Durumu: Medine No : 5587 Üyelik T.:
05 Aralık 2008 Arkadaşları:14 Cinsiyet: Memleket:İstanbul Yaş:35 Mesaj:
2.537 Konular:
2038 Beğenildi:116 Beğendi:0 Takdirleri:270 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Cvp: Fizilalil Kuran Araf Suresi Tefsiri İNSANLIĞIN DOĞUŞU Daha sonra etkileyici olaylarıyla insanlığın yaradılışı hikâyesi başlıyor. Hikâye insanın yücelikler aleminin kanatları altında ve dehşet verici bir şenlik içinde insanın yaradılışını açıklamak suretiyle başlıyor. Bu ilânı her şeyin sahibi, üstün kudret sahibi olan ulu ve yüce Allah yapıyor. Bu da insanın ne kadar büyük ihsana ve hürmete mazhar olduğunu ortaya koyuyor. O'nun için, meleklerden olmakla beraber, o sıralarda onlarla birlikte olan İblis (Şeytan) da dahil olmak üzere bütün melekler toplanıyor. Bu toplantıya gökler, yer ve Allah'ın yarattığı bütün varlıklar şahit oluyor. Bu olay varlıklar alemi tarihinde gerçekten önemli bir olaydır ve dehşet vericidir. 11- Sizi yarattık, arkasından belirli bir biçime soktuk, sonra meleklere "Ademe secde edin, dedik. İblis dışında hepsi secde etti. Sadece o secde edenlerden olmadı. " 12- "Allah İblis'e "Secde etmeni emrettiğimde seni secde etmekten alıkoyan ne oldu? dedi. O da "Ben ondan üstünüm, beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın " dedi. 13- "Allah ona "o halde in oradan, orada büyüklük taslamak haddine düşmedi. Çık dışarı, sen alçağın birisin, dedi. " 14- "İblis, "Bana insanların tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet ver" dedi. 15- Allah "Sen mühlet verilenlerden birisin" dedi. 16- "İblis dedi ki; "Beni kışkırtıp sapıklığa düşürdüğün için, andolsun ki, doğru yolun üzerinde pusu kurup insanların yolunu keseceğim. " 17- "Sonra önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından onlara sokulacağım da çoğunluğunu şükreder bulamayacaksın. " 18- "Allah dedi ki; "Çık oradan yerilmiş ve kovulmuş olarak! Andolsun ki, insanlardan kim sana uyarsa, onları ve sizi birlikte cehenneme dolduracağım. " İşte ilk sahne budur... Bu gerçekten etkileyici bir sahnedir. Önemli bir sahnedir... Biz burada önce kıssanın sahnelerini sunmayı, bunlar üzerinde yapılacak yorumu ve bu sahnelerin imajları üzerinde yapılacak tesbitleri sonraya bırakmayı uygun görüyoruz. "Sizi yarattık arkasından belirli bir biçime soktuk, sonra meleklere, "Adem'e secde edin, dedik. İblis dışında hepsi secde etti. Sadece o secde edenlerden olmadı." Yaratma: Yapma, meydana getirme anlamına tasvirde, biçim verme ve özelliklerle donatma anlamına gelebilir. Yaratma ve tasvir meydana gelişte iki aşama değil, iki basamaktır. Çünkü buradaki "sonra" kavramı, zaman sıralamasını değil de, manevi yükseliş sıralaması için kullanılmış olabilir. Tasvir (Şekil ve özellik kazanmak) soyut anlamda varolmaktan daha ileri bir basamaktır. Varolma hammadde için de geçerlidir. İnsani bir şekil kazanma ve birtakım özelliklere sahip olma açısından tasvir, varolmanın basamaklarından daha ilerde bir basamaktır. Sanki burada şöyle denmek istenmiştir: Biz size sadece varolmayı bağışlamakla yetinmedik, sizin varlığınızı üstün özelliklere sahip bir varlık kıldık... Nitekim başka bir ayette: "Her şeye yaradılışını veren sonra da yol gösteren O'dur" (Taha -50) deniyor. Çünkü bütün varlıklara özellikler ve fonksiyonlar verilmiş ve yaratılışı esnasında bu görevlerini yerine getirmesi için ona yol gösterilmiştir. Yaratılış özellikleri ve fonksiyon verilişi ile bu görevlerin yerine getirilmesi arasında bir zaman boşluğu yoktur. Eğer buradaki yol gösterme, O'nun Rabbine yol bulması dahi olsa, yine anlam değişmez. Çünkü her şey yaratıldığı andan itibaren Rabbine yol bulmuştur. Aynı şekilde Adem'e de yaradılışı sırasında insanî özellikleri verilmiş ve "Sonra" da ise manevi yönden yükselmeye yöneltilmişti. Yoksa arada zaman aşımı yoktur. Biz bu görüşdeyiz. Hangi açıdan bakarsak bakalım, Hz. Adem'in -selâm üzerine olsun- yaradılışına, insanlığın meydana gelişine ilişkin Kur'an ayetlerinin bütünü, bu varlığa insani özelliklerinin ve kendisine özgü fonksiyonunu yaradılışı ile birlikte verildiği düşüncesi Kur'an'da ağırlık kazanmaktadır. İnsanlık tarihinde görülen ilerlemenin, yükselişin bu özelliklerin daha açık bir şekilde ortaya çıkmaları, gelişmeleri, terbiye edilmeleri ve insanın bunlar sayesinde üstün bir deneyime sahip olmasında görülen ilerleme olduğunu ortaya koymaktadır. Yoksa Darwinizm'in ileri sürdüğü gibi, başka türlerin gelişerek sonuçta insan olduğu şeklinde insanın "öz varlığında" herhangi bir başkalaşım olmadığını ortaya koymaktadır. Arkeolojik kazılara dayanan yaradılış ve evrim teorisine bağlı olarak zaman süreci içinde hayvanlarda değişik ilerleme aşamalarının varlığını ve bunların birbirini izleyen gelişmeler olduğunu ileri sürmek "sağlıklı" verilere dayanmayan bir teoriden ibarettir. "Kesinlik" ifade etmez. Çünkü yerin katmanlarında bulunan kayaların ömürlerini belirleme çalışmaların da kendileri bile tahminden öteye geçemezler. Bu çalışmalar yıldızların ömürlerini radyasyon yoluyla kestirmek gibidir. Bunları düzeltecek, hatta kökünden değiştirecek daha başka tahminlerin ortaya çıkmasını