26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi
Tarihimizde şerefle yerlerini koruyan zaferlerimiz, millî günlerimiz, düzenlenen anma günleri, millî tarih şuurunda uzun vadeli plânlar yapmaktadırlar. Çağımızda bu plânları yapmayan toplumlar geleceklerini tesadüflere terk etmiş olmaktadırlar. Dün ile yarın arasında yerimizi koruyabilmemiz, yarınlara güvenle bakabilmemiz bu toprakların yarınki sahibi gençlerimizin yetişmesiyle yakında ilgilidir.
Çünkü
ulusal kültürüne sahip çıkmayan, onu yeni nesillerine aktaramayan toplumlar yaşama güçlerini, yükselme enerjilerini kaybedebilirler. Türkler, tarih boyunca birçok zaferler kazanmışlarsa da, Anadolu’da yaşamak ve yurt tutmak için kazanılan iki büyük zafer bunların en önemlisi olmalıdır. Birincisi Anadolu’yu Türk Vatanı haline getirmek için 26 Ağustos 1071 tarihinde kazanmış olduğumuz Malazgirt meydan savaşı, diğeri de Anadolu’yu düşman işgalinden kurtaran 26 Ağustos 1922 tarihli Başkumandanlık meydan muharebesidir. Üzerinde yaşadığımız ve 1000 yıldan beri vatan bildiğimiz bu toprakların, bize kazandırılmasında büyük payı olan “Malazgirt Zaferi” tarihi bir olay olarak da ayrı bir özelliğe sahiptir.
26 Ağustos 1071 tarihinde Büyük
Selçuklu Sultanı Alparslan‘ın Bizans İmparatoru Romenos Diogenes’e karşı Malazgirt ovasında kazandığı zafer, yalnız Türk ve Bizans tarihinde değil, dünya tarihi içinde bir dönüm noktası olmuş ve sonucu günümüze kadar gelmiştir. Malazgirt Zaferi sonunda Anadolu’da, Bizans-Grek-Ortodoks kültürü yerine Türk-İslâm medeniyeti hâkim olmuştur.
Malazgirt savaşının bir diğer özelliği de, M.Ö. IV. Yüzyıldan beri Avrupa, Asya ve Afrika kıtaları üzerinde hüküm süren eski çağın en büyük imparatorluğu Roma’nın doğudaki mirasçısı Bizans’ın, genç Selçuklu devleti karşısında bir gün içerisinde perişan olması, başta imparator olmak üzere maiyetinde bulunanlardan hemen birçoğunun esir edilmesidir. Bu durumun daha iyi aydınlığa kavuşturulabilmesi için her iki devletin yani Bizans ve Selçukluların savaştan önceki askerî, siyasî ve kısmen sosyal durumlarını bilmekte yarar vardır. Bizans İmparatorluğu’nun askeri ve siyasi durumu yanında,
Anadolu’nun Jeopolitik yapısı da savaşın doğurduğu sonuçlar üzerinde etkili olmuştur.
Çünkü 3000 yıl Müslüman Araplara karşı başarı ile savunduğu Anadolu’yu, Türkler karşısında savunamamıştır. Ayrıca bu zaferin Millî tarihimiz yönünden bir diğer önemi de,
atlı-göçebe kültürden, yerleşik şehir kültürüne geçişimizle ilgilidir.
Malazgirt savaşı sonunda Bizans, tarihinin en büyük mağlubiyetlerinden birine uğramakla kalmamış, Anadolu’yu kurtarma ümidini yitirmiştir. Askeri alanda başarısızlığa uğrayan Bizans, politik mücadelesini sürdürmüş, daha önce hâkimiyeti altında iken bir türlü anlaşamadığı “Şark Hıristiyanlarının” batı dünyası nezdinde savunucusu olmuştur.
Anadolu, Suriye ve Filistin’ de toprak hâkimiyetinin kurulmasıyla Bizans’ın çağrıları meyvesini vermiş ve “Kutsal toprakları” kurtarma görüntüsü altında Türk-İslam dünyasına karşı
“Haçlı Seferleri” başlatılmıştır. Bu seferler sırasında Bizans, sadece haçlı kuvvetlerine kılavuzluk ve iaşe yardımı yapmıştır. Başlatılan haçlı seferlerinin sonu gelmemiş, bu uğurda milyonlarca insan ölmüş, şehir ve kasabalar, köyler harap olmuştur.
Anadolu da Selçuklu devletinin mirası üzerine kurulacak olan Osmanlı Devleti, Anadolu ile yetinmemiş, Viyana kapılarına kadar dayanmıştır. Osmanlıların Balkanlara çıkmasıyla başlatılacak olan Haçlı Seferleri zaman ve zemine göre şekil değiştirerek, Osmanlı devletinin dağılma dönemine kadar devam etmiş ama ismi haçlı seferleri değil, “Şark meselesi” olmuştur. Bu uğurda batı dünyası mesai harcamaktan bıkmamış, önce Balkanlarda yaşayan gayri Müslim Osmanlı tebaasının dini hakları bahanesiyle “Şark Meselesini” gündeme getirmiştir.
Şark meselesi, Balkan savaşlarından sonra burayı vatan tutan Türklerin tarihi kadar, Dünya tarihini de ilgilendiren bir olay olarak tarih sayfasına geçmiştir…