Tekil Mesaj gösterimi
Alt 08 Ekim 2008, 13:51   Mesaj No:4

MERVE DEMİR

Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:MERVE DEMİR isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5587
Üyelik T.: 05 Aralık 2008
Arkadaşları:14
Cinsiyet:
Memleket:İstanbul
Yaş:35
Mesaj: 2.537
Konular: 2038
Beğenildi:116
Beğendi:0
Takdirleri:270
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: Fizilalil Kuran Araf Suresi Tefsiri

Bu kötülüğü işlemelerini emredenin yüce Allah olduğuna ilişkin iddiaları reddedildikten sonra yüce Allah'ın emrinin aksi yönden belirdiği açıklanmaktadır. Yüce Allah her işte adalet ve dengeyi emretmiştir, kötülük ve aşırılığı değil. İbadet ve ayinlerde Allah'ın hayat metoduna uygunluğu, Peygamberine -salât ve selâm üzerine olsun- indirdiği kitaba başvurmayı emretmiştir. Sorunu her insanın arzusuna uyarak birtakım şeyler söyleyip sonra da bunun Allah'ın dini olduğunu iddia edeceği şekilde başıboş bırakmamıştır. Boyun eğmenin sırf kendisine yönelik olmasını, kulluğun eksiksiz bir şekilde kendisi için olmasını emretmiştir. Hiç kimse hiç kimsenin şahsından kaynaklanan kurallara uyamaz. Aynı şekilde hiç kimse de bir başkasının şahsından kaynaklanan buyruklarına boyun eğemez.
"De ki; "Rabbim bana ölçülü ve dengeli olmayı emretti. Her secde yerinde ve anında tüm varlığınızla O'na yönelerek müşriklikten tamamen arınmış bir bağlılıkla O'na dua ediniz."
Allah'ın emrettiği budur. Bu da onların söylediklerinin aksi bir durumdur. Bunları bize emreden Allah'dır iddiasında bulunmalarına rağmen atalarına ve kendileri gibi kulların koyduğu yasalara uymalarına, çıplaklık ve açık-saçıklığa karşıt bir açıklamadır. Çünkü yüce Allah, Ademoğulları'na ayıp yerlerini örten ve onları süsleyen elbiseyi göndermekte lütufta bulunduğunu belirtmektedir. Ayrıca bu, hayatları ve ibadetleri için hükümler koyan iki ayrı kaynak edinmek suretiyle içinde yüzdükleri şirk durumuyla da uyuşmayan bir durumdur.
Açıklamanın bu kesitinde hatırlatma ve uyarı yer almaktadır. Sınanmaları için kendilerine belirlenen surenin sonunda yüce Allah'a dönüşlerine, bu esnada biri Allah'ın emrine, biri de şeytanın emrine uyan ïki gruba ayrılacaklarına işaret edilmektedir.
"...Sizi ilkin yarattığı gibi yine O'na döneceksiniz."
"Allah, insanların bir kesimini doğru yola iletti, bir kesimi de sapıklığı haketti. Çünkü onlar Allah'ı bir yana bırakarak şeytanları dost edindiler ve (buna rağmen) doğru yolda olduklarını sanıyorlar."
Bu büyük yolculuğa başlama noktası ile bitiş noktasını, ilk hareket noktasını ve sona ulaşma noktasını birleştiren tek ve olağanüstü bir açıklamadır.
"...Sizi ilkin yarattığı gibi yine O'na döneceksiniz."
Yolculuğa iki grup halinde başlamışlardı; biri Adem ve eşi, biri de şeytan ve adamları... Aynı şekilde de dönecekler. İtaatkârlar babaları Adem ve anneleri Havva ile birlikte Allah'a teslim olmuş, O'na inanmış ve O'nun emirlerine uymuşların grubu olarak dönecekler (isyancılar da iblis ve adamlarıyla birlikte dönecekler). İblisi dost edinmeleri, O'nun da onları dost edinmesi nedeniyle yüce Allah cehennemi onlarla dolduracaktır. Halbuki kendilerinin doğru yolda olduklarını sanıyorlardı.
Kuşkusuz yüce Allah, dostluğu Allah'a yönelik olanı doğru yola iletmiş, dost olarak şeytanı seçenleri de saptırmıştır. İşte onlar, iki grup halinde geri dönüyorlar:
"Allah insanların bir kesimini doğru yola iletti, bir kesimi de sapıklığı haketti. Çünkü onlar Allah'ı bir yana bırakarak şeytanları dost edindiler ve (buna rağmen) doğru yolda olduklarını sanıyorlar."
Bakın, işte dönüyorlar. Hem de yolculuğun iki yanını da kapsayan bir tabloda... Tabii ki, Kur'an'ın yöntemi üzere... Kur'an'ın ifade tarzının dışında böyle bir şeyin gerçekleşmesi imkânsız bir şey çünkü.
İSRAF VE ALLÀH'IN NİMETLERİ

Sonra surenin akışı, belirlenen yolda süren uzun yolculuğu sunmadan önce bu duraklamada da "Ademoğulları"na yönelik çağrı yinelenmektedir:



31- "Ey insanoğulları, her mescide girişinizde güzel elbiseler giyiniz. Yiyiniz, içiniz, fakat israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez. "


32- "De ki; "Allah'ın kullarının yararına sunduğu güzellikleri ve temiz yiyecekleri kim haram etti? De ki; Bunlar, dünya hayatında müminler içindir kıyamet günü ise sadece onlarındır, biz ayetlerimizi bilenlere böyle ayrıntılı biçimde açıklıyoruz. "


33- "De ki; Allah sadece açık-gizli bütün kötülükleri, günahı, haksız saldırıyı, Allah'ın hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri O'na ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediklerinizi söylemeyi haram kıldı."

