Modern çağın belirleyici unsuru zulümdür. Yeryüzünde yaşayan insan toplulukları arasında yaşanan acıların ve sıkıntıların yoğun bir şekilde artması, her tarafta feryad-ı figanların yükselişi, insanların maddî başarı adına köleliğe razı olduğu, kişisel çıkarlar adına zulmün tarihin diğer dönemlerine nispetle ivme kazandığı, mazlumların çoğaldığı, politik çıkarcı yaklaşımların insanların geleceğini belirlemede başrol oynadığı bir dünyada aklen ve vicdanen sağlıklı birey, aile ve toplum için demagojik tutumlardan arınmak gerekiyor.
İslam’ın hayatımızın temel gerçeği olduğunu idrak edebilmemiz ancak diyalogla mümkün olur. Modern dünyada “İslam” adına konuşan ve faaliyet yürüten hemen her kesim kendisinin doğru diğerlerinin ise bâtıl olduğu zannıyla hareket etmekte, diğerlerini ötekileştirme gayreti içerisine girmektedir. “Benim doğrum”, “Benim efendim”, “Benim hizbim”, “Benim kitabım” kabili yaklaşımlar İslam birliğine hizmet etmemekte, bilakis tefrikanın yaygınlaşmasına ve İslam’a yönelmek isteyenlerin İslam’dan uzaklaşmalarına neden olmaktadır.
Beşerî düzenlerin sözde “insan hak ve hürriyetleri” çerçevesinde hareket eden Müslümanların maddî başarının peşinde tamamen dünyevileşerek çıkar kavgalarına tutuşması, vahyin zaman ve mekân üstü değerlerinden uzak yol alması karşısında tek kurtuluş çaresi Allah’a mutlak teslimiyeti esas alan vahiy öğretisine dönüştür. Müslümanları vahyin öğretisinden ayıran, felaketlere, ayrılığa, kişilik kaybına, dünyevileşmeye yönelten asıl neden ‘aklın, vicdanın, dolayısıyla şahsiyetin vahyin öğrettiği şekilde korunması’ ilkesinden uzaklaşmış olmamızdır.
Batılı ülkelerin “insan hakları” adı altında seküler temele dayandırılmış değer yargıları, fakirlerin zenginlerin lehine sömürülmesinden başka bir işe yaramamaktadır. Ortadoğu ve Afrika ülkeleri üzerinde menfaatleri söz konusu olduğunda dünyayı ayağa kaldıranlar, menfaatleri olmadığı zaman kıllarını dahi kıpırdatmamaktadırlar. “İnsan hakları” havariliği yapan Batılı ülkelerin ikiyüzlülüğü Afrika’da açlık ve sefalet içerisindeki insanlara, Ortadoğu’da savaş mağduru halklara bakıldığından apaçık görülmektedir.
Sınır komşularımız Irak ve Suriye ekseninde gelişen olaylara bakıldığında İran, Rusya, Çin ABD ve birbirleriyle müttefik diğer ülkelerin bölgede fitneyi körükledikleri, elde etmeyi umdukları çıkarlar adına Müslümanları birbirine kırdırdıkları görülmektedir. Bu birbirine kırdırma işi piyon örgüt ve yapılar vasıtasıyla, Suriye halkını, insan haklarını vs. koruma adı altında yapılmaktadır.
Bu süreçte en çok kullanılanlar maalesef “din” çatısı altında bir araya toplanan, Batı’dan silah ve finans desteği alan, kendi güçleri nispetinde faaliyet alanları oluşturarak taşeronluk yapan gruplar olmaktadır.
Bu noktada İslam’a dair bakış açımızı ciddi olarak gözden geçirmemiz, sadece insan hak ve hürriyetleri konusunda değil istisnasız her konuda izlememiz gereken yolun sistematik ve metodik olması gerekmektedir. Gelişigüzel, sloganik, yüzeysel, günübirlik yaklaşımlar İslam’ı İslam olmaktan çıkarmış, deyim yerindeyse bir fitne-fesat aracına dönüştürmüştür.
