cuzem 3. dönem din sosyolojisi ilk 5 ünite özet
1.ÜNİTE
A) SOSYOLOJi
Sosyoloji, toplumun yapısını, işlevlerini, bu yapı ve işlevlere bağlı olarak meydana gelen değişmeleri ve bunların sonucunda ortaya çıkan toplumsal sorunları bir takım özgün yöntemlerle inceleyerek bunları bazı yasa ve ilkelere bağlayan bir bilim dalıdır.
Örneğin; nasıl mevsimler faaliyetlerimizi, giysilerimizi ve yaşamla ilgili seçimlerimizi etkileyebiliyorsa, sosyal gerçeklikte sosyal davranışlarımızı biçimlendirir.
İçinde yaşadığımız toplumun ekonomik yapısı, aile düzeni, kültürü, yönetim biçimi, nüfusu, dini, ahlak anlayışı, sosyal davranışlarımızı şekillendirir.
Örneğin; hangi partiye oy verdiğimiz, eş seçimimiz, yaptığımız meslek, boş zamanları değerlendirme biçimimiz, toplumsal koşullardan etkilenir.
B) DİN SOSYOLOJİSİ
Din sosyolojisi: dini kurum ve dini yapılanmaları, dini temalarla toplumsal yapı arasındaki ilişkileri ve dinin toplum, toplumun din üzerindeki etkilerini araştıran bilimsel bir disiplindir.
Din Sosyolojisi terimi ilk olarak Emile Durkheim tarafından kullanmıştır.
Bunun dışında Durkheim'ın Dini Hayatın İlkel şekilleri adlı Din Sosyolojisi disiplininde çok önemli yeri olan sosyoloji perspektifinden dini hayatı ele aldığı bir eseri bulunmaktadır.
Durkheim eserinde dinin toplumsal hayattaki işlevini vurguluyor ve toplumun kolektifliğinin bir yansıması olarak dinin toplumsal unsurları bir arada tutan işlevine vurgu yapıyordu.
Durkheim'in din anlayışının ateist veya agnostik olduğu belirtilir. Ancak onun için dinin nihai olarak doğru olup olmadığı önemli değildir. İşlevi olan bir kurum canlılığını sürdürür aksi takdirde ya yok olur ya yeni bir biçime bürünür.
Din sosyolojisinin sistematik bir bilim dalı haline gelmesini sağlayan Max Weber manevi bilimler akımına bağlı anlayıcı sosyoloji geleneği içinden dine bakar.
C) DİN SOSYOLOJİSİNİN KONUSU
Din Sosyolojisinin Konusu, “insanların dine dayalı sosyal davranışlarıdır’’
Troeltsch ve Weber‟e göre din sosyolojisi genel sosyolojinin bir bölümü değildir.
Comte, Freud ve Marx‟ın din kuramlarında ortaya koydukları düşüncelerin aksine onlar, dini, sosyal hayatın bütünleştiricisi ve toplumda varlığı ya da yokluğu çok açıkça hissedilen bir unsur olarak görüyorlardı.
Din sosyolojisini sistematikleştirmeye çalışan Wach ise,
Dinin, inanç, ibadet ve cemaat olmak üzere üç şekilde ifade edildiğini ve bu her üç ifade şeklinin, toplumsal bütünleşme faktörü olduğunu belirtmektedir.
Ona göre dinin sosyolojik ifadesi olan dini gruplaşmanın tipolojisi, din sosyolojisi için merkezi öneme sahiptir.
M. Yinger‟e göre ise din sosyolojisi bir taraftan toplumun, kültürün ve Şahsiyetin dini etkileme tarzlarının araştırılması olup, bu faktörler inançları, ibadetleri, dini grup tiplerini ve liderlik şekillerini etkiler.
Goldschmidt, dini davranışın yanı sıra; dini muhtevayı da din sosyolojisinin konuları arasına yerleştirmektedir.
Yine Schelsky sadece dini hayatın kurumsal olarak topluma uyumunu değil, Hıristiyan doktrininin, değişen modern dünyaya uyumunu da araştırmaktadır. Ayrıca o, inanç şekillerindeki değişmeleri, din sosyolojisinin konusu olarak görür.
Weber tarafından geliştirilen ve din sosyolojisine büyük meşruiyet sağlayan „sekülerleşme‟ kuramına atıfta bulunan Fürstenberg, bu kuramın temel probleminin, kiliseden ayrılan halkın, dini meselelere karşı kayıtsızlığı olduğunu iddia eder.
ÖZET
Konusu insan toplumları olan sosyoloji,
toplum içinde ortaya çıkan sosyal ilişkileri, sosyal olayları, sosyal kurumları, sosyal yapıları ve bu yapıdaki değişmeleri inceler.
Toplumsal hayatın karmaşık ve dinamik yapısını anlamaya ve açıklamaya çalışan Sosyoloji, bir takım dallara ayrılmıştır.
Bu çerçevede sosyolojiyi, genel ve özel sosyoloji olarak iki temel kategoriye ayırmak mümkündür.
Din sosyolojisi de, sosyolojinin özel bir dalıdır.
Din sosyolojisinin konusu, bilimler sınıflamasındaki konumu ve özel din sosyolojilerini açıklayabilmek.
Din sosyolojisi, adından da anlaşılacağı gibi, din ve toplum sorunsalı ile ilgilenir.
Bu çerçevede, din ve toplum ilişkileri,
karşılıklı etkileşimi yani dinin/dini hayatın toplum üzerindeki etkileri ile
toplumun/toplumsal hayatın din ve dini hayat üzerindeki etkileri, dini gruplaşmalar,
dini kurumlar/örgütlenmeler Din sosyolojisinin en temel konularıdır.
Din sosyolojisinin konumu, insan bilimleri ile din bilimlerini birbirine bağlayan köprüde aranmalıdır.
Başka bir deyişle din sosyolojisinin, bir yandan toplumun incelenmesi
diğer yandan dinin incelenmesine dayalı iki kanatlı durumu, onun sosyal bilimler ile ilahiyat (teoloji) bilimleri arasında bulunmasını zorunlu kılmaktadır.
Sosyolojide olduğu gibi din sosyolojisi de uzmanlaşmış alt dallara ayrılmıştır.
Bütün dinlerin sosyolojik incelemesini kendine konu edinen genel din sosyolojisi ile
yalnız bir dine ait sosyolojik konuları ele alan özel din sosyolojileri vardır.
2. ÜNİTE
A) DİN SOSYOLOJİSİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ
Toplumla ilgili fikir ve düşünceler insanlık tarihi kadar eskidir. Toplumu ve toplumsal olayları bilimsel olarak araştırıp, incelemeyi oldukça yeni bir gelişme olarak değerlendirebiliriz.
Bu bağlamda sosyoloji iki yüzyıllık bir geçmişe sahip bir bilim dalıdır.
Sosyoloji 19.yy‟da, özellikle Batı Avrupa toplumlarında meydana gelen önemli siyasi, sosyal, ekonomik ve entelektüel gelişme ve değişmelerin sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Modern toplumu oluşturan olaylar şunlardır:
1. 1789. Fransız ve Sanayi ihtilali
2.Endüstrileşme ve Kapitalizmin yükselişi
3. Kentleşme ve sekülerleşme
4.Sosyalist ülkelerin ortaya çıkışı
5. Doğal hukuk öğretilerinin kabulü
6. Bilim ve teknolojideki gelişmeler
7. Amerikan devrimleri
8.Kitle iletişim araçlarının gelişimi ve çeşitlenmesi
9.Rönesans ve aydınlanma
10. Temsili demokrasi doğuşu
11. Ulus devletin yükselişi
Sosyal olaylar, her ne kadar insanlık tarihi ile başlatılmakta ise de, hadiselere sosyolojik yaklaşım tarzı, daha çok 18. ve 19. yüzyıllarda ortaya çıkmıştır.