Bu cahiliye döneminde Arap müşriklerinin inançlarına karşılık olarak sunulan inancın temel gerçeklerini iyice yerleştirmek için yapılan vurgudan sonrâ yer alan bir başka vurgudur. Bu da büyük insanlık hikayesiyle yüzyüze gelinirken, tüm Ademoğulları'na yönelik çağrının akışı içinde yer almaktadır.
Bu gerçeklerden en belirgini, yüce Allah'ın kulları için varettiği iyi şeyleri O'nun izni ve hükmü sözkonusu olmaksızın yasaklamaları ile bu yasaklamayı gerçekleştiren ve Allah hakkında bilmeden konuşan, bu konuda birtakım şeyleri ileri süren kimsenin doğrudan doğruya sıfatı konumundaki şirk arasındaki ilgidir.
Yüce Allah, kullarına kendilerine gönderdiği giysilerden oluşan süslerini, dış elbiselerini her ibadette giymeleri çağrısında bulunuyor. Bu ibadetler arasında çıplak olarak yerine getirdikleri ve bu esnada yüce Allah'ın yasaklamadığı tersine, kullarına bir nimet olarak bahşettiği giysiyi yasakladıkları tavaf da yer alıyordu. Oysa O'nun indirdiğine uymak (elbiseyi giymek) suretiyle ibadet etmeleri daha iyiydi. Elbiseleri çıkarmak ve yaptıkları aşırılıklarla değil:
"Ey insanoğulları, her mescide girişinizde güzel elbiselerinizi giyiniz."
Aynı şekilde yüce Allah, israfa kaçmaksızın yiyeceklerin iyisinden yararlanmaları çağrısında bulunmaktadır:
"Yiyiniz, içiniz, fakat israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez."
Gelen rivayetlerde Arap müşriklerinin tıpkı giysi konusundaki yasaklamaları gibi yiyeceklerde de birtakım yasaklamalar getirdikleri anlatılmaktadır. Bu da aynı şekilde Kureyş'in uydurduğu bir şeydi kuşkusuz.
Müslim'in sahih'inde, Hişam'a Urve'den, o da babasından şöyle rivayet etmektedir: "Hums (Kureyş) olanların dışındaki Araplar Kâbe'yi çıplak tavaf ederlerdi. Hums ise, Kureyş ve Kureyşliler arasında doğanlara denirdi. Kendilerine `Hums' adını veren Kureyşliler müzdelifeden çıkmazlardı İnsanlar Arafat'a ulaştıklarında onlar şöyle derlerdi: "Biz Harem ehliyiz. Birinin bizim elbiselerimizi giymeden Kâbe'yi tavaf etmesi ve bizim bölgemize girdikten sonra bizim yiyeceklerimizden başkasını yemesi olacak iş değildir. "Mekke'de ödünç elbise alacağı bir arkadaşı bulunmayan ya da elbise kiralayacak kadar parası bulunmayan biri şu ikisinden birini yapmak durumunda kalırdı: Ya Kâbe'yi çıplak tavaf ederdi, ya da kendi elbisesiyle. Tavaf bittikten sonra da elbisesini çıkarıp atardı, kimse de dokunmazdı. Bu elbiseye `atık' derlerdi."
Kurtubi'nin "Ahkam-ul Kur'an adlı tefsirinde şu açıklama yer almaktadır: Cahiliye döneminde Araplar'ın hac zamanında etli yemekler yemedikleri, hafif yiyeceklerle yetindikleri ve Kâbe'yi çıplak tavaf ettikleri söylenmiştir. Bunun için onlara "Her mescide girişinizde güzel elbiseleri giyiniz. Yiyiniz, içiniz, fakat israf etmeyiniz" denmiştir. Yani size yasaklanmamış bir şeyi yasaklamak açısından aşırılığa düşmeyiniz. İsraf, helâl olanı haram kılmakla olabileceği gibi, sınırı aşmakla da olur. Bu bir açıdan o da bir açıdan sınırı aşmaktır çünkü.
Ayetlerin akışı, her mescide girişte güzel elbiseleri giymeye ve güzel yiyecek ve içeceklerden yararlanmaya ilişkin çağrıyla yetinmiyor, bunun yanında, yüce Allah'ın kulları için varettiği güzellikleri ve temiz rızıkları haram kılmayı da kınıyor. Gerçekten bir insanın -kendi görüşüne dayanarak yüce Allah'ın insanlar için varettiği güzellikleri ve temiz şeyleri haram kılması ayıplanacak bir şeydir. Çünkü Allah'ın hükmü olmaksızın herhangi bir şeyin haram ya da helâl kılması sözkonusu olamaz.
"De ki; "Allah'ın kullarının yararına sunduğu güzellikleri ve temiz yiyecekleri kim haram etti?
Bu ayıplamanın ardından şu güzel elbiseler ve şu temiz rızıklar kendileri için bunları vareden Rabblerine inanmalarından dolayı mümin olanların hakkı olduğu belirtiliyor. Her ne kadar bu dünyada başkaları da bunlara ortak oluyorsa da bunlar kıyamet günü sırf kendilerine özgü olacaktır. Kâfir olanların onlara ortak olması sözkonusu olmayacaktır.
"De ki; Bunlar dünya hayatında müminler içindir kıyamet günü ise sadece onlarındır."
Durum bu değildir ki, onlara haram olsun, yüce Allah'ın ahirette onlara ayırdığı bir şeyin haram olması mümkün değildir.