engelleyebilecek hiçbir şey yoktur! Böyle bir varsayım bu canlıların birbirlerinden daha gelişmiş olduğunu söylememiz için yeterli değildir. . Kayaların ömürlerine ilişkin bilgimizin kesin olduğunu varsaysak bile, belirli çevre şartlarının etkisiyle ve bu şartlarla uyum sağlayabildikleri oranda bazı canlı türleri varolmuş olabilir ve çevre şartları değişip yaşamalarına elverişsiz hale geldiği için bu canlıların soyu kurumuş olabilir. Bu varsayımı ileri sürmemiz için, engelleyici hiçbir veri yoktur. Darwin'in ve ondan sonrakilerin arkeolojik kazıları bundan öte bir şeyi ispatlayamaz. Zaman süreci içinde herhangi bir hayvan türünün kendisinden önceki bir hayvan türünden organik olarak evrimleştiğini, o zaman süreci içindeki kayaların katmanlarının tanıklığına bakarak kesin biçimde ispatlayamaz. Sadece şu kadarını ispatlayabilir: Zaman süreci içinde birtakım hayvan türleri kendisinden önceki bir hayvan türünden daha gelişmiştir... Böyle bir gelişmeyi bizim anladığımız biçimde yorumlamak da mümkündür. Yani bu zaman diliminde yeryüzünde egemen olan şartlar bu hayvan türünün varlığına müsaade ediyorlardı. Şartlar değişince, yeryüzü başka bir hayvan türünün meydana gelmesine elverişli oluyordu. Bu hayvan türü de meydana geliyordu. Değişen şartlar daha önceki şartlarda yaşayan hayan türünün neslinin tükenmesine yolaçıyordu. Buna bağlı olarak bu hayvan türleri de yok oluyorlardı: Buna bağlı olarak insan türünün yaradılışı bağımsız bir yaradılıştır. İnsan, yüce Allah'ın yeryüzündeki şartların insanın hayatı, gelişmesi ve ilerlemesi için elverişli hale geldiğini bildiği bir zaman süreci içinde yaratılmıştır. İnsanın yaradılışı konusunda Kur'an ayetlerinin bir bütün olarak ortaya koyduğu yaklaşım budur. "İnsan" hem biyolojik ve fizyolojik yönden hem de aklî ve ruhî yönden diğer canlılardan apayrı bir özelliğe sahiptir. Bu öyle apayrı bir özelliktir ki, içlerinden bazıları ateist olmalarına rağmen, yeni Darwinist'ler insanın bu özelliğini kabul etmek zorunda kalmışlardır. İnsanın bu özelliği de, insanın yaradılışının başlı başına bir yaradılış olduğunu ve başka hayvan türleriyle hiçbir organik bağı bulunmadığını belgeleyen önemli bir delildir! Hangi açıdan bakılırsa bakılsın, değişmesi mümkün olmayan bir gerçektir ki, ulu ve yüce Allah'ın kendisi bizzat ruhani varlıklar olan meleklerin hazır bulunduğu bir topluluğun huzurunda bu insan denen varlığın doğuşunu açıklıyor: "Sonra meleklere: "Adem"e secde edin dedik. İblis dışında hepsi secde etti. Sadece o secde edenlerden olmadı." Melekler de Allah'ın bir başka yaratık kesimidirler. Kendilerine mahsus özellikleri ve fonksiyonları vardır. Allah'ın onlar hakkında bize verdiği bilgilerden başka bir şey bilmiyoruz. Daha önce Fî Zılâl-il'in başka bir yerinde Allah'ın bu konuda bize bildirdiklerini özetlemiştik. (Kehf-50) Aynı şekilde iblis de meleklerden ayrı olarak Allah'ın bir yaratığıdır. Nitekim Allah Teâlâ buyuruyor ki: "Gerçekten iblis cinlerdendi. Fakat Rabbinin emri dışına çıktı." Cinler de meleklerden ayrı bir varlıktır. Onlar hakkında da Allah'ın bize bildirdikleri dışında başka bir şey bilmiyoruz. Daha önce bu cüzde yüce Allah'ın cinlere ilişkin bize bildirdiklerini de özetlemiştik. (En'am 100,128,130. ayetlerinin tefsirine bakınız.) Bu surede ilerde geleceği gibi iblis ateşten yaratılmıştır ve kesinlikle meleklerden ayrı bir varlıktır. Fakat buna rağmen meleklerle birlikte Adem'e secde etmekle emredilmiştir. Kendine özgü yaratığın doğuşunda her şeyin sahibi olan yüce Allah büyük toplantıda herkesin Adem'e secde etmesini istemiştir. Bu isteğini açıkça ilân etmiştir. Allah'a karşı gelmeyen ve aldıkları emri yapan melekler, Allah'ın emrini yerine getirmek üzere itaatkâr bir şekilde secdeye kapandılar. Hiçbir tereddüt göstermediler. Büyüklük taslamadılar. Herhangi bir sebepten, herhangi bir şekilde ve herhangi bir düşünceyle günah işlemeyi düşünmediler. Bu onların karakteridir. Ve bu onların özellikleridir. Aynı zamanda fonksiyonları da budur. Böylece bu insan denen varlığın Allah katında ne kadar değerli olduğu gözler önüne serildiği gibi, melekler diye bilinen Allah'ın kullarında kesin itaat da somut bir biçimde canlandırılmaktadır. İblis'e gelince, o, yüce Allah'ın emrini uygulamaya yanaşmadı ve O'na karşı geldi. İlerde iblisin gönlünden nelerin geçtiği, yüce Allah'ın kendisinin Rabbi yaratıcısı, kendi işlerinin ve evrendeki bütün işlerin tümünün kendisinin elinde olduğunu bile bile, bunların hiçbirinde asla tereddüt etmediği halde yüce Rabbine itaat etmesine engel olan düşüncenin ne olduğu ifade edilecektir! Aynı şekilde biz burada yüce Allah'ın yarattıklarının üç tane prototipini görüyoruz. 1. Kesin itaat ve bütün bir teslimiyet örneği. 2- Kesin isyan ve başkaldırma örneği. 