Hayatımızın Çukurları ve Çukurcular
İnsan hayatının akışının tek düze olmadığı bilinen bir gerçek. Yaşam inişli ve çıkışlı… Sarp yokuşlar, çetin virajlar, derin kuyular, hep insan için… Bu netameli ve muhataralı yolculukta insanların rolleri de farklı… Her insan kendi şakilesine göre bir yol tutar… Tiyneti, seciyesi neyse gidişatı o yöndedir… Mesleki, menzili, maksudu mizacına uygundur…
Bu önermeden hareketle insanları üçe ayırabiliriz:
Bir; insanlık için çığır açanlar,
İki; insanlık için çukur kazanlar,
Üç; çukurlardan çıkabilmek için çırpınanlar…
İlahi öğretiyi ve nebevi misyonu temsil ve tebliğ edenler, insanlığın felahı için çığır açabilmek adına hep çırpınmışlardır. Onların çağrısı ve çizgisi bellidir…
Bugün tüm insanlık için en ciddi tehdit, çukurcular ve çukurlardır… Yeryüzünün hilafetine namzet, eşrefi mahlûkat olan insan çukurlarda can çekişmekte, esfeli safiline doğru sürüklenmektedirler…
Peki, kimdir bu çukurcular?
Ya da nedir bu çukurlar?
Allah’ın hidayet ettikleri dışında, bu çukurlardan ve çıkmazlardan korunabilmek oldukça zor…
Modern uygarlıktan arta kalan nedir sizce?
Dünya, derin bir çukur…
Ve çukurlaşan toplumlar… Nükleer silahlarla dünya ateş dolu bir çukur ve kan gölüne dönüştü… Kurtlaşan nesiller birbirinin kuyusunu kazmakla meşgul… Çünkü artık insan insanın yurdu değil, insan insanın kurdu oldu…
İnsan dünyevileştikçe çukurlar derinleşiyor, değerler dibe vuruyor…
Müteal olandan koptukça seküler, liberal, popüler, rasyonel çukurlar kuşakları yutuyor… Tek kaygısı dünya hazları olanlar, hızla meçhul çukurlarda çürümeye koşuyorlar… Öyle ki, artık çukurlardan kurtulayım diye bir dertleri de yok…
Çepeçevre çukurlarla kuşatılmış yaşamların pençesinde nesiller çaresiz…
Estetize edilen çukurların çekim gücüne karşı koyabilecek irade de yok…
İdeolojik, politik, ekonomik, bürokratik, akademik çukurlar bilimsel yöntemlerle ve mantıksal verilerle profesyonelce pazarlanıyor…
Sistematize edilen çukurların müşteri sorunu da yok…
Kimileri çukurlarda yaşamayı hayatın kaçınılmaz kaderi görürken, kimileri de burunları Kaf dağını gösterdiği için bir türlü önlerindeki çukuru göremiyorlar…
Evet, hayata at gözlüğü ile bakanlar çukurları seçemez oldular…
Hani hikâye bu ya; Eflatun anlatır: Thales yıldızları gözlemleyerek yürürken, önünde çukuru görmeyip içine düşmüş… Bunu gören nüktedan Trakyalı kız atılmış; ‘gökte ne olduğunu anlamak istedi ama ayağının ucundaki çukur ona gizli kaldı!..‘
Aslında hep böyle değil midir? Bir şeyi görmek için, ama sadece ‘bir şeyi’ görmek için bakarsak, arta kalanı kaçırırız…
Bu bakış açısıyla hayata, insana ve hatta kitaba bakarken aslında kendimizce bakmış, aramış, anlamış, okumuş oluruz… Bütüncül bakmayınca, parçacı oluveririz…..