O'nun katında belirli bir ölçüye bağlıdır.
9- O, görülür-görülmez, her şeyi bilen, yüceler yücesidir.
10- İçinizden sözünü gizli tutanla açıkça söyleyen, geceye bürünüp saklanan ile gündüzleyin ortalıkta geçen arasında O'nun için hiçbir fark yoktur.
11- İnsanı önünden ve arkasından izleyen (melekler) vardır, onu Allah'ın emri ile gözetlerler. Herhangi bir toplum tutumunu değiştirmedikçe Allah onun konumunu değiştirmez. Allah, bir toplumun herhangi bir kötülüğe uğramasını dileyince, onu hiç kimse önleyemez. İnsanların Allah'dan başka hiçbir koruyucusu, kayırıcısı yoktur.
İnsan duygusu, tasvirdeki bu derin dokunuşların etkisi, ifadedeki bu olağanüstü ahengin vurgusu ile titriyor, hayretler içinde bakakalıyor. Allah'ın ilminin etkinliğini ve sonuçlarını adım adım izlerken, rahimlerde gizlenmiş cenini, göğüslerde saklanmış sırrı, gecenin karanlığındaki gizli hareketi, saklanan ve ortaya çıkan, fısıldayan ve sesli konuşan her canlıyı gözlemlerken ağzı açıkta kalıyor, dehşete kapılıyor. Bütün bunlar büyüteç altında apaçık ortadadırlar. Allah'ın ilminin projektörleri tarafından izlenmektedirler. Akıllarından geçenleri bilen ve niyetlerini sayıp döken koruyucular takip etmektedir onları. Aman Allah'ım ne korkunç bir şey... Bu durum karşısında Allah'a sığınmaktan başka çare yok. Sadece onun himayesi güven vericidir çünkü. Kuşkusuz Âllah'a iman eden birisi, onun ilminin her şeyi kapsadığını bilir. Ama bu gerçeğin bir bütün olarak sunulmasının duygular üzerindeki etkisi, teker teker ele alınmasının bıraktığı etki ile karşılaştırmayı kabul etmeyecek kadar büyüktür. Nitekim surenin akışı bu genellemenin kimi ayrıntılarını şu olağanüstü tasvirde sunmaktadır.
Bakın yüce Allah'ın şu sözüne. Bu alanda onun ifade ettiği gerçek nerde, herhangi bir soyut önermenin ya da genellemenin dile getirdiği nerde?.. "Allah, her dişinin rahminde taşıdığını, bu rahimlerin erken doğurdukları ile fazla tuttuklarını bilir. Her şey O'nun katında belirli bir ölçüye bağlıdır." İnsan evrende bulunan bütün dişileri... Her tarafa dağılmış bütün dişileri... Kırda, bayırda, çölde, yerleşim birimlerinde, evlerde, mağaralarda" inlerde ve ormanlarda bulunan bütün dişileri hayalinde canlandırıyor... Bütün bu dişilerin rahimlerinde bulunanları, bu rahimlerin alıkoyduğu veya dışarıya attığı her damla kanı kapsayan Allah'ın bilgisini tasavvur ediyor...
Bakın yüce Allah'ın şu sözüne. Bu alanda O'nun ifade ettiği gerçek nerede, herhangi bir soyut önermenin ya da genellemenin dile getirdiği nerede?
"İçinizden sözünü gizli tutanla açıkça söyleyen, geceye bürünüp saklanan ile gündüzleyin ortalıkta gezen arasında O'nun için hiçbir fark yoktur."
"İnsanı önünden ve arkasından izleyen (melekler) vardır, onu Allah'ın emri ile gözetlerler."
İnsan bu evrende fısıldayan, yüksek sesle konuşan, şu müthiş evrende saklanan ve ortaya çıkan her canlıyı hayalinde canlandırıyor. Sonra da her kişiyi ardından ve önünden izleyen, gece ve gündüz yaptığı her şeyi bilen, gidip geldiği her yeri kaydeden Allah'ın bilgisini tasavvur ediyor.
Dehşet verici evrenin ufuklarından çizilen ilk tablolar, insanın iç dünyasından ve gaybın derinliklerinden, sırların bilinmezliklerinden, çizilen bu son tablolardan daha önemli ve daha köklü değildirler. Karşılıklı olma bakımından ve simetriklik açısından bu da diğeri kadar önemlidir kuşkusuz.
