Bir Haftalık Evliya Olmak Nasıl Bir Duygu Okuyalım:)
Televizyonda dini bir program seyrediyorum.Ekrandaki kişi ilahiyat fakültelerinden birinde dekan olmalı.Eski asırlardaki maneviyat büyüklerinden bahsederken:
-Onlar gözucuylada olsa nisa taifelerine bakmazmış,diyor.Nerde şimdi o büyük evliyalar..?
Duyduğum sözler damarıma dokunuyor. Ve her müslümanın yapması gereken bir şeyin hiç yapılmıyormuş gibi gösterilmesi, beni ta can evimden vuruyor. Biraz düşündükten sonra müthiş bir karar alıyor ve kendi kendime söz veriyorum: Hocanın "nisa taifesi" dediği hanımlara, konuşmak için bile olsa bir hafta boyunca bakmayacak ve zamanımızda da büyük evliyalar olduğunu ıspatlayacağım. Program bittikten sonra ekmek almak üzere dışarı çıkıyorum. Daha merdivenlerden inerken, alt kata yeni taşındığı söylenen kiracılarla karşılaşıyorum. Evde ne kadar kadın, kız, çoluk, çocuk varsa hepsi kapıda. Hanımlardan biri, benim Türkiye sınırlarını aşan şöhretimi duymuş olmalı. Daha görür görmez:
– Vayyyy!... Cüneyd bey, diyor. Kızlarımın tarifinden tanıdım. Çay içmeye geleceğiz inş.
Ben aldığım karar gereği hemen başımı eğerken:
– Hoşgeldiniz efendim, diyorum. İnş memnun kalırsınız komşuluğumuzdan. Duyduğum seslerden, kalabalığın içinde bir de erkek çocuk olduğu anlaşılıyor. Ona bakayım derken kazayla hanımları görürüm diye gözlerimi kaldıramıyorum yerden. Çocuk, ablası olacak kızlardan birine fısıldayıp:
– Ben sana, bu adamın kendini beğenmiş bir züppe olduğunu söylemiştim, diyor. Yüzümüze bile bakmıyor.
Hemen arkasından yaşlı bir kadın sesi:
– Vah evladım vah, diyor. Ne kadar da mahçupmuş zavallıcık. Anlaşılan küçükken çok dövmüşler.
Her evliyanın başına gelen sıkıntılar benim de başıma geliyor tabi ki. Aceleyle merdivenlerden iniyor ve sokağa atıyorum kendimi. Metodum gayet basit: Yürürken sadece yere bakacak ve bana doğru yaklaşan kişilerin ayakkabılarından erkek olduğunu anladığımda, başımı kaldırıp rahatça yürüyeceğim. Bu büyük buluşumu uygulamak üzere daha birkaç adım attığımda, neye uğradığıma şaşırıyorum. Moda mıdır nedir bilmiyorum ama, hanımların onunda pantolon var. Altlarında da aynen benimkiler gibi ucu küt, tabanı geniş erkek ayakkabısı veya koca koca asker postalları. Anlaşılan dikkatli olmalıyım. Başımı hiç kaldırmadan giderken, yanımdan geçen kadınların seslerini duyuyorum. Bir tanesi arkadaşına hitaben:
– Bu adamda bir tuhaflık var ayol, diyor. Boşuna dememişler 'dost başa, düşman ayağa bakar' diye.
Diğer kadın, daha farklı görüşte. Benden uzaklaşıp duvar dibine kaçarken:
– Benim de gözüm tutmadı kardeş, diyor. Belli ki çapkının teki. Yere bakan, yürek yakan cinsindendir mutlaka. Ben, yine evliya sabrıyla ve aynı şekilde yürürken, birden ne olduğumu anlayamadan kendimden geçiyor ve ilaç kokulu bir yerde gözlerimi açıyorum. Yattığım yerin etrafında, beyaz elbiseli genç kızlar dolanıyor. Verdiğim söz gereği hemen gözlerimi kapatarak nerede olduğumu kestirmeye çalışırken, hastanede bulunduğumu anlıyor ve başucumdaki hemşirelerin konuşmalarına kulak veriyorum. Kızlardan biri, gözlerimin kapandığını farkedince:
– Yine kendinden geçti zavallı, diyor. Bu üçüncü bayılışı. Önündeki elektrik direğini görmemiş.
