Zikir/Ali Parlak
ZİKİR
Zikir, anmaktır. Kişi kimi anarsa da onunladır. O halde kimi çok andığınıza dikkat edin. Para mı, karşı cins mi, dünyalıklar mı yoksa başka bir şey mi? Değeriniz andığınız şeyle ölçülür.
İnsanın yaratılış gayesi Allah’tır. Yüce Yaratan, her şeyi insan için, insanı da kendisi için yaratmıştır. Onun içindir ki yaratılanlar içinde sadece insan, Yaratana halife olma vasfıyla şereflenmiştir.
Allahu Teala her an ayrı bir iştedir. (Rahman 29) Allahu Teala hiçbir andan gafil değildir. Nasıl olsun ki? Çünkü yaratan O. O’nun izni olmadan yaprak dahi kımıldamaz. Simsiyah bir gecede, simsiyah bir taşın üzerinde, simsiyah bir karıncanın ayağının kımıldaması dahi O’nun izniyle olur. Daha doğrusu O yaratır. Yaratma olayı durduğu anda, karınca da yok olur, taş da yok olur, gece de. Anlayacağın şekilde, yaptığın her işi O’nunla yapmaktasın da farkında değilsin. O halde ey insan! O’nun bütün işi seninleyken, sen kiminlesin?
Kur’an-ı Kerîm’de, Zikir ve zikredenler övülürken, zikre önem vermeyenler uyarılmışlardır:
Ve kim Rahman’ın zikrinden yüz çevirirse, şeytanı ona musallat ederiz. Böylece şeytan, onun ayrılmaz yakın arkadaşı olur. (Zuhruf 36)
Eğer bir kişinin yakın arkadaşı şeytan olursa, olacak olan sadece hüsrandır:
Şeytan onları kuşattı. Böylece Allah’ın zikrini onlara unutturdu. İşte onlar, şeytan taraftarlarıdır. Şeytanın taraftarları, gerçekten hüsranda olanlar onlar değil mi? (Mücadele 19)
Sonuçta Allah’ın zikrinden yüz çevirenleri sıkıntılı bir hayatın beklediği ve mahşer gününde neler olabileceği konusunda insan uyarılır:
Ve kim benim zikrimden yüz çevirirse, mutlaka onun için sıkıntılı hayat vardır. Ve kıyamet günü onu kör olarak haşredeceğiz. (Taha 124)
Öyleyse insana düşen görev, her halinde Allah’ı zikir ile geçen bir ömürdür. Çünkü Rabbimiz bizden bunu istiyor:
Ey iman edenler. Allah’ı çok zikredin. Çok çok anın. (Ahzab 41)
O halde zikir farzdır. Hatta büyükler derler ki; her nefeste zikir farzdır. Aldım, Sübhanallah demek için. Verdim, Elhamdülillah demek için. Ağır mı geldi? O zaman boş kaldığın zamanlarda kalbinin zikrini dinle. Tık Tık Tık Allah Allah Allah. Ondan yorulursan akciğerinin zikrini dinle. Aldın Hay, verdin Hu. Yolda mı yürüyorsun? Adımların zikrini dinle. Tap Tap Tap Hak Hak Hak. Dinlemek de anmaktır bilesin. Peygamber efendimizin(sav), zikir konusundaki başlıca tavsiyeleri ise şöyledir:
Peygamber efendimize, ‘’Allah katında çalışmaların en sevimlisi hangisidir?” diye sorarlar. Buyurur ki: “Dilin, Allah’ı zikretmeye devam ettiği halde ölmendir.”
“Allah’ın azabından, Allah’ı zikretmekten daha fazla hiçbir şey kurtaramaz.”
“Müferridun geçti.’’ buyruğunu, ‘’Kimdir müferridun diye sordular.” “Allah’ı çokça zikretmeye düşkün olanlardır. Zikir, onların ağırlıklarını hafifletir. Böylece kıyamet günü de hafif olarak gelirler.” buyurdular.