Biraz da ayetlerin içerdikleri ifade ve tasvir güzelliklerinden söz edelim.
"Allah her dişinin rahminde taşıdığını, bu rahimlerin erken doğurdukları ile fazla tuttuklarını bilir. Her şey O'nun katında belirli bir ölçüye bağlıdır."
Rahimlerin gizliliklerinde eksilip artan şeyleri kapsayan bilgi tasvir edildikten sonra her şeyin O'nun katında bir ölçüye göre olduğu vurgulanıyor. Ölçü kelimesi ile eksilme ve artma kelimeleri arasındaki uyum ise son derece açıktır. Bu sorun tümüyle konunun bütünü açısından az önce ele alınan yeniden diriltme gerçeği ile ilgilidir. Ayrıca bu sorun, şekil ve manzara açısından da az sonra ele alınacak olan "bir ölçüye göre" vadilerde coşkun akan su ile de ilgilidir. İkisinin arasındaki benzerlik bir ölçüye uyma ve alışkanlıktır. Nitekim surenin genel atmosferi gözönünde bulundurulduğunda, eksilme ve artma kelimeleri arasındaki birbirlerine karşılıklı olma durumu göze çarpacaktır.
"O görülür-görülmez her şeyi bilen, yüceler yücesidir."
Ayette geçen ve "yüce" kelimesinin ifade ettiği anlam, insan duygusunda gerektiği şekilde somutlaşmaktadır. Oysa bu anlamı başka kelimelerle tasvir etmek son derece zor bir iştir. Çünkü yaratılmış her canlıda onu küçülten bir eksiklik vardır. Yüce Allah'ın yarattıkları arasında büyük diye nitelendirilen herhangi bir varlık, büyük bir olay ya da büyük bir iş sadece yüce Allah'ın hatırlanması ile birlikte hemen küçülüverir. "Yüce" kelimesi de öyle... Görüyorsun ki, herhangi bir açıklama yapmış değilim. Hiçbir tefsirci de "büyük" ve "yüce" kelimelerini başka sözlerle tefsir etmemiştir.
"İçinizden sözünü gizli tutanla açıkça söyleyen, geceye bürünüp saklanan ile gündüzleyin ortalıkta gezen arasında O'nun için hiçbir fark yoktur."
İfadedeki karşılıklı olma durumu gayet açıktır. Özellikle "Sariban = ortaya çıkan = kelimesi dikkatimizi çekmektedir. Nerdeyse ifade ettiği anlamın tersine bir hava oluşturmaktadır. Daha çok gizliliği ya da gizliliğe yakın bir çağrışım yapıyor gibi gelmektedir. = Ortaya çıkan = yani = giden = kelimesindeki hareket "gizlenme" hareketine karşılıklı olma amacına yöneliktir. Kelimenin vurgusundaki yumuşaklık ve kullanılışında kastedilen anlam, oluşan havayı tırmalamamak için özenle seçilmiştir. Gizli, şeffaf, rahimlerde gizli olan şeyleri, bilinmez sırları, geceleyin saklananları ve göze görünmeyen izleyicileri kapsayan yüce Allah'ın bilgisinin oluşturduğu havadır bu. Bu yüzden "gizlenen" kelimesinin ifade ettiği anlama karşılıklı olacak bir kelime seçilmiştir. Ama kelimenin yumuşaklığı, şeffaflığı ve gizliliği andırması gözönünde bulundurulmuştur. "İnsanı önünden ve arkasından izleyen (melekler) vardır, onu Allah'ın emri ile gözetlerler."
Ayetlerde bütün insanları izleyen, girip çıkan her şeyi, olup biten tüm olayları kaydeden ve Allah'ın emri ile hareket eden korucuların niteliklerine, tanımlarına rastlanmamaktadır. Sadece "Allah'ın emri ile"... hareket ettikleri ifade edilmektedir. Biz de; kimdir bunlar? Hangi niteliklere sahiptirler? İnsanları ve olayları ne şekilde izlerler? gibi sorularla anlatılanın dışına çıkmayacağız. Ayetlerin oluşturduğu saklanma, korkma ve izlenme havasını bozmayacağız. Zaten amaçlanan da budur. İfade yeterli açıklamayı yapmaktadır. İfadenin bu şekilde kapalı bırakılması da boşuna değildir. İfadelerin oluşturduğu havanın tadını bilenler bu kapalı havanın açıklama ve ayrıntılarla da dağılmasını istemezler.