Hemşirelerin yanında bir de erkek hasta bakıcı olmalı. Sinir sinir gülüp:
– Biraz önceki elektrik kesintisi, demek ki bu yüzdenmiş, diyor. Adamın kafasındaki şişliğe bakılırsa, Allah bilir devirmiştir direği. Ayağa bir kalkabilsem, ben neyi devireceğimi çok iyi biliyorum ama ne mümkün. Başım dönme dolap gibi dönüyor, beynim feci zonkluyor.
Biraz sonra erkek doktor geliyor yanıma. Ve beni görür görmez:
– Geçmiş olsun Cüneyd abi, diyor. Çok fena çarptığın için sağ gözünü bandajladık. Bir müddet tek gözle idare et. Neyse, zor da olsa biraz sonra çıkıyorum oradan. Ama artık akıllandığım için yere falan bakmak yok. Yeni metoduma göre sağlam kalan gözümle yol kenarındaki apartmanların üst katlarına bakacak ve karşımdan gelen insanları siluet(görüntü) olarak farkedip yolumu bulacağım. Planımın oldukça başarılı olduğunu düşünürken, seslerinden anladığım kadarıyla manavdan alışveriş yapan bir kadın, yanındaki arkadaşına beni gösterip:
– Şu terbiyesize bak, diyor. Tek gözlü olduğuna aldırmadan balkondaki kızları seyrediyor. Öbür gözün de kör olsun inş. Can sıkıntısından sıcak sular boşalıyor tepemden. Ne kadar masum olduğumu nerden bilsin zavallı. Ben, söylenenlere sabretmeye çalışarak yine üst katlara bakarken, sanki o yükseklerden düşüyormuş gibi bir halle tekrar geçiyorum kendimden.
Anlaşılan yine hastanedeyim. Biraz önceki hemşirelerden biri:
– Hayret ya! diyor. Bu yine aynı adam. Kanalizasyon çukuruna düşmüş bu sefer.
Bir anda anlıyorum başıma gelen felaketi. Üstüm başım çöplüklerden beter kokuyor. Bütün kemiklerimle birlikte sağlam zannettiğim gözüm de sızlıyor. Hastaneden bir an önce kaçabilmek ve eve dönüp temizlenebilmek için sağa sola bakınırken, bir türlü göremiyorum etrafımı. Yine aynı doktor:
– Boşuna uğraşma abi, diyor. Morardığı için öbür gözünü de bandajladık. Bir haftacık sabretmen gerekiyor. Ben, bu süre içinde ne yapacağımı düşünürken, daha önceki hasta bakıcı, hemşirelere laf atarak:
– Cüneyd abi size fena tutuldu, diyor. Baksanıza saatte bir uğruyor. Bu adama sinirimden ateşler basıyor yüzümü. İyileşir iyileşmez hastaneye üçüncü kez uğrayıp onun gözlerini de benimkine benzeteceğim kesin. Her neyse, beni bir ambulansa bindirip eve gönderdiklerinde alt kattaki komşularımıza rastlıyorum yine. Sanki beni bekliyorlar kapıda. Hanım ve kızları, "Geçmiş olsun" dileklerini ayrı ayrı iletirken, çocukları olacak o haylaz velet, yine haince fısıldıyor ablasının kulağına: "Bizim züppe cezasını bulmuş" diyerek. Komşularımızın yardımıyla merdiveni çıkıp içeri girerken, kendi kendime verdiğim sözü bir hafta boyunca eksiksiz olarak tutacağım için yine de seviniyor ve "Evliya sözü, işte böyle olur" diye kasılıyorum. Gözlerim açıldığında, ne yapacağımı şimdilik bilmiyorum. Ama bir haftalık da olsa evliyalık güzel bir şey, değil mi?
**CÜNEYD SUAVİ**