Tekil Mesaj gösterimi
Alt 14 Şubat 2016, 00:52   Mesaj No:1

Esadullah

Medineweb Sadık Üyesi
Esadullah - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Esadullah isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 15316
Üyelik T.: 18 Aralık 2011
Arkadaşları:3
Cinsiyet:Erkek
Memleket:Kayıp bir Kentten
Yaş:44
Mesaj: 745
Konular: 146
Beğenildi:313
Beğendi:100
Takdirleri:3844
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Din Kardeşliği Uhuvvet ve Tasavvuf Kardeşliği Nedir ?

Din Kardeşliği Uhuvvet ve Tasavvuf Kardeşliği Nedir ?

Din Kardeşliği Uhuvvet ve Tasavvuf Kardeşliği Nedir?

Kardeş denildiğinde akla genellikle aynı anneden ve babadan dünyaya gelen kişiler gelmektedir. Bu soy-sop kardeşliğinin dışında bir de aynı dine veya dünya görüşüne mensup olmayı ifade eden akide kardeşliği söz konusudur.

İslâm dininde kardeşlik, bütünüyle akide temeline dayanmaktadır. Allah (c.c), Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır "Mü'minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah'tan korkup sakının umulur ki esirgenirsiniz" (el-Hucurat 49/10).
Âyeti kerimeden de açıkça anlaşılacağı üzere, ancak iman bağıyla bir araya gelenler kardeş olarak kabul edilmektedirler. Buna göre yeryüzünün neresinde yaşıyor olurlarsa olsunlar, hangi dili konuşuyor olurlarsa olsunlar, hangi kavme mensup olurlarsa olsunlar veya hangi renge sahip olurlarsa olsunlar bütün mü'minler kelimenin tam anlamıyla birbirlerinin kardeşleridirler yani birbirlerinin sadik dostlarıdırlar. Bu kardeşler kendi aralarında apayrı bir topluluk oluştururlar. Kendi akidelerine saldıran veya imana karşı küfrü tercih eden kimselere-kendilerine ne kadar yakın olurlarsa olsunlar- asla sevgi beslemezler; bu anlamda sadece akide kardeşliğini esas tutarlar; Rabblerinin şu mealdeki uyarılarını asla unutmazlar: "Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluk bulamazsın ki onlar Allah'a ve Rasûlüne karşı başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar bunlar ister, babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir" (el-Mücadele, 58/22);

"Ey iman edenler, eğer imana karşı küfrü sevip tercih ediyorlarsa, babalarınıza ve kardeşlerinizi veliler edinmeyin. Sizden kim onları veli edinirse, işte zulme sapanlar bunlardır" (et-Tevbe, 9/23)..

Kuşkusuz mü'min gönülleri en sağlam ve köklü bir biçimde bağlayan bağ, iman ve takva esasından kaynaklanan kardeşlik bağıdır. Bu, Cenab-ı Allah'ın mü'minlere bahşettiği en güzel nimetlerden biridir. Âyet-i kerimede bu durum şöyle ifade edilmektedir: "Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı yapısın. Dağılıp ayrılmayın ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler oldunuz. Yine siz tam bir ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size âyetlerini işte böyle açıklar" (Ali İmrân, 3/103).

Yüce Rabbimiz bizlere, cahiliyye döneminde birbirlerine düşmanlıklarıyla ün salmış Evs ve Hazreç kabilesine mensup fertleri iman bağıyla nasıl kardeşler haline getirdiğini hatırlatmaktadır. Bu hatırlatma, insanlığa kumanda edecek insanların mutlaka akide bağını esas alan, yani hep birlikte Allah'ın ipine içtenlikle sarılan insanlar olmaları gerektiğini zımnen öne çıkartmaktadır. Dahası ve en önemlisi, insanlığa kumanda edecek mü'minlerin başarısını, Allah'ın ipine sımsıkı sarılıp kardeşlik bağını kuvvetlendirmek şartına bağlamaktadır.

İslam'da kardeşlik akide temeline oturtulduğu içindir ki, mü'minlerin arasını bozacak her türlü sunî ayrımlar ve böbürlenmeler de haram kabul edilmiştir. Irk, soy, cins vs. türünden cahilî değerler yerine takva kriteri getirilmek suretiyle toplumsal kardeşliğin ve ahengin bozulmaması sağlanmıştır. Bu konudaki âyeti kerime her türlü tartışmayı sona erdirici niteliktedir: "... Hiç kuşkusuz, Allah katında en üstün olanınız, takvaca en ileride olanınızdır..." (el-Hucurat, 49/13).