3- Üçüncü örnek, insanın karakteri örneğidir. İlerde insanı ve çift yönlü sıfatlarını öğreneceğiz. Birinci karakter Allah'a karşı tam bir teslimiyet ve samimiyet örneğini sergilemiştir. Bu kesin teslimiyeti ile, O, bu sahnede görevini tamamlamıştır. Diğer iki karakterin nasıl şekillendiklerini, hangi tarafa yöneldiklerini ilerde öğrenmeye çalışacağız. "Allah iblis"e "Secde etmeni emrettiğimde seni secde etmekten alıkoyan ne oldu?" dedi. O da "Ben ondan üstünüm, beni ateşten onu ise çamurdan yarattın" dedi. İblis, Allah'ın kesin hükmüne rağmen, kendisinin de bir görüşü olabileceğini ileri sürdü. Allah'ın kesin emri ortada olduğu halde, şeytan kendisinin gördüğü sebeplere ve illetlere dayanarak kendisi hakkında hüküm verme yetkisini kendisinde gördü. Halbuki kesin ilâhi hüküm ve apaçık emir ortadayken tartışma olamaz. Düşünmek boşunadır. Kesin itaat gerekir. Uygulama zorunluluğu doğar. Lanet olası iblis de yüce Allah'ın yaratıcı, mülkün sahibi, rızık verici ve her şeyi düzene koyan, her şeyin ancak O'nun izni ve belirlemesiyle meydana geldiğini hiç de bilmiyor değildi. Fakat buna rağmen kendisine ulaştığı biçimde emre itaat etmedi ve bu emri kendi mantığına dayanarak başka yollara girdi: "O da "Ben ondan üstünüm; beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın" dedi. Bu isyanın büyüklüğünü ortaya koymak amacıyla vakit geçirilmeden derhal cezalandırıldı: "Allah O'na: "O halde in oradan, orada büyüklük taslamak haddine düşmedi. Çık dışarı, sen alçağın birisin" dedi. İblisin Allah'ı tanıması, O'na fayda vermedi. Allah'ın varlığına ve sıfatlarına inanması da O'na bir yarar sağlamadı... Allah'ın emirlerini öğrendiği halde bu emri kabul ve reddetme yetkisini kendisinde gören, yüce Allah'ın daha önceden kendisi hakkında hüküm verdiği bir meselede hakimiyet yetkisini kendisinde gören, bu hakimiyet yetkisiyle Allah'ın sözkonusu meseleye ilişkin hükmünü reddedebileceğini söyleyen her insan da iblisin konumundadır. Demek ki, bu bilgiye ve itikada (inanç sistemine) rağmen meydana gelen bir küfürdür. Çünkü iblisin ne bilgisi eksikti, ne de itikadı!.. İblis bu tutumuna karşılık olarak cennetten kovulmuştur. Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmıştır. Allah'ın lanetine müstehak olmuştur. Alçaklık damgası yemiştir. Ne var ki, bu çirkin ve inatçı yaratık Hz. Adem'in kendisinin kovulmasına ve gazaba uğramasına neden olduğunu unutmuyor. İntikam almadan bu kötü sonuna (akıbetine) teslim olmuyor. İçinde yoğrulduğu çirkin karakterine uygun biçimde fonksiyonunu yapmadan cezaya razı olmuyor: "İblis: "Bana insanların tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet ver" dedi. "Allah "Sen mühlet verilenlerden birisin" dedi. İblis dedi ki; "Beni kışkırtıp sapıklığa düşürdüğün için, andolsun ki, doğru yolun üzerinde pusu kurup insanların yolunu keseceğim." Sonra önlerinden, arkalarından sağlarından, sollarından onlara sokulacağım da çoğunluğunu şükreder bulamayacaksın." Bu, kötülük üzerinde kesin ısrar etmektir. Sapıklık, azgınlık üzerinde kesin biçimde diretmektir. Böylece iblisin bu karakterinin O'nun başlıca özelliklerinden biri olduğu ortaya çıkıyor... O'nun karakterindeki bu kötülük yüzeysel ve geçici bir kötülük değildir. Köklü, bilinçli, sistemli ve sürekli bir kötülüktür. Ayrıca bu tasvirde iblisin aklî normları ve psikolojik hareketleri de canlı ve somut sahnelerle ortaya koymuştur. iblis, Rabbinden kıyamet gününe kadar kendisine mühlet vermesini dilerken, bu isteğini ancak Allah'ın iradesi ve belirlemesiyle olabileceğini çok iyi biliyordu. Yüce Allah O'nun bu isteğini kabul de etmiş ona zaman tanımıştır. O'na tanınan bu süre, başka bir surede açıklığa kavuşturulduğu gibi, "Belirlenen güne." (Hicr 38, Sâd-81) kadardır. Rivayetlerde belirtildiğine göre, bugün yeniden diriliş günü değil, Allah'ın hayatta kalmasını dilediği kimselerin dışında yerde ve göklerdeki herkesin öldüğü Sur'a ilk üfürüldüğü gündür. İblis uzun yaşama hükmünü elde ettikten sonra yüce Allah'a karşı isyankârlığı ve gururu nedeniyle kendisine takdir ettiği sapıklığın ve bu sapıklık belasını kendisine göndermesinin intikamını alacağını iğrenç bir küstahlıkla ilân ediyor. Kendisinin dramatik akıbeti sebebiyle Allah'ın lanetine uğramasına ve cennetten kovulmasına neden olan, Allah'ın kendisini onurlandırdığı bu insanı saptıracağını söylüyor! Onun bu saptırma çabasını Kur'an-ı Kerim'in O'ndan aktardığı şu sözde somut olarak görebiliyoruz. "Andolsun ki, doğru yolun üzerinde pusu kurup insanların yolunu keseceğim. Sonra önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından onlara sokulacağım." Demek ki, iblis Adem ve neslini saptırmak için Allah'ın dosdoğru yolu üzerinde oturacak. Oradan geçmek isteyen herkesi engellemeye çalışacaktır Allah'a giden yolun somut olması mümkün değildir. Çünkü yüce Allah, bir yere çakılıp kalmaktan münezzehtir. Böylece anlaşılıyor ki, bu yol Allah'ın rızasını elde etmeye vasıta olan iman ve itaat yoludur... İblis bu amacını gerçekleştirmek için her taraftan insana sokulacaktır: "Önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından..." Onlarla iman ve itaatin arasına girmek için... Bu iblisin, insanı saptırmak için sürekli çabasını ve tükenmez gayretini ortaya koyan canlı, hareketli ve somut bir tablodur. İblisin amacı insanların Allah'ı tanımamaları ve O'na şükretmemeleridir. O'nun tuzaklarından kurtulup Allah'ın çağrısına kulak veren az bir grup müstesna: "Çoğunluğu şükreder bulamayacaksın." Burada şükretmenin tekrar edilmesi surenin