Din sosyolojisinin tarihsel gelişimi:
Bağımsız bir bilimsel disiplin olarak din sosyolojisi oldukça genç olup, bir toplum olayı ve kurumu olarak dini ele almaktadır.
Din ve toplum ilişkileri ve etkileşimini ve bu çerçevede ortaya çıkan olgu, süreç, teşkilat ve gruplaşmaları sosyolojik bir yaklaşım perspektifinde bilimsel olarak araştırıp incelemek üzere kurulmuştur.
Büyük coğrafi keşifler, sanayi devrimi, Aydınlama hareketi, bilimsel ve teknolojik buluşlar, şehirleşme, eğitim, iletişim, vb. alanlarda kaydedilen yenilikler,
din konusuna bilimsel yaklaşım çizgisinde yeni gelişmelere ve bu çerçevede deneysel, objektif, sistematik ve bağımsız bir din sosyolojisi biliminin filizlenip gelişmesine ve hatta giderek sistemleşmesine imkân hazırlamıştır.
Böylece, teorik temelleri ve metodolojisini oluşturup geliştirmeye yönelmiş bulunan din sosyolojisi bilimi sadece Batı'da kalmayarak tüm dünyaya ve bu arada İslâm dünyası ve özellikle de Türkiye'ye uzanmış bulunmaktadır.
Özellikle 17. ve 18. yüzyıllarda insanı, toplumu, kültürü ve dini doğal toplumsal, kültürel ve tarihsel kontekstlerinde olgusal, gelişmeci ve ilerlemeci süreçlerde inceleme eğiliminde bir artış gözlenmiş;
meselâ İtalyan filozofu G. Vico (1668-1774), antik Yunan dininin, önce tabiatın ve sonra da ateş gibi birtakım tabiat kuvvetlerinin ilahlaştırılması
ve bunu takiben evlilik gibi kurumların kutsallaştırılması
ve nihayet Homer'in eserlerinde gözlendiği üzere insanların tanrılaştırılması şeklinde birbirini izleyen dönemlerden geçmek suretiyle bir gelişme gösterdiğini öne sürmüştür.
Voltaire (1694-1778) antiklerikal bir deizme meylederek politeizmin gelişmesini ruhban sınıfının faaliyetine bağlamış;
18. yüzyılın rasyonalizmi Immanuel Kant'ın (1724-1804) eserlerinde doruk noktasına erişirken,
aynı zamanda belli bir değişime de uğrayarak dine ahlâkî idealler üzerine temellenmiş bir yer ayırmış;
onun görüşlerine karşı kendini gösteren tepkiler ise, Batı'da insan, toplum ve din konusunda ortaya çıkan yeni bilimsel yaklaşımlara giden yolun açılmasında oldukça etkili olmuştur.
Fransız rahip Bergier (1718-1790), ilkel dinleri psikolojik nedenlerden kaynaklanan ruhlarla ilgili inanışların gelişmesine bağlarken,
Kant'ın din konusundaki fikirlerinin eleştiricilerinden olan Herder (1744-1803), insan türünün incelenmesi konusunda evrimci bir tavra yönelerek mitolojide dilin daha derin ve anlamlı sembolik anlatımlarını görmeye eğilim göstermiş;
Schelling (1775-1854) bu pozitif yaklaşımı romantizm geleneğinde sürdürmüş;
nihayet, Avrupa dinlerinin dışındaki dinler ve özellikle de Hint dinleri hakkında elde edilen yeni bilgiler, dinin tabiatı konusunda daha geniş tartışmalara imkân sağlamıştır.
İdealist felsefenin taraftarı olarak insanlık tarihi üzerinde manevî ve ruhî olanın etkisini vurgulayan ve aynı zamanda dinin her bir gelişim safhasına kısmî bir gerçeklik atfeden ve "rölativizm" fikrini ortaya atan Hegel'in (1770-1831) tarih felsefesi,
çok çeşitli düşünce ve bilim çevrelerinin yanı sıra din ve toplum incelemelerinin gelişim seyri üzerinde de köklü yankılar uyandırmış,
bilimsel düşüncelerinin teorik çerçevesini onun diyalektik şeması üzerine bina etmeye meyleden takipçileri modern bilimsel tarihin büyük ölçüde kurucuları olmuşlardır.
Comte'un (1798-1857), insanlık tarihini pozitivist ve materyalist bir felsefî bakış açısından evrimci bir perspektifte görmek suretiyle ortaya koyduğu yeni ve değişik teorik ve metodolojik yaklaşım seması toplum ve din incelemeleri üzerinde çok derin ve geniş etkiler uyandırmış;
bu etkiler, özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısının bilimsel metodolojisinin çerçevesi üzerinde büyük ölçüde belirleyici oldukları gibi 20. yüzyılda da bir şekilde varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Herbert Spencer 'in (1820-1903), toplum ve dinin bilimsel incelenmesi konusunu “bilinmez” ve "Mutlak“ olana atıfta bulunmak suretiyle biyolojik bir tekâmül telakkisinin çerçevesi üzerine oturttuğu değişik bir neo-Pozitivizm,
19. yüzyılın özellikle ikinci yarısında oldukça etkin görünmekte; "biyolojik evrim" anlayışının bilhassa yüzyılın son çeyreğinde giderek bağımsız bir hüviyet kazanmaya başlayan din bilimleri ve özellikle de din sosyolojisi araştırmaları üzerinde derin etkiler bırakmaktadır.
Hakikaten, bu dönemlerden itibaren ortaya konmaya başlanan ve dinin özü ve başlangıcını entelektüel kurgulara dayalı, basitleştirici ve düz hatlı evrimci bir perspektifte açıklamaya yönelen
natürizm (Max Müller),
manizm (H. Spencer),
animizm (E. Tylor),
animatizm (R. R. Marett)
totemizm (E.Durkheim)
ve büyü (J.Frazer) kuramları
bu etkileri tipik bir biçimde yansıtmakta;
öte yandan,
Alman filozofu L. Feurbach'in (1804-1872) dini,
insanın arzuları ve iştiyaklarının bir “projeksiyon”u gibi gören anlayışı,
başta Marx, Freud ve Barth olmak üzere din konusuna bilimsel ve sosyolojik yaklaşımların teorik çerçevesi üzerinde köklü yankılar uyandırmış bulunmaktadır.
Bir yandan toplumu incelemeyi konu alan sosyolojinin,
öte yandan dinler tarihi, karşılaştırmalı din bilimi, din psikolojisi, din fenomenolojisi, din etnolojisi ve din antropolojisi gibi disiplinlerin dahil oldukları modern "din bilimlerinin bir dalı sayılan din sosyolojisi,
yukarıda ana hatları ile özetlenmeye çalışılan uzun tarihî birikimi arkasına almak suretiyle, modern dönemin büyük değişim ve dönüşüm ve bu çerçevede ortaya çıkan sorunlarına çözüm aramıştır.
Özet
Toplumsal bir varlık olan insan üzerine bir bakış şekli, bir düşünme biçimi olarak sosyoloji;
gündelik sağduyu bilgisinin, önyargılı bakışların, aceleci kestirimlerin, ön-damgalamaların sınırlarını aşarak sorumlu, çok boyutlu, indirgemeci olmayan,
dengeli, yansız, sistematik, metodolojik, alışkanlıkları ve rutini sorgulayıcı, toplumsal oluşumlardan, sosyal etkileşim ve bağlılık ağlarından hareket eden,
nesnel ve ampirik verilere dayanan bir bilim dalı olma hüviyetiyle insanlara din de dahil,
toplumsal gerçekliğimiz hakkında doğru bilgiler sunar.
Dine sosyolojik bakışı açıklayabilmek.
Din sosyolojisi, dinin sosyolojik manasıyla ilgili bir sosyal bilim dalıdır.
