Ebu Basir
O, İslâm’la şereflenince Kureyşliler tarafından Mek*ke’de hapsedilmiş, şiddetli işkencelere mâruz bırakılmış ve çok eza, cefa görmüş bir iman eridir. Müslüman olduktan sonra Medine’ye hicret edememişti. Uzun süre Efendimiz’den ayrı kalmıştı. Onun muhabbet ve hasretine dayanamaz hale gelmişti.
Bir yolunu bulup Medine’ye gitmek istiyordu. Bunun için bir fırsat kolluyordu. Mekke’lilerin Hudeybiye’de müslümanlarla antlaşma yaptığı haberini alınca hemen harekete geçti ve Mekke’den kaçıp Medine’ye geldi. İki Cihan Güneşi Efendimizin huzuruna vardı. Onun gelişine ashab-ı kiram çok sevindi.
HUDEYBİYE ANTLAŞMASI VE EBÛ BASÎR’İN İADESİ
O, huzur ve saadete kavuşmuştu. Efendimiz’in yanından hiç ayrılmıyor, devamlı huzur-ı saadetlerinde bulunmaya çalışıyordu. Büyük bir mutluluk içerisinde hayatını devam ettiriyordu. Artık müşriklerin eza ve cefasından kurtulduğunu ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’e hasretliğinin bittiğini zannediyordu. Onun mutluluğu maalesef uzun sürmedi. Birkaç gün sonra Mekkeli iki muhâfız çıka geldi. Hudeybiye Antlaşması gereğince, Mekkeliler adına Efendimiz’den Ebû Basîr’in iadesini istediler.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buna çok üzüldü. Ebû Basîr’i yanına çağırdı. Kendisini Kureyşli’lere teslim etmek zorunda olduğunu, fakat Allah’ın ona ve onun durumundaki çaresiz müslümanlara yakında bir çıkış yolu göstereceğini söyledi.
Ebû Basîr radıyallahu anh, müşriklerin kendisine ağır işkenceler yapacaklarını anlatarak iade edil*me*me*sini istedi. Fakat Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, müşriklerle bir sözleşme yapmıştı. O verdiği sözden cayamazdı. Üstelik bu antlaşmanın ileride ne güzel sonuçlar doğuracağını çok iyi biliyordu. Bu se*beb*ten Sevgili Peygamberimiz, antlaşma esaslarına uymak zorunda kaldı ve onu muhafızlara teslimetti.
Ebû Basîr radıyallahu anh bu durumu hiç içine sindiremedi. Zihninde, gönlünde fırtınalar kopuyordu. Nasıl olacaktı da kurtulacaktı? Ne yapmalıydı da o muhafızların elinden kurtulmalıydı? Bu düşünceler içerisinde iki muhâfızla birlikte Mekke’ye doğru yola çıktı. Ama hep fırsat kolluyor, bir çare arıyordu.
MÜŞRİKLERİN ELİNDEN KURTULUŞU
Bir müddet gittikten sonra yemek molası verildi. Bu sırada Ebû Basîr muhafızlardan birine yaklaştı. “Kılıcın ne kadar güzel?” diyerek onu methetti. Onunla bir ilgi kurdu. “Hiç böyle bir kılıç görmedim?” diyerek bakmak istediğini söyledi. O da razı oldu. Ebû Basir eline geçirdiği kılıca bakar gibi yaptı ve ani bir hamle ile muhafızın kellesini uçurdu.
Öteki müşrik ise canını kurtarmak için Medine’ye doğru kaçmaya başladı. Onun arkasından da koştu fakat yetişemedi. İkisi de, kaçan da kovalayan da kısa zamanda İki Cihan Güneşi Efendimiz’in huzuruna vardılar.
PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN İLTİFATI
Ebû Basîr radıyallahu anh olup biten hadiseleri Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi ve sellem’e heyecanla anlattı. Sonra Efendimiz’e mâsumâne bir şekilde şöyle dedi:
“-Yâ Rasûlallah! Beni iade edip Mekkeli müşriklere teslim etmek suretiyle onlara verdiğin sözü yerine getirdin. Ben de hem canımı hem de dinimi düşmanların elinden kurtardım” diyerek kendini teselli etti.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Ebû Basîr’in bu sözlerine hayret edip ashâb-ı kirâm’a döndü ve şöyle dedi:
“-Ne yaman adam! Şayet aklına uyan birileri çıksa, tam bir savaş tahrikçisi!” buyurdu.
Ebû Basîr radıyallahu anh, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in bu sözleri üzerinde derin düşünceye daldı. Bir iç muhasebesi yaptı ve tekrar Mekkeli’lere teslim edileceği gönlüne doğdu.
“Sahîh-i Buhârî”de yer alan bu rivayetten farklı olarak Vâkıdî, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efen*dimiz’in Ebû Basîr’e istediği yere gidebileceğini söylediğini nakletmektedir. Onun da Mekke-Şam yolu üzerinde bulunan Îs’e gidip yerleştiğini kaydetmektedir. (Buhârî, “Şürût”, 15; Vâkıdî, el-Megâzî, II, 626-630)
KERVANLARI BASMA FİKRİ
Ebû Basîr radıyallahu anh, mâh cemaline âşık Sevgili Peygamberimizin yanından mecburi olarak ayrıldı. Yolda giderken aklına şöyle bir fikir geldi:
Medine’ye en yakın bir yere kaçıp, ticaret yolu üzerinde yerleşmeyi, Mekkeli’lerin ticaret kervanlarını basarak onlara eziyet vermeyi düşündü. Önemli bir güzergah olan Kızıldeniz sahilindeki Sîfü’l-bahr denen yere kaçtı. Burası Mekkeli’lerin Suriye’ye giden ticaret kervanlarının uğrak yeriydi.