baş tarafında ifadesini bulan "Ne de az şükrediyorsunuz" cümlesiyle tam bir ahenk sağlamaktadır. Böylece az şükredilmesinin nedeni açıklanmış, gizli olan gerçek etken ortaya çıkarılmıştır. Bu temel etken iblisin O'na karşı çalışması ve Allah'a giden yolda oturmasıdır! İnsanın, kendisini doğru yoldan alıkoyan gizli düşmanına karşı uyanık hareket etmesi istenmiştir. İnsanların çoğunun şükretmesine engel olan bu musibetin nereden kaynaklandığını öğrendikten sonra ona karşı önlem almaları gerektiğini hatırlatmıştır. Şeytanın arzu ettiği kendisine verilmiştir. Çünkü yüce Allah'ın iradesi bu insan denen varlığın kendi yolunu kendisinin seçmesini istemiştir. Zira insanın yaradılıştan gelen birtakım yetenekleri vardır ki, insan onlarla iyiyi ve kötüyü birbirinden ayırabilir. Serbest olarak tercihini yapması için ona akıl da verilmiştir. Peygamberler aracılığıyla sürekli biçimde ona hatırlatmada bulunulmuş ve onu doğru yoldan ayrılmaktan sakındırmış, islâm dinine bağlanıp onunla kendisini düzeltmesini istemiştir. Yüce Allah'ın iradesine bağlı olarak, insan ya doğru yolu veya şeytanın yolunu algılayabilme, kendi bünyesine ya iyiliği veya kötülüğü yerleştirebilme ve iki sonuçtan birine doğru yol alma imkânına sahip kılınmıştır. Doğru yola girse de sapıklık yolunu seçse de neticede Allah'ın sınava ilişkin yasası gerçekleşir, Allah'ın dediği olur. Hidayet de sapıklık da Allah'ın yürürlükteki yasasına ve özgür iradesine bağlı olarak gerçekleşir. Fakat ayetlerin devamında yüce Allah'ın, lanet olası iblisin kendisine süre tanınmasına ilişkin isteğinin kabul edildiğinin açıkça belirtilmesine rağmen, bu son isteğinin verildiğine dair bir açıklama yapmadıklarını görüyoruz. Yüce Allah bu konuda bir açıklama yapmamıştır. Yalnız iblisin oradan kovulduğunu açıklamıştır. Bu öyle bir kovuluştur ki, kimse ona engel olamaz. Onu yerilmiş ve gazaba uğramış bir biçimde kovmuştur. Şeytan ve kendisine uyan ve onunla beraber sapıklığa düşen insanlardan cehennemi doldurmak üzere huzurundan uzaklaştırmıştır. "Allah dedi ki; `Çok oradan yerilmiş ve kovulmuş olarak! Andolsun ki, insanlardan kim sana uyarsa, onu ve sizi birlikte cehenneme dolduracağım." İblise uyan insanlar ya Allah'ı tanımada, ilahlığına kesin inanmada, O'na uyarlar veya aynen onun gibi Allah'ın hakimiyetini ve hükmünü kabul etmezler, Allah'ın emirlerine rağmen meseleleri gözden geçirme hakkına sahip olduklarını, Allah'ın emirlerini uygulayıp uygulamamakta kendi mantıklarını kriter olarak kabul ettiklerini iddia ederler. Ya da kendilerini Allah'ın yolundan tamamen saptırması için iblise uyarlar... Fakat bu iki sapıklık da temelde aynıdır ve şeytana uymaktır. Cezası da şeytan ile birlikte cehennemi boylamaktır! Yüce Allah, şeytan ve soydaşlarına doğru yoldan saptırma olanağı vermiştir. Hz. Adem'e ve O'nun nesline de sınama gereği olarak tercih imkânı vermiştir. Yüce Allah insana bu tercih imkânı vermekle hem ceza hem mükâfatın ona uygun düşmesini dilemiştir. Onu bu nitelikle diğer yaratıkları arasında kendisine has özelliklere sahip kılmak istemiştir. O ne melektir ne de şeytan. Onun bu evrendeki fonksiyonu ne meleğin fonksiyonu ne de şeytanın fonksiyonudur. YASAK AĞAÇ Olayın akışı içinde çizilen tablo burada bitiyor. Hemen arkasından başka bir sahne başlıyor: Yüce Allah, iblisi bu şekilde cennetten uzaklaştırdıktan sonra hitabı Adem'e ve eşine yöneltiyor. Biz burada yalnız Hz. Adem'in kendi cinsinden bir eşi olduğunu biliyoruz. Bu eşinin nereden geldiğini bilmiyoruz. Şu anda sözkonusu edeceğimiz ayet ile Kur'an-ı Kerim'in diğer ayetleri bu gayb konusundan haber vermemektedirler. Hz. Havva'nın Hz. Adem'in kaburga kemiğinden yaratıldığından söz eden rivayetlerin hepsi yahudi uydurmasından kaynaklanır. Bu nedenle bu konuda onlara dayanamayız. Bu konuda kesin olarak söylenebilecek tek şey yüce Allah'ın Hz. Adem'e kendi cinsinden bir eş yarattığı ve böylece onların iki eş olduklarıdır. Zaten yüce Allah'ın yarattığı tüm yaratıkların çift olarak yaratıldıkları değişmez bir yasadır. "Biz belki ibret alırsınız diye, her şeyden bir çift yarattık." (Zâriyat-49) Bu sürekli geçerli olan değişmez bir yasadır. Allah'ın tüm yarattıkları için geçerli olan köklü bir kuraldır. Bu değişmez yasayı baz alarak meseleye baktığımızda Hz. Havva'nın yaradılışının Hz. Adem'in yaradılışından uzun bir süre sonra gerçekleşmediğini ve O'nun yaradılışının da Hz. Adem'in yaradılışında izlenen yolun aynısıyla gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Durum ne olursa olsun, burada hitab Hz. Adem'e ve eşine yöneltilmektedir. Cenabı Allah hayatlarındaki sorumluluklarını bildiren emirlerini kendilerine iletirken, her ikisine de hitap ediyor. Böylece her ikisini de beraber eğitmeye ve onları asıl görevlerine hazırlamaya başlıyor. Zaten yüce Allah insanı sırf bu fonksiyonu için yaratmıştır. İnsanın bu temel görevi yeryüzünde halifelik görevidir. Nitekim Bakara suresinin (30.) ayetlerinde yüce Allah buyuruyor ki: "Hani Rabbin meleklere, `Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım' demişti." 