Kısaca zikir, kurtuluştur azizim. O halde Allah’ı öyle bir analım ki, gören deli desin. Ne var ki halkımız çok zikir yapmaktan korkar. “Çok zikredersen kafayı yersin delirirsin…” gibi, söylentiler yayılmıştır dilden dile. Bu gibi şartlandırmalar ise halkımızı zikirden korkutmuş ve uzak durmalarına yol açmıştır. Halbuki Kur’an-ı Kerim, ısrarla çok çok zikir etmemizi istiyor.
Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzere yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerine düşünürler. Rabbimiz. Sen bunları boş yere yaratmadın, Seni eksikliklerden tenzih ederiz. Bizi ateşin azabından koru derler. (Ali İmran 191)
Görüldüğü üzere Rabbimiz bize, her üç halimizde de Allah’ı zikretmemiz gerektiğini söylüyor. Yatarken, otururken ve ayaktayken, abdestli olun veya olmayın, nerede ve ne şekilde bulunursanız bulunun fark etmiyor. Önemi yok, yeter ki zikredin. Çünkü emir böyle.
Zikrin makbulü gizli olarak yapılanıdır. Çünkü böyle anlar, Allah ile sizin aranızdaki özel bir durumdur. Başkalarını ilgilendirmez. Sevgiliniz ile beraberken, en mahrem halinizi ve anlarınızı millete reklam etmenin alemi yok. O anlar sizin özelinizdir. Bu durumda rahatlıkla şunu söyleyebiliriz. Zikir kimsenin olmadığı yerde yapılır.
Diyeceksiniz ki her halimizde Allah’ı anmamızı söylüyorsunuz ve O’nu anarken de yanınızda kimse olmasın diyorsunuz. Nasıl olacak bu? İnsan her daim yalnız kalamaz ki. Yanlış anlamayın bu yalnızlık anladığınız türden değil. Kendinizi dağlara, ovalara vurun da oralarda yalnız kalarak zikredin demiyorum. Bu yalnızlık başka yalnızlık. Gönül evinizin yalnızlığı. O’nu anarken gönül hanenize kimseyi almayın demek istiyorum. Çünkü gönül haneniz sizin mahreminizdir. Hem ıssız yerlere gitseniz bile, eğer gönül haneniz kalabalıksa orada da yalnız değilsiniz haberiniz olsun. Demek istediğim yalnızlık için, kalbinizi boşaltın. Orada Allah’tan başka kimse olmasın. Böyle yapabilirseniz, kalabalık içinde dahi olsanız O’nunla yalnız kalmışsınızdır. Alışverişte, çarşıda, pazarda, işte, evde, gezmelerde nerede olursanız olun. Herkes sizi kendisiyle sanır ama siz O’nunlasınızdır. Kimsenin olmadığı yerde sadece siz ve Rabbiniz. Söylemeyin kimseye. Bilmesinler. Belli bir zamandan sonra siz de kalmazsınız orada ya neyse. Çünkü Aşk öyle bir şey ki, dokunanı yakar kavurur, kül eder, yok eder.
Ancak, kalbinizdeki yalnızlığı sağlayamıyorsanız yine de bırakmayın zikri. Israrla anın O’nu. Mükafatını mutlaka alırsınız, yeter ki pes etmeyin. Çünkü emir böyle.
HİKAYE Hikaye bu ya; eskiden çobanın biri padişahın kızını görüp aşık olmuş. Tutturmuş ‘’Ben onunla evleneceğim.’’ diye. Her ne kadar, ‘’Etme eyleme, senin bu söylediklerini padişah duyarsa kelleni alır. Canına mı susadın.’’ dedilerse de vazgeçirememişler. Sonunda bir arif kişi genç çobanın yanına gelip akıl vermiş:
‘’Bak yiğidim. Şimdi sen padişahın kızıyla evlenmeyi çok istiyorsun ya! Ben sana o kızı alacağım. Ancak bunun için yapman gerek bir şartım olacak.’’
‘’Nedir o?’’