"Herhangi bir toplum tutumunu değiştirmedikçe, Allah onun konumunu değiştirmez."
Yüce Allah'ın onları kendi emrine göre hareket eden korucularla izletmesi, onların hem şahısları hem de durumları açısından meydana getirdikleri değişiklikleri gözetlemek ve bu değişikliklere uygun olarak onlar hakkındaki hükmünü yürürlüğe koymaktır. Çünkü yüce Allah insanlara verdiği nimeti ya da azabı, üstünlüğü ya da alçaklığı, onurluluğu ya da ezilmişliği, onlar, düşüncelerini davranışlarını ve pratik hayatlarını değiştirmedikçe değiştirmez. Yüce Allah onların şahısları ve davranışları açısından meydana getirdikleri değişiklikler doğrultusunda onların durumlarını değiştirir. Gerçi, yüce Allah daha olmadan ne olacağını bilir. Ne var ki, onlara ilişkin hüküm, onların davranışlarına göre olacaktır ve bu hüküm yaşanan değişiklikle aynı zamanda gerçekleşecektir.
Kuşkusuz bu, insana ağır bir sorumluluk yükleyen bir gerçektir. Yüce Allah'ın iradesi ve buna ilişkin yasası, insanlar hakkındaki iradesinin yine bu insanların davranışları yönünde gerçekleşmesi şeklindedir. Bu konudaki yasasını, onların bu yasaya karşı takındıkları tavır uyarınca yürürlüğe koyması yönündedir iradesi... Bu konuya değinen ayet gayet açıktır ve yoruma ihtiyaç bırakmamaktadır. Bu ayet yüklediği sorumluluğun yanında, bu insana verilen değeri de göstermektedir. Yüce Allah iradesini yürürlüğe koymayı insanın davranışlarına bağlamakla ona büyük bir değer vermiştir.
İlke belirlendikten sonra ayetlerin akışı, yüce Allah'ın bir toplumun durumunu kötülüğe doğru değiştirmesini gözler önüne sermektedir. Çünkü onlar ayetten anlaşıldığına göre, durumlarını kötülüğe doğru değiştirmiş, Allah da onlara kötülüğü dilemiştir.
"Allah, bir toplumun herhangi bir kötülüğe uğramasını dileyince onu hiç kimse önleyemez. İnsanların Allah'dan başka hiçbir koruyucusu, kayırıcısı yoktur."
Ayet ilkenin bir yönünü açıklıyor ama, diğer yönünü açıklamıyor. Çünkü şu anda iyilikten önce kötülüğü isteyenlerin durumu ele alınmaktadır. Daha önce gafletleri iyice belirginleşsin diye azapdan önce bağışlanma sunulmuştu onlara. Burada ise, sadece kötülüğün sonucu açıklanmaktadır. Amaç onları yüce Allah'ın karşı konulmaz azabından sakındırmaktır kuşkusuz. Çünkü Allah'ın azabını hakettikleri zaman, kendilerini bu azaptan koruyacak bir dost bulamazlar.
Sonra surenin akışı başka bir vadide yeni bir gezintiye başlıyor. Ama şu anda geçtiğimiz vadiye bağlıdır bu da. Bu vadide tabiat manzaraları ve ruhsal duygular birlikte yer alıyor. Bunlar görünüm, gölge ve etki bakımından içiçe girmiş bir uyum oluşturmuşlardır. Bu havaya bir de korku, yalvarma, sürekli didinme ve titreme havası ekleniyor. Bu, atmosfer içinde insan ruhu hep bir tedirginlik ve çekingenlik içindedir. Bu olağanüstü gerçeklerden etkileniyor, heyecanlanıyor:


12- Şimşeği size hem korku ve hem de umut kaynağı olarak gösteren, yağmur yüklü bulutları oluşturan odur.
13- O'nu gök gürültüsü övgü ile ve melekler korku içinde tesbih ederler, noksanlıklardan uzak tutarlar. O yıldırımlar salarak bunlarla dilediklerini çarpar. Allah'ın sillesi son derece sert olduğu halde, onlar O'nun hakkında tartışıyorlar.