19- "Ey Adem, .sen ve eşin cennette oturunuz, istediğinizi nerede bulursanız yiyiniz. Yalnız şu ağaca yaklaşmayın. yoksa zalimlerden olursunuz. " Kur'an "Bu ağacın" hangi ağaç olduğunu belirtmez. Zira bu ağacın hangi ağaç olduğunu belirtmek, ondan sakınma hikmetine katkıda bulunmaz. Öyle anlaşılıyor ki, burada önemli olan yasağın çiğnenmesiydi. Çünkü yüce Allah orada her ikisinin de helal şeyleri kullanmasına izïn vermişti. Yasaktan da kaçınmalarını öğütlemişti. Bu insan cinsinin iradesini geliştirecek, kendisi için belirlenen sınırda durmasını sağlayacak, bünyesine yerleştirilen arzularına ve ihtiraslarına karşı direnmesini öğretecek, arzularına ve ihtiraslarına karşı galip gelmesini temin edecek, onu hayvanlar gibi bu arzuların ve ihtirasların mahkûmu olmaktan kurtaracak ve insanı onlara hakim konuma getirecek bir yasağın olması zaten gerekiyordu... İşte insanı hayvanlardan ayıran "İnsanın temel özelliği" de budur. Ancak bu özelliğin imanda gerçekleşmesiyle "insan olmanın içeriği" kavranabilir. İşte tam bu esnada iblis, sırf onun için fonksiyonun gereğini yerine getiriyor. Yüce Allah'ın kendisini bu derece onurlandırdığı, bu mahşeri kalabalık huzurunda, meleklerin huzurunda doğuşunu ilân ettiği, meleklerin kendisine secde etmelerini istediği, meleklerin de kendisine secde ettiği, iblisin kendi yüzünden cennetten çıkarıldığı ve meleklerin arasından kovulduğu bu eşi ve benzeri olmayan yaratık... Evet işte böyle bir yaratık olan insan, çift yönlü bir karaktere sahiptir. İki tarafa da yönelebilecek bir yeteneğe sahip olarak yaratılmıştır. Onun birtakım zaaf tarafları vardır. Bu konularda Allah'ın emirlerine bağlı kalmadığı takdirde bu açık noktalardan onu yakalamak ve ona bu açıdan sokulmak mümkündür... İnsanın bilinen birtakım ihtirasları vardır. Bu ihtiraslarından sokularak onu peşinde sürüklemek o kadar zor değildir! İBLİS HZ. ADEM'İ KANDIRIYOR İşte şimdi iblis Hz. Adem'in bu ihtirasları ile oynamaya başlıyor. 20- "Fakat şeytan, gözlerinden saklı tutulan ayıp yerlerini meydana çıkarmak amacı ile onlara şu sözleri fısıldadı. Rabbiniz, ya melek olmayasınız ya da burada sürekli kalacakların arasına katılmayasınız diye size bu ağacı yasakladı. " 21- "Onlara "Ben gerçekten sizin iyiliğinizi istiyorum " diye yemin etti. " Şeytanın insanlara nasıl fısıldadığını bilmiyoruz. Aslında biz şeytanın ne olduğunu bilmiyoruz ki, onun insanlara nasıl fısıldadığını bilebilelim. Aynı şekilde şeytanın insanla nasıl temasa geçtiğini ve onu nasıl saptırdığını da bilmiyoruz. Şu kadar var ki, biz şeytanın insanı herhangi bir yöntemle ona birtakım şeyler aşıladığını, bu aşılamanın ve bu saptırmanın temelde insanın yaradılışında varolan zaaf noktalarına dayandığını, iman ve zikirle bu zaaf noktalarını takviye etmenin mümkün olduğunu, Allah'a iman eden ve O'nu sürekli zikredenlerin şeytanın etkisinden tamamen kurtulabileceklerini ve bu durumda şeytanın zaten zayıf olan tuzaklarının etkisinden kurtulabileceklerini kesin haberden öğreniyoruz. Bize göre bu tür gayb konularında sağlıklı kabul edilebilecek tek kaynak da Haber'i sadıktır. İşte bu şekilde şeytan Hz. Adem ve Hz. Havva'ya gözlerinden saklı tutulan ayıp yerlerini meydana çıkarmak için fısıldadı... Onun hedefi buydu... Adem ile Havva'nın ayıp yerleri vardı. Fakat bu ayıpları gözlerinden saklı tutulduğu için onları görmüyorlardı. İlerde ayetlerin devamından anlaşılacağı gibi, onların bu ayıpları algılanabilen somut ayıplardı ve somut bir şeyle örtülmeleri gerekiyordu. Sanki bu ayıpları, avret yerleriymiş gibi geliyor bana. Fakat tabii ki şeytan onlara asıl amacını açıklamamıştı. Böylece anlaşılıyor ki, şeytan onlara ancak onların köklü arzuları açısından yaklaşmış olmaktadır. "Rabbiniz ya melek olmayasınız ya da burada sürekli kalacakların arasına katılmayasınız diye size bu ağacı yasakladı." İşte bu şekilde "insanın" potansiyel içgüdüleriyle oynadı. İnsan, fıtratı gereği olarak ölmemek, ebedi olarak yaşamak veya sonsuza dek yaşamayı andıracak kadar uzun bir süre yaşamak ister! Sınırlı, kısa bir ömürle, sınırlı olmayan bir mülke sahip olmak ister. Burada "melek" şeklinde okunan kelime bir kıraate göre "Melik" şeklinde okunmuştur. Taha suresinin (120). ayetin metni bu kıraatı desteklemektedir: "Size sonsuzluk ağacını ve yıkılmayacak bir hükümranlığı göstereyim mi?" Buna göre şeytan onları yıkılmayacak hükümranlık ve sonsuz ömür va'detmekle aldatmış olur. Gerçekten de bunlar insanın en güçlü ihtiraslarıdır. Hatta denebilir ki, cinsel arzular bile insanın kuşaktan kuşağa neslini sürekli olarak sürdürme ihtirasını gerçekleştirme vasıtalarından biri olmaktan öte bir anlam ifade etmezler. "Melek" şeklindeki kıraate göre ayetin anlamı ise şöyle olur. "Şeytan melekler gibi, bedenin somut bağlarından kurtarma ve orada sonsuza dek kalma va'diyle onları aldatmaya çalışmıştır... Şu kadar var ki, birinci kıraat en meşhur kıraat olmasa da diğer Kur'an ayetlerinin metinleriyle ve şeytanın insanın köklü ihtiraslarına uygun düşen tuzaklarıyla daha güzel bütünleşmektedir. Lanet olası şeytan, Allah'ın onlara bu ağacı yasakladığını Allah'ın bu yasağının onların gönlünde gerçek bir ağırlığı ve kuvveti olduğunu bildiğinden bir taraftan onların ihtiraslarını