Mü'min erkekler ile mü'min kadınların, akide ve takva temelinde birbirleriyle yardımlaşmaları kardeşliğin bir gereği olarak zikredilmektedir. Bu yardımlaşma, bireysel ve toplumsal hayatta iman ve takva ilkesinin egemen olmasını sağlamak için gerekli görülmektedir. Nitekim bu amaçla bir araya gelen kimselere Allah'ın rahmet edeceği belirtilmektedir: "Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Rasûlüne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği kimseler bunlardır..." (et-Tevbe, 9/71).

Kardeş olmak, arkadaş ve sadık dost olmak; sevinçte ve kederde beraber olmayı göze almak demektir; bunu fiili olarak göstermek demektir, sevmek, saymak, güvenmek, merhamet etmek, yardımlaşmak ve dayanışmak demektir. Bunlar olmadan kardeşlik iddiasının bir anlamı olmaz. Kur'ân'ın öngördüğü kardeşlik, bütün bunları içeren bir muhtevaya sahiptir. Bir hayat biçimidir İslâm'daki kardeşlik

Dinde kardeşliğin en güzel numunesini Peygamber (s.a.v) çağında Peygamberimizle (s.a.v) birlikte yaşayan seçkin sahabeler ortaya koymuşlardır. Muhacir-Ensar ilişkisi, kardeşliğin ne anlama geldiğini bizlere gösteren son derece mükemmel bir örnekliktir. Medineli Ensar, Mekkeli Muhacir kardeşlerinin nefislerini, kendi nefislerinden daha aziz tutmuşlar, onları hiçbir konuda yalnız ve yardımsız bırakmamışlardır. Hatta Ensâr'dan bir müslüman, muhacir kardeşine, şayet dilerse hanımlarından birini boşayıp kendisine nikâhlayabileceğini bile teklif etmekten kaçınmamıştır. Bu davranışlarıyla Ensar, imanlarında ne denli ihlaslı olduklarını göstermişlerdir elbette. Âyette şöyle buyrulmaktadır: "Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, kendilerine hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı da içlerinde bir ihtiyaç duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimri ve bencil tutkularından korunmuşsa, işte onlar, felah bulanlardır"(el-Haşr, 59/9).

Peygamberimiz (s.a.s) bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: "Hiçbiriniz kendi nefsiniz için arzu ettiğinizi kardeşiniz için etmedikçe iman etmiş olmaz" (Buhârî, imân, 7). Hz. Ali (r.a) şöyle demektedir: "Senin hakiki kardeşin seninle beraber olan sana menfaat versin diye, kendi nefsine zarar vermeye razı olan, zamanın felaketleri kapını çaldığı vakit, senin dağınık durumunu derlemek için O, derli toplu öz durumunu dağıtır.

Mü'minler kardeşlikte ve dostlukta tıpkı aksamı birbirine geçmiş mükemmel ve sapasağlam bir bina gibidirler veya bütün unsurları ve zerreleriyle birbirine bağlı bir vücud gibidirler. Bir vücudun herhangi bir azası rahatsız olduğunda nasıl ki bütün bir vücud aynı rahatsızlığı, aynı acıyı duyarsa, bir tek mü'minin-dünyanın ta öbür ucunda bile olsa- çektiği acıyı, duyduğu ızdırabı diğer mü'min kardeşleri derinden hisseder. Mü'minlerin bu denli birbirlerine bağlı olduklarını Peygamber (s.a.s) şöyle ifade etmektedir. "Mü'minin mü'mine bağlılığı, parçaları birbirini bütünleyen bir bina gibidir." Hadisi rivâyet eden Ebû Musa El-Eş'arî'nin bunu tarif için parmaklarını birbirine geçirdiği zikredilmektedir (Buhârî, salat, 88, Mezalim, 5; Müslim, birr, 65; Tirmizî, birr, 18; Nesâî, zekat, 67).
"Mü'minleri kendi aralarındaki merhametleşmelerinde, sevişmelerinde, yardımlaşmalarında bir vücud gibi görürsün. Ki vücudun bir organı ağrırsa, vücudunun kalan kısmı uykusuzluk ve humma ile o organ için birbirini çağırır".

Bir mü'minin, diğer bir mü'min kardeşine her halükarda yardımcı olması gerekmektedir. Peygamberimiz bir hadisinde, "zalim de olsa, mazlum da olsa mü'min kardeşine yardım et!" diye buyurmaktadır. Zulüm konusunda nasıl yardım edileceğini ise şu çarpıcı sözlerle dile getirmektedir: "Onu zulümden el çektirirsin. Ona yapacağın yardım işte budur" (Buhârî, Mezalim, 4; Müslim, birr, 62).