14- Gerçek dua, yalnız Allah'a yöneltilen çağrıdır. Müşriklerin Allah dışında çağrı yönelttikleri putlar, onların hiçbir dileklerine cevap veremezler. Böyleleri ağzına su gelsin diye avuçlarını ona doğru açan kimseye benzerler ki, asla bu yolla ağzına su gelmez. İşte kâfirlerin çağrısı böylesine boşunadır.
15- Göklerdeki ve yerdeki tüm varlıklar ile bu varlıkların gölgeleri gönüllü ya da zorunlu olarak sabah-akşam Allah'a secde ederler.
16- De ki; "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" De ki; "Allah''tır. " De ki; "O'nun dışında kendilerine bile ne fayda ve ne de zarar veremeyen birtakım ilâhlar, korucular mı edindiniz?" De ki; "Hiç kör ile gören bir olur mu? Ya da karanlıklar ile aydınlık bir midir? Yoksa Allah'a koştukları ortaklar tıpkı Allah gibi birtakım yaratıklar yarattılar da müşrikler bu iki yaratma eylemini birbirinden ayırd edemediler mi?" De ki
"Herşeyin yaratıcısı Allah'tır; O tektir ve iradesi önünde her şeye boyun eğdirendir. "
Şimşek, gök gürültüsü ve bulut bilinen sahnelerdir. Zaman zaman bunlara eşlik eden yıldırımlar da öyle... Bunlar insan ruhu üzerinde derin etkiye sahiptirler... İnsanların bunlara ilişkin çok şey bilip bilmemeleri bu etkiyi azaltmaz. Ayetlerin akışı bütün bu sahneleri burada biraraya getiriyor, bunlara bir de melekleri, gölgeleri, tesbih ve secdeleri korku ve ümidi, gerçek dua ile kabul olunmayacak duayı ekliyor. Bu sahnelere bir başka tablo da katılıyor. Susuzluktan kavrulmuş su arayan birinin tablosudur bu. Suya kavuşmak için ellerini uzatmış, bir damla su için ağını açmış koşan biri...
Bütün bunlar bir rastlantı sonucu ya da boşu boşuna ayette yer almıyorlar. Bunlar sahneye gölgelerini yansıtmak için birlikte sözkonusu ediliyorlar. Sahneye tedirginlik, gözetleme, korku ve ümit, yalvarma ve ürperme havası katıyorlar. Karşı konulmaz güce sahip yarar ve zarar vermede tek ve ortaksız olan yüce Allah'ın egemenliğinin tasvir edildiği, Allah'a ortak koşulan sahte tanrıların yetkilerinin geçersiz sayıldığı ve insanlar Allah'a ortak koşmanın akıbetinden sakındırıldığı bir sahnede bunların yeralması insan üzerinde büyük etki bırakıyor.
"Şimşeği size hem korku ve hem de umut kaynağı olarak gösteren O'dur." Bu evrensel mucizeyi size gösteren O'dur.. Yine O'nun özel tarzda yarattığı bu mucize, çeşitli özellikler ve olağanüstülükler bahşettiği evrenin özünden kaynaklanmaktadır. Yüce Allah'ın evrende yarattığı olağanüstülüklerden biri de evrensel yasası uyarınca size gösterdiği şimşektir. Bu yüzden korkuya kapılırsınız. Çünkü şimşek insanın sinirlerini sarsıcı bir özelliğe sahiptir. Çünkü o, yıldırıma dönüşür. Yine o, deneyimlerinizle öğrendiğiniz gibi, her şeyi silip süpüren sel felaketinin habercisidir. Bunun yanısıra, onun ardından bir iyilik gelmesini ümit edersiniz. Arkasından ölüleri dirilten, nehirleri coşturan oluk oluk yağmur da yağabilir.
"Yağmur yüklü bulutları oluşturan O'dur."