"Biz ayetlerimizi bilenlere böylece ayrıntılı biçimde açıklıyoruz."
Bu dinin gerçeğini bilenler, bu açıklamadan yararlanan kimselerdir.
Yüce Allah'ın gerçekten haram kıldığına gelince; bu giysilerden dengeli bir şekilde süslenme, savurganlık ve kibirlenmeye kaçmaksızın yiyecek ve içeceğin iyisinden yararlanmak değildir. Yüce Allah'ın gerçekten haram kıldığı onların yaptıklarıdır.
"De ki; "Allah sadece açık-gizli bütün kötülükleri, günahı, haksız saldırıyı, Allah'ın hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri O'na ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediklerinizi söylemenizi haram kıldı."
Allah'ın haram kıldığı budur. İnsanların görebildiği ya da göremediği kötülükler ve Allah'ın belirlediği sınırları aşan davranışlar. Günahlar... -genel anlamda Allah'ın emirlerine yapılan her isyan günah olarak nitelendirilmektedir Haksız saldırı... Allah'ın belirlediği şekliyle hak ve adalete uymayan her davranış demektir bu... Allah'ın kendilerine hiçbir güç ve yetki vermediği şeyleri ve kimseleri ilâhlığın özelliklerinde Allah'a ortak koşma... Cahiliye toplumunda olup bitenler bu açıklamanın kapsamına girmekteydi ve bu, her cahiliye toplumunda yaşanan bir olgudur. İnsanlar için kanunlar koymak suretiyle Allah'a ortak koşma, kimilerine ilâhlığın özelliklerini verme... Allah hakkında bilmedikleri şeyleri söyleme... Tıpkı müşriklerinin helâl kılma ve haram kılmada söyleyip bir bilgiye ve kanıta dayanmaksızın Allah'a mal ettikleri sözler gibi...
İlk defa bu ayetlerle muhatap olan ve aşağıdaki kınamayla karşı karşıya kalan müşriklerin durumuna ilişkin olarak gelen rivayetler oldukça ilginçtir. "De ki, Allah'ın kullarının yararına sunduğu güzellikleri kim haram etti? Kelbi şöyle rivayet etmektedir: "Müslümanlar elbise giyerek Kâbe'yi tavaf edince, müşrikler onları kınadılar... Ayet bunun üzerine nazil oldu."
Cahiliye, taraftarlarına neler yapıyor, görün. Fıtratları yozlaşmış ve Kur'ana Kerim'in Adem ve Havva'ya ilişkin olarak "... Ağacın meyvesinden tadar-tatmaz ayıp yerleri meydana çıktı. Bunun üzerine cennet yaprakları ile örtünmeye koyuldular" şeklinde sözünü ettiği sağlam fıtrattan uzaklaşmış, sapmış birtakım insanlar Allah'ın evini çıplak tavaf ediyorlar. Bu, yetmiyormuş gibi, müslümanları giyinik olarak, yüce Allah'ın insanları onurlandırmak ve örtmek, fıtrî sağlamlığı ve güzelliği içinde fıtratlarının temel özelliklerini geliştirmek ve onları hayvansal çıplaklıktan, hem bedensel, hem de ruhsal çıplaklıktan kurtarmak için insanlara lütfettiği güzellikler içinde Kâbe'yi tavaf ederken görünce... Allah'ın yarattığı fıtrat uyarınca Allah"ın lütfettiği güzel giysiler içinde Allah'ın evini tavaf ederken görünce onları "kınıyorlar."
Cahiliye insanları bu hale getirir, işte... Fıtratlarını, zevklerini, düşüncelerini, değer ve ölçülerini işte böyle yozlaştırır, altüst eder... Acaba çağdaş cahiliye, bu konuda insanlara Arap cahiliyesinde eski Yunan cahiliyesinde Roma cahiliyesinde, eski İran cahiliyesinde ve her zaman ve her yerdeki cahiliyelerde yaptıklarından farklı bir şey mi yapmaktadır?
Çağdaş cahiliye, insanların elbiselerini çıkarmaktan, onları Allah korkusu ve utanma duygusundan uzaklaştırmaktan başka bir şey mi yapıyor? Bu çıplaklığı ilericilik, çağdaşlık ve yenilik olarak kitlelere kabul ettirmiyor mu? Örtünen özgür ve iffetli müslüman kadınları "gericiler", "gelenekçiler" ve "köylüler" diye ayıplamıyor mu?
Yozlaşma aynı yozlaşmadır. İnsanların sağlam fıtrattan uzaklaşıp çarpık bir karaktere sahip olmaları yinelenmiştir. Ölçülerdeki başkalaşım aynı başkalaşımdır. Bütün bunlardan sonra aynı büyüklenme duygusudur egemen olan.
"Böyle bir direktif mi almışlar? Tersine onlar azgın bir millettir." (Zariyat -53)
Şu çıplaklık, şu yozlaşma, şu hayvanlaşma ve şu büyüklenme ile şirk ve Allah`ın dışında insanlar için yasalar koyan sahte tanrılar arasındaki ilgi açısından cahiliye toplumları arasında ne gibi bir fark vardır?
Şayet Arap müşrikleri, kâhinlerin, tapınak bekçilerinin ve kabile önderlerinin buyruklarına göre hareket eden benzerleri diğer eski cahiliye toplumları gibi şu çıplaklık konusunda yarım adadaki egemenliklerini garantiye almak için onların bilgisizliklerini istismar eden, akıllarını hiçe sayan yeryüzünün sahte tanrılarının buyruklarına göre hareket etmişlerse günümüz müşrik erkek ve kadınları da bu konuda yeryüzü tanrılarının buyruklarına göre hareket ediyor, bunlara uymazlık edemiyor. Kadınıyla, erkeğiyle çağdaş cahiliye mensuplarının kendilerini kurtaramadıkları bu çılgınlığın gerisinde moda evleri ve stilistleri,. güzellik uzmanları ve güzellik salonları denen sahte tanrılar yer almaktadır. Bu tanrılar emirler yağdırırlar, ardından yeryüzünün her tarafındaki züppeler ve çıplak hayvanlar onur kırıcı bir itaatle bu buyrukları hemen uygularlar. Bu seneki yeni moda herhangi bir kadının boyuna posuna uysa da uymasa da, güzellik için öngörülen şatafatlar kendisine uygun olsa da olmasa da bu zavallı kadın ister istemez hepsini uygulayacaktır. Bu sahte tanrıların emirlerine itaat edecektir. Yoksa çevresindeki diğer hayvancıklar tarafından ayıplanır.
Moda evlerinin, güzellik salonlarının, çıplaklık ve teşhir kamplarının, bu kızgın hamleyi yönlendiren bilimlerin, fotoğrafların, roman ve hikâyelerin, dergi ve gazetelerin gerisinde kimler vardır? Bir kısmı, ahlâksızlık için tercih edilecek ve elden ele dolaştırılacak duruma gelmiş dergi ve hikâyelerin bu duruma gelmesinde kimlerin parmağı vardır? Evet bütün bunların gerisinde yer alanlar kimlerdir?
Bütün dünyada, tüm bu iletişim araçlarının gerisinde yer alanlar yahudidir... Yahudiler, ruhsal hezimete uğramış bu hayvanların üzerinde tanrılık yetkilerini ve özelliklerini ellerinde tutuyorlar. Her yerde başlattıkları bu akımlar aracılığıyla hedeflerine ulaşıyorlar. Bu salgınlar aracılığıyla bütün dünyayı oyuncak haline getirmek, bunun ardından psikolojik ve ahlâki çözülmeyi yaygınlaştırmak, insan fıtratını yozlaştırıp moda ve güzellik uzmanlarının ellerinde oyuncak haline getirmek onların hedefleri arasında yer almaktadır. Sonra kumaş, süs ve güzellik araçlarının ayrıca bu pazara dayanan ve ondan beslenen birçok sanayi ürünlerinin tüketimindeki savurganlıkla ekonomik hedeflerine ulaşmayı amaçlamaktadırlar.
Kuşkusuz elbise ve kıyafet sorunu, Allah'ın şeriatından ve O'nun hayat sisteminden kopuk olarak ele alınacak bir sorun değildir. Surenin akışı içinde bu sorunla iman ve şirk sorunu arasındaki bu ilginin kurulması bu yüzdendir.
Bu sorunun inanç sistemi ve şeriatla çeşitli yönlerden ilgisi vardır.
Her şeyden önce bu sorun,Rabblık sorunuyla ilgilidir. Bu konularda insanlar için hükümler koyan, hem ahlâk, hem ekonomi hem de hayatın birçok yönünde derin etkisi bulunan mercinin belirlenmesiyle ilgilidir.
Cahiliye, düşünceleri, zevkleri, değerleri ve ahlâkları yozlaştırır. Böylece hayvanlara özgü çıplaklığı, açık-saçıklığı ilericilik, gelişmişlik olarak nitelendirir, bunun yanında insana özgü örtünmeyi de gelişmemişlik, gericilik olarak nitelendirir. İnsan fıtratının ve insanî özelliklerin bundan daha fazla yozlaşması, tersyüz olması düşünülemez.
Bütün bunlardan sonra bazı cahiliye mensubu kişiler kalkıp bize şunu söylüyorlar: Dinle kıyafetin ne ilgisi var? Kadın giyimiyle dinin ne alâkası var? Güzellik, dini neden ilgilendirsin?.. İşte bu, her zaman ve her yerdeki cahiliye toplumlarında insanların yaşadığı bir yozlaşma, bir tersyüz olma durumudur.
Ayrıntılı bir sorun olarak belirmesine karşın Allah'ın ölçüsünde ve islâmın değerlendirmesinde bu denli önemsediği için öncelikle tevhid ve şirk sorunuyla ilişkisi bulunduğu için, ikinci olarak insan fıtratının, ahlâki yapısının, toplumun ve hayat düzeninin sağlam ya da bozuk oluşuyla ilişkili olduğu için... Surenin akışı bu sorunun üzerine, güçlü, etkin ve vurgulu bir değerlendirme yapıyor. Büyük inanç sistemine ilişkin konuları ele alırken başvurduğu yöntemle soruna değiniyor. İnsanoğluna, yeryüzünde hayatlarının sınırlı ve belirlenmiş olduğuna, süre dolduğu zaman bir saat geriye ya da ileriye alınmasına imkân bulunmadığına ilişkin bir uyarıda bulunmak suretiyle sorun üzerine etkin bir değerlendirme yapıyor.