Dinin sosyolojik manası, dini sosyolojik zaviyeden ele almayı; anlamayı, tasvir etmeyi, yorumlamayı;
dinin toplumsal gerçekliğini; sosyal bir fenomen olarak dini, din ile toplumun karşılıklı ilişkilerini, olduğu veya gerçekleştiği gibi, sosyolojik perspektiften, ampirik verilere dayanarak,
ama onu büsbütün sosyal ve sosyolojik olana indirgemeden anlama ve yorumlama çabasını ihtiva etmektedir.
Dinin sosyolojik mana ve yorumunun bilimi olan din sosyolojisi, dini sosyolojik bakış açısıyla, önyargısız ve nesnel bir yaklaşımla, toplumsal bir gerçeklik olarak, ama toplum ve toplumsala indirgemeksizin, olduğu gibi, kendine özgü karakteri olan bir fenomen olarak ele alıp incelemeyi esas alır.
Din sosyolojisi, toplumsal bir olgu olarak dini, disiplinli/sistematik bir tarzda anlamayla ilgili bir bilim dalıdır. Din sosyolojisi, dine sosyolojik bakış temelinde din ile toplumun karşılıklı ilişkilerini, yani etkileşim noktalarını araştırma konusu yapar.
Daha geniş ifade etmek gerekirse; din sosyolojisinin, dinin toplumsal ve toplumun da dinsel gerçekliğini, dinin toplum ve toplumun da din üzerindeki etkilerini, bir kurum olarak dini, dini kurum, yapı, organizasyon, oluşum, grup, hareket, olay ve olguları, dini ilişki ve etkileşimleri konu edindiği söylenebilir.
3. ÜNİTE
DİN SOSYOLOJİNİN HABERCİLERİ VE DOĞUŞU
ÜNİTE KAZANIMLARI
1. Din Sosyolojisinin Habercileri
19. yüzyılın ortalarında
Comte tarafından "sosyoloji" isminin bulunmasından çok daha önceleri, pek çok düşünür, din ve toplum arasındaki ilişkilerle ilgilenmiştir
1.1. Eflatun (M. Ö. 427 [429]-?)
İlkçağda din sosyolojisi açısından en orijinal görüşlere Eflâtun'da rastlanır.
Eflâtun felsefesinin hareket noktası sofistlerin dayandıkları ilkenin tam karşıtıdır.
Sofistler‟e göre, her şeyin ölçüsü “insan” (Homo-Mensura);
Eflâtun‟a göre ise, “Tanrıdır”.
İlk büyük eseri olan ‘‘Devlet’’ de, gençlerin eğitiminde dinin oynadığı rolü belirttikten sonra, mevcut din öğretimi anlayışını eleştirmekte ve yeni bir eğitim-öğretim anlayışının hangi ilkelere dayandırılması gerektiğini göstermektedir.
Ancak onun din sosyolojisi bakımından en önemli eseri, Kanunlar‟dır.
1.2. A Saint Augustin (354–430)
Ortaçağ Hıristiyan dünyasında topluma ilişkin görüşlerin çerçevesini biri mistik, diğeri skolastik olmak üzere iki ana dünya görüşü oluşturur.
Bu dönemde ideal topluma örnek olarak, özellikle "görünmeyen âlem" alınmıştır.
İçinde yaşadığımız bu âlem, gölgeden ibarettir ve geçici bir niteliğe sahiptir.
Çünkü sonsuz ve mükemmel topluma ancak öteki âlemde kavuşulabilir.
Bu dönemin farklı iki dünya görüşü ve toplum anlayışına örnek teşkil etmesi bakımından iki isim dikkati çekmektedir:
Saint Augustin Ve Saint Thomas.
Saint Augustin, Tanrı Sitesi adlı eserinde görünmeyen âlemin toplumunu tasvir etmektedir.
1.3. (Akinaslı) Saint Thomas (1225–1274)
Akinaslı Aziz Thomas ise,
skolastik dünya görüşü ve toplum anlayışının temel esaslarını İlahiyat Mecmuası adlı eserinde ortaya koymaktadır.
Aziz Thomas bu eserinde, toplumun temeli ve düzeni olan kanunları aklın ilkelerinden çıkarmakta ve skolastik düşünce ile aklın prensiplerini İncil'in emirleriyle uzlaştırmaya çalışmaktadır.
2. Din Sosyolojisinin doğuşu ve gelişimi
Aydınlanma düşüncesinin etkisiyle 18. yüzyıl boyunca pek çok düşünür
sosyal kötülüklerin sorumlusu olarak dini ve batıl inançları görmüştür.
Bu dönemde Batı‟nın sosyoekonomik yapısı hızla değişmeye başlamıştır. Köyden kente göç hareketleri, büyük kentlerin ve metropollerin ortaya çıkışı ve buna bağlı olarak toplumların hayatında meydana gelen büyük değişmeler, bilim adamlarının ilgisini sosyal konulara yönlendiren başlıca etmenler olmuştur.
Bütün bu gelişmeler, sosyoloji ve toplumun dinî hayatı, din-toplum ilişkileri, dinî gruplar ve sosyal nitelikli dini olayların incelenmesini amaçlayan din sosyolojisi biliminin, içinde geliştiği
ilâhiyat ve felsefeden ayrılarak bağımsız bir disiplin olarak ortaya çıkışına zemin hazırlamıştır.
2. 1. Pozitivist Felsefe ve Evrimci Din Kuramları
Din sosyolojisi literatüründe
evrimci din kuramları olarak bilinen bu yaklaşımlar, Auguste Comte‟un Üç Hal Kanunu‟na dayanmakta ve dinin kaynağını ya da kökenini,
totem/toplum (E. Durkheim),
büyü/bir takım sihri güçler (J. Frazer),
ruh/rüya (E. Tylor)
ve doğa güçlerinde (M. Müler) aramaktadır.
İnsanın tabiatında var olan din duygusunu ve kutsalı,
basit toplumsal olaylara bağlayan ve böylece Avrupa‟nın yaşadığı dinsel tecrübeyi bütün insanlığa genelleyen pozitivist gelenekli bu teoriler,
başlıca ilgisi antropolojik ve etnolojik konular üzerinde yoğunlaşan bilim adamları tarafından geliştirilmiş ve savunulmuştur.
a. Auguste Comte’un (1798–1857) Pozitivist Din Kuramı
Auguste Comte, sosyolojinin adını koymuş, ona hız ve yön vermiş ve başlangıcından itibaren onu kendi pozitivist felsefesiyle damgalamıştır.
Comte sosyolojiyi “sosyal statik” ve “sosyal dinamik” olmak üzere ikiye ayırır. Sosyal statik, “concensus” (toplumsal uzlaşma) adını verdiği kavramı incelemektedir.
Sosyal dinamik ise, bütün toplumların kat etmek zorunda olduğu ardı ardına gelen evrelerin anlatımından ibarettir. Bu evrelerin Comte düşüncesindeki adı “üç hal kanunu”dur.
b. Herbert Spencer’ın (1820–1903) Evrimci Din Kuramı
Sosyal gelişme ile dini gelişme arasında bir paralellik olduğunu savunan antropologların başında Herbert Spencer gelir.
Spencer, evrenin basitten karmaşığa, farklılaşmamış olandan farklılaşmış olana doğru seyreden bir evrim süreciyle açıklanabileceğine inanır.
Herbert Spencer, Tylor'un din kuramı ile birlikte ilkel düşüncenin temelindeki ikili dünya görüşünü (beden-ruh) de devralmıştır.
Eseri Sosyolojinin Prensipleri‟nin 4. cildinde, dinî kurumların muhafazakâr yapısını vurgulayarak dinin belli başlı işlevlerini inceler:
Din, defin ve diğer atalardan kalma saygı gösterme merasimleri yoluyla aile bağlarını güçlendirir.
Defin mahallerinin kutsal önemi aykırılıkları önler ve aileyi her defasında bir bütün etrafında birleştirir.
c. Edward B. Tylor (1832–1917) ve Animizm
Tylor'un temel eseri İlkel Kültür‟de dinin kökenine ilişkin temellendirmesi, sosyolojik olmaktan ziyade psikolojiktir. O dinî fenomenlerin kaynağını "ilkeller"in bilgisinde görür.
"Spiritüel varlığa inanma" olarak tanımlanan din, animizme karşılık gelir. Bu ise, Tylor'a göre, "en ilkel" kavimler arasında genel geçer bir yaygınlığa sahiptir. Aslında din, atalardan kalma bir kült ve tapınmadır.
O kaynağını rüya ve ölümün psikolojik ve biyolojik işleyişlerinin yeterince bilinememesinden almaktadır.
Ölülerin ruhları veya canları, tıpkı yaşayan insanların kendi durumlarına uygun olarak saygı görmeleri gibi, memnun edilmelidir.
d. Sir James Frazer’da (1854–1941) Büyü ve Din
Antropolojik din sosyolojisine en kalıcı etkiyi yapan eser, Sir James Frazer‟in Büyü ve Din başlıklı çalışmasıdır.
Ölülerin tanrılaştırılması aslında dinin kökenine işaret etmektedir ki, bu Frazer'in bütün kültürlerde varlığını ispatlamaya çalıştığı, yeryüzünün her yerinde yaygın olan ölümsüzlük inancıdır.
e. Max Müller (1823–1900) ve Natürizm
Batıda bağımsız bir din bilimi disiplininin kurucuları arasında kabul edilen Max Müller‟in dinlerin kök ve başlangıcına ilişkin görüşlerine 1878‟de Londra‟da yayınladığı Dinin Kökeni ve Gelişimi Üzerine Konferanslar ve 1897‟de yayınladığı Mitoloji Bilimine Katkılar başlıklı iki ciltlik eserlerinde rastlanmaktadır.
Hind'in kutsal kitapları olan Veda'ları inceleyerek görüşlerini temellendirmeye çalışan Müller, dinlerin kökeni konusunda “Natürizm” ya da “animatizm” olarak bilinen teoriyi savunmaktadır.
Natürizm teorisi doğacılık veya doğaya tapınma yani fizik çevrede rastlanan güçlerin tanrılaştırılması anlamına gelir.
Bu teoriye göre insanlar, gök gürültüsü, yanardağ, yıldırım, fırtına, kasırga, ay, yıldız, karanlık, güneş ve ay tutulması, deniz, ırmak vs. gibi büyük doğa olayları karşısında hayret, hayranlık, korku ve saygı duymuşlar ve onlara tapınmaya başlamışlardır.
Müller bu görüşünü, Hinduların kutsal kitapları olan Veda'lardaki ilâh adlarının doğa güçlerini temsil etmeleri gerçeği ile desteklemeye çalışmaktadır.
2. Fonksiyonel Din Sosyolojisi: Émile Durkheim (1853–1917)
Fransız sosyologu E. Durkheim ve O'nun öncülüğünde gelişen "Fransız Sosyoloji Ekolü"nün din sosyolojisi tarihinde ayrı bir yeri vardır.
Bu durumun nedeni, her şeyden önce O'nun sosyoloji anlayışının, metafizik ve teolojik postülatların yerine objektif prensipleri geçirerek pozitivistlerin, tarih felsefesi ve sosyolojiyi metot olarak aynı sayan doktrininden ayrılmasıdır.
Bu nedenle Durkheim'i de pozitivist sosyoloji ve felsefeye tepki gösterenler arasında saymak gerekir.
Durkheim, dinin toteme tapınma şeklinde başladığını
ancak kaynağını toplumun kollektif vicdanından aldığını iddia etmektedir.
Buna göre dinin özü olan "kutsal" kavramı insanların birlikte yaşamalarının yani sosyal hayatın bir sonucudur.
O halde Durkheim'in anlayışına göre insanlar dine inanmak ve tapınmakla, aslında kendi kendilerine ve kendilerinin oluşturduğu topluma tapınmış olmaktadırlar.
3. Diyalektik Din Sosyolojisi: Karl Marx (1818–1883)
Marx‟ın yazılarında dine ilişkin sistematik bir uygulama yer almasa da genel sosyal kuramına ve yabancılaşma kuramına bakıldığında onun din görüşünü anlamak mümkündür.
Politik ekonomi analizinde Marx, üretici güçler ve üretim ilişkileri arasındaki ayrım üzerinde durur. Üretici güçler aletleri, teknik iş organizasyonlarını ve makineleri; üretim ilişkileri ise üreticiler arasındaki ilişkileri kapsar.
Marx‟ın kendi zamanında gelişimini gözlemlediği kapitalist üretim ilişkileri çalışan sınıf ile kapitalist kesim arasındaki ilişkilerdir.
Buradaki önemli konu üretim araçlarına kimin sahip olduğu ve onları kimin yönettiğidir.
Modern toplumdaki işçiler aynı zamanda fabrikaların mekanikleşmesinin fiziksel kontrolü altındadırlar.
Yabancılaşma, bu yolla, insan gelişimine yönelik toplumsal şartlardaki kontrol eksikliği ile ilişkilendirilir.
Yabancılaşan insan gerçek kimliğini kaybettiğinden dünyayı anlamak için dine dönecek ve belki de bu dünyada ya da öteki dünyada daha iyi bir varoluş ümidi bulacaktır.
Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı (1955/1844) adlı eserinde Marx, dinin, hakikatin yanlış bir resmini yansıttığını iddia eder.
Marx‟ın din kuramı, üstyapı olarak din ve ideoloji olarak din şeklinde iki kategoriye ayrılabilir. Öncelikle onun dini nasıl bir üstyapı kurumu olarak ele aldığını görelim.
Alman İdeolojisi (1955/1845–46) adlı eserinde Marx, yakın arkadaşı Engels ile birlikte, toplumun temel yapısını oluşturan unsurların üretici güçler ve üretim ilişkileri olduğunu savunur. Siyasi yapılar, yasal kodlar, ahlak, metafizik ve din bu ana temele dayanan bir yapı oluşturur. Üstyapı bu temel üzerine kurulur ve ondan (altyapıdan) etkilenir.
Din, üretim modundaki değişikliklere büyük oranda uyum sağlayan tüm bu üstyapının sadece bir yüzüdür. Marx‟a göre bilinç, sosyal temelinden bağımsız bir şekilde ele alınamaz. O, Kapital adlı eserinde, dini, tarihin erken çağlarında ilkel insanın doğa güçleri karşısında yaşadığı çaresizliğin bir sonucu olarak görür. Bu anlamda dinsel dünya, gerçek dünyanın sadece bir yansımasıdır.
Marx‟ın kuramında din aynı zamanda bir ideoloji’dir. İnsan bilincinin sosyal uygulamalara dayandığını savunan Marx, sınıf toplumlarında herhangi bir tarihi dönemde yönetime ilişkin fikirlerin yöneten sınıfın fikirleri olduğunu belirtir. Bu fikirler toplumdaki alt sınıfların baskı uygulanarak yönetilmeleri için ideal bir araçtır.
Özetle Marx‟a göre “din, baskıya tabi yaratıkların iç çekmesi, kalpsiz bir dünyanın kalbi, ruhsuz olayların ruhu ve halkın afyonu”dur. Din, insanların güç yetiremediği, anlam veremediği ve açıklayamadığı olaylar karşısında kendilerini kurtarmak için sarıldıkları bir araçtır.
4. Robert N. Bellah (1927-…)
Luckmann ve Berger‟in din anlayışını andıran bir başka yaklaşım, Amerikalı sosyolog Robert N. Bellah‟ın sistemleştirdiği „sivil din‟ teorisidir.
şöyle ki, 1960‟lı yıllarda Talcott Parsons ve öğrencisi Robert Bellah gibi bazı sosyologlar, modern Amerika gibi toplumların, kurumsal düzenlemeleri ile tarihsel kutlamalarına kutsal özellikler atfettiklerini ileri sürerek, „kurumsal (kiliseye bağlı) din‟den ayrı bir „sivil din‟ görüşü ortaya atmışlardı.
Bellah 1967 yılında yayınlanan “Amerika‟da Sivil Din” Başlıklı makalesinde sivil din kavramını kullanır. Sivil din tezi, sekülerleşmenin artması yönündeki beklentiyi, Amerika Birleşik Devletleri‟nde dini inanç ve kurumlara olan kamusal bağlılık gerçeğiyle uzlaştırmanın bir aracını sağlamaktadır.
Sonuç olarak, özsel bir din anlayışından yola çıkanlar, modernleşme ve onun sonucu olarak ortaya çıkan sekülerleşme ve çoğulculaşma gibi olguları, din aleyhine gelişen karşı konulamaz ve tehlikeli olgular olarak görürken;
Luckmann ve Berger‟in „görünmeyen din‟ ve „bireysel din‟
ve Bellah‟ın „sivil din‟ kuramları gibi işlevselci yaklaşımların, modern ve laik toplumda dine bir yer bulma çabasını yansıttığı söylenebilir.
Özet
Din sosyolojisinin kısa tarihini özetleyebilmek.
Modern bir bilim dalı olarak din sosyolojisi yeni olsa da din ve toplum sorunsalı üzerinde düşünme ve inceleme yeni değildir.
Bu çerçevede, ilkçağ Yunan düşünürleri arasında özellikle Eflatun ve Aristo gibi filozoflarla; Hıristiyan ortaçağında Saint Augustin ve Akinaslı Saint Thomas gibi bilginlerin din- din-toplum ilişkileri üzerine önemli bazı tespitlerde bulundukları görülmektedir.
Öte yandan, ortaçağın sonlarından itibaren başlayan coğrafi keşifler, Rönesans, Reform, bilimsel ve teknik buluşlar, Aydınlanma hareketi, Fransız Devrimi ve
Sanayi Devrimi gibi bazı değişim hareketlerinin modern sosyoloji ve dolayısıyla din sosyolojisinin doğuşunda önemli etkilere yol açtığı söylenebilir.
Bu arada, sosyolojinin isim babası Auguste Comte
ve “din sosyolojisi” terimini ilk defa kullanan Emile Durkheim ile
Max Weber, Joachim Wach, Gustav Mensching ve Gabriel Le Bras gibi isimlerin
modern sosyoloji ve din sosyolojisinin doğuşuna olan katkılarını özellikle zikretmek gerekir.
18. ve 19. yüzyılın bu kurucu düşünürlerinden sonra da gelişimini hızla sürdüren din sosyolojisi, 20. yüzyılda pek çok değerli bilim adamının katkıları ve örneğin Thomas Luckmann, Peter Berger ve Robert Bellah gibi yaşayan din sosyologlarının önemli teorileri ile günümüzde de önemini korumaya devam etmektedir.
Kendimizi Deneyelim
1. Aşağıdakilerden hangisi sosyolojinin bağımsız bir ilim olarak ortaya çıkmasına etki eden faktörlerden değildir?
a) 1789 Fransız ihtilalı
b) Sanayi ihtilalı
c) Reform ve Rönesans hareketleri
d) İnançlardaki gelişmeler.
e) Doğal hukuk akımları
2. Durkheim'e göre toplumsal bilinç, sosyal düzenin var olması için esas güçtür. Toplum bilinci insanlara baskı yapan, onları kontrol eden sosyal güce sahiptir. Buna göre toplumsal bilinçle ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi söylenemez?
a) Bireylerin rollerinin belirlenmesinde etkilidir.
b) Toplumsal düzenle birlikte sosyal kontrolü oluştururlar.
c) Bireylerin başarılarında ve toplum için uyumluluklarında belirleyicidirler.
d) Sosyal değerlerle birlikte vardır.
e) Bireylerin, toplum içinde statülerinin belirlenmesinde yardımcı rol oynar.
3. Sosyolojinin isim babasıdır. *Pozitivist felsefenin de en önde gelen isimlerindendir. *Pozitivist İlmihali adlı eserin sahibidir. Yukarıda kimden bahsedilmektedir?
a) Auguste Comte b) Karl Marx c) Emile Durkheim d) Max Weber e) Rudolf Otto
Cevaplar:
1.d
2. e
3.a
4. ÜNİTE
SİSTEMATİK DİN SOSYOLOJİSİ
1) Sistematik Din Sosyolojisi: Max Weber (1864 – 1920)
2) Tipolojik Din Sosyolojisi : Joachim Wach (1898 – 1955)
3) Tarihsel Din Sosyolojisi : Gustav Mensching ( 1901 -1978)
4) Morfolojik Din Sosyolojisi: Gabriel Le Bras ( 1891 -1970 )
5) Fenemonolojik Din Sosyolojisi : Peter L. Berger ( 1929 - …. )
1) SİSTEMATİK DİN SOSYOLOJİSİ : MAX WEBER ( 1864 – 1920 ):
Weber, Tarihi ve Sistematik din sosyoloji biliminin kurucusu kabul edilir. Din sosyolojisini, dini davranışlar yada dini karakterli sosyal davranışları ve gruplaşmaların incelenmesini amaçlayan bir disiplin haline getirmiştir.
Dinin diğer sosyal kurumlarla özellikle ekonomi kurumu ile ilişkileri üzerinde incelemelerde bulunmuştur. Weber’in din sosyolojisi modern kapitalist kültürün dini kaynakları hakkında sorgulama ile başlamış ve diğer çin, hint ve Yahudiliğin dini örgütlenmelerinde ki köklü rasyonalizm geleneği üzerine gerçekleştirdiği kültürler arası araştırmalarla gerçekleştirmiştir.
Weber, Asketik Protestanlık tezini ortaya atar. Protestan ahlakının kapitalizmin doğuşuna etki eden bir faktör olduğunu savunur.” Protestan ahlakı ve kapitalizm ruhu “ adlı eserinde tezini anlatmıştır. Bu eserde dinin kapitalizmin yükseleşine katkısını değil, aynı zamanda inanca dayalı yaşamın ve ahlakın rasyonel, metodik seyrini de ortaya koyar. Böylece rasyonelleşme dinin yanı sıra sanat ve bilimden kaynağını alan ahlaki bir düşüncenin farkını ortaya çıkarmış olur.
Weber belirli bir dini inancın bir tür dini ahlak anlayışının, insan davranışlarını nasıl etkilediğini incelemiştir. Bu incelemede o insanlar çevrelerine uyum sağladıkça, yaşam tarzlarını değiştirdikçe günlük davranışları kadar dini kararlarının toplumsal sonuçlarının da kümülatif bir şekilde değiştiğini görür.
Kar Max’ın sınıf toplumunun evrimi kanunu reddeder. Weber dini davranışın öznel anlamını konu edinen bir sosyoloji anlayışı geliştirmiştir. O bu şekilde herhangi bir davranışın altında yatan davranışın yada niyetin bilgisine ulaşabileceğini düşünerek bir ideal tip metodolojisinin temelini atmıştır.
Durkheim, dinin toplumun bütünleştirici rolünü vurgularken Weber, dinin soysa değişmedeki rolü üzerinde durmuştur. Durkheim’e göre kolektif coşku dini kavramların ve gücün işlevsel tamamlayıcısıydı. Webere göre dini kavramların ve sistemlerin gücü kurucu bireylerin peygamberlerin karizmasından kaynaklanıyordu. Durkheim sosyoloji ve felsefeyi bağdaştırmaya çalışmış Weber ise onların ayrılığı üzerinde durmuştur. Durkheim sosyolojik analizin “sosyal gerçekler” ile bağdaştığına inanmış Weber ise sosyal eylemin yorumunu, aktör olarak bireyin niyetinin anlaşılmasına bağlar.
20. yy sonunda bazı düşünürler Weberin eserlerinde derin bir nihilizmin yattığı fark etmişlerdir.
Weber Hristiyanlık, Budizm, Hinduizm, İslamiyet, Yahudilik gibi büyük dünya dinlerinin tarihi ve karşılaştırmalı sosyolojisini ortaya çıkarmıştır.
Troeltsch sadece Hristiyanlık Sosyolojisi üzerinde çalışmıştır.
2) TİPOLOJİK DİN SOSYOLOJİSİ : JOACHİM WACH (1898 – 1955):
Joachim Wach incelemelerini Troeltsch gibi sadece Hristiyanlıkla sınırlandırmak yerine bütün dinleri araştırma kapsamına almış ve tarihi fenomonolojik, karşılaştırmalı ve tipolojik yöntemleri bir arada kullanarak genel ve sistematik din sosyolojisine katkıda bulunmuştur.
En önemli eseri “Din Sosyolojisi” dir
Din sosyolojisinin amacı, metodu ve diğer bilimler arasındaki yerini ortaya koymuştur.
Wach dindi tecrübenin ifade biçimlerini teorik (inanç), pratik (ibadet) ve sosyolojik (dini topluluk) olarak 3 lü bir tipolojiyle açıklamasıyla birlikte din sosyolojisi sadece etnolojik verilere dayalı bir ilkel dinler sosyolojisi olmaktan kurtulmuş ve evrensel bir niteliğe kavuşmuştur.
Wach’ı Wach yapan objektif olmasıdır.
Wach “Hıristiyan Sosyolojisi” kavramını riskli bulur. Çünkü farklı dini tecrübe biçimlerine karşı tarafsızlık bilimsellik yada bilişsel açlık önemli bir zorunluluktur. Daha doğrusu araştırmacı kendisini inandığı dini incelemekle sınırlandırmamalıdır.
Büyük Alman fenomenologları Friedrich Heiler ve Rudolf Otto ile karşılaşması onun din sosyolojisi anlayışının gelişimi açısından dönüm noktası olmuştur. Wachın temel ilgisi hermönetik ve fenomenolojiye kaymıştır. O din ve toplum arasındaki karmaşık ilişkileri anlamak için tanımlayıcı ve yorumlayıcı bir yöntem üzerinde çalışmaya başlamıştır.
Wach’a göre kutsalın tecrübesi ve geleneğin oynadığı rol gerek grup gerekse birey açısından son derece önemlidir. O dinin toplumsal işlevlerinin çift kutuplu olduğuna dikkat çeker: Dinin olumlu bütünleştirici etkisi yada yıkıcı etkisi.
Wach’in din sosyolojisi; tipolojiler üzerine kurulmuştur. Savaşçı dinler (Zen Budizmi ve Meksika dinleri ), Tüccar dinler ( Japonya ve Çin Dinleri ) İnanç tipolojisi yerel, ırki, milli kült tipolojisi kurucusu, reformcu, peygamber, elçi, kahin gibi
3) TARİHSEL DİN SOSYOLOJİSİ ( GUSTAV MENSCHİNG) ( 1901- 1978)
Alman dil sosyoloğu Gustav Mensching, sosyokültürel koşulların din üzerinde kesin bir etkiye sahip olmadığını iddia eder. Ayrıca o anlayıcı yaklaşımı kullanarak bireysel ve kolektif ihtiyaçları karşılamada dinin gerekliliğine ilişkin kabuller üzerine kurulu Durkheim varsayımları ile Kuzey Amerika’da ki işlevsel bakış açılarını çürütmeye çalışır.
Mensching, belirli bir dini inceleme konusu yapan özel bir din sosyolojisi yerine, çeşitli tarihi dinler içerisinde ki sosyal ilişkilerin temel ve evrensel karakterini inceleyen tarihi genel bir din sosyolojisini savunur.
Menschig göre din sosyolojisi, dinin yapısında ki sosyolojik olayların dinin sosyolojik ilişkilerinin incelenmesidir. Din sosyolojisini menschig dini sosyolojisi şeklinde ifade etmiştir.
Dinin tabii gruplar ( Aile, kabile, devlet ) cemaat karşısında ki tutumu ve gruplarla ilişkileri:
Dinden doğan gruplaşmalar
Bilgin – talebe üzerine kurulan cemaatler
Şeyh – mürit üzerine kurulan cemaatler
Müminler cemaati, Mezhepler cemaati, Tarikatlar cemaati gibi
Gustav Mensching ( Soziologie der Religion ) eserinde bütün dinlerin ve cemaatlerin sosyolojik analizini yapmayı denemiş, dinin kendine özgü toplumsal varlığı ve dinamizmi üzerine durmuştur.
Mensching, dinler tarihinin verilerinden hareketle dinleri önce milli ve evrensel dinler diye iki kategoriye ayırmış, her kategori de yer alan dinin toplumla ilişkilerini ayrı başlıklar halinde incelemiştir.
4) MORFOLOJİK DİNİ SOSYOLOJİ (GABRİEL LE BRAS) ( 1891 – 1970 )
Kilise hukuk profesörü olan Gabrielle Bras Fransa ve Fransa dışında (Dini Sosyolojinin) gelişimine öncülük etmiştir. Paris’te din sosyolojisi grubunu kurmuştur. ( 1954) o özellikle çağdaş Fransa da ve yakın dönem Fransız tarihinde dini pratiklerin ayrıntılı bir plan haritasını çıkartmak amacıyla din sosyografisine ilgi duymuştur. Yaptığı çalışmalarda Fransız Katolikliliğinin üçlü ve zayıf yönlerini gösteren başarılı bir tablo çizmiştir. Onun yaptığı çalışmalar Fransa da kiliseyi güçlendirmek için uygulanabilir, kullanışlı çözüm yolları olarak görülmüştür. Onun araştırmaları kilisenin zayıflama nedenini gösteren önemli bilgiler içerir.
Le Bras iman, ibadet ve cemaatin sosyolojik bakımdan ele alınmaya başlamasının en tipik temsilcilerinden biridir. Le BRAS’ın araştırmaları özellikle toplum hayatında dinin yeri ve rolünü bütün genişlik ve çeşitliliği içerisinde incelemeyi amaçlamıştır.
Le BRAS Fransız toplumunda ve Fransa’nın yakın tarihinde dini pratiklere bağlılıkları ele alan iki ciltlik “Din Sosyolojisi Araştırmaları” eseri vardır.
Le Bras din sosyolojisinin 3 temel inceleme alanından söz etmiştir.
1) Belli bir dini tecrübe etrafında toplanan “Müminler cemaati”
2) Dinin dini olmayan toplumlarla olan karşılıklı ilişkilerinin incelenmesi.
3) Kutsalın gözlenebilir tezahürleri aracılığı ile görülmeyen alemin anlaşılmasına çalışmak
Le Bras “ Çağdaş İslamiyet’te Normlar ve değerler” 1966 eserinde genel din sosyolojisi konularının İslamiyet’te ve Müslüman topluluklara uygulanışının bir örneğini ortaya koymuştur.
5) FENOMONOJİ DİN SOSYOLOJİSİ ( PETER LE BERGER) (1929- ….)
20. Yüzyılın en üretken Sosyoloğu olarak kabul edilir.
O’na göre kültür, bir araya geldiklerinde toplumsal hayatı mümkün kılan şu 3 adımdan oluşan diyalektik bir süreçtir. Dışsallaşma, Nesnelleşme, İçselleşme
Berger bir çok düşünürden etkilenmiştir. Başlıca fikir ve ilham kaynağı Weber’dir. Ayrıca İbn. Arabi ve Mevlana dan, Müslüman Mutasavvıflardan da etkilenmiştir.
Berger hümanistik yorumlayıcı, yeniden inşacı ve fenomonolojik sosyoloji ile etkileşimci ve yapısalcı yaklaşımlar arasında bir sentez sağlamaktadır. Bu yaklaşımıyla o mikro sosyolojik kaygıların ( dar düşünce) ötesine geçmeyi başarır. Ona göre “ bir sosyolog olmak, ne kalpsiz bir gözlemci ne de propagandacı olmak anlamına gelir” kişinin öznel değer yargıları, onun nesnel bir bilimselliğe ulaşma çabasıyla diyalektik ilişki içinde olacaktır. Bir kavram olarak fenomenoloji çift kutuplu bir anlama sahiptir. Fenomenoloji dışarıdan bakıldığında bir fenomenin görüntüsünde iç anlamına nüfuz etmeyi ve dolayısıyla onun özünü kavramayı ifade ederken, içeriden bir bakışla gizli ve örtülü olan “kendinde şey” in görünmekle kendini açması İslam düşüncesinde keşfül mahcup olarak tanımlamak mümkündür. Kendisini iki şapkalı adam sosyoloji ve teolojinin çifte vatandaşı olarak niteleyen Berger bu yöntemi uygularken hem kutsalın dinamiğini hem de toplumsal alt yapının dinamiğini karşılıklı bir ilişki çerçevesinde korumaya azami özen gösteren bir sosyologtur. Berger’e göre bilimler tarihinde fiziki (doğal bilimlerle metafiziki dinsel teorik) bilimleri arasının açılmasında, Weber’in değişiyle “dünyanın büyüsünün bozulmasına” kadar varan bir çekişme gerçekten var olmuştur. Berger’in din anlayışına göre din kendisiyle kutsal bir kozmosun inşa edildiği beşeri bir girişim ve iki adımdan oluşan bir yasallaştırma sürecidir. Dolayısıyla din toplumsal işlevselliği ve buna bağlı olarak bir sosyal düzen ve mana arayışı süreci olması bakımından anlam kazanmaktadır. Berger’in bu anlayışına fenomelojik din bilimcilerinin yöneldikleri bir eyilim olarak dinde metafizik yahut doğaüstü aşkın bir alanı tamamen göz ardı etmeyen fakat büyük ölçüde müteal ve apriorik bir kategori olan kutsalın dünyadaki en kapsamlı tezahürü olan kozmosla beşeri bir bütünleşme esasına dayalı bir kozmik din anlayışı çerçevesine oturtmak gerekir. Buna tabii din yahut fıtri din dense yanlış olmaz. Dinin insanın toplumsal gerçeği yapım sürecinde iki önemli amacı sağladığı söylenebilir.
1) Bu gerçeğe bir nomos ya da anlam sağlar
2) Bu gerçeği meşrulaştırır ya da onaylandığını belgeler
Berger’e göre din insanın anlam düzen arayışının bir parçası olup ancak beşeri bir girişim olduğu sürece modern bir bilim tarafından araştırma konusu yapılabilir. Kültürel bir fenomen olan dinin aşkın kökeni kozmik düzeni sağlayan kutsalda kutsalın insana göre en kapsamlı ve içkin tezahürü olan Kozmos’ta aranmalıdır. Buna göre din toplumun, toplum ise dinin ürünüdür. Çünkü din kendisiyle kutsal bir Kosmozun veya anlamlı bir dünyanın inşa edildiği beşeri bir girişimdir. Din korkutucu ve büyüleyici bir sır olarak kutsalın tecrübe edilmesidir.
Berger “Meleklerin Fısıltısı” adlı kitabında aşkınlığın belirtilerini şu beşeri eğilimler ve kanıtlardan çıkarılabilir demiştir.
1) Düzenlilik Kanıtı
2) Oyun Kanıtı
3) Umut Kanıtı
4) Lanet okuma Kanıtı
5) Komiklik Kanıtı
En Önemli Eserleri: Meleklerin Fısıltısı, Kutsal Şemsiye’dir.
Berger din sosyolojisi teorileri tarihinde kutsal kozmos’un toplumsal yapısı hakkında ki yenilikçi teorileriyle bilişsel zihni anlayıcı veya kavrayıcı yönelişin güçlü bir temsilcisidir.
Berger’in eklektik davranışlarında ki temel dürtü pozitif bir dürtü olup yararlı bulduğu her fikri almaktan çekinmeyen bir tabiata sahiptir.
DİN SOSYOLOJİSİ 5. ÜNİTE
SORU CEVAP ŞEKLİNDE ÖZET
1-İslam inanç ilkelerine dayalı olarak Müslüman düşünürler tarafından yapılan en yaygın tanıma göre din nedir?
C:Akl-ı selim sahiplerine ,kendi ihtiyarlarıyla ,bu dünyada doğruluğa salaha; öteki dünyada kurtuluşa götüren ve Yüce Allah tarafından konan bir kanundur.
2-Batılı düşünürler dini çeşitli yönlerine vurgu yaparak tanımlamışlardır. Bu düşünürler kimlerdir?
C-Durkheim: Dinin kolektif yönü.
Pratt: Tavır.
Schleirmacher: Duygu.
Menzies: İbadet.
Müller: İnanç yönü üzerinde durmakta.
Fakat onlardan hiçbiri dini tecrübelerin bütün yönlerini kuşatan kapsayıcı bir tanım getirmemektedir.
3-Dini ‘Kültürün ,bireyler tarafından paylaşılan inançlar ve pratiklerden oluşan bir bölümü olarak tanımlayan ;sadece insanın doğaüstü ve kutsal bir ilişkisini değil aynı zamanda bilinen dünya ile ilişkilerini de kuran bir sistem’ olarak gören düşünür kimdir?
C-G.M. Vernon
4-Din sosyolojisi alanında yapılan din tanımları kaça ayrılır bunlar nelerdir?
C-İki kategoriye ayrılır. 1-Özsel(sübstansif)Tanımlar,2-İşlevsel Tanımlar.
5-Özsel tanımı açıklayınız?
C-Dinin muhtevası üzerinde durarak onun insanlar için getirdiği değerleri ; kutsallık, ilahilik ve aşkınlık özelliğini ön plana çıkarır.
6-Özsel din tanımlarının en çok örneklerinden birini yapan ,
-Alman İlahiyatçısı(1869-1937)
-Din ‘Kutsalın tecrübesidir.’ Diyen sosyolog kimdir?
C-R.Otto.
7-İnsanın yaşadığı dini tecrübenin , onun bir kutsal varlıkla ilişkisi ve bu ilişkisi üzerine temellenen uygulamalarla ortaya çıktığının, bu durumun iman sahibini ilahi varlığın iradesine göre davranışta bulunmaya yönlendirdiğini ifade eden din sosyoloğu kimdir?
Wach.
8-Dinin sosyal sonuçlarını , dinin özü değil türevidir diyen sosyologlar ?
Wach ve Weber.
9-Din , aşkın ; otonom bir güce katılma değil , insani anlamlandırmayla ilgili bir eylemdir. O, dini ve dini davranışı bireysel davranıştan çıkarır dini sosyal davranışın bireysel olarak inşa edildiğini savunan kişi kimdir?
Weber.
10-Kime göre din ; ’doğaüstü ‘ bir güçle temas /öleceğini bilme , ızdırap çekme ,hayatı ve mutluluğu tehdit eden güçleri tanıma/hayatın kaçınılmaz sorunlarıyla mücadelesinde inanç ve uygulamalar sistemidir görüşündeki düşünür?
Yinger.
11-Dini öncelikle tek tek bireylerin bilincinde yerleştiğine dikkat çeken , zira insanın yaşadığı bütün tecrübelerin her şeyden önce kendi ruhunda ,şuurunda dolayısıyla kendi dünyasıyla bireyselleştiren kimdir?
Otto.
12-Ch.GLOCK ,dini hayatın gözlenebilir dört boyutu olduğunu belirtmektedir .Bunlar nelerdir?
1-Tecrübi. 2-Ritüalis 3-İdeolojik 4-Geleneksel(Konveksiyonel)
13-Alman Din Sosyoloğu J.Wach’ın, temel dini tecrübenin özellikle teorik, pratik ve sosyolojik boyutlarını ana başlıklar altında yazınız?
A)Dini Tecrübenin Teorik İfadesi : İnançlar
B)Dini Tecrübenin Pratik İfadesi: İbadetler
C)Dini Tecrübenin Sosyolojik İfadesi: Dini Cemaat.
14-Wach,dini tecrübenin teorik ifadesi olan inancı medeniyet tarihi boyunca şekil bakımından 3 safhada incelenebileceğini belirtir , bunlar nelerdir?
1.Safha: İlkel toplumların mitolojik hikaye ve rivayetleri(Afrika-Polinezya Efsaneleri).
2.Safha: Kabilelerin efsane nakilleri değişmekte , böylece tarihi gelişme boyunca sistemleşmeye doğru bir eğilim gözlenmekte. Bu safhada şecere tabloları ortaya çıkar. Böylelikle rivayetlerin derlenişi , düzenlenişi ve birleştirilmesi gerçekleştirilir.(Meksika , Çin ve Yunan Dinleri)
3.Safha(Sistemli İlahiyat Safhası):Derleme yazma ve tedvin çalışmaları tamamlandıktan sonra yazılı rivayetler, kutsal metinler halinde sözlü rivayetlerin yerini alır. İlahiyatçılar ,özel dini tecrübelerden kaynaklanan din anlayışlarının aklileştirilmesi amacıyla düzenli bir ilahiyat (kutsal kabul edinen metinler) tarafından destekle_ nen normatif inanç sistemleri kurarlar. Bu aşamada veciz özetler ,inanç sembolleri haline getirilir(İslamiyet, Hristiyanlık, Yahudilik , Zerdüşt, Mani ve Buda ,Hindiuzim , Konfiçyonizim gibi dinler bu safhayı temsil eder.
15:Dini tecrübenin pratik ifadesi olan ibadetlerin etki alanları nedir?
C:İbadetler kişilerde , ortak inanç ve tasavvurlara sahip olma şuurunu yerleştirerek, onları birbirine daha fazla yaklaştırır özellikle ilkel dinlerde. Bunun yanı sıra dinin inanç boyutu, bazen toplumu gruplar yada bireyler arası farklılaşma ve bölünmelere sürükleye bildiği gibi; ibadetler, din kaynaklı bencil tutum ve davranışlara engel olarak farklılıkları ortadan kaldırır. Birey ve toplumu birleştirip bütünleştirir.
16:Dini tecrübenin sosyolojik ifadesi (dini cemaatler)hakkında bilgi veriniz?
C:Din ; kutsallık boyutu ile bireysel olduğu kadar kollektif ilişkileri de düzenler. Onun bu özelliği cemaat oluşturabilme potansiyeliyle yani, sosyolojik boyutu ile ilgilidir.
Bu anlamda dini ayinler topluluğun basit bir anlatımı değil ,aynı zamanda onun hayatiyetini sürdürebilme vasıtalarıdır. Yaşayan her din mensupları arasında toplumsal ilişkiler yaratmak ve bu ilişkileri sürekli kılacak yolları açık tutmak zorundadır. Ancak bu şekilde din ,bireyin sübjektif tecrübesinin dışına taşarak nesnelleşir ve bireyleri birbirine bağlayarak toplumsallaşmalarına önemli katkılarda bulunur.
17: Dinin sosyolojik ifadesi varlığını sürdürebilmek için bir cemaate ihtiyaç duymasıyla ortaya çıkar:
Ne var ki dinin cemaat oluşturabilmesi (cemaatleşme)inanç ve ayinlerin yanı sıra bireyler arası çok yoğun zor ve karmaşık ilişkiler sonucunda gerçekleşir. Her şeyden önce dini tebliğ faaliyeti, böyle bir sürecin yaşanmasını zorunlu kılar.
Başlangıçta dinler 2 şeye kuşkuyla yaklaşır;
1-Mevcut toplumsal bünyedeki aile, kabile vb. : TABİİ GRUPLARA
2-Tarihi v sosyolojik faktörlerin belirlediği: KÜLTÜREL SİSTEME
18- Evrensel dinlerde toplumun dine etkisi nedir?
C- İlkel dinlerin aksine evrensel dinler yayılma eğiliminde oldukları için ,belli toplumsal tabakalara değil bütün insanlığa hitap ederler. İnsanları mesleklerine veya toplumsal tabakalarına göre sınıflandırmazlar. Diğer taraftan bu dinler belirli kavim ve ırklara da mahsus değildir.
19-Din bilim ve din ilişkisi:
LEİBNİTZ, HUME, KANT ve HEGEL gibi düşünürler ; C.HEYNE gibi mitoloji bilginleri ; J GRİM, W. MANNHARDT gibi folklor bilginlerinin katkıları ile birlikte 19.yüzyıl da ilk bağımsız Din Bilimi’ ni düşünen ,M. MÜLLER(1823-1900)olmuştur. C. P. TİELE (1830-1902) din bilimlerine felsefi bir anlam vermiştir, Din bilimleri ile Din Felsefesini birleştirmek istemiştir.
Din bilimlerini felsefeden açıkça ayıran kimdir? M.SCEHELER
Din sosyolojisini genel Din Bilimleri adı verilen emprik, sistematik ve objektif bilim dalının bir kolu olarak gören;din felsefesi ve din bilimlerini birbirinden ayıran;ilahiyat ve din felsefesi normatiftir diyen tümdengelim metodunu kullanan kişi?WASC
Din bilimleri hakkında bilgi veriniz:
Din bilimleri vasıflayıcıdır(deksriptif) ve tümevarım metodunu kullanır.Din bilimleri araştırmacısı olaylara anlam vermeye çalışmalı, dinlerin kaynağı gibi felsefi ve metafizik sorunları sonraya bırakmalıdır.İlahiyatçılar belli bir dini,felsefeciler belli bir doktrini savunabilir.Din bilimcileri ise değer yargısına varan açıklama yapamaz.
Din Bilimleri;dinler tarihi,din fenomonolojisi,din psikolojisi ve din sosyolojisini içine alır.
Son olarak din bilimleri vasıflayıcı,objektif,empirik,genel ve sitematik bir özelliğe sahiptir.
Not:Normatif bilim(Din felsefesi)
Objektif bilim(Din bilimleri)
ÖZETLE;
DİN SOSYAL HAYATTA;inanç ,ibadet,tecrübe ,bilgi,etki,ahlak ve diğer boyutlarıyla;
zihniyet kazandırma bütünleştirme parçalama çatıştırma ayırma örgütleme bütünleştirme …..gibi işlev ve nitelikleriyle etkili olur.
DİN;Kültürün ilk basamaklarından başlayarak;aile oymak,kabile,boy ve millet gibi tabii birliklerle hep yakın ilişkiler içinde bulunmuştur.
Toplumların evrensel bir boyutu olan din;geniş anlamda kitabi (teorik,itikadi)ve uygulamalı (ibadi),bireysel ve cemaatsel sübjektif ve objektif yönleriyle ;inanç,bilgi,tecrübe ,duygu,ibadet,etki,organizasyon ve ahlak boyutlarıyla bir bütün olarak kendini ortaya koymaktadır.