Aynı şekilde O'dur yağmur yüklü bulutları meydana getiren (ayette geçen es-sihab = Bulutlar = kelimesi cins isimdir. Tekili ise `sehabe' dir) Yüce Allah'ın bu evreni ve evreni oluşturan unsurları yaratırken uyguladığı kanun uyarınca bulutlar oluşur, yağmurlar yağar. Şayet evrenin yaratılışı bu şekilde gerçekleştirilmiş olmasaydı, bulutlar meydana gelemez, yağmurlar yağamazdı. Bulutların ne şekilde meydana geldiğinin ve yağmurların nasıl yağdığının bilinmesi bu evrensel mucizenin görkeminden ve işaret ettiği gerçeklerden bir şey azaltmaz. Çünkü bu mucize, özel evrensel bir bileşim sonucu oluşmaktadır. Ve bunu yüce Allah'dan başkası yapamaz. Yüce Allah bu bileşime, belli bir kanuna göre hükmetmektedir. Bu kanunun uygulanışında hiçbir Allah kulunun katkısı yoktur. Nitekim bu evren de kendi kendisinin yaratıcısı değildir. Uyacağı kanunları düzenleyen de yine kendisi değildir.
Gök gürlemesi... Havadaki üçüncü mucize... Yağmur, şimşek ve gök gürlemesi. Bu korkunç ve gürültülü ses... Bu da evrensel yasanın eserlerinden biridir. Özelliği ve sebepleri ne olursa olsun yüce Allah yaratmıştır bunu. Yüce Allah'ın evrende yürürlükte olan yasasının yankısıdır bu. Bu, düzeni sağlayan gücü tesbih etmek, hamdetmektir. Nitekim, güzel ve özenli olan her sanat eseri, sanatının güzelliğini ve özenliliğini ifade etmesi bakımından sanatçısını tesbih etmekte, onun için bir tür övgü ve hamd işlevini görmektedir. "Tesbih ederler" kelimesi ile doğrudan doğruya bu anlam kastedilmiş olabilir. Bu durumda gök gürlemesi fiilen yüce Allah'ı tesbih ediyordur. Bu nokta yüce Allah'ın insanlara göstermediği gaybın kapsamına girmektedir. İnsanların bu gerçekleri onaylamaktan, kayıtsız şartsız teslim olmaktan başka seçenekleri yoktur. Çünkü onlar gerek evren, gerekse kendileri hakkında çok az şey bilmektedirler.
Böylesi durumlarda Kur'ân'ın uyguladığı tasvir metodu uyarınca gök gürlemesinin tesbihinden sonra hamd kelimesi seçiliyor. Böylece sahneye içindeki hareketin türünden bir hareketlilik katmak için suskun evren sahnelerine hayat belirtileri ve hareketleri atfediliyor. (Nitekim bu konu "Kur'an'da Edebi Tasvir" kitabımızda ayrıntılı olarak ele alınmıştır) Buradaki sahne de doğal bir ortamda canlıların oluşturduğu bir sahnedir. Bu sahnede Allah'dan korkarak O'nu tesbih eden melekler, Allah'a ve O'na ortak koşulan sahte tanrılara yönelik dua ile suyun ağzına gelmesi için avuçlarını açan ama ona bir türlü ulaşamayan bir adam yer almaktadır. Allah'a dua eden, ibadet eden ve hareket dolu bu sahneye, gök gürlemesi de canlı bir varlık gibi tesbih ve dua eden sesi ile katılıyor.
Ardından, korku, yalvarma, şimşek, gök gürlemesi ve yağmur yüklü bulutların oluşturduğu hava yüce Allah'ın gönderip de dilediğine isabet ettirdiği yıldırımlarla tamamlanıyor. Yıldırımlar da evrenin bilinen bileşiminden kaynaklanan doğal fenomenlerdir. Yüce Allah bunları bazen kendilerine verilen iyilikleri değiştiren toplumlara isabet ettirir. Kendilerine süre tanımanın yarar sağlamayacağını, dolayısı ile yok edilmeyi hakettiklerini bildiği; bu yüzden artık süre tanımamaya hükmettiği toplumların başına indirir yıldırımları.
Şaşırtıcı olan da, şimşeğin, gök gürültüsünün ve yıldırımların meydana getirdiği bu dehşet verici havada, gök gürültüsünün hamdederek, meleklerin korkarak Allah'ı tesbih edişleri, yıldırımların öfkeyle kükreyişleri arasında... Bu korkunç havada, bunca gücün sahibi, her türlü tartışmayı ve karşı koyma eylemini kestirip atan bu seslerin yaratıcısı olan yüce Allah hakkında insanların tartışmaya kalkışmalarıdır.