Kardeşliğin bir gereği de, zulme meyleden diğer kardeşlerini uyarmak ve onları hizaya getirmek için çalışıp durmaktır. Bu tür bir yardımlaşma fertlerin ve toplumların selameti için oldukça önem arz etmektedir.

Allah Rasûlü ( s.a.v) Mescid-i Nebevî'nin inşasından sonra Muhâcirler ile Ensâr'dan doksan sahabe arasında ikişer ikişer kardeşlik akdetti. Kendisi de Hz. Ali'yi kardeş edindi. Bütün mü'minler birbirinin din kardeşi olmakla birlikte, bu özel kardeşleştirme, yardım, ziyaret, ihsan, nasihat ve rehberliği, hatta zevi'l-erhamdan önce mirasçı olmayı kapsamına alıyordu.
İbn Abbas anlatıyor: "Muhacirler Medine'ye geldikleri zaman aralarında akrabalık bağı olmaksızın, Rasûlüllah'ın ihdas ettiği kardeşlik dolayısıyla Ensara varis oluyorlardı.

Âyette şöyle buyruluyor: "O kimseler ki iman edip hicret ettiler ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda mücadele ettiler. O Ensar ki Muhacirleri barındırdılar ve onlara yardım ettiler. Onlar birbirinin velileridirler" (el-infâl, 8/72). Burada velayet; yardım, yardımlaşma, öğüt ve verâsetle tefsir edilmiştir. Bedir savaşından sonra Muhacirlerin maddi durumlarının düzelmeye başlaması üzerine Muhacirlerin Ensara mirasçı olma hükmü şu âyetle neshedilmiştir: "Hısımlar Allah'ın kitabında birbirine daha yakındırlar" (el-Enfâl, 8/75).

Ensâr bazı mallarını Muhacir kardeşleriyle bölüşmüş, hurmalıklar üzerinde onlarla ziraat ortakçılığı yapmışlardır (İbn Sa'd, Tabakat, III, 396; Buhârî, II, 71, 111, 164).

Bir mü'min kendi için arzu ettiğini mü'min kardeşi için de arzu etmedikçe olgun mü'min olamaz.

Kardeşliği Bozan Hususlar
Kardeşliği bozan pek çok husus vardır. Kur'ân-ı Kerim'de ve hadis-i şeriflerde bütün bu hususlar açık bir biçimde belirtilmektedir. Bir âyet-i kerimede, kardeşliği bozan ve dolayısıyla bireysel ve toplumsal ahengin zedelenmesine yol açan kötü hususlardan bazılarına şöyle deyinilmektedir. "Ey iman edenler! Zandan çok kaçının, çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin. Kiminiz de kiminizin gıybetini yapıp arkasından çekiştirmesin. Sizden biriniz, ölü kardeşinizin etini yemeyi sever mi?" (el-Hucurat, 49/12).

Bu âyet-i celilede Yüce Rabbimiz, mü'minleri açık bir biçimde suizandan, kardeşlerinin gizli yönlerini araştırmaktan, gıybet, dedikodu ve kulis yapmaktan sakındırmaktadır. Peygamberimiz (s.a.s) ise bu konuda şöyle buyurmaktadır: "(Sebepsiz) zandan sakınınız. Zira zan sözlerin, yalanı çok olanıdır. Birbirinizin ayıbını görmeye ve duymaya çalışmayınız. Birbirinizin mahrem hayatını da araştırmayınız" (el-Lü'lü Ve'l Mercân, Kitabu'l Birr Ves-Sıla Ve'l-Adab).
Bir başka âyet-i kerimede şu hususların altı çizilmektedir: "Ey iman edenler, bir topluluk bir başka toplulukla alay etmesin, belki alay ettikleri kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kadınlar da kadınlarla alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi nefislerinizi yadırgayıp küçük düşürmeyin ve birbirinizi en olmadık kötü lakablarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir. Kim tevbe etmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir"(el-Hucurat, 49/11). Bu âyet-i kerimede de alay, kötü lakab takma ve benzeri gibi fısk kabul edilen davranışlar konusunda mü'minlerin duyarlı olmaları gerektiği vurgulanmaktadır.

Kin, haset ve hakaret de kardeşliği bozan hususlar arasındadır. Kitab-ı Kerim'de kendilerinden övgüyle bahsedilen mü'minlerin her türlü kinden ve hasetten tümden arındırıldıkları belirtilmektedir: "Onların göğüslerinde kinden (ne varsa tümünü) sıyırıp çektik, kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıyadırlar" (el-Hicr, 15/47).