‘’Şehrin girişinde bir yer bulacağız ve sen orada 40 gün halvete girip dışarı çıkmayacaksın. 40 gün boyunca da sadece ‘Allah’ diyeceksin. Ötesine karışma. İş bende!’’
Genç çoban ‘’eyvallah’’ der ve o arifle anlaşırlar. Böylece genç 40 günlük halvetine başlar. Halvette ise sadece ‘’Allah’ demektedir. Niyeti ise 40 günün sonunda padişahın kızını almak. Bu sırada bizim arif zat ise boş durmaz ve halk arasında bir söylenti yayar.
‘’Duydunuz mu? Bir mübarek evliya zat gelmiş şehrimize ve halvete girmiş. Allah dostuymuş. Onu memnun edip her istediğini yerine getirelim ki, Rabbimiz de şehrimize bolluk bereket versin.’’
Merak eden herkes genç çobanı görmeye gelir. Ve bizim çobanın ünü kulaktan kulağa yayılır. Sonunda da padişaha kadar ulaşır. Padişah merak eder ve görmeye gelir. Bir de bakar ki nur yüzlü yakışıklı mı yakışıklı bir genç devamlı ‘’Allah Allah’’ demekte. Allah’ı andıkça yüzü nurlara gark olmuş. Hayran olur bu gence. Durumu gözleyen arif zat, padişahın yanına usulca yanaşır ve şöyle söyler:
‘’Efendim, bu zat 40 günlüğüne şehrimize gelmiştir. 40 gün sonra da gidecektir. Böyle nurlu ve bereketli bir Allah dostunu şehrimizden göndermeyelim.’’
Padişah, arif zata döner ve sorar. ‘’Peki, ne yapalım ki şehrimizde kalsın?’’
Arif zat cevap verir: ‘’Efendim… Bu kişiler, öyle kişilerdir ki, ne vereceğiniz sarayları ister, ne de altınları. Hiçbir dünya malında da gözleri yoktur bunların. Kalmasını sağlamanın tek yolu, onu şehrimizden güzel bir kızla evlendirmektir.’’
Padişah kısa bir müddet düşünür. Böyle yakışıklı ve nur yüzlü birini kaçırmak istemez. Gencin yanına yanaşarak der ki: ‘’Ey ulu bilge kişi, şehrimize hoş geldin, sefa verdin, şeref getirdin. Benim güzeller güzeli bir kızım var. Seni onunla evlendirmek isterim. Kızımla evlenir misin?’’
Genç, başını kaldırır ve padişaha bakar: ‘’Sizin kızınızla evlenmek büyük bir onur ve büyük bir şereftir. Lakin bana kızmazsanız, bu teklifinizi kabul edemeyeceğim.’’
Arif şaşırır: ‘’Ulan manyak mısın? Padişah ayağına kadar gelmiş, kendi kızını sana vermiş. Sen tutmuş reddediyorsun. Zaten senin istediğin de bu değil miydi?’’
Genç arife nemli gözlerle bakar ve der ki: ‘’İsmini zikrettiğim Zat, sadece kendisini andım diye dileğimi gerçekleştirdi. Halbuki ben O’nu, bir kızla evlenebilmek için anmıştım. Çıkar içindi yani! Ama yine de Rabbim, koskoca ülkenin padişahını ayağıma kadar gönderdi de kızını verdi. Şimdi bu durumda ben, Kendisinden Kendisini istesem bana neler vermez düşünemiyorum bile. Bilmez misin?’’ der.
Şu bir gerçek ki Allah sizi Kendisi için yarattı. Ve Allah çok kıskançtır. Sizi kimseyle paylaşmak istemez. Sizler için özel planları vardır. Cenneti sizler için donatmıştır. Bunu için de sizden Kendisini anmanızı istiyor. Ancak O’nu andığınız zaman gönül evinizi imar edebilirsiniz. Ve gönül evini Allah sadece Kendisi için yaratmıştır. Orada başka sevdalar istemez. Bunu sakın unutmayın.
Allah ile. O’nun ile. Aşk ile. Huuu.
Ali Parlak
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]