İki Cihan Güneşi Efendimiz’in kendisi hakkında: “Ne yaman adam!” demesi, Ebû Basîr radıyallahu anh’in hoşuna gitmişti.
Bu sözlerin bir takdir ifadesi olduğunu düşünerek Efendimiz’in kendisine üstü kapalı bir emir verdiğini sezdi. Bu bölgede, Mekke’de eziyet ve işkence gören veya değişik yerlere kaçarak inançlarını yaşayan müslümanlardan oluşan bir birlik kurmayı tasarladı. Nitekim çok geçmeden müşriklerin hapsettiği diğer ashab-ı kiram efendilerimiz, Ebû Basîr radıyallahu anh’in macerasını öğrendiler. Birer ikişer kaçıp onun yanında toplandılar.
300 SAHABEDEN OLUŞAN BİRLİK KURULDU
Kısa bir zaman sonra da Ebû Cendel radıyallahu anh ile yetmiş arkadaşı müşriklerin elinden kurtulup Sîfülbahr’e geldi. Böylece üçyüze yakın güçlü bir birlik kendiliğinden kurulmuş oldu. Bu birliğin imamı ilk önce Ebû Basîr radıyallahu anh idi. Sonra Ebû Cendel radıyallahu anh’a namaz kıldırma görevi verildi.
Mekke ileri gelenlerinin hemen hepsi tüccardı. Geçim*lerini Suriye’ye ve daha başka yerlere gönderdikleri ticaret kervanlarıyla sağlıyorlardı. Suriye’ye giden bütün kervanlar Ebû Basîr ile Ebû Cendel radıyallahu anhüma’nın oluşturdukları birlik tarafından soyulmaya, basılmaya başlandı. Bunun üzerine Mekkeli’ler yeni tedbirler almak zorunda kaldı. Kervanların yanına daha güçlü muhafızlar koydular. Fakat yine de kervanı basılmaktan koruyamadılar.
HUDEYBİYE ANTLAŞMASINDAKİ MADDENİN İPTALİ
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin hasretiyle, Allah adına kılıç sallayan bu mağdûr müslümanlara karşı koyamadılar. Onları tesirsiz hale getirmek için uğraştılar ama bir çare bulamadılar. Nihayet çaresiz kalınca Hudeybiye’de müslümanların aleyhine ısrarla koydurdukları o ağır maddeyi yürürlükten kaldırmak üzere Sevgili Peygamberimiz’e bir mektup yazmaya karar verdiler. Mektuplarında şu teklifte bulunuyorlardı:
“-Sîfü’l-bahir’deki müslümanların kendilerine çok zarar verdiklerini, onlar yüzünden doğru dürüst ticaret yapamadıklarını, onların buradan ayrılıp Medine’ye gitmeleri hâlinde, kendilerine teslim edilmeleri şartından vazgeçtiklerini” bildiriyorlardı. Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’den bu engeli bir an önce kaldırmasını rica ediyorlardı.
RESÛLULLAH’IN EBÛ BASÎR’E YAZDIĞI MEKTUP
Mekke müşriklerinin bu teklifi üzerine Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz hemen Ebû Basîr radıyallahu anh’e bir mektup yazdı. Sîfü’l-bahr’i terk edip Medine’ye gelmelerini istedi. Mektub ulaştığında, bu kahraman mücâhid ölüm döşeğindeydi. Dikkatlice mektubu okudu ve ağlamaya başladı. Mübarek mektubu öpüp yüzüne gözüne sürdü.
Merhametsiz, inadcı müşriklerin, Gönüller Sultanı Efen*dimiz’den kendisini ayırmaları onun için işkencelerin en büyüğü idi. Onun gül yüzünü pek az görebilmişti. Şimdi ise Medine’ye gitmeye, onun aydan aydınlık, ışıl ışıl mübarek yüzünü görmeye ne tâkati kalmıştı, ne de zamanı.
EFENDİMİZ’İ GÖREMEDEN VEFÂT ETTİ
O, sırf dinini yaşamak için Medine’den kaçıp gitmişti. Gerçi dini uğrunda kendisine ağır işkenceler yapan zâlimleri, yaptıklarına bin pişman etmişti. Görevini yapmıştı. Resûl-i Ekrem’in kendisi hakkındaki iltifatını bir daha hatırladı. “Ne yaman adam!” buyurmuştu. Mektubu son bir defa daha öptü. Gönlü Peygamber hasretiyle yanan Ebû Basîr radıyallahu anh’ın mübarek rûhu cennet-i âlâya uçtu. Bedeni ise Sîfü’l-bahr de kaldı. (İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-gâbe, VI, 35. el-İstîâb, IV, 20-22)
Ebû Cendel radıyallahu anh ve arkadaşları cenaze namazını kılıp oraya defnettiler. Kabrinin yanına bir de mescid yaptılar. (m. 628) Daha sonra oradaki ashab-ı kiram radıyallahu anhüm ecmaîn toplanıp Medine’nin yolunu tuttu. Efendimiz’e kavuştular. Bir daha huzurundan hiç ayrılmadılar. Bütün gazvelere onunla birlikte katıldılar. (Köksal, İslâmTarihi-VI, 248-256)
Allah hepsinden râzı olsun.
Cenab-ı Hak cümlemize Ebû Basîr radıyallahu anh’ın aşkından, dini gayretinden ve Allah yolundaki kahramanlığından hisseler nasib eylesin. Amin.
Kaynak: Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi, 2015 – Nisan, Sayı: 350