Enes b. Mâlik'in rivâyet ettiği sahih bir hadiste ise Peygamberimiz (s.a.s) şu nasihatlerde bulunmaktadır.
"Birbirinizle kinleşmeyiniz hasetleşmeyiniz birbirinizden yüz çevirmeyiniz. Ey Allah'ın kulları kardeş olunuz..." (Buhârî, Edeb, 57; feraiz 2; Müslim, birr, 23; Tirmizi, birr, 24),

"Bir kişiye, müslüman kardeşine hakaret etmesi kötülük olarak yeter" (Müslim, I, 32). Mü'min kardeşinin ufak-tefek kusurlarına ve eksikliklerine bakarak ona kin ve adavet besleyen kişi gerçekte insafsızca ve zalimce davranan kimsedir.

Kardeşliği Risalelerinde çok güzel işleyen Bediüzzaman Hazretleri de Uhuvvet risalesinde bu hususta derki:

Bediüzzaman der ki: “İmanın verdiği nur ve şuurla ve sana gösterdiği ve bildirdiği esmâ-i İlâhiye adedince vahdet alâkaları ve ittifak rabıtaları ve uhuvvet münasebetleri var. Meselâ, her ikinizin Hâlıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir—bir, bir, bine kadar bir, bir. Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir—bir, bir, yüze kadar bir, bir. Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir—ona kadar bir, bir. Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak mânevî zincirler bulundukları hâlde, şikak ve nifâka, kin ve adâvete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü’mine karşı hakikî adâvet etmek ve kin bağlamak, ne kadar o rabıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf ve o münasebât-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve i’tisaf olduğunu, kalbin ölmemişse, aklın sönmemişse anlarsın.

Grupçuluk, inhisar-ı zihniyet, benmerkezcilik vb. gibi kötü hasletler de kardeşliği bozan ve mü'minleri birbirine düşüren hususlar cümlesindendir. Çünkü bu türden iddialar kaçınılmaz olarak beraberinde tefrikayı, çekişmeyi ve çatışmayı getirmektedir. Mü'minlerin birbirine düşmesi veya düşürülmesi ancak bu yollarla mümkün olabilmektedir. Nitekim bir hadisi şerifte, şeytanın bu yönde daima bir umut beslediğine işaretle şöyle buyurulmaktadır: "Şeytan, Kıbleye dönen (mü'minlerin artık kendisine ibadet etmesinden ümidini kesmiştir;fakat onları birbirine düşürmekte (hala ümitlidir)"(Tirmizi, Birr, 25; Müslim, Münafıkun, 65).

Bütün bu hususlar veya hasletler, tıpkı birer mikrop gibi, sirayet ettiği vücudları hasta düşürmekte ve tahrip etmektedir. Dinde kardeşlik ruhunu yeniden canlandırmak ve mü'minlere kaybettikleri kuvveti yeniden kazandırmak, ancak bu tür hasletlerin ortadan kaldırılmasıyla mümkün olabilir. Kitab-ı Kerim'in öngördüğü kardeşliğin tesis edilmesi demek, İslam ümmetinin yeniden pirim kazanması demektir.

"Tarihi kinleri, kabileci ihtirasları, şahsî tamahları, taassub ile kaldırdıkları bayrakları bir kenara itip yok eden, Allah yolunda kardeşlik prensibinden başka hiçbir prensip kalpleri birleştiremez. Ancak bu kardeşlik prensibiyle saflar yüce ve büyük Allah'ın sancağı altında birleşebilir" (Şamil İsl.Ans.)

Müslümanların acıda ve huzurda, iyi günde ve kötü günde birlik ve beraberlik içinde olmaları ve birlik ve beraberlik kurumlarını kurmaları gerekiyor. Tembellik mi, gaflet mi, dalâlet mi, vahşî kapitalizmin oyunu mu, ruhsuz materyalizmin karanlık gölgesi mi, nedir üstümüzdeki ölü toprağı bilemiyorum. Fakat iki kişinin bir araya gelip şirketleştiği, herkesin sağda solda birlikler kurduğu, dünya insanının asgarî müştereklerde birleştiği günümüzde, maalesef iki milyar mü’min kardeşlerden oluşan müslüman âlem birlikte hareket etmeyi henüz başarabilmiş değil. Arada mutlaka dehşetli fitneciler var ki, müslüman âlem hakta ve hayırda birleşemiyor.

