21 Kasım 2008, 22:06
|
Mesaj No:1 |
Durumu: Medine No : 2893 Üyelik T.:
03 Ağustos 2008 Arkadaşları:0 Cinsiyet: Memleket:Van Mesaj:
293 Konular:
94 Beğenildi:22 Beğendi:16 Takdirleri:10 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Kaygılıyım, kaygılısın, kaygılı... Kaygılıyım, kaygılısın, kaygılı... Son zamanlarda kafamın içinde hayatımın tadını epeyce karıştıran serseri kaygılar koşuşturup duruyor. Eskiden bu kadar kaygılı bir tip değildim. Hatta bir miktar gamsız bile sayılabilirdim. Şimdi çok lazım bir şeymiş gibi durmadan kaygı üretip duruyorum. Hem de eften püften şeyler hakkında... Mesela geçen gece saat 03.30 civarında kalkıp ocağı kontrol ettim. Oysa çayın altını söndürdüğümü çok iyi hatırlıyordum ve bu konuda hiçbir şüphem yoktu. Peki bundan emon olduğum halde neden yine de kalkıp ocağı kontrol ettim? Çünkü beynimde aniden bir kaygı filizlendi ve önce beni uyandırdı, sonra da beynimin içinde yüksek sesle ve hiç duraklamaksızın şu soruyu tekrar etmeye başladı: “Ya ocağın bir saat ayarı butonu varsa ve ben o butona yanlışlıkla dokunduysam, ya ocak gecenin bir vakti kendi kendine yanıverdiyse?!” Ne saçma değil mi? İşte sorun da bu, başıma bela olan bu serseri kaygıların mantıklı olmak gibi bir takıntıları yok. Mesela kapalı havalarda yolda giderken kara bulutlardan birinin şehrin üstüne düşüvereceğini ve hepimizi havasız bırakacağına dair bir kaygım da var. Size uçuk görünüyor olabilir. Aslında bana da öyle görünüyor, ama yine de bu uçuk ihtimal için kaygılanmadan edemiyorum. Belki sizlerin de benimki kadar uçuk olmasa da benzer kaygılarınız vardır. Geçenlerde bir arkadaşım ödediği bütün faturaların makbuzlarını oturma odasının duvarına astığını söyledi. Çünkü içinden bir ses olur olmaz zamanlarda “Allah bilir sen faturaları da ödemedin bu ay?” deyiveriyormuş. “Bugüne kadar gününde ödemediğim tek bir fatura olmadı oysa” diyordu arkadaşım, “bu konuda neredeyse takıntılıyım!” Aslında hepimiz takıntılı tipler olduk, değil mi? “Yok ben takıntılı değilim” demeyim boşuna, arayın kendi takıntılarınızı beyninizin içinde bulacaksınız. Sırf benim iddiam olduğu için buna da karşı çıkacaksanız, hiç beklemediğiniz bir şey yapıp, bilimsel takılırım o zaman! Geçtiğimiz günlerde 42. defa gerçekleştirilen Ulusal Psikiyatri Kongresi'nde “Modern yaşamın getirdiği aşırı rekabet ortamı panik atak, sosyal fobi gibi kaygı bozukluklarını artırıyor” görüşü açıkça dillendirilmiş bulunuyor. Buna ne diyeceksiniz peki? Sakın, “Psikiyatrlar kendilerine yeni müşteriler arıyor” gibi bir karşı atak yapmayın, çünkü bunu yaparsanız bir “kaygı”nızı seslendirmiş olursunuz ki, bu da benim tezimi doğrular. Peki kaygı sahibi olmak o kadar kötü bir şey mi? Uzmanlar, çığrından çıkmadığı sürece kaygıların yararlı bile olduğunu söylüyor. Üretimi ve başarıyı arttırıyorlarmış. Ne demekse artık!.. Benim hayatım boyunca böyle rantabl bir kaygım olmadı! Ama bir bildikleri vardır herhalde. Benim bildiğimse, kaygılarımın zıvanadan çıkmakta olduğu... İnsan Psikiyatri kongrelerinde neler konuşulduğuna merak sarınca, doktora gitmenin de pek bir anlamı kalmıyor. Ne diyecek bana, “Sizde kaygı bozukluğu var” diyecek. Kim bozdu ki benim kaygılarımı? El cevap: Modern yaşam! Buyur bakalım, kapısını açıp dışarıya çıkılabilen bir şey mi ki doğal yaşam, çıkalım ve bütün bu bozuk kaygılardan kurtulalım! Demek her gün daha fazla bozulmakta olan ve kurbağa yavruları gibi çılgınca üremekte olan bu kaygılar batağında debelenip duracağız! Aman Allahım her şey ne kadar da kaygı verici!.. Yeni Şafak ) |
| |