ebu zer -ali şeriati
Bu günler geçti ve Peygamber göçtü! Ansızın set çekilmiş rüzgârlar her yerden esmeye başladı ve bu devrimin mütecessim ruhu olan Ali,
yine adaletin dinden ayrılmasının,
halkın sahneden çekilmesinin,
dinin yine
seçkinlerin,
ruhaniyetin,
aristokratların ve
hakimlerin tekeline girmesinin
nişanesi olarak evine çekildi. Bu yüzdendir ki Ali ve takipçileri,
bir çöl adamı olan Ebuzer,
işsiz kimsesiz, Habeşli bir köle olan Bilal,
eski bir azatlı köle olan İranlı Selman,
Yunanistan’dan gelmiş bir gariban olan Suheyb,
siyah bir köle olan bir anne ve yoksul hurma satıcısı güneyli Arap bir babadan olan Ammar…
Bunlar, İslâm devriminin önderinin âciz yakınlarıydılar, sahneden çekildiler ve büyük sahabeler,
Abdurrahman b. Avf,
Sa’d b. Ebî Vakkas,
Halid b. Velid,
Talha,
Zübeyr,
Ebu Bekir,
Ömer,
Osman
ki hepsi cahiliye döneminde de eşraftan kimselerdi, hareketin önderliğini ele geçirdiler, topluma hükmetmeye başladılar ve siyasî bir grup oluşturdular.
İslâm’ın “sağa” doğru böyle aniden, şiddetli bir şekilde kayması - ki Sakife’de darbe benzeri seçimle başladı - Ebu Bekir zamanında sadece siyasî bir yöne sahipti. Ömer zamanında, Müslümanların devletten maaş alması şeklinde ekonomik yönünü gösterdi. Hatta Peygamber’in hanımlarını bile “hür ve cariye” diye iki sınıfa ayırdı. Peygamber’in hür hanımları buna itiraz edip ayrıcalık kabul etmediler. Osman döneminde bu kayma zirveye ulaştı. Toplumda sınıflar oluştu ve seçkinler mutlak hâkimler oldular.
Ekonomik kaynaklar, savaş ganimetleri, İran Maveraünnehri’nden Afrika’nın kuzeyine kadar sayısız siyasî ve idarî tebaayı Medine rejiminin emrine veren İslâm’ın doğudaki ve batıdaki fetihleri
Peygamber’in ashabını, mücahitleri, muhacirleri ve ensarı inanan devrimci partizanlardan, siyasetçilere, güç kudret ve servet adamlarına çevirdi ve çoğunlukla yoksul zahitler ve mücahitlerden olan adamlardan bir “hâkim tabaka” oluşturdu. Milyonlarca Müslüman ve kâfirden fakir Medine’ye akan savaş ganimeti, zekât ve cizye şeklinde para seli, yeni bir “burjuvazi tabakası” meydana getirdi. Sadece İslâmî Medine’yi, Müslüman ümmeti, Uhud ve Bedir savaşları mücahitlerini değil, İslâm’ın muhtevasını, sosyal boyutunu ve nihayet dinî görüşü değiştirdi. İslâm’ı devrimci “ideoloji”den devlet dinine çevirdi.
“
Altın ve gümüşü toplayıp Allah yolunda harcamayanlar var ya, (işte) onlara (sonraki hayat için) çok çetin azabı müjdele. Bu (toplanıp saklanan altının, gümüşün) cehennem ateşinde kızdırılıp onların alınlarının, böğürlerinin ve sırtlarının damgalanacağı gün, (bu günahkârlara): ‘İşte, kendiniz için topladığınız hazineler!’ denecek, şimdi tadın bakalım, sarılıp sakladığınız hazinelerin (başınıza açtığı belanın) tadını!” (9/Tevbe Suresi 34-35)
Kenz (hazine), Farsça “genc” kelimesinin Arapçalaşmış ve masdar haline gelmiş şeklidir. Yani sermaye biriktirmek demektir. Altın ve gümüş sermayeciliği temsil eder. İnfak, “çukur” anlamına gelen “nefk” kelimesinden alınmıştır ki if’al babında ilk anlamının tersi bir anlam kazanır. Yani çukurun doldurulması. Açıktır ki burada kastedilen çukur, toplumda sermayecilik ve ekonomik sömürü sonucunda ortaya çıkmış olan hazinedir. Buradaki çukur, toplumsal yaşamdaki eşitsizliğin ve sınıfçılığın tabiî bir sonucudur. Allah yolundan kasıt, İslâmî terminolojide - Müslüman terminolojisinde değil - insanların yoludur. Sosyal konulardan bahseden tüm ayetlerde Allah ve insan (itikadî değil) sosyal yönden birbirlerinin yerine geçerler.