Diğer yandan herkes imtihandadır. Herkes kendi âhiretini dokuyor. Herkes kendi Cennetini imar ediyor veya ateşini yakıyor. Herkes Allah’ın rızâ makamlarından birinde, kendisine bir rızâ derecesi biçiyor. Kur’ân’ı dinleyip kardeşlik yapan da, düşmanla dost olup kardeşini dışlayan da kendi amel defterini yazıyor. Herkes kendi amel yazılarıyla doldurduğu defterini mahşerde alacak. Elbette ya gülecek, ya ağlayacak.

Müslümanlar neden böyle bölük pörçükler? Arada şeytan var, düşman var, fitneci odaklar var, nefsimiz var. Tüm bu negatif bentleri aşıp pozitif bina dikmek ve kardeşlik ibâdetini yapmak, kolay olmuyor demek. İmtihan şiddetli. Ve kardeşlik ibâdetini başarmak zor. Oysa unutulmamalı; bu, Kur’ân’ın emridir. Kur’ân’ın emri bizim için ibâdettir. Demek ibâdet sadece namaz ve oruçtan ibâret değil.

Şüphesiz kardeşlik ibâdetinin tesisi için hayırlı adımlar atılmıyor değil. Ümitsiz olmayalım. Biz en azından duâ edelim. İnşallah Müslümanların daha güçlü ve daha birlik ve beraberlik içinde günlere doğru gideceklerini Rahmet-i İlâhiye’den umalım ve duamızı kesmeyelim. Çünkü kavgacı ve gürültücü dünyamız böyle bir ortak sese, bir barış ve kardeşlik nefesine, bir adâlet eline ve nice muhabbet fedâisine muhtaç.

Tasavvufta Kardeşlik (İhvân) Anlayışı

Kardeşler anlamına gelen ihvân kavramı; tasavvufta, aynı şeyhe bağlı olan müridleri, aynı tarikatın veya tarikat kolunun mensuplarını ifade eden bir terim olarak kullanılır.

İhvân; Sözlükte "erkek kardeş, arkadaş, yol¬daş, dost, meslektaş, ortak" anlamlarına gelen “ah” kelimesinin çoğulu olup Türk¬çe'de daha çok tekil anlamında yaygınlık kazanmıştır. İslâm dini mü’minlerin birbirinin kardeşi olduğunu ilân etmiştir (3/Âl-i İmrân, 103; 9/Tevbe, 11; 49/Hucurât, 10; 59/Haşr, 10). Kur'an'da İslâm'a karşı oluşturulan grupların da birbirinin kardeşi olduğu belirtilmiş (59/Haşr, 11), Hz. Peygamber müslümanları din kardeş¬liğine bağlı kalmaya çağırmıştır (Buhârî, Nikâh 45, Mezâlim 3; Müslim, Birr 23, 32). Hadislerde geçen "din kardeşi, din ve dünya kardeşi" (Buhârî, Nikâh 11; Tirmizî, Menâkıb 20) tâbirleri de bu hu¬susun önemini ifade eder. Hiçbir ayırım yapılmadan kadın-erkek bütün mü’minler birbirinin kardeşi kabul edilmekle beraber Rasûl-i Ekrem Medine'ye hicret ettiğinde daha özel bir anlamda Mekkeli muhâcirlerle Medineli ensarı birbirine kardeş yapmış, böylece göçmenlerle yerlileri kaynaştırmayı amaçlamıştır (Buhârî, Nikâh 7; Savm 51, Müslim, Fezâ'ilü'ş-sahâbe 203).

Sûfîler ilk dönemlerden itibaren kendi aralarında farklı gruplar oluşturmaya, birbirine kardeş gözüyle bakmaya başlamışlardır. Tasavvufun giderek tarikat şeklinde kurumsal bir yapı kazanmasıyla birlikte bu durum daha da gelişmiştir. Gazzâlî'nin kaydettiğine göre sûfîler birbirinin yüzüne severek ve merhametle bakmayı ibâdet sayıyor (İhya, II, 159), bazan aralarında yaptıkları sohbetlere yabancıların girmesine dahi izin vermiyorlardı. Bu dönemde müridlerin birbirine hizmet etmeleri, gönül hoşluğuyla birbirinin mallarını harcamaları, ihvâna karşı fedakâr ve tahammüllü olmaları, özür dilemeyi gerektirecek davranışlardan sakınmaları, sevgi ve şefkat duygularıyla dolu olma¬ları öğütleniyordu (Serrâc, el-Lüm’a, s. 234-237; Kuşeyrî, Risale Terc. Ulu¬dağ, s. 433-439, 574-580, 746, 749).

