Sünnet ve Cemaat Kavramı Prof. Nâsır b. Abdülkerîm
SÜNNET VE CEMAAT KAVRAMI
Prof. Nâsır b. Abdülkerîm
Çeviren
M. Beşir Eryarsoy
MUKADDİME
Şüphesiz hamd Allah’ındır. O’na hamdeder, O’ndan yardım dileriz, O’ndan mağfiret diler, O’na tevbe ederiz. Nefislerimizin şerlerinden, amellerimizin kötülüklerinden O’na sığınırız. Allah kime hidayet verirse, onu kimse saptıramaz. Allah kimi saptırırsa kimse de ona hidayet veremez.
Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığına, O’nun bir ve tek olup, ortağı bulunmadığına şehadet ederim. Muhammed’in de Allah’ın kulu ve rasûlü olduğuna şehadet ederim. Allah ona, âline, ashabına, kıyamet gününe kadar izlerinden gidecek olanların hepsine salât ve selâm eylesin. (Rahmet buyursun.)
Şüphesiz yüce Allah bu dinin ebediyyen kalmasını takdir buyurmuş, kıyametin kopacağı zamana kadar onu korumayı hükmetmiştir:
“Muhakkak Zikr’i Biz indirdik, onu koruyacak olan da elbette Biziz.” (el-Hicr, 15/9)
Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem- buyurdu ki:
“Kıyametin kopacağı vakte kadar ümmetimden bir kesim hak üzere muzaffer olarak var olmaya devam edecektir.”[1]
Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın bu hadisi, bu dinin belli bir taife (kesim)in şahsında temsil edilerek kalmaya devam edeceğini açıkça ifade etmektedir. Bu kesim ise, Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın dinde ayrılık ve ihtilaf halinde helak olacak fırkalardan istisnâ ettiği “fırka-i nâciye: kurtulmuş fırka”dır. Çünkü Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem- Ebû Hureyre -Radıyallahu Anh-’ın ve başkalarının kendisinden rivayet ettiği ve sahih olarak sabit olmuş hadiste şöyle buyurmaktadır:
“Yahudiler yetmişbir fırkaya, yahut yetmişiki fırkaya ayrılacak (ayrıldı), hristiyanlar da aynı şekilde. Benim ümmetim de yetmişüç fırkaya ayrılacaktır.”[2]
Yine Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-, Muâviye -Radıyallahu Anh- ve başkalarının naklettikleri rivayete göre şöyle buyurmuştur: “...Hepsi ateştedir. Birisi müstesnâ, o ise cemaattır.”[3]
İlim ehli ve hidayetin önderleri kurtuluşa eren bu fırkanın ehl-i sünnet ve’l-cemaat olduğunu ittifakla belirtmişlerdir.
Ehl-i sünnet ve’l-cemaat, ashab, tabiûn, selef-i salih ve hidayet imamları olan fazilet sahibi üç nesildeki hadis ve ilim ehli olup dinde fakih olan, onların izlerini sürüp, yollarını takip eden, onların gösterdikleri ve tutturdukları hidayet yoluna uymayan şeyleri ve dinde herhangi bir bid’ati sonradan ortaya çıkarmayan kimselerdir. Çünkü onlar Rablerinden gelmiş, apaçık bir delil üzere, apaydınlık bir yolda yürüyen kimselerdir. Hevâlar ve fitnelerin rüzgarlarının etkisi altında kalmadıkları gibi, bid’atler onları sapasağlam kulptan ve dosdoğru yoldan saptırmamıştı.
Ehl-i Sünnet Rasûlullah’ın, ashabının ve tabiûnun zahir ve bâtın hidayet yolunda yürüyen herkestir.
Allah Rasûlünün ashabının ve selef-i salihin izledikleri yol açık ve seçiktir. Bize yazılı olarak nakledilmiş ve korunmuştur. Bu da selef-i salihin anladığı ve amel ettiği şekliyle Allah’ın kitabı ve Allah Rasûlünün sünnetidir.
Bu işin açık seçik ortada olmasına rağmen çağımızda müslümanların bir çoğu kültürlerin karışıp, bid’atlerin yayılması, sapık fırka ve mezheblerin üstünlük sağlamış olmaları dolayısıyla din ve akideleri ile ilgili birçok hususu bilmemektedirler.
Müslümanların pek çoğu tarafından bilinmeyenler arasına katılanlardan birisi de ehl-i sünnet ve’l-cemaat kavramı, onların usulü ve hidayetleri (izledikleri yol)dır. Bu ise birtakım bilgisizlerin ehl-i sünnetin geçip gitmiş bir tarih olduğunu yahutta ortada bu şekilde nitelendirilebilecek bir kesimin olmadığını ya da selefin izledikleri yolların ancak nazari ve ideal birtakım esaslardan ibaret bulunduğunu ya da bütün müslümanların meşreblerinin farklılığına rağmen sünnet üzere bulunduklarını yahutta sünnet yol ve yöntemlerini zamanın silip süpürdüğünü, artık yenileme hareketleri ile yeni alternatifler bulmanın kaçınılmaz olduğunu ileri sürecek hale gelmelerine sebeb teşkil etmiştir.
Nitekim son zamanlarda sünnet ve cemaate aykırı birtakım fırka ve cemaatlerin kendilerinin ehl-i sünnet ve’l-cemaat olduklarını yahut ehl-i sünnet ve’l-cemaatin kendilerinden olduklarını ya da kendilerine katıldıklarını iddia edecek şekilde bazı tez ve iddialar ortaya çıkmıştır.
Bu iddia ve tezlerin akaidlerinin, yöntemlerinin ve amellerinin açık seçik ve çizgileri belirgin ehl-i sünnet ve’l-cemaat yöntemi ile karşılaştırılmak suretiyle tahkike ve delillendirilmeye ihtiyacı vardır. Böylelikle bu iddianın gerçek değeri ortaya çıkmış olur.
Kanaatimce bu hususu en mükemmel şekilde ortaya koyacak üslup bizzat ehl-i sünnetin kendilerinin açıkladığı şekliyle ehl-i sünnet ve’l-cemaat kavramını yaygınlaştırmaktır. Bundan önce ise sünnet bunu açıklamış, ashab ve tabiûn bunu beyan etmiştir. Fazilet sahibi ilk üç asırdaki salih selefimiz (geçmişimiz)in hidayet önderlerinin ve onlardan sonra günümüze kadar gelenlerin yöntemleri ile kilometre taşları belirginlik kazanmıştır.
Bu kısa çalışmamı sunarak gücüm oranında Kur’ân-ı Kerim ve sünnette ehl-i sünnet ve’l-cemaat kavramına açıklık kazandırmaya çalışarak işin netleşmesine katkıda bulunmaya çalıştım. Bunu yaparken kavramı ehl-i sünnet ve’l-cemaatin kendisini oluşturan ashab, tabiûn, hidayet önderi olan selef-i salihimizin anladığı şekliyle ortaya koymaya gayret ettim. Bu hidayet önderleri dinde hadis ve fıkıh ehli olarak bilinen, kendilerine uyulan, ümmetin kendilerinden razı olup, güzel bir kabul ile karşılayarak dinlerini kendilerinden öğrendiği kimselerdir. O halde ehl-i sünnet ve’l-cemaat neyin ne ve nerede olduğunu bilen evin (yurdun) sakinleridir. “Mekkeliler onun yollarını daha iyi bilir.”[4] Bu çalışma benim bu hususa özetle açıklık kazandırmak maksadıyla ortaya koyduğum bir çaba olup, esasen imkânları kısıtlı olan bir kimsenin mütevazi bir gayretidir.
Yüce Allah’tan bunu faydalı kılmasını, dinini aziz kılıp, kelimesini yüceltmesini, salih kullarını zafere kavuşturmasını dilerim. O elbetteki bunu yapacak olan ve buna kadir olandır. Allah’ım Muhammed’e, onun aile halkına ve bütün ashabına salât ve selâm eyle, onlara bereketler ihsan et.
Nâsır b. Abdülkerîm el-Akl
BİRİNCİ BÖLÜM
SÜNNET KAVRAMI
Bu bölümde açıklığa kavuşturulacak hususlar:
Sözlükte sünnetin tanımı,
Kur’ân-ı Kerim’de sünnetin anlamları,
Nebevî sünnette sünnetin bazı anlamları; Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın hadisi, ashab, tabiîn ve selef-i salihe göre sünnet kavramı:
1- Kur’ân-ı Kerim’in dışında bir delil olarak sünnet.
2- Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın sahib olduğu ilim, amel, hidayet ve mutlak olarak getirdiği herşey demek olan sünnet.
3- Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın bid’at ve dinde sonradan uydurulan şeylerin karşıtı olan teşrî buyurduğu ve takrir ettiği şeyler anlamında sünnet.
4- Bazan nafile demek olan sünnet.
5- İlim ve amel hususunda selefin durumu hakkında (ittiba: onlara uymak) anlamı ile kullanılan sünnet.
6- Dinin esasları ve akide meseleleri anlamında sünnet.
7- Müteahhirûna göre sünnet kavramı.
8- “Hadis” anlamında sünnet.
9- Nafile ve müstehablar anlamıyla sünnet.
Sözlükte Sünnet[5]:
Sözlükte sünnet “senne, yesinnu, yesunnu, sennen: sünnet kıldı-kılar, sünnet kılmak” şeklinde. Sünnet kılınana “mesnun” denilir. “Senne’l-emra: O işi açıkladı” demektir.
Sünnetin bir diğer anlamı sîyret (yaşayış tarzı) tabiat ve gidilen yol demektir. Allah’tan gelen sünnet de O’nun hükmü, emri ve yasakları demektir.
Böylelikle aşağıdaki hususların sünnetin sözlük anlamları arasında yer aldığı sonucuna varıyoruz:
1- Sîyret (yaşayış tarzı) ve yol: İster güzel, ister çirkin olsun Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın şu hadisinde bu anlamda kullanılmıştır:
“Kim güzel bir sünnet ortaya koyarsa, onun ve onunla amel edenlerin ecri ona verilir. Kim de kötü bir sünnet ortaya koyarsa...”[6]
İbn Manzur “Lisanu’l-Arab”da şöyle demektedir: “Hadis-i şerifte sünnet ve bu kökten türeyen lafızlar defalarca kullanılmıştır. Bunun asıl anlamı yol ve sîyrettir.”[7]
2- Cilalamak ve süslemek: Senne’ş-şey’e yesunnuhû sennen, sennenehû: onu cilaladı ve süsledi demektir.[8]
Sünnet: Cilalı oluşu, parlaklığı ve düzgünlüğü sebebiyle yüz demektir. Mesnûn da: Cilalanmış anlamındadır.[9]
3- Takviye (güçlendirmek, pekiştirmek): Arablar: Ekşi bitkiler develere yol almaya karşı güç verir (yesunnu). Tıpkı bilemenin bıçağın keskin tarafını güçlendirdiği gibi[10] derler.
“Yesunnu” fiilinden “es-sinân” güç kuvvet demektir.[11]
4- Açıklamak: Allah’ın sünneti, O’nun hükümleri, emri ve yasakları demektir. Allah bunları insanlara sünnet kıldı: Bunları açıkladı, demektir. Allah bir sünnet ortaya koydu: Dosdoğru bir yolu açıkladı, anlamındadır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”Bu önce geçenlerde Allah’ın geçerli kıldığı sünnetidir.” (el-Ahzab, 33/38, 62)
Görüldüğü gibi bu buyrukta, Allah bunu sünnet kıldı, ifadesi onu açıkladı demektir.[12]
Bu sözlük anlamlarından, sünnetin şer’î bir terim olarak: Peygamber -sallallahü aleyhi vesellem-’ın genel çerçevesi ile söz, fiil ve takrirlerinde izlediği sîret (yaşayış tarzı) ve yol anlamında kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Nitekim sözlük anlamı ile bu kullanımların bir çoğu Kur’ân-ı Kerim ve hadis-i şerifte de -ileride açıklanacağı üzere- geçmiş bulunmaktadır.
Kur’ân-ı Kerim ve Sünnette “Sünnet”:
Sünnetin manası Kur’ân-ı Kerim’de, hadiste ashab-ı kiramdan ve selef-i salihten gelen rivayetlerde (eserlerde) çeşitli şekillerde kullanılmış bulunmaktadır. Bunların çoğunluğu da Peygamber -sallallahü aleyhi vesellem-’ın söz, fiil ve takrirlerinde yaptığı teşrîler ile bütün hallerinde izlediği sair hidayet ve rehberliği anlamlarında kullanılmıştır.
Kur’ân-ı Kerim’de “Sünnet”in Bazı Anlamları
1- Kur’ân-ı Kerim’de “sünnet” lafzı yol, sîret, geçmişlerin izledikleri yol anlamında kullanılmıştır. Bu yol kimi zaman övülen bir yol olabilir, bu da hak ve hidayet yoludur. Yüce Allah’ın şu buyruğunda bu anlamda kullanılmıştır:
”Allah size açıkça bildirmek, sizi sizden öncekilerin sünnetlerine iletmek... ister.” (en-Nisa, 4/26)
Yani yüce Allah sizden öncekilerin yollarına iletmek ister. Bu da onların öğülmeye değer olan yollarıdır.[13]
“Sünnetullah: Allah’ın sünneti” bazan yerilen bir işe karşılık Allah’ın cezası anlamında kullanılmıştır. Bu da onun peygamberlerine karşı gelip, sapıklık ve batıl içerisinde kalmaya devam eden ümmetlerin helak edilmesi demektir. Yüce Allah’ın şu buyruğu bu kabildendir:
”Eğer (şirke) dönerlerse, kendilerinden öncekilerin sünneti muhakkak devam etmiş olur.” (el-Enfal, 8/38)[14]
Yani sırat-ı müstakimi bırakıp, başka yolları izledikleri için Allah’ın onları helak etmesi gerçekleşmiştir, geçip gitmiştir.
Yüce Allah’ın şu buyruğunda da bu anlamdadır:
”Öncekilerin sünneti de geçmiş bulunduğu halde...” (el-Hicr, 15/13)[15]
Bu da yalanlamaları üzerine yüce Allah’ın o kavimleri helak etmekte sünnet kıldığı yol anlamındadır.
2- “Sünen” lafzı geçmiş ümmetlerin karşı karşıya kaldığı defalarca tekrarlanan hadiseler ve olaylar anlamında da kullanılmıştır. Yüce Allah’ın şu buyruğunda bu anlamdadır:
“Sizden evvel birçok sünnetler gelip geçmiştir. Onun için yeryüzünde gezin dolaşın da yalanlayanların sonları nice oldu görün.” (Âl-i İmrân, 3/137)
Yani yüce Allah’ın peygamberleri yalanlayan ümmetler hakkında sünnet olarak kıldığı birtakım olaylar sizden önce geçip gitmiş bulunmaktadır.
3- “Sünnetullah” lafzı O’nun hükmü asla geri kalmayan, değişmez kazası anlamında da kullanılmıştır. Yüce Allah’ın şu buyrukları bu türdendir:
”Bu daha önce geçenler hakkında Allah’ın sünnetidir. Sen Allah’ın sünnetinde asla bir değiştirme bulamazsın.” (el-Ahzâb, 33/62)
“(İşte bu) Allah’ın öteden beri süregelen sünnetidir. Sen Allah’ın sünnetinde asla bir değişiklik bulamazsın.” (el-Feth, 48/23)
“(Bu) senden önce gönderdiğimiz peygamberler için de uyguladığımız sünnetimizdir. Sen bizim sünnetimizde hiçbir değişiklik bulamazsın.” (el-İsra, 17/77)
O halde burada sünnet yüce Allah’ın hükmettiği ve kesin olarak hükme bağladığı sabit, değişmez adet anlamındadır.[16] Son iki anlamı birbirine yakındır.
4- Kur’ân-ı Kerim’de İbrahim (a.s)’ın yaptığı şu dua birkaç defa tekrarlanmış bulunmaktadır:
”Rabbimiz onların arasından kendilerinden onlara âyetlerini okuyan, onlara kitabı ve hikmeti öğreten... bir peygamber gönder.” (el-Bakara, 2/139)
Yüce Allah peygamberi Muhammed -Sallallahü aleyhi vesellem-’a şöyle buyurmaktadır:
“Allah sana kitabı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediklerini öğretmiştir.” (en-Nisa, 4/113)
Bir başka yerde de yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”O ümmiler arasında kendilerinden onlara karşı onun âyetlerini okuyan, onları arındıran, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderendir. Halbuki daha önceden apaçık bir sapıklık içinde idiler.” (el-Cuma, 62/2)
O halde (burada sözü edilen) “kitab” Kur’ân-ı Kerimdir. “Hikmet” ise sünnettir.[17]
Aynı zamanda hikmet ile nitelendirilen sünnet, burada Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın hidayeti, sözü, fiili ve sîyreti anlamındadır.
Sünnette (Yani Hz. Peygamberin Hadisinde) “Sünnet”in Anlamlarından Bazıları Ve Ashab İle Selefe Göre Sünnet Mefhûmu:
Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’dan vârid olduğu ve selefin kavradığı şekliyle sünnetin anlamlarını inceleyip, tesbit etmek uzunca bir araştırmayı gerektirir. Ancak burada açıkça tesbit ettiğim bazı hususları özetle kaydedeceğim:
a- Kur’ân-ı Kerim’den Sonraki Kaynak Olarak Sünnet:
Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’dan gelen rivayetlerde Kur’ân-ı Kerim’den sonraki kaynak olarak sünnetin kullanıldığı rivayetler gelmiştir. Bu, vahyin ikinci türü anlamında olup, Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’dan Kur’ân-ı Kerim’in dışında mutlak olarak gelen rivayetler kastedilir. Bu bakımdan: Allah’ın Kitabı ve Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın sünneti denilir. Buna göre burada sünnet din ve şeriatın kaynaklarından ikinci kaynak anlamındadır. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de yüce Allah’ın şu buyruğunda bu anlamda kullanılmıştır:
“Evlerinizde okunan Allah’ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın.” (el-Ahzab, 33/34)
“Onlara kitabı ve hikmeti öğreten...” (el-Bakara, 2/129)
“Ve biz sana kitabı ve hikmeti indirdik.” (en-Nisa, 4/113)
‘Onlara kitabı ve hikmeti öğreten...” (el-Cuma, 62/2)
Bu âyet-i kerimelerde ve başkalarında “kitab”dan kasıt Kur’ân-ı Kerim, “hikmet”ten kasıt sünnettir.[18] -Az önce işaret ettiğimiz gibi.- Bu âyet-i kerimelerde sünnet Kur’ân-ı Kerim’den başka bir kaynaktır.
Aynı şekilde Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’dan gelen rivayetlerde de bu iki kaynak birbirinden ayrı kaynaklar olarak ifade edilmiştir. Malik’in Muvatta’da rivayet ettiği hadis bunlardan birisidir: Malik’in belirttiğine göre kendisine Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın şöyle buyurduğu ulaşmıştır:
“Ben aranızda iki şey bırakıyorum. O ikisine sımsıkı sarıldığınız sürece asla sapmayacaksınız: Allah’ın Kitabı ve Rasûlünün Sünneti.”[19]
Hâkim’im el-Müstedrek’te, İbn Abbâs’tan kayd ettiği şu rivâyet de buna benzemektedir:
“Aranızda öyle şeyler bırakıyorum ki, onlara sarıldığınız sürece ebediyyen sapmayacaksınız: Allah’ın Kitabı ve Peygamberinin Sünneti...”[20]
Bunu Hâkim de yakın bir rivayetle Ebu Hureyre’den kaydetmiş ve şunu eklemiştir:
“Her ikisi de Havzda benimle buluşacakları vakte kadar asla ayrılmayacaklardır.”[21]
Böylece Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem- mushaflarda yazılı, okunan Allah’ın kelamı olan Kur’ân-ı Kerim ile kendi sünnetinin farklı şeyler olduğunu göstermiş bulunmaktadır.
Muaz b. Cebel -Radıyallahu Anh-’ın rivayet ettiği hadiste belirtildiğine göre de Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem- kendinizi Yemen’e gönderdiğinde şöyle sormuş:
“Sana hüküm vermek üzere bir husus arzedildiğinde nasıl hükmedeceksin?” Muaz:
“Allah’ın kitabı ile hükmederim” deyince, Peygamber:
“Eğer Allah’ın kitabında olmazsa?” diye sorunca, Muaz:
“O halde Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın sünneti ile... (hükmederim)” demiştir.[22]
Burada Muaz sünneti Kur’ân-ı Kerim’den ayrı bir kaynak olarak söz konusu etmiş, Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem- da onun bu ayırımını reddetmemiştir.
Huzeyfe -Radıyallahu Anh-’ın zikrettiği hadis de bunun gibidir: Bize Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem- iki hadis aktardı. Bunlardan birisini gördüm, diğerini de bekliyorum. O bize dedi ki:
“Şüphