Durumu: Medine No : 68 Üyelik T.:
04 Ağustos 2007 Arkadaşları:0 Cinsiyet: Mesaj:
249 Konular:
28 Beğenildi:5 Beğendi:0 Takdirleri:10 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Akıl aklediyor mu? Akıl aklediyor mu? İslam bilginleri çeşitli benzetme, alegori veya metaforlara başvurarak aklın mevkiini tespit etmeye çalışmışlardır. İmam Ca'fer es Sadık, "Peygamber insanın dışındaki akıl, akıl insanın içindeki peygamberdir." der. Bu, doğru ve meşru çerçevede faaliyet gösterdiğinde, yani sahiden akıl aklettiğinde varacağı bilginin vahy ile gelen haber ve bilgileri teyid etmekten başka olamayacağını anlatmak üzere söylenmiştir. Said Nursi, akıl-vahy ilişkisini "ayna-güneş ilişkisi"ne benzetir. Akıl bir ayna gibiyse vahy güneş hükmündedir. Aklın tek başına bir hakikati yansıtma gücü yoktur. Güneşten aldıklarını yansıtır. Ancak alabildiklerini doğru ve tümüyle yansıtabilmesi için aynanın temiz, parlak, üstünün lekesiz olması lazım. Üzerini pas tutmuş ayna güneşten aldıklarını yansıtamaz. Akıl kendi başına yol gösterici olamaz, aşkın bir kaynağa ihtiyacı var. Aklın kendi başına ve bağımsız bir bilgi ve bilgilendirici özne olmasını kuşkulu kılan faktör, onun nefsin istek ve tutkularının etkisinde hareket etmesi, nefis adına heva ve hevesi makul bir forma sokması; haksızlığı, günahı, sömürü, yozlaşmayı rasyonalize etmesidir. Bu çerçevede akıl nefsin aşağılık isteklerinin sözcüsü, avukatı, temsilcisi olur. Biz, ortaya konan ve savunulan, istenen her şeyin aklın gereği olduğunu düşünürüz, hakikatte ise asıl isteyen nefstir, nefs-i emmaredir. Böyle durumlarda gerçekten Max Horkhaimer'in yerinde deyişiyle bir "akıl tutulması" vuku bulur. Bir kere akıl tutulması vuku buldu mu, artık aklı özgürlüğüne kavuşturmak, onu bağlandığı istek ve tutkuların zincirlerinden kurtarmak kolay olmaz. Denebilir ki çağımızda, akıl, kendini kısıtlayan bağlardan kurtulayım derken yeni bir tutsaklık içine girmiş bulunmaktadır. "Akıl" ile "zeka" arasındaki ilişki nasıl farklıysa, "nefsin istekleri (heva)" ile aklın birer zaruretleri de aynı değildir. Çoğu insan bu iki beşeri melekeyi birbirine karıştırır. Zeka, şu veya bu işi yapabilme becerisidir. Zeka olmadan hayatımızı devam ettirmemiz güçtür, zeka gereklidir, ama yeterli değildir. Akıl ise, başka bir gücün veya kaynağın desteğinde neyi, niçin yapmamız gerektiğini bize öğreten, gösteren bir rehberdir. Zekayı donanımlı bir arabaya benzetebiliriz. Kapasitesi hayli yüksek olan bu araba sayısız beceri ve maharetle donatılmıştır. Kapasitesinin de yüksek olduğunu düşünelim. Mesela saatte 250 km. hız yapabilsin. Fakat arabanın bu yüksek donanımı ve olağanüstü kapasitesi kendi başına bir anlam ifade etmez; bunları kullanacak bir sürücüye ihtiyaç vardır. İşte akıl bu mevkidedir. Sürücü arabayı alır uçuruma doğru da sürebilir, mesafeyi kat ederek hayırlı ve faydalı bir yere de gidebilir. Akıl bu anlamda rehberdir, sürücüdür; ama yol haritası, kroki başka mahiyettedir ki, vahy; kendi enfüsi varlığımız, anlam dünyamız, varlık, bilgi ve mebde' ile mead konusunda bize verilmiş bir yol haritasıdır. Akıl olmadan bu yol haritasındaki güzergahları takip etmemiz mümkün değildir. Modern çağda insanın yüksek kapasitede ve son derece donanımlı olduğunu, zeki işler yaptığını söyleyebiliriz. Ama modern insan akıllı değildir. Akıllı olsaydı bu küresel düzeyde haksızlıklar vuku bulmaz, ekolojik denge bu ölçeklerde tahrip edilmez, canlı hayat tehdit altına girmezdi. Akıl, Allah'ın bir bağışı olarak kalbin nurudur, Allah'ın nuruyla akleden bir kalb sevgi, merhamet, bilgi ve şefkat yatağı olur. Böyle bir kalbin bereketli yatağında akleden akıl, dünyayı cennet köşelerinden bir köşe yapabilir. İbn Tufayl'in gösterdiği üzere, sadece hikmetle varlık alemini müşahede edip tefekkür etse, hakikatin kendini çeşitli biçimlerde tezahür ettirdiğini, aklı yeni kapıları açmak üzere davet ettiğini anlar. (Daha geniş bilgi için bkz. Ali Bulaç, İslam Düşüncesinde Vahy-Akıl/Din-Felsefe İlişkisi, Yeni Akademi Yayınları, İstanbul, 2006.) Bu akıl tanımı, maddi evreni, tabiatı ve tecrübeyi referans almak yanında vahyin iki kutsal bilgi düzeyini de referans alır ki, bunlar da Müslüman zihnin faaliyetinde asıl'ları teşkil eden Kur'ân ve Sünnet'tir. Doğru ve sağlıklı bir düşüncenin Asl'a uygun bir Usûl'e dayanması gerekir. Usûl tekil olmayıp çok ve çoğul olabilir. Bu çoğulculuk İslâm tarihinde ortaya çıkan çok sayıdaki mezhep ve fırkanın meşruiyet temelini inşa eder. Eğer düşünmenin yöntemi tek ve tekil olsaydı, çok ve çoğul sayıda mezhep ve fırka teşekkül etmezdi. İslâm düşünce geleneğinde birleştirici referans Asl olan Kur'ân ve Sünnet'tir; başka din ve geleneklerde ise başka şeylerdir. İslâm bakış açısından belli bir Usûl (yöntem) izlenerek Asl'a uygun düşünme şekline hikmet denebilir. Modernite'yi hikmet'le aşma imkânımız vardır. (ali bulaç) |