harekete geçirirken, diğer taraftan bu tezgahını onlara verdiği teminatla takviye etmeye çalışmış, Allah'a yemin ederek kendilerine öğüt verdiğini ve bu öğüdünde samimi olduğunu söylemiştir: "Onlara "Ben gerçekten sizin iyiliğinizi istiyorum" diye yemin etti." Hz. Adem ve Hz. Havva itici arzuların ve büyüleyici yeminin etkisiyle şeytanın kendilerine düşman olduğunu ve iyiliklerini düşünmesinin mümkün olamayacağını unuttular. Allah'ın kendilerine bir yasak koyduğunu, hikmetini anlasalar da anlamasalar da O'na itaat etmeleri gerektiğini hesaplayamadılar! Allah'ın takdiri olmadan hiçbir şeyin olamayacağını, eğer o, kendilerine sonsuzluk ve yıkılmayan hükümranlık takdir etmişse, bunu elde etmelerinin imkânsız olduğunu düşünememişlerdi! Onlar bunların hepsini unutmuşlardı. Ve şeytanın tahriklerine kapılmışlardı! 22- "Böylece onları aldatarak alta düşürdü. Ağacın meyvesinden tadar tadmaz, ayıp yerleri meydana çıktı. Bunun üzerine cennet yaprakları ile örtünmeye koyuldular. Rabbleri onlara şöyle seslendi: "Ben size o ağacı yasaklamamışmıydım, şeytanın açık düşmanınız olduğunu size söylememiş miydim? Böylece tuzak gerçekleşmiş ve acı meyvesini vermişti. Şeytan bu oyun ile onları Allah'a itaat derecesinden ona karşı gelme düzeyine indirmişti. Ve onları bundan da daha aşağı bir seviyeye düşürmüştü: "Böylece onları aldatarak alta düşürdü!" Şimdi onların ikisi de ayıpları olduğunu anladılar. Daha önce kendilerinden gizli olan bu ayıpları şimdi görünmeye başlandı. Cennet yapraklarını toplamaya, onları birbirine geçirmeye ve bu birbirine geçirilmiş olan cennet yapraklarını ayıp yerlerinin üstüne koymaya "örtünmeye" çalıştılar. Buradan da anlaşılıyor ki, bu ayıpları insanın yaradılışı gereği açmaktan haya ettiği bedensel avret yerleriydi. Bu avret yerlerini ancak cahiliyenin etkisiyle fıtratı bozulan kimseler açabilir ve soyunabilirler! "Rabbleri onlara şöyle seslendi: "Ben size o ağacı yasaklamamış mıydım? Şeytanın açık düşmanınız olduğunu size söylememiş miydim?" Günahları ve nasihatı bir an için kulak ardı etmeleri yüzünden Rabblerinden bu sitem ve azarı işittiler... Allah onlara nasıl hitap edildi ve onlar nasıl bu sözleri işittiler meselesine gelince, burada daha önce onlara nasıl hitap ettiyse, meleklere nasıl seslendiyse, bu da öylece gerçekleşti diyebiliriz. Bunların hepsi gaybtır. Onların nasıl gerçekleştiğini bilemeyiz. Ancak bunlar meydana gelen gerçek olaylardır. Ve Allah dilediğini yapar. Bu yüce sesleniş ise bu eşsiz yaratığın karakterinin bir başka yönünü ortaya koymaktadır. Evet bu yaratık unutabilir ve yanlış yapabilir. Onun bir zaaf tarafı vardır. Şeytan oradan kendisine sokulabilir. O sürekli bağlılık göstermeyebilir ve sürekli doğru yolda yürümeyebilir. Fakat o, hatasını anlayabilir, ayağının kaydığını farkedebilir, pişman olur. Rabbinden yardım ve bağışlanma diler. Şeytan gibi günah üzerinde ısrar etmez. Rabbinden dileği, günah işlemesi için ona yardım etmesi değildir! 23- "Adem ile eşi dedi ki; "Ey Rabbimiz, biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz, bize acımazsan kesinlikle hüsrana uğrayanlardan oluruz. " Bu "insanı Rabbine bağlayan ve ona Rabbine giden kapıları açan temel özelliğidir... Günahını kabul etme... Pişmanlık duyma... Günahının bağışlanmasını dileme, zayıf olduğunun bilincine varma, ondan yardım dileme, onun rahmetini taleb etme... Bunlarla beraber güç ve kuvvetin ancak Allah'ın yardımı ve rahmeti ile gerçekleşebileceğine, yoksa hüsrana uğrayanlardan olacağına kesin biçimde inanma... HZ. ADEM VE HAVVA'NIN DÜNYAYA İNİŞİ Burada birinci deneyim sona ermiş olmaktadır. İnsanın belli başlı özellikleri böylece ortaya çıkmış bulunmakta, insan bu özellikleri tanımış ve bizzat tadına da bakmış hale gelmiştir. Gizli özelliklerine ilişkin bu uyarı ile halifelikle ilgili özelliğini takınmasına ve ona hazırlık yapmasına, düşmanı ile bundan böyle asla durmayacak olan savaşa girmesine zemin hazırlanmış olmaktadır. 24- "Allah dedi ki, "Oradan aşağıya ininiz, şeytan ile siz birbirinizin düşmanısınız, sizler belirli bir süre yeryüzünde barınacak geçineceksiniz. " 25- "Orada yaşayacak, orada ölecek ve tekrar diriltilerek oradan çıkarılacaksınız. " Hepsi birlikte indiler... Bu yeryüzüne indiler... Fakat onlar nerede idiler? O cennet nerede idi? Bu konular bizde kendisine ilişkin hïçbir haber bulunmayan gayb meseleleridir. Tek başına gayb anahtarını katında bulunduran Allah'ın bize bildirdiğinden verdiklerinin dışında bu konularda bir şey diyemeyiz. Valıyin kesilişinden sonra bu gaybı öğrenmeye ilişkin çabaların tamamı boşa kürek sallamaktan başka bir anlam ifade edemez. Bu konulardaki bütün yalanlamalar da aynı şekilde insanların bugünkü alışkanlıklarına dayanmaktadır. İnsanların zannı "bilgileri/bilimleri" ise, şımarıklıktan başka bir şey değildir. Çünkü bu "bilim" elinde hiçbir vasıta ve araç yok iken bu gayb konularına girmeye çalışırken haddini ve sahasını aşmış olur. Gaybın tamamını inkâr ederken tamamen şımarmış olur. Çünkü gayb, bu bilimi her yönden kuşatmış bulunmaktadır. Bilimin alanına giren "madde"nin dahi bugün bilinmeyen kısmı, bilinen kısmından çok daha