"Allah'ın sillesi son derece sert olduğu halde, onlar O'nun hakkında tartışıyorlar."
Dua, yalvarma ve herbirisi hakkında tartışmaya giriştikleri Allah'ın varlığını ve birliğini dile getiren gök gürültüsü, gürlemeler ve yıldırımların oluşturduğu dehşet verici ortamda, olağanüstü evrenin bu en görkemli alanlarından ve korkarak Allah'ı tesbih eden meleklerden gelen ve sadece Allah'a yönelik olan bu tesbih ve hamd sesleri karşısında onların cılız sesleri kaybolup gidiyor. Allah hakkında tartışmaya kalkışan şu insanların cılız sesleri nerde? Karşı konulmaz güce sahip olan Allah'ın yarattığı evrenden yükselen görkemli sesler nerde?
Onlar Allah hakkında tartışmaya girişiyor, ona birtakım ortaklar koşuyorlar. Oysa tek gerçek dua, Allah'a yönelik olandır. Bundan başkası boştur, gelip geçicidir. Sahibine sadece sıkıntı verir.
"Gerçek dua, yalnız Allah'a yöneltilen çağrıdır. Müşriklerin Allah dışında çağrı yönelttikleri putlar, onların hiçbir dileklerine cevap veremezler. Böyleleri ağzına su gelsin diye avuçlarını ona doğru açan kimseye benzerler ki, asla bu yolla ağzına su gelmez. İşte kâfirlerin çağrısı böylesine boşunadır."
Buradaki sahne; dile gelen, hareket eden, didinen, yanıp tutuşan bir susuzun canlandırıldığı sahnedir... Tek gerçek dua, gerçekleşen, karşılık gören tek, dua, Allah'a yönelik olan duadır. O'na yönelmektir, O'na dayanmaktır. O'nun yardımını, rahmetini ve yol göstericiliğini istemektir. O'nun dışındakiler kaybolup gitmeye mahkumdurlar. O'nun dışındakiler boşu boşuna yapılan çağrılardır. O'nun dışında sahte tanrılara dua edenlerin durumunu görmüyor musunuz? Bakın bu da onlardan biridir. Susuzluktan kavrulmuş, kollarını uzatmış, avuçlarını açmıştır. Ağzını açmış, bitkinlikten dilini dışarıya sarkıtmış, birtakım dualar mırıldanıyor. Suyun kaynağına ulaşmak istiyor, ama bir türlü. ulaşamıyor, kavuşamıyor suya... Bunca emeğe, yorgunluğa ve zorluğa rağmen... Ortak koştukları sahte tanrılara yönelip Allah'a dua ettikleri zaman kâfirlerin duası da tıpkı bunun gibidir.
"İşte kâfirlerin çağrısı böylesine boşunadır."
Peki susuzluktan yanıp kavrulan, bitkinlikten dilini dışarı sarkıtmış, durmadan yalvaran bu adam; nasıl bir havada bir damla suya hasrettir? Her şeye gücü yeten tek ve ortaksız olan yüce Allah'ın emri ile hareket eden şimşek, gök gürültüsü ve yağmur yüklü bulutların yer aldığı bir havada, susuzluktan kavrulmaktadır bu adam.
Şu zavallılar, Allah'dan başka tanrılar edinip, ümit ve dua ile onlara yöneldikleri sırada evrende varolan her şey yüce Allah'a boyun eğiyor. Evren ve içindeki her şey O'nun iradesine mahkumdur. O'nun kanununa boyun eğiyorlar. O'nun yasası uyarınca hareket ediyorlar. Mü'minler inanarak ve itaat ederek boyun eğerler. Mü'min olmayanlar ise, istemeyerek ve zorla boyun eğerler. Hiç kimse yüce Allah'ın iradesinin üstüne çıkamaz. O'nun hayat için belirlediği evrensel yasanın dışında yaşamak mümkün değildir.
"Göklerdeki ve yerdeki tüm varlıklar ile bu varlıkların gölgeleri gönüllü ya da zorunlu olarak sabah-akşam Allah'a secde ederler."