Başlangıçta daha çok "ashâb" kelimesiyle ifade edilen “ihvân” kavramı, ilk tasavvufî eserlerde sohbet ve müridliğin âdâbına dair bölümlerde işlenmiştir. İhvân kelimesine ilk olarak Kuşeyrî'nin er-Risâle'sinde rastlanmaktadır (s. 746). Sû¬fîler, V. (XI.) yüzyıldan itibaren bugünkü mânada tarikatlar halinde örgütlenmeye başlayınca aynı tarikata veya tarikat koluna bağlı olanlara özel anlamda ve bir tasavvuf terimi olarak ihvan denilmiştir. Bütün tasavvufî zümrelerde ihvan terimine veya onunla aynı anlama gelen "ah, fetâ, derviş, pîrdaş" gibi kelimelere tesadüf edilmektedir. Tarikatlar bir kurum olarak ortaya çıkınca ihvan ve pîrdaş olan müridler arasındaki ilişkiler daha düzenli bir şekil almış, bu dönemde yazılan Âdâbü'l-mürîdîn, Avârifü'l-meârif gibi eserlerde ihvanın gözetmesi gereken kurallara özel bölümler ayrılmıştır. Bu eserlerde ihvan arasındaki sevginin sırf Allah için olduğu, maddî çıkar, itibar veya şöh¬ret arzusunun söz konusu edilmeyeceği, ihvanın her zaman birbirini hayırla andıkları, karşılık beklemeden birbirlerine hizmet ettikleri, kardeşinin hatalarını görmezlikten gelip ezâlarına katlandıkları, ihtiyaçlarını gidermeye çalıştıkları, daima saygılı, hoşgörülü davrandıkları, her zaman kardeşlerini haklı, kendini kusurlu bildikleri, insaflı olup insaf beklemedikleri, birbirinin sevinç ve üzüntülerini paylaştıkları, bir sıkıntıyla karşılaşanın yardımına koştukları, vefâlı olmayı ve sadâkatten ayrılmamayı görev bildikleri anlatılmaktadır (Ebû Tâlib el-Mekkî, Kütü'l-kulûb, Kahire 1961, II, 442-489; Gazzâlî, İhya', Kahire 1939, II, 154-191; Şehâbeddin es-Sühreverdî, Avârifü'l-maarif, Beyrut 1966, s. 423-442).

Aynı tarikatın mensupları, kendi aralarında sırf Hak rızâsına dayanan samimi bir dostluğun gereklerini yerine getirmenin yanı sıra tekke düzenine, tarikat kurallarına, şeyhin öğütlerine tam anlamıyla uyar, büyüklerini baba, akranını kardeş, küçüklerini evlât olarak görürler. Şeyh ba¬ba, müridleri onun evlâtlarıdır. Şeyhin eşi anne, birbirlerinin eşleri ise hemşiredir (bacı) (Ebü'l-Mefâhir Yahya el-Bâharzî, Evrâdü'l-ahbâb ve fusûsü'l-âdâb (nşr. Efşâr), Tahran 1358 hş., s. 106-127; Muhammed b. Abdullah el-Hânî, el-Behcetü's-seniyye, İstanbul 1989, s. 27-29).
Bu samimi dostluğun hâtırası ölümden sonra da devam eder. Vefat eden mensuplarının geride bıraktığı aile fertlerini korur, onlarla da dostça ilişkiler kurarlar. Menâkıb kitaplarında ihvanın sadâkatini, vefakârlığını ve fedakârlığını gösteren pek çok örnek kaydedilmiştir.

Ahîlik'te ve fütüvvet ehli arasında da mânevî kardeşlik bağına büyük önem ve¬rilmiştir. Şehâbeddin es-Sühreverdî el-Maktûl daima Allah'ı teşbih, takdis ve zikreden tevazu ve huşu sahiplerine "ihvân-ı basîret", "kün makamı" denilen bir mertebede bulunan, irâdeleriyle sûrî şeyleri icat etme gücüne sahip olanlara "ihvân-ı tecrid", beşerî kir ve lekelerden kur¬tulup ruhlarını kemal halleriyle donatan¬lara da "ihvân-ı safa" demektedir (Mecmû'a, II, 242-245). Bu son tabirin bir fel¬sefeciler grubu olan İhvân-ı Safa ile ilgisi yoktur.

Uhuvvet/Kardeşlik ve Görevlerimiz

Kalabalıkları bir millet haline getiren en müessir âmil dindir. Aynı inancı paylaşan toplumlar çok kısa zamanda kaynaşıp bütünleşirler. Çünkü aynı dine mensup olmanın en tabii neticesi din kardeşliğidir. Din kardeşi olmanın yüklediği bir çok mes’uliyet vardır ki, bu mes’uliyetleri yerine getirmek de inancımızın bir gereğidir.