fazladır. (Daha geniş bilgi için 7. cüzünde En'am-59 ayetinin tefsirine bakınız.) Hepsi birden yeryüzüne indiler. Adem ile eşi ve iblis ile soydaşları. Birbirleriyle mücadele etsinler, biri diğerine düşmanlık etsin diye indiler. İki yaratık ve iki karakter arasında savaş sürüp gitsin diye... Bu iki yaratıktan biri sırf kötülük için yaratılmış, diğeri hem iyiliğe hem de kötülüğe yönelebilecek çifte yetenekli kılınmıştır. Böylece sınav gerçekleşmiş ve Allah'ın takdiri yerini bulmuştur. Hz. Adem'e ve nesline yeryüzünde yerleşmeleri orada barınmaları ve bu süreye kadar oradaki nimetlerden yararlanmaları takdir edilmişti. Orada yaşamaları, orada ölmeleri, sonra oradan çıkarılıp tekrar diriltilmeleri belirlenmişti... Bu süreçten sonra insanlar Rabblerine dönecekler, bu uzun yolculuklarının sonunda ya onun cennetine veya cehennemine varacaklardı. Birinci yolculuk burada sona eriyor. Onu kimbilir kaç yolculuk izleyecek. İnsan bu yolculuk boyunca Rabbine sığındığı müddetçe galip gelecek, düşmanı ile dost olduğu sürece de sürekli mağlûb olacaktır. İNSANIN YAPISI Biz burada verilenleri birer hikâye olarak algılamamalıyız! Çünkü bunlar insanın gerçek özelliklerini ortaya koyan açıklamalardır. Bunlar insanın gerçek niteliğini, karakterini, yaradılışını, kendisini kuşatan dünyaları, hayatına hükmeden kaderi, yüce Allah'ın insan için razı olduğu yolu, kendisiyle karşılaşacağı sınavı ve kendisini bekleyen sonu ortaya koymaktadır. Bunların hepsi de "İslâm Düşüncesinin İlkelerini" belirlemede göz önünde bulundurulması gereken gerçeklerdir. Biz burada bu gerçekleri Fî Zılâl'de izlediğimiz metodun elverdiği ölçüde öz olarak belirtmeye çalışacağız. Bu konuların geniş açıklamalarını ise bu konuya ilişkin özel araştırmamıza havale edeceğiz. "İslâm Düşüncesinin Özellikleri ve İlkeleri" kitabına... 1- İnsanlığın doğuşu kıssasından anladığımız birinci gerçek daha önce belirttiğimiz gibi, evrenin yapısı ile insan denen varlığın yaradılışı arasında bir uyumun bulunduğu gerçeğidir. İnsanı ve evreni kuşatan ilâhi takdir, insanın bu yaradılışını tesadüfe bırakmamış, onu belirlenmiş bir takdir ile gerçekleştirmiştir. Ayrıca insan ile evren arasındaki uyumu değişmez bir ilke olarak koymuştur. Allah'ı gerçek anlamda tanımayanlar, O'nu gereği gibi takdir edemeyenler, Allah'ın kaderlerini ve işlerini kendi küçücük beşeri ölçüleriyle değerlendirmeye çalışırlar. Bunlar baktıklarında görüyorlar ki, insan denen bu varlık, bu yeryüzünde koca evren içinde havaya savrulan bir zerreden farksız olduğunu görüyorlar. O zaman da diyorlar ki, bu insanın varoluşunun arkasında bir amacın bulunması "akla yatkın" değildir. Bu insanın evrenin nizamı içinde bir fonksiyonu olduğunu söylemek ise daha mantıksız bir şeydir! Onlardan bazıları ise, insanın bir tesadüf eseri meydana geldiğini, etrafını kuşatan evrenin onun varoluşuna ve hayatının tümünün varoluşuna karşı olduğunu sanmaktadırlar! .. Aslında bunların hepsi, kaynak yönünden Allah'ın kaderlerinin ve işlerinin insanın küçücük ölçüleriyle değerlendirilmesinden ortaya çıkan saçmalıklardan öteye geçmez! Gerçekten bu baş döndürücü mülkün asıl sahibi insanın kendisi olsaydı bu yeryüzünü gereği gibi idare etmezlerdi. Zaten yeryüzünün üzerinde gezen birinin onun sahibi olması da düşünülemez! Çünkü insanın kapasitesi bu başdöndürücü mülk gibi bir varlığı idare etmeye ve oradaki her şeyi gereken önemi vermeye yetmez. Oradaki her şeyi değerlendirmeye ve idare etmeye elverişli değildir. Burada yer alan varlıkların tümü arasında sağlıklı bir ahenk kuramaz. Ancak yüce Allah insan gibi değildir. O gerçekten Allah'tır. Göklerde ve yerde hiçbir şey O'nun kontrolü dışına çıkamaz. O bu koca mülkün sahibidir. Burada O'nun koruması olmadan taş taş üstünde kalmaz. O'nun iradesi olmadan hiçbir şey varolamaz. Allah'ın yolundan saptıktan ve arzularıyla başbaşa kaldıktan sonra insanın yakasına yapışan en büyük musibet, bunu ilim/bilim! diye takdim etse de, O'nun Allah'ın, Allah olduğunu unutmasıdır. Yüce Allah'ı kendi arzusuna göre düşünmesidir! Allah'ın kaderlerini ve işlerini insanın küçük kriterleriyle değerlendirmeye çalışmasıdır! Sonra da gurura kapılıp bu arzuların direktifleri ile gerçeğin üzerine örtmesidir! İnsanlığın içine düştüğü pek çok sapık düşüncelerin tipik bir örneği olarak Sir James Jeans, "Gizemli Evren" kitabında diyor ki: "Son derece küçük ve sevimli bir kum taneciği olan dünyamızın üzerinde durup uzayda ve zaman için yerküremizi kuşatan evrenin yapısını ve varlığının amacını anlamaya çalıştığımızda, başta korku ve dehşetle irkiliyoruz. Bu evren nasıl korkunç ve ürpertici olmaz! Öyle dehşet verici boyutları var ki, aklımız onların sahasını kavramaktan aciz kalmaktadır. Üzerinden öyle uzun asırlar geçmiştir ki, onları düşünmek bile mümkün değildir. Bu uzun yılların yanında insanlık tarihi öyle sönükleşmektedir ki, bir göz açıp kapatmak kadar sığan bir süreye sıkışmaktadır. Evet evren bize, korku ve dehşet vermektedir. Çünkü orada korkunç ölçüde bir bütünlük olduğunu izliyoruz. Uzay boşluğu içinde dünyamızın ne denli sönükleştiğini biliyoruz. Bizim bu dünyamız uzayın diğer varlıklarına oranla