Durumu: Medine No : 1390 Üyelik T.:
16 Nisan 2008 Arkadaşları:0 Cinsiyet: Mesaj:
685 Konular:
242 Beğenildi:20 Beğendi:0 Takdirleri:10 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | İmanın tadı İmanın tadı Euzü billâhi mineş-şeytànir-racîm.
Bismillâhir-rahmânir-rahîm.
Elhamdü lillâhi rabbil-àlemîn... Vel-àkıbetü lil-müttakîn... Ves-salâtü ves-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn...
İ'lemû eyyühel-ihvân... Enne efdalel-kitâbi kitâbullàh... Ve enne efdalel-hedyi hedyü seyyidinâ muhammedin sallallàhu teàlâ aleyhi ve sellem.
Ve şerrel-umûri muhdesâtühâ... Ve külle muhdesin bid'ah... Ve külle bid'atin dalâleh... Ve külle dalâletin fin nâr... Ve bis senedil-muttasıli ilen-nebiyyi sallallàhu teàlâ aleyhi ve selleme ve ennehû kàl:
a. İman ve Hayâ
RE. 193/1 (El-îmânü uryânün ve zînetühül-hayâ', ve libâsühüt-takvâ, ve mâlühül-fıkh.)
Bugün yine dersimiz bu iman bahsinde olacak. Cenâb-ı Peygamber Efendimiz imanı bize tarif ederken, imanın uryan, çıplak bir şey olduğunu bildiriyor. Bunun sıfatlanması, kalıplanması hayâ ile... Bu iman nimetinin zînete, mala, esvaba ihtiyacı var. Rasûlüllah SAS, "İman nimetinin zîneti hayâ, esvabı takvâ, malı da fıkıhtır." diyerekten bildirdi.
Bu hayâ niçin zikredildi? Başka birçok sıfatlar var. Meselâ, hayânın yanında cömertlik var, şecaat var, adalet var, birçok güzel evsaf var. Fakat, onların birisini söylemedi de zîneti hayâdır dedi, yalnız hayâdan bahsetti.
Çünkü, (Liennel-hayâi a'zamü ahlâkıl-enbiyâ') "Hayâ enbiyâlarda en büyük bir vasıf, en üstün mertebedir. (Lienne bil-hayâ' vecede halâvetel-îmân) Ancak imanın tadı bu hayânın sayesinde bulunur. Hayâ sende ne kadar varsa, imandan o kadar tad alırsın. İmandan alınacak tad, hayâdaki nisbete bağlıdır. Hayâsı çok olan insan, imanın tadını çok alır.."
Meselâ, sağlam bir insan baklava yedi miydi, bayılır; bala bayılır, tatlılara bayılır... Niçin?.. Sıhhati yerindedir, canı ister. Ama sıhhati bozuk olursa, tatlıları istemez; tatlıya da acı dediği olur bazan...
Onun için hayâ, imandaki tadı tattırıyor bize. Hayâ olmasa, imandan tad bulamıyoruz. İmanın yolunda gidemiyoruz, yamuk yumuk yollara gidiyoruz; çünkü tadını tatmamışız. Sebebin birisi hayâsızlıktır.
Hayâ geniş bir ders, şimdi onun üzerinde durmayacağım. Kısacık tabiri ile, bizim bildiğimiz utanma... Ama asıl utanma Allah'tan olması lâzım! Ekmeğini yiyoruz, suyunu içiyoruz, havasını alıyoruz, mülkünde yaşıyoruz; yaşadığımız mülkün sahibine karşı geliyoruz. Bu en büyük hayâsızlıktır. Hayâsızlığın başı burdan başlar.
Yâni utanma deyince, işte o kızların utanması gibi değil. O da utanma ama, asıl utanma Allah-u Teàlâ'nın mülkünde yaşayıp da, kimin mülkünde yaşadığını ve kimin ekmeğini yemek suretiyle yaşadığını bilerekten ondan utanmak, onun emirlerini dinlemeye bağlıdır. Allah-u Teàlâ'nın emirlerini terk, hayâsızlığın başı oluyor. Allah-u Teàlâ'nın emirlerini tutmak da, hayâdan ileri geliyor. Hayâ yaptırır bunları...
Demek ki, imanda bir tad var. O tad da ancak hayâ elde edilirse, oluyor. Hayâ elde edilemezse, o taddan haberimiz olmadan, kuru kuru gelip gidiyoruz bu alemden.
İkincisi de takvâ idi. Takvâ da böyledir. Takvâ sahibi imanın tadını bulur Takvâ onu salih amellere sürükler. "Haydi durma, bunu da yap, bunu da yap!.." diye iyi amellere zorlar. Saadet-i dâreyn neyi icab ediyorsa, onları yapar.
Şimdi gelelim mevzûya: Hayâyı, takvâyı nereden bulacağız?.. Şu bakkallarda, eczanelerde satılıyorsa, gideriz oradan alırız; istediğimiz kadar kullanırız. Ama hayâ ve takvâ ne bakkalda bulunur, ne çarşıda, ne şunda, ne bunda?..
__________________ ''Gönlüm Sükût-u Ezber Eyledi...!'' |