Durum böyle olunca her müslüman uhuvvet sarayının bir taşı olmaktadır. İslâm sarayının bütün ihtişamıyla devam etmesi için, herkes bulunduğu yerde yapması gerekeni yapacak, asla yerini terk etmeyecektir. Duvardan bir taş düşerse, diğer taşların da yerinden oynamasına, binanın yıpranmasına sebep olur. O bakımdan hiçbir müslüman, uhuvveti yani kardeşliği zedeleyecek bir söz, bir harekette bulunmamalıdır. Beşeriyet icabı yapılan hatalar en kısa zamanda giderilmelidir. Küskünlükler, dargınlıklar sürüp gitmeyecek, alâka kesilmeyecektir. Peygamberimiz, dargınlığın sınırını üç gün olarak göstermiştir. Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır: “Bir müslüman din kardeşine üç günden fazla küs durması helal değildir.” (Buhârî). Diğer bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulmaktadır: “Bir müslüman kardeşini üç günden fazla terk etmesi (küs durması) helâl değildir. Birbirlerine karşı gelirken o yüz çevirip bu da yüz çevirir. Bunların hayırlısı önce selâm verendir.” (Müslim)

Biz müslümanların kardeşlik hukuku cinsinden, birbirimize karşılıklı olarak yapmamız gereken vazifelerden bir kısmı şunlardır:
Müslüman müslümanı sevecek,
Sevinmesiyle sevinecek, üzülmesiyle üzülecek,
Madden ve mânen yardımcı olacak,
Irzını, namusunu, malını koruyacak,
Onun bulunmadığı bir yerde, hakkına tecavüz ediliyor, iftira ediliyorsa onu müdâfaa edecek,
Hastalandığı zaman ziyaret edecek,
Vefat ettiği zaman cenâzesine iştirak edecek, yakınlarına taziyede bulunacak,
İstişâre ettiği zaman ona doğru bilgi verecek,
Sır verdiği zaman o sırrı ifşâ etmeyecek,
Kendisinden nasihat istediği zaman hayır nasihatte bulunacak,
İhtiyacı olduğunda emr-i bi’l-ma’ruf ve nehi ani’l-münker yapacak,
Borç istediği, bir hâcet istediği zaman imkânı varsa istediğini verecek, imkânı yoksa tatlı ve güzel sözlerle gönlünü alacak,
Selâm verdiği zaman selâmını aynıyla veya daha güzeliyle alacak,
Müslüman müslüman kardeşini düşmanına teslim etmeyecek, onu himâye edip koruyacak,
Din kardeşinin eziyet ve sıkıntılarına katlanacak, sabredecek, affedecek,
İlişkisini kesmeyecek, beşeriyet icabı aralarında bir dargınlık olursa üç günden fazla küs durmayacak,
Din kardeşine kin tutmayacak, buğz etmeyecek,
Haset etmeyecek, gıybetini yapmayacak,
Gizlice yaptığı bir günahına muttali olursa, o günah da başkalarına zarar vermiyorsa, o günahı terk etmesi için nasihatte bulunacak, ama başkalarına duyurmayacak,
Alay etmeyecek, küçümsemeyecek, hakaret etmeyecek,
Sevmediği lakaplarla hitap etmeyecek,
Din kardeşine karşı böbürlenmeyecek, büyüklenmeyecek, kendini ondan üstün görmeyecek,
Sûizan etmeyecek, her zaman hüsnüzanda bulunacak,
Pazarlığının üzerine pazarlık yapmayacak,
Zaman zaman ziyaretinde bulunacak,
Hediyeleşecek,
Büyüklerine hürmette kusur etmeyecek,
Kendinden küçüklere şefkat gösterecek,
Katı yürekli olmayacak,
Her zaman merhametle, şefkatle, rıfkla muâmele edecek,
İki müslüman ya da iki müslüman toplum arasında bir anlaşmazlık olursa aralarını bulacak ve barıştıracak,
Zulmedene zulmüne engel olarak, mazluma da zâlimin zulmünü ondan gidererek yardımcı olacak,
Komşuluk hukukuna riâyet edecek,
Alış verişlerde ve diğer hususlarda din kardeşini asla ve asla aldatmayacak.

Müslümanlar burada sıraladığımız ve burada zikretmediğimiz başka vazifelerle görevlidirler. Bu vazifelerini en sağlıklı bir şekilde yerine getirdikleri devirlerde dünyada cennete benzer bir hayat yaşamışlar; bir fazilet, saâdet ve huzur toplumu vücuda getirmişlerdir.