dünyanın okyanuslarında bulunan milyonlarca kum taneciklerinden sadece biri olmaktan öteye geçmez! Fakat bütün dünyayı titreten en korkunç şey, görülebildiği kadarıyla bu evrende bizim hayatımıza benzer başka bir hayatın olmadığıdır. Sanki bizim duygularımızın, arzularımızın, sanatlarımızın ve dinlerimizin hepsi bu evrenin düzenine ve planına yabancı kalmaktadır. Hatta bu evren ile bizim hayatımıza benzer bir hayat arasında köklü bir düşmanlık olduğunu söylemek gerçeğin ta kendisi olabilir. Çünkü uzayın büyük çoğunluğu öyle soğuktur ki, orada her çeşit hayat bütünü ile donar. Öte yandan uzayda yer alan maddelerin büyük çoğunluğu öyle bir sıcaklığa sahiptir ki, bu sıcaklık orada hayatı imkânsız hale getirmektedir. Aynı şekilde uzay çok çeşitli ışınlarla dolup taşmaktadır. Bu ışınlar durmadan uzay cisimlerine, çarpmaktadırlar. Ki, bu ışınların çoğu hayatın düşmanıdır veya ana son vermeye yeterlidir. İşte şartların bizi içine attığı evren budur. Eğer bizim bu dünyada ortaya çıkışımızın evrende meydana gelen ani değişimle gerçekleşmiş olması doğru değilse, en azından gerçekten bir tesadüf eseri olarak adlandırabilecek bir olay sonucunda meydana geldiğimiz söylenebilir!.." Biz daha önce evrenin hayatın ortaya çıkışına düşman olduğunu, bununla beraber herhangi egemen bir gücün takdiri ve iradesinin de mevcut olmadığını ileri sürmenin üstelik hayatın bir realite olarak varolduğunu ileri sürmenin bilgin bir aklın değil, normal akıl sahibi bir insanın bile düşünemeyeceği şeyler olduğunu söylemiştik! Yoksa her şeye rağmen egemen olan takdir edici hiçbir gücün mevcut olmadığını söylemekle beraber hayatın, kendisine düşman olan bir evrende ortaya çıkışı nasıl mümkün olabilir? Acaba hayat bu evrenden daha mı kuvvetlidir ki, onun istememesine rağmen ortaya çıkmıştır? Mesela insan denilen bu varlık varolmadan önce bir realite olarak varolan bu evrenden daha mı güçlüydü? Bu gücü ile mi evrenin karşı koymasına rağmen evrende ortaya çıktı? Bunlar aslında üzerinde durmaya bile değmeyen düşüncelerdir! Eğer bu "bilginler" biz ancak kendi imkânlarımızla ulaşabildiğimiz konularda görüş ileri sürebiliriz demekle yetinip, hiçbir temele dayanmayan bu gibi "****-fizik" saçmalıklarla uğraşmasalardı, sadece fiziki varlıklarla uğraşsalardı eksik de olsa insanlara etraflarını kuşatan evreni tanımasına ilişkin fonksiyonlarını yerine-getirebilirlerdi! Fakat onlar, sağlıklı bilginin alanları dışına çıkıyorlar, küçücük insanın arzuları dışında hiçbir delile dayanmayan teorilere ve zanlara dalıyorlar! Biz, Allah'ın rahmeti ve hidayeti ile, bu muhteşem evrene baktığımızda Sir James Jeans'ın kendisinden söz ettiği korku ve dehşetin izine bile rastlamıyoruz! Yalnızca bu evrenin yaratıcısı olan Allah'a saygı duyuyor ve ondan korkuyoruz. O'nun yaratmasında apaçık olarak ortaya çıkan ululuğunu ve güzelliğini idrak ediyoruz. Yüce Allah'ın yarattığı bu dost evrende tam bir güven ve yakınlık hissediyoruz kendimize, Cenab-ı Allah bizi bu evrende tam bir uygunluk ve ahenk içinde yaratmıştır... Evet Evren'in dehşet verici büyüklüğü ve çok dakik ve ince hesapları bizi ürpertiyor. Fakat biz buna rağmen korkuya ve dehşete kapılmıyoruz. Kaybolmuşluk duygusuna ve her an yok olma beklentisine kapılmıyoruz. Çünkü bizim de O'nun da Rabbi Allah'tır... Evrenle ilişkilerimizi sevgi, kolaylık, dostluk ve güven ilkesine göre düzenliyoruz. Rızıklarımızı, gıda maddelerimizi, geçim kaynaklarımızı ve mallarımızı evrende bulmaya çalışıyoruz... Ve Allah'ın şükreden kullar arasına girmeyi umuyoruz: "Size yeryüzünde yurt sağladık, orada size çeşitlï geçim kaynakları bağışladık. Ne kadar az şükrediyorsunuz." 2- "İnsanlığın yaradılış kıssasından öğrendiğimiz ikinci gerçek şudur: Eşsiz bir varlık olan insan canlılar aleminde onurlandırılmış bir varlıktır. Kendisine verilen görev gerçekten çok büyüktür. İçinde hareket ettiği alanlar ve ufuklar çok geniştir. Tek Allah'a kulluğunun sınırları içinde kendileriyle ilişki kurduğu alemler çeşitlidir... İnsanın bu şekilde değerlendirilmesi, evrende köklü, etkili bir fonksiyona sàhip olan insanın değerini yok eden, onun duyularına dayalı positivist ve materyalist ekollerin yaklaşımına tamamen aykırı düşmektedir. Bu ekollerde meselenin odak noktasını, madde ve maddenin zorunlu etkileri oluşturur. Kıssadan anlaşılan insanın prototipi, aynı zamanda Freud tarafından ileri sürülen deneysel psikoloji (Psikanaliz) ekolünün yaklaşımına da tamamen aykırı düşmektedir! Çünkü bu anlayış insanı, cinsel bataklıkta kabul eder ve onun "yücelmesine" bu cinsel bataklık yoluyla gerçekleşebileceğini iddia eder! Kıssa da anahatları belirlenen bu insan tipi, insanı hayvanlar dünyasının seviyesine indirgeyen ve neredeyse insanın bütün özelliklerini yok kabul eden olgunlaşma ve tekamül (evrim) ekolünün anlayışına da tamamen aykırı düşer! .. Ne var ki, islâmın insan denen eşsiz varlığı bu şekilde onurlandırılmış kabul etmesi, aydınlanma ve düşünce özgürlüğü döneminde ortaya çıkan felsefi akımların ileri sürdükleri gibi, insandan bir "ilâh" yapmaya çalışması anlamına gelmez. Çünkü sağlıklı islâmi düşüncede ancak gerçek ve denge vardır. |