TOPLUMLARIN ECELİ


34- "Her toplumun belirlenmiş bir eceli vardır. Ecelleri geldiğinde onu ne bir an erteleyebilirler ve nede bir an öne alabilirler. "

Kuşkusuz bu, inanç sisteminin temel gerçeklerinden biridir. Ayetlerin akışı bununla, hayatın sürmesine aldanmamaları konusunda uyarmak amacıyla, Allah'ı anmayan, O'na şükretmeyen gafil gönüllerin teline dokunuyor.
Burada sözkonusu edilen `ecel', ya her insanın ölümüyle, hayatının sona ermesiyle dolan "ecel"dir ya da her milletin yeryüzündeki güçleri ve hakimiyetleri anlamındaki `ecel'idir. İster bu olsun ister şu olsun, farketmez. Bir an bile öne alınması ya da geciktirilmesi mümkün değildir bunun.
Bu gezintiyi tamamlamadan önce, gerek -En'am suresinde (3) sözkonusu edilen kurbanlar, adaklar ve bunlara ilişkin olarak belirlenen haramlar ve helaller konusunda gerekse bu surede sözkonusu edilen giyecek ve yiyecek konusunda cahiliye mensuplarının tutumlarını karşılarken Kur'an'ın ifade yöntemindeki şaşırtıcı benzerliği belirtmeden geçemeyeceğiz.
Kur'an'ın ifade yöntemi, kurbanlar, adaklar, hayvanlar ve meyveler konusunda öncelikle cahiliyenin fiilen uyguladığı gelenekler ve uyguladıkları bu geleneklerin Allah'ın hükmü olduğunu -Allah'a iftira atarak- ileri sürmeleriyle söze başlamıştı. Sonra, kendilerinin haram kıldıkları şeyin Allah tarafından haram kılındığına ve helâl kıldıkları şeyin Allah tarafından helâl kılındığına ilişkin olarak dayandıkları bir kanıtın olup olmadığını sormuştu.
"...Yoksa Allah'ın size bu direktifi verdiğinin somut tanıkları mısınız? Körü körüne insanları yoldan çıkarmak amacı ile Allah' a iftira eden, Allah adına yalan uyduran kimseden daha zalim kim olabilir? (En'am: 144)
Daha sonra, ilâhlığın özelliklerinden olan hakimiyeti ellerine geçirmekte somutlaşan bu şirklerini Allah'ın kaderine ve kendilerine yönelik buyruğuna dayandırmaya çalışmak suretiyle bu karşılaşmadan kaçışlarını gözler önüne sermişti:
"Müşrikler diyecekler ki; "Eğer Allah dileseydi ne biz ve atalarımız O'na ortak koşar ve ne de bir şeyi yasaklardık." Onlardan öncekilerle bu şekilde peygamberlerini yalanladılar da azabımızın acısını tattılar. Onlara de ki; "Önümüze koyacağınız bir bildiğiniz var mı? Siz sadece sanının, yakıştırmaların peşinden gidiyorsunuz, sırf tahminlere dayanıyorsunuz.
-"De ki; "Yetkin delil Allah'ın tekelindedir. Eğer o dileseydi, hepinizi doğru yola iletirdi.
-De ki; "Allah'ın bu yasakları koyduğuna şahitlik edecek tanıklarınızı getiriniz bakalım. Eğer onlar bu yolda şahitlik ederlerse, sakın şahitliklerini onaylama. Ayetlerimizi yalanlayanların, ahirete inanmayanların ve Rabblerine eş koşanların keyfi arzularına uyma. (En'am 148-150)
Müşriklerin Allah'a mal ederek ileri sürdükleri bu batıl hükümler yalanlandıktan sonra Peygamberimizin onlara; geliniz, bu konuda doğru, tek, güvenilir ve ondan başkasına başvurmanın doğru olmadığı kaynağa dayanarak yüce Allah'ın size haram ettiklerinin ve emrettiklerinin gerçek mahiyetini açıklayayım demişti.
"De ki; Geliniz, Rabbinizin neleri yasakladığını size söyleyeyim: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayınız. Ana-babaya karşı iyi davranınız. Yoksulluk kaygısı ile evlatlarınızı öldürmeyiniz. Sizin de onların da rızkını biz veririz. Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayınız. Haklı bir gerekçe yokken Allah'ın dokunulmaz saydığı cana kıymayınız. İşte Allah ola ki düşünürsünüz diye size bu direktifleri veriyor (En'am 151)
Burada da aynı sıra ve adımlar takip edilmiştir. Çıplaklık kötülüğü ve giyecek ve yiyecekler konusunda yasaklar (haramlar) ve serbestler (helaller) belirleme bakımından egemenlik iddiasında bulunmakla içine düştükleri şirk durumu anlatılmıştı. Bu kötülük ve şirkten sakınmaları gerektiği vurgulanmıştı. Bunun yanında şeytanın yaptıkları ve komplosu sonucu anne ve babalarının cennette tek başına gelen çıplaklık trajedisi dile getirilmiş ve yüce Allah'ın ayıp yerlerini örten giysilerle süslenmelerini sağlayan giysileri göndermekle onlara yönelik nimeti hatırlatılmıştı. Ardından bu konuda belirledikleri yasaklar (haramlar) ve serbestler (helallerin) için bunlar Allah'ın hükmüdür! O'nun emridir demeleri tuhaf karşılanarak reddedilmişti:
"De ki; Allah'ın kullarının yararına sunduğu güzellikleri ve temiz yiyecekleri kim haram etti? De ki, "Bunlar, dünya hayatında müminler içindir, kıyamet günü ise sadece onlarındır. Biz ayetlerimizi bilenlere böyle ayrıntılı biçimde açıklıyoruz.
Burada kesin bilgiden söz edilmektedir, müşriklerin dinlerini, düşünce yapılarım, ibadetlerini ve yasalarını dayandırdıkları sanılardan ve yalanlardan değil. İşledikleri kötülüklere ilişkin ileri sürdükleri asılsız kuruntular boşa çıkarılınca Kur'an'ın ifade yöntemi yüce Allah'ın gerçekten onlara haram kıldığı şeyleri açıklamaya koyulmuştu:
-"De ki Allah sadece açık-gizli bütün kötülükleri, günahı, haksız saldırıyı, Allah'ın hakkında hiçbir delil indirtmediği şeyleri O'na ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediklerinizi söylemeyi haram kıldı."
Nitekim daha önce de giyecek ve yiyecekler konusunda yüce Allah'ın emrettiği gerçekleri açıklamış onların Allah'a dayandırarak ileri sürdükleri hükümlerin geçersizliğini açıklamıştı:
"Ey insanoğulları her mescide girişinizde güzel elbiseler giyiniz, yiyiniz, içiniz, fakat israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez."
Her iki karşılaşmada da sorun bütünüyle iman ve şirk sorununa bağlanmıştı. Çünkü bu özü itibarıyla hakimiyet sorunudur, insanların hayatı üzerindeki hakimiyet yetkisinin kime ait olacağı sorunudur. İnsanların kulluklarının kime yönelik olacağı sorunudur.
Sorun aynı sorundur. Ve bu sorun. karşılanırken aynı yönteme başvurulmakta, aynı adımlar takip edilmektedir. Ve kuşkusuz ulu .Allah doğru söylüyor!
"...Eğer Kur'an Allah'dan başkası tarafından gelmiş olsaydı, içinde mutlaka birçok çelişkiler bulurlardı." (Nisa: 82)
En'am suresi ile A'raf suresinin tabiatlarını incelediğimizde, inanç sorununun irdelendiği bu iki farklı alanda Kur'an'ın ifade birliği ve önemi daha bir belirginleşmektedir. Çünkü alanları farklılığı, temel sorunlarda cahiliyeye karşı başvurulan metodun birliğine engel oluşturmaz. Ve kuşkusuz bu Kur'an-ı indiren ulu Allah eksikliklerden uzaktır, yücedir.