İslâm’ın Rabbi kendine ait adak, kurban, koku, tütsü vs. istemez. Halka ait ve toplum için olan şey, Allah için olur. Allah’a güzelce borç verirseniz (64/Tegâbun Suresi 17), halka güzelce borç verirseniz demektir. Allah’ın yolu, Allah’ın malı, Allah’ın evi, Allah’ın hükmü, Allah’ın eli, Allah için, Allah’a doğru… Hepsi toplumda karşılık bulur. Halkın yoludur, halkın malıdır, halkın evidir. “Halk için kurulan en önemli ev, tüm halklara bir hidayet kaynağı olan Mekke’deki kutlu evdir.” (3/Âli İmran Suresi 96). Halkın yönetimidir, halkın elidir, halk içindir, halka doğrudur. Çünkü halk Allah’ın ailesidir ve böyle anlamayan, bu şekilde inanmak kendilerine zor gelen kişiler, diğer dinlerin kendi ilahları hakkında gösterdiği ilahî dünya görüşünün etkisindedirler.
Fakirlik ve mahrumiyeti dinle açıklayan mahrumlar, ilk kez Ebuzer’den şunu öğreniyorlardı:
“Ne zaman yoksulluk bir kapıdan girerse, din başka bir kapıdan çıkıp gider!”
Osman: Eğer bir adam zekâtını vermişse, kerpiçlerinin biri altından, biri gümüşten olan bir saray bile yapsa hakkıdır.
Ardından Ka’b'a dönüp onun fikrini sordu.
Ka’b: “Evet efendim, öyledir!” dedi.
Ebuzer ona saldırdı. Ka’b korkudan Osman’ın arkasına gizlendi. Halifeye sığındı. Sahne tamamdır! Tüm tarihin gösteri sahnesi! Bir tarafta altın, zorba ve hâkim din, Abdurrahman, Osman ve Ka’bu’l-Ahbar ve ne kadar da belli! Temel altın! Zorba hami, din zorbanın sığınağında yönlendirici ve karşısında Ebuzer; sömürü ve istibdad kurbanı, tarihteki mahkûm dinin ve mazlum sınıfın tecellisi, Allah ve halk!
(Daha önce de değindiğim gibi bu teslis her zaman vardır. Burada
Abdurrahman altını,
Osman gücü ve
Ka’b'ul-Ahbar şirke bulaşmış bozuk dini temsil eder.
Üçü de birbirine dayanmıştır ve karşılarında Ebuzer; yalnız, saldırgan.)
Ebuzer yalnız, silahsızlandırılmış ve mazlum. Ama yine de saldırgan. Ka’b'ı zorbanın sığınağında yakaladı ve deve kemiğiyle başına öyle vurdu ki kan aktı.
Sömürünün sloganı “Halk tabakası için din” ve “Seçkinler için dinsizlik!” ve “sokaktaki” ile “üniversiteli” arasındaki duvarı örüyor, “aydın” ve “halk” Ebuzer’in davetinde eşit oluyor, sermayecilik karşıtı İslâm’ın sıratı müstakiminda bir şiar buluyorlar. Dindarlar, Ebuzer’den sınıf bilincini, aydınlar itikadî bilinci öğreniyorlar.
Ali’nin Osman’a yenilgisi, Ebuzer’in haykırmasına neden oldu. Osman Ümeyyeoğullarından akrabalarına makamlar verdi. Adalet ve özgürlük için Müslüman olan halkın kaderi, tekrar İslâm’ın büyük, köklü ve kindar düşmanlarının, seçkin, ayrımcı ve şirk mensuplarının eline geçti. Bugün İslâm kılıfına bürünmüşlerdi. Ebuzer artık suskunluğu ihanet olarak görmektedir. Ancak haykırışında Mekke’de olduğu gibi yalnızdı. Medine’de de muhacir ve Peygamber’in büyük ensarı arasında yalnızdır.
Osman’a ve altın düşkünlüğüne saldırdı. Yeni tabakaya, zekât ve savaş ganimetleri sayesinde sahabe ya da halifenin yakınları adıyla altın düşkünü, yeni burjuvazi tabakası şeklinde bir grubun ortaya çıktığı Medine’ye saldırdı. Muhacir ve Ensar - Peygamber döneminde sadece imanları için savaşan ve zühdü önceleyen kişiler - şimdi binlerce mülk sahibi olmuşlar; Rey, İran, Bizans, Mısır ve Yemen gibi zengin yerlere sahipler ve yağma için en iyi kılıfa sahipler:
Adı cihad, adı zekât! Ebuzer gördü ki halk bu kez tevhid adıyla (önceleri şirk adıylaydı) yine esir oluyor, yağmalanıyor ve aç bırakılıyor, belki de yüz yıllarca Müslümanları din adına yoksulluk, zillet ve köleliğe tahammüle götürecek bu hileye tahammül edemedi ve haykırdı!
İnsanlar yoksulluklarının Allah’ın değil, Muaviyelerin isteği olduğunu, zilletlerinin Allah’ın dileği olmadığın anlıyorlardı. Çünkü Allah insanın izzetini ister. Eğer zelillerse bunun sebebi zilleti seçmeleridir.
Kaynak:
Ali Şeriati, Ebuzer, Fecr Yayınları, 1. Baskı Kasım 2007, ISBN 978-975-6004-37-1