Hava, ibadet ve dua havası olduğu için, surenin akışı yüce Allah'ın iradesine boyun eğme eylemini secde ile ifade ediyor. Çünkü secde kulluğun doruk noktasıdır. Sonra göklerde ve yerdeki şahısların gölgelerini de ekliyor. Sabahleyin gün ışığında beliren, akşama doğru kırılan ışıklarla birlikte uzanan gölgelerini. Secde, boyun eğme ve itaat etme eylemlerinde bu gölgeleri de şahıslarla birlikte anıyor. Bu, aslında bir gerçeğin ifadesidir. Çünkü gölgeler şahıslara uyarlar. Sonra bu gerçeğin gölgesi sahneye yansıyor. Böylece hayret verici bir tablo ortaya çıkıyor. Secdeler çift görünüyor, bir şahısların bir de gölgelerin secdesi... Artık içindeki şahıslar ve gölgelerle birlikte tüm evren, ister iman etsin, ister etmesin diz çökmüş, boyun eğmiştir... Evren ve içindeki şahıslar ve gölgeler bütünüyle Allah'a secde ediyorlar. Şu zavallılarsa, Allah'ın dışında sahte tanrılara dua edip duruyorlar.
Bu olağanüstü sahnenin etkinliği daha sürerken, onlara alaycı sorular yöneltiliyor. Zaten Allah'a ortak koşan birine de böyle bir ortamda ancak alaycı sorular sorulur. O alaya alınmayı, maskara olmayı haketmiştir çünkü.
"De ki; "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" De ki; "Allah'tır." De ki; "O'nun dışında kendilerine bile ne fayda ve ne de zarar veremeyen birtakım ilahlar, koruyucular mı edindiniz?" De ki; "Hiç kör ile gören bir olur mu? Ya da karanlıklar ile aydınlık bir midir? Yoksa Allah'a koştukları ortaklar tıpkı Allah gibi birtakım yaratıklar yarattılar da müşrikler bu iki yaratma eylemini birbirinden ayırd edemediler mi?" De ki; Her şeyin yaratıcısı Allah'tır; O tektir ve iradesi önünde her şeye boyun eğdirendir."
Onlara (bu arada göklerde ve yerde isteyerek-istemeyerek Allah'ın gücünün ve iradesinin kontrolünde olanlara) sor: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" Bu soru cevap vermeleri için sorulmuyor. Çünkü ayetlerin akışında bu soruya daha önce cevap verilmişti. Bu soru, gözleriyle gördükleri gerçeği sözlü olarak işitmeleri için yöneltiliyor. "De ki; Allah'tır."
Sonra yine sor; "O'nun dışında kendilerine bile ne fayda ve ne de zarar veremeyen birtakım ilahlar, koruyucular mı edindiniz?"
Bu soruyu kınamak için sor. Çünkü zaten fiilen Allah'dan başka dostlar edinmiş durumdadırlar. Sorun gayet açık olduğu halde, hak ile batıl arasındaki fark, kör ile gören, karanlık ile aydınlık arasındaki fark gibi ortada olduğu halde yine de sor... Burada kör ile görenin sözkonusu edilmesi onlara ve mü'minlere işarettir. Çünkü onları göklerde ve yerde bulunan herkesin belirtileri aracılığı ile algıladığı kesin ve çıplak gerçeği görmekten alıkoyan sadece kör oluşlarıdır. Karanlık ve aydınlığın sözkonusu edilmesi ile de onların ve mü'minlerin durumuna işaret edilmiştir. Çünkü görmelerine engel olan karanlık onları apaçık gerçeği kavramaktan alıkoymakta, engel olmaktadır.
Allah'tan başka dost edindikleri bu sahte tanrıların Allah'ın yarattıkları gibi bir şeyler yarattıklarını hiç gördün mü? Böylece bu adamlar Allah'ın yarattıkları ile bu sahte tanrıların yarattıklarını karıştırıp birbirine mi benzettiler? Dolayısıyla hangisi Allah'ın yarattığı hangisinin de bu tanrıların yarattığı olduğunu anlayamadılar mı? Durum böyle ise, onlar Allah'a ortak koşmakta mazur sayılırlar. Buna göre ortak koştukları tanrıların da yaratıklar üzerinde egemenlik gücüne sahip olmak gibi yüce Allah'a ait sıfatları olur. Bununla da kulların ibadetle kendilerine yönelmelerini hakederler. Başka türlü bu kulluğu hak etmediklerinden kuşku duyulmaz çünkü.
Aslında bu, her şeyin yüce Allah tarafından yaratıldığını, sahte tanrıların hiçbir şey yaratmadıklarını, hiçbir zaman herhangi bir şey yaratamayacaklarını, üstelik kendilerinin yaratılmış olduklarını gören, buna rağmen onlara ibadet eden, tereddütsüz buyruklarına boyun eğen kimselere yönelik acı bir alayın ifadesidir. Bu nokta akılların düşünce açısından yuvarlandıkları en tutarsız, en aşağılık bir noktasıdır...
Bu sorudan sonra, itiraz ve tartışma konusu yapılamayacak olan bu acıklı alay üzerine yapılan değerlendirme ise şudur:
"De ki; "Her şeyin yaratıcısı Allah'dır; O tektir ve iradesi önünde her şeye boyun eğdirendir."
Bu, yüce Allah'ın yaratma eylemi bakımından tek ve ortaksız olduğunun ifadesidir. Bu ayet karşı konulmaz güce -egemenliğin doruk noktası- sahip olmada tekliğini dile getirmektedir. En başta göklerde ve yerde bulunanların gölgeleri ile birlikte yüce Allah'a secde etmeleri, sonunda da yerde ve gökte bulunan her şeyin boyun eğdiği karşı konulmaz gücün ifade edilmesi ile birlikte Allah'a koşulan ortaklar sorunu kuşatılmış oluyor. Bundan önce de şimşekler, gök gürlemeleri, yıldırımlar, korku ya da ümitten dolayı yükselen tesbih ve hamd sesleri dile getirilmişti. Gözü bağlı kör olarak karanlıklarda yaşayan, böylece de helak olup gidecek olandan başka hangi kalp bu dehşete dayanabilir.
Bu vadiyi geçmeden önce ayetin ifade tarzında gözönünde bulundurulan karşılıklı olgulara işaret edelim: Bu durum "korku ve ümit", ansızın çakıp sönen şimşek ve yüklü bulutlar (Buradaki yüklü kelimesi suya işaret ettiği gibi, karşılıklı olma bakımından hafif ve çakıp sönen şimşeğe de karşılıktır) hamdederek tesbih eden gök gürlemesi ve korkarak tesbih eden melekler, gerçek dua ve kaybolup giden boş dua, gökler ve yer, her ikisinde bulunan şeylerin isteyerek ve istemeyerek secde etmeleri, şahıslar ve gölgeler, gün ışıması ve gün batımı, kör ve gören, karanlıklar ve aydınlık, karşı konulmaz güce sahip yaratıcı ve hiçbir şey yaratamayan, kendilerine bir yarar veya zarar dokunduramayan sahte tanrılar arasında göze çarpmaktadır. Surenin akışı böylesine özenilmiş bir dikkate, göz alıcı bir parlaklığa ve şaşırtıcı bir uyuma sahip yöntemi uyarınca yoluna devam ediyor...
Surenin akışı ile birlikte yolumuza devam ediyoruz. Burada hak ile batıl, kalıcı dua ile rüzgarla birlikte uçuşup giden dua, yol gösterici iyilik ile şımarık kötülük hakkında bir örnek veriliyor. Verilen örnek, bir ve karşı konulmaz güce sahip yüce Allah'ın gücünü belgelemektedir. Eşya ve olayları yönlendiren ve onları takdir eden yüce yaratıcının kusursuz planlanmasını gözler önüne sermektedir. Bu örnek de akış içinde geçen tabii sahnelerin türündendir.
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi MERVE DEMİR 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN ülke tv Canlı... Videolar/Slaytlar Medine-web 1 2872 23 Ağustos 2013 00:41
İran Emperyalizmi Makale ve Köşe Yazıları Medine-web 6 3613 26 Ocak 2013 22:53
gerekli gereksiz bir şiir.. Makale ve Köşe Yazıları MERVE DEMİR 0 3258 06 Aralık 2012 10:48
olmamış kayınbiradere mektup :) Komik Paylaşımlar Allahın kulu_ 10 7664 03 Kasım 2012 23:19
İslamın kurtuluşu bilinçlenme ile mümkündür Makale ve Köşe Yazıları Esadullah 11 7163 02 Ekim 2012 21:16