AYETLERİ DOĞRULAYANLAR VE YALANLAYANLAR

Şu anda... ilk yaradılış hikâyesi ile bedenin giysilerle, ruhun da Allah korkusuyla örtülmesi konusunda Arap cahiliyesinin bunun da ötesinde tüm cahiliye toplumlarının karşılanması, aynı zamanda bu sorunun tümden büyük inanç sorununa bağlanması üzerine yapılan değerlendirme amaçlı bu uzun duraklamanın ardından...
Evet, şimdi de insanoğluna yönelik yeni bir çağrı başlıyor. Geçen duraklamada giysi sorununun bağlandığı büyük sorunla ilgili bir çağrı... dini kurallar ve yasalar konusunda, hayata ilişkin durumlarda ve sistemlerde başvurulacak ve uyulacak merci sorunu... İnsanların başvuracakları yönü belirlemek içindir bu. Bu yön Rabblerinden getirdikleri mesajı duyuran Peygamberlerin -salât ve selâm üzerine olsun- yönüdür. Bu gezintide ayetlerin akışının değindiği yolculuğun sonunda gerçekleşecek hesaplaşma ve yapılanların karşılık görmesi olayı peygamberlerin çağrısına uyma ya da uymama temeline göre olacaktır:



35- "Ey insanoğulları, size sizden olan peygamberler gelerek, ayetlerimi açıkladıkları zaman kimler kötülüklerden sakınıp kendilerini düzeltirlerse, onlar için artık korku sözkonusu değildir ve onlar üzülmezler de. "


36- "Ayetlerimizi yalanlayanlar, onlara burun kıvıranlar ise, orada ebedi kalmak üzere cehennemliktirler. "

Yüce Allah'ın Adem ve evlatlarıyla yaptığı sözleşme budur. Budur O'nun yarattığı ve üzerindeki süreyi belirlediği yeryüzünde halifelik yapmanın şartı. Yüce Allah, bu şart ve sözleşme uyarınca üstlendiği fonksiyonu yerine getirmesi için insan türünü yeryüzüne halife kılmış ve oraya yerleştirmiştir. İnsanın bu sözleşme ve şarta uymayan tüm davranışları dünyada Allah'a teslim olmuş kişilerce reddedilecek ve onaylanmayacaktır. Aynı zamanda, O, ahiretteki karşılığı cehennem ateşi olan bir günah yüklenmiştir. Yüce Allah bu günaha karşılık bir diyet ya da bir bedel kabul etmeyecektir.
"...Kimler kötülüklerden sakınıp kendilerini düzeltirlerse, onlar için artık korku sözkonusu değildir ve onlar hiç üzülmezler de."
Çünkü takva (Allah korkusu) onları günahlardan ve kötülüklerden uzak tutar, -kötülüklerin en iğrenci de Allah'a ortak koşmak, onun egemenliğini gaspetmek, ilâhlık özelliklerini iddia etmektir- onları güzel şeylere, Allah'ın emirlerine uymaya yöneltir. Sonuçta onları korkudan emin oldukları ve hoşnut oldukları bir yere vardırır.
"Ayetlerimizi yalanlayanlar, onlara burun kıvıranlar ise orada ebedi kalmak üzere cehennemliktirler."
Çünkü yalanlama ve Allah'ın sözleşmesine ve şartına uymaya burun kıvırma, bu müstekbirlerin (büyüklük taslayanların) dostları olan iblisle ateşte buluşmalarına neden olur. Böylece yüce Allah'ın vaadi gerçekleşmiş olur:
"Andolsun ki, insanlardan kim sana uyarsa onları ve sizi birlikte cehenneme dolduracağım."

ÖLÜM SAHNESİ

Buradan itibaren, ayetlerin akışı geçen gezintinin sonunda işaret edilen ecelin sona ermesiyle gerçekleşen ölüm sahnesini sunmaya başlıyor. "Her toplumun belirlenmiş bir eceli vardır. Ecelleri geldiğinde onu ne bir an erteleyebilirler ve ne de bir an öne alabilirler." Ardından mahşer ve hesaplaşma sahnesini, bir de insanlar arasında hüküm verme ve dünyadayken yapılanların karşılığını görme sahnesini sunuyor. Bu sahneler, sanki daha önce özetle dile getirilen Allah'dan sakınan muttakilerle büyüklük taslayanların (müstekbirlerin) durumunun ayrıntılı biçimde ele alınışı amacına yöneliktir. Belirlenen ecelin bitiminden sonra muttekilerle müstekbirlerin başına gelenlerin tasviri niteliğindedir. Kur'an'ın eşsiz yöntemiyle yapılan bir tasvirdir bu. Kur'an'ın yöntemi, Kur'an-ı okuyanın ve dinleyenin göreceği ve tüm varlığıyla seyredeceği biçimde canlı ve hareketli olarak gözler önüne getirir sahneleri...
Kur'an'ın ifade yöntemi, kıyamet sahnelerine dirilişi ve hesaplaşma, nimet ve azap sahnelerine büyük önem vermiştir. Yaşadığımız dünyadan sonra yüce Allah'ın insanlara vadettiği bu öte dünya sadece vasfedilmemiş, aynı zamanda somut, canlı, hareketli, açık ve belirgin bir şekilde tasvir edilmiştir. Müslümanlar bu alemde eksiksiz bir şekilde yaşamışlardı. Sahnelerini görmüş, ondan etkilenmişlerdi. Kimi zaman kalpleri titremiş, kimi zaman bedenleri ürpermiş, ardından tekrar huzura kavuşmuşlardı. Uzakta onlar için cehennem ateşinin kavurucu alevi belirmiş, bazen cennetten hoş meltemler esivermiştir. Bu yüzden vadedilen gün gelmeden önce, o alemi tam anlamıyla öğrenmişlerdi. Onların bu aleme ilişkin sözlerini ve duygularını izleyen biri, onların şu dünyadaki hayatlarından daha derin ve daha doğru bir biçimde o alemde yaşadıklarını anlardı. Onlar bütün duygularıyla o aleme taşınırlardı. Tıpkı insanın bir evden diğer bir eve, bir bölgeden diğer bir bölgeye taşınması gibi. Hem de daha şu gözle görülen ve algılanan dünya hayatındayken. Öte dünya onların duygularında vadedilen bir gelecekten ibaret değildi, gözle görülen bir realiteydi.
Belki de burada sunulan sahneler, Kur'an-ı Kerim'de yer alan kıyamete ilişkin sahnelerin en uzunları, en hareketlileridir. Peşpeşe gelen manzaralar en çok barındıran ve birçok karşılıklı konuşmayı içeren sahnelerdir. Tüm bunları öylesine coşkun bir canlılıkla sunmaktadırlar ki, bütün bunların kelimelerle nasıl ifade edildiğine hayret ediyor insan. Çünkü tüm bunları bizzat görmedikçe algılamak mümkün değildir.
Daha önce de söylediğimiz gibi bu sahneler, Adem peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- hikâyesi, O'nun ve eşinin şeytanın aldatması sonucu cennetten çıkarılması üzerine yapılan bir değerlendirme olarak yer alıyorlar. Ayrıca anne-babalarını cennetten çıkardığı gibi, onları da tuzağa düşürmemesi için yüce Allah tarafından Ademoğulları'na bir uyarı niteliğindedirler. Yüce Allah, insanları eski düşmanlarının telkinlerine ve vesveselerine uymaları konusunda uyarıyor. Peygamberlerin getireceği doğru yol kılavuzu ve şeriata uyacaklarına şeytana uymayı tercih ettikleri takdirde dostlarının şeytan olacağını vurgulayarak insanları tehdit ediyor. Sonra ayetlerin akışı, ölüm sahnesini ardından da aralarında bir zaman farkı yokmuş gibi kıyamet sahnelerini sunuyor. Bir de bakıyoruz ki, orada olup bitenler şu peygamberlerin haber verdiklerini doğruluyorlar. Şeytana uyanlara cennete dönüş yasaklanıyor. Anne-babaları çıkarıldığı gibi, oradan alıkonuluyorlar. Şeytana karşı çıkıp Allah'a itaat edenlerse, cennete geri dönüyorlar ve yüceler aleminden şöyle sesleniliyor onlara:
"İşlediğinize karşılık olarak işte size varis olduğunuz cennet." (A'raf 43)
Tıpkı göçmenlerin ve gurbetçilerin mutluluk ülkesine dönüşleri gibi.
Geçen hikâye ile bu hikâye üzerine yapılan değerlendirmeler ve hemen ardından yer alan ve başından sonuna kadar birtakım güzellikleri barındıran kıyamet sahneleri arasındaki bu uyum içinde... Bu hikâye ruhlar aleminde meleklerin hazır bulunduğu bir sahnede başlıyor. -Yüce Allah o gün Adem ve eşini yaratıp cennette yerleştiriyor. Şeytan onları aldatıp eksiksiz ve saf kulluk ve itaat derecesinden aşağı düşürüyor ve onların cennetten çıkarılmalarına neden oluyor- yine meleklerin hazır bulunduğu bir sahneden sona eriyor... Evet bu ahenk içinde başlangıçla sonuç birleşiyor. Arada dünya hayatı, en sonunda da ölüm yer alıyor. Bu da başlangıç ve sonuçla birlikte ortada tam bir düzen oluşturuyor.
Şimdi bu olağanüstü sahneleri sunmaya başlayalım.

ÖLÜMDEN SONRA KÂFİRLERİN TAVRI

İşte, ölüm sahneleriyle karşı karşıyayız... Allah'a iftira eden, O'nun adına yalan söyleyenlerin ölüm sahnesi... Bunlar babalarından devraldıkları düşünce ve ayinleri, kendi kendilerine yasalaştırdıkları gelenek ve hükümleri Allah'ın emri olarak ileri sürmüşlerdi.
Peygamberlerin getirdiği Allah'ın ayetlerini yalanlayanların -oysa inanılması gereken Allah'ın hükmü budur- zan ve yalanı bilgiye ve gerçeğe tercih edenlerin ölüm sahnesi... Bunlar kendileri için belirlenen dünya nimetlerinden, paylarını aldıkları gibi, peygamberlerin getirdiği ve onlara duyurduğu Allah'ın ayetlerinden de paylarını almışlardı:


37- "Allah adına yalan uydurandan ya da O'nun ayetlerini yalanlayanlardan daha zalim kim olabilir? Onlara kitaptaki payları erişir. Sonunda canlarını almak üzere elçilerimiz yanlarına geldiklerinde kendilerine `Allah'ın dışında taptığınız putlar hani nerede? deyince, "Koyup gittiler bizi' derler. Böylece kâfir olduklarına dair kendileri şahitlik ederler.

İşte şimdi Allah'a iftira eden, O'nun adına yalan söyleyen ya da O'nun ayetlerini yalanlayanların sahnesiyle karşı karşıyayız. Allah'ın elçileri olan melekler gelmiş canlarını alıyorlar. Bu esnada aralarında şu karşılıklı konuşma geçiyor.
"...Allah'ın dışında taptığınız putlar hani nerede" dediler.
Allah'a iftira ederek ileri sürdüğünüz iddialar nerede? Dünyada dost edindiğiniz ve peygamberlerin diliyle size ulaşan Allah'ın mesajından sizi alıkoyan tanrılarınız hani? Şu anda hayatınız elinizden alınmakta ve sizi ölümden kurtaracak, Allah'ın belirlediği zamanı bir an olsun geciktirecek kimse bulamıyorsunuz. Hani nerede o sahte tanrılarınız?
Verilen cevap, o kaçınılmaz, net ve biricik cevap oluyor.
"(..) Koyup gittiler bizi' derler."
Göremiyoruz onları, kaybolup gittiler. Nerede olduklarını bilmiyoruz. Yanımıza da gelmiyorlar?.. Kullukla yöneldikleri tanrılarının yol göstermediği, böylesine sıkıntılı bir anda yardım edemediği kulların durumu ne acı... Böyle anlarda kullarına yol göstericilik yapamayan tanrılara yazıklar olsun.
"(...) Böylece kâfir olduklarına dair kendilerine şahitlik ederler."
Aynı şekilde onları surenin akışı içinde, dünyadayken kendilerine Allah'ın azabı geldiğinde bu tür bir tavır içinde görmüştük.
"Azabımıza uğradıkları andaki tek feryatları `Biz gerçekten zalimdik' demekten ibaret oldu."

CENNET VE CEHENNEM MANZARALARI

Ölüm sahnesi sona erince, kendimizi bir sonraki sahnenin karşısında buluyoruz. Az önceki ölüm sahnesinde yer alanlar bu sefer ateştedirler... Ayetlerin akışı iki sahne arasında olup bitenden söz etmiyor. Ölüm, diriliş ve mahşer arasındaki süreyi atlıyor. Sanki az önce ölüm sahnesinde yer alanlar, evlerinden alınıp ateşe konulmuşlar gibi.



38- "Allah onlara "Sizden önce gelip göçen cin ve insan toplulukları yanında cehenneme giriniz " der. Her cehenneme giren topluluk yoldaşına lânet okur. Sonunda hepsi biraraya gelince sonrakiler, kendilerinden öncekiler için "Ey Rabbimiz, bizi bunlar yoldan çıkardı, onun için bunlara bir kat daha fazla cehennem azabı çektir" derler. Allah da onlara "Herbirinizin azabı ikiye katlanmıştır, ama bilmiyorsunuz. "


39- "Öncekiler de, kendilerinden sonrakilere "Sizin de bizden bir farkınız yoktu. O halde siz de işlediğiniz kötülüklerin karşılığı olan azabı çekiniz " derler.

"(...) Sizden önce gelip geçen cin ve insan toplulukları yanında cehenneme giriniz."
Burada, ateşte, cin ve insanlardan arkadaşlarınıza, dostlarınıza katılın... Rabbine isyan eden iblis değil miydi? O değil miydi Adem ve eşini cennetten çıkaran? Evlâtlarından saptırdığını saptıran o değil miydi? Yüce Allah'ın O'nu ve O'na kananlar ateşe dolduracağını vadettiği o değil miydi?.. O halde birlikte girin ateşe... Öncekiler ve sonrakiler giriniz. Çünkü hepiniz birbirinizin dostusunuz. Birbirinizden farkınız yok sizin.
Dünyadayken bu milletler, topluluklar ve gruplar birbirlerinin dostlarıydılar. Sonrakiler önce gelenleri takip ederdi. Uyulanlar uyanlara direktifler verirlerdi. Bugünse, aralarında nasıl kin baş gösterdiğini, birbirlerine nasıl kötü sıfatlarla hitap ettiklerini görelim:
"(...) Her cehenneme giren topluluk yoldaşına lânet okur."
Sonunda oğulun babasını lânetlemesi, efendisinin kölesine sahip çıkmaması, tanımazlıktan gelmesi ne kötü...
"(...) Hepsi biraraya gelince..."
Sonrakilerle öncekiler buluşunca, uzaklarla yakınlar birleşince, aralarında çekişme ve tartışma başlar:
dan çıkardı, onun için bunlara bir kat daha fazla cehennem azabı çektir' (derler.)
Komedileri ya da trajedileri böyle başlar. Sahne birbirine dost olanları ve yardakçıları ortaya çıkarıyor. Bunlar düşmanlar gibi birbirlerini tanımazlıktan geliyorlar, bazısı bazısını itham ediyor. Kimisi kimisine lânet okuyor. "Rabbimiz"den en kötü cezayı vermesini istiyor. İftira attıkları, ayetlerini yalanladıkları "Rabbimiz"den... Bu günse, sadece O'na dönüyorlar, dua ederek O'na yöneliyorlar. Gelen cevap tam da dualarına karşılık oluyor.. Ama ne karşılık...
"(...) Allah da onlara "Herbirinizin azabı ikiye katlanmıştır, ama bilmiyorsunuz der."
Alıntı ile Cevapla