Ancak zamanla bu güzelliklerimizi, bu özelliklerimizi kaybettik. Kendi gafletimizden içimizdeki birkısım beyinsizlerin, idarecilerin gaflet ya da ihânetlerinden, İslâm düşmanlarının çeşit çeşit hile ve tuzaklarından bugünkü perişanlığı, dağınıklığı yaşamaktayız. Uhuvvet sarayı yıprandı. Müslüman cemaat hodkamlaştı, dünyevîleşti, imanı zaafa uğradı. Yeniden silkinmemiz, yeniden bizi biz yapan değerlerimize sahip çıkmamız gerekir. Rabbimize yönelmemiz gerekir. Rasûlullah (s.a.s.)’in haber verdiği, müjdelediği “Hak üzerine kaim” cemaatten olmak için ve o cemaatin çoğalması, etkin hâle gelmesi için bütün imkânlarımızı seferber ederek canla başla fedâkârane çalışmamız, çaba göstermemiz gerekir. İmanımız bunu gerektirmektedir, müslümanlığımız bunu gerektirmektedir.

Allah Teâlâ biz müslümanları birbirimize kardeş yapmış ve bizi bu kardeşlikle şereflendirmiştir. Efendimiz, canımız Rasûlullah da şöyle buyurmaktadır: “Birbirinize haset etmeyin, müşteri kızıştırmayın. Biriniz diğerinin pazarlığı üzerine satış yapmasın. Kardeş olun ey Allah’ın kulları! Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz. Onu tahkir etmez -üç defa kalbine işaret ederek- takvâ şuradadır. Kişiye kötülük adına müslüman kardeşini tahkir etmesi kâfidir. Müslümanın her şeyi kanı, malı, ırzı müslümana haramdır.” (Müslim)

Müslüman kardeşim! Gel hep beraber bir kalp gibi, bir beden gibi olalım. Uhuvvet sarayını bütün ihtişâmıyla yeniden inşâ edelim. Bütün insanlığın hayranlıkla temâşâ edeceği, ondan bir fert olmak için koşacağı bir fazilet toplumu oluşturalım. Canımız, efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v) izini takip edip O’nun peşine düşelim, asr-ı saâdet müslümanları ile buluşalım.(Kavramtefsiri)

İlahî! Biz âciz, biz günahkâr kullarını bağışla.
Bizi bize, bizi nefsimize bırakma.
Nasıl bir kul olmamızı istiyorsan bizi öyle bir kul eyle.
Bizi son nefesimize kadar İslâm’a hizmetkâr eyle.
Biz günahkârlara acı! Bu zillet ve meskenetten kurtulmamız için bize medet eyle, yardım eyle.
Yeniden inşâ edilecek olan uhuvvet sarayının bir işçisi eyle. Yeniden yükselecek olan fazilet toplumunun bir ferdi eyle.
Bizi Rasûlullah (s.a.s.)’ın haber verdiği, müjdelediği “Hak üzerinde kaim” cemaatten eyle!
Ya Rab Tüm Müslümanların üzerinde ki gaflet ve ataleti gider Allahım her bir Müslüman kardeşime bize Ensar ve Muhacirin kardeşlik şuuru ve idrakını ihsan eyle. Yer yüzündeki tüm müslümaları birleştir birleşmeleri için engel olan tüm engelleri kaldır. Ey Yüceler yücesi Rabbim ümmete İttihadı ihsan eyle yıllardır ehli küfrün karşısında ezilen zillete uğrayan bir araya gelemeyen bu Sevdiğin Habibinin ümmetini artık yücelt bu zilletten kurtar amin amin amin. Ya Mucib.hkerrar
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi Esadullah 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Bu Zaman Manevi Fetrettir Esadullah Esadullah 2 108 09 Kasım 2024 12:40
Kuantum Belirsizlik (Heisenberg) İlkesi Kuranda... Esadullah Esadullah 0 102 08 Ekim 2024 16:38
Gayb Alemine Açılan Kapılar... Eserler/Yazarlar Kara Kartal 1 448 29 Ocak 2023 13:22
Hiperaktif ve Otizm Çocuklar İçin ... Tıbb-ı Nebevi ve Alternatif Tıp Bilgileri Mihrinaz 1 470 14 Ekim 2022 01:49
Tabiat ve Burçlara Göre Beslenme-Hangi Tabiat... Alternatif Tıp Esadullah 2 585 14 Ekim 2022 01:38