Kur’an’ın gelişigüzel bir tarzda ele alınıp yorumlanması, anlamın saptırılmasına, İslam’la herhangi bir alakası olmayan yıkıcı anlayışların “İslam” olarak tanıtılmasına, böylece İslam’dan nefret edilmesine sebep olmaktadır. Gelinen noktada laf ebeliği her yanı sarmış, Müslümanlar arasında diyalog kanalları kapanmış, ahlakî kaygılar ortadan kalmıştır.
Müslüman, kendisi için istediğini başkaları için de istemiyorsa Kur’an’ı öğrenmiş sayılmaz, bilakis böyleleri Kur’an’ın öğretisinden uzak bir noktada durmaktadırlar. Ülke genelinde insanların gelişen olaylar karşısında tutum ve davranışları İslam’la taban tabana zıttır; her hal ve şartta birbirini karalamanın, kendi yandaşlarını ya da candaşlarını aklamanın, akıl ve izandan uzak düşmanca beyanlarda bulunmanın ülkeye de ümmete de hiçbir faydası yoktur. Yandaş ve candaş medya iki koldan zihinleri ifsat etmekte, toplumu zihinsel olarak derinlemesine parçalamaktadır.
İnsanların dindar yahut dinsiz olmaları, onların başlı başına ahlaklı yahut ahlaksız olmaları anlamına gelmez lakin İslam olmak aynı zamanda ahlaklı olmayı zorunlu kılar. Dünya genelinde işlenen zulümler karşısında tarafsız davranmak, “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” mantığıyla hareket etmek tam olarak Yahudileşmektir. Ne yazık ki, Müslümanlar çıkarlarına uygun gördükleri takdirde zulme tavır almakta, çıkarlarına ters düştüğünü düşündükleri zamanlarda ise zulme sessiz kalmaktadırlar. Modern dünyada çıkarlar “ilah” olmuştur artık.
İslam dininin temeli ahlaktır, politik-ideolojik, ekonomik menfaatler temel teşkil etmez.
“Kim bir insanı bir can karşılığı veya yeryüzünde fesat sebebiyle olmaksızın öldürürse bütün insanlığı öldürmüş gibidir; kim de hayat kurtarırsa bütün insanlığı kurtarmış gibidir” (Maide: 32). Ayet-i kerimede açıkça beyan edilen hakikat karşısında, Suriye’de, Irak’ta ve dünyanın her yerinde haksız yere öldürülen insanlar üzerinden politika yapanlar, kendi çıkarlarının peşinde dünyayı yangın yerine çevirenler insanlık düşmanı alçaklardır; net tanım budur.
Yanı başımızda her gün yüzlerce insanın katledilmesine ses çıkarmayan, bazen “dostlar alışverişte görsün” hesabı bir iki söz söyleyen, kendi etni-sitesine fayda hesabı ile elin Rus’undan, Amerikalısından, Alman’ından medet uman, Müslümanların katledilmelerini içten içe sevinçle karşılayan zihniyet, yeryüzü tağutlarının bütün zulümlerine ortaktır.
Bu ortaklık hususunda fitne ve fesadı ilke edinen, kendi dindaşlarının katledilmelerine “maslahat” icabı göz yuman ülke yönetimleri -ne yazık ki İran, Irak, Suriye ve Türkiye- adeta birbirileriyle yarışırcasına Batılı sömürgecilerin ortakları olmuşlardır. Suriye’de zalim Esed halkına yönelik zulümlerine zulüm eklerken, karşılıklı olarak Rus ve Amerikalı zalimlerden medet umanlar dökülen her damla Müslüman kanından sorumludurlar.
Bütün bunların özeti ancak şu şekilde yapılabilir: İnsanlık bunalımda, Müslümanlar daha çok bunalımda!
Mevlüt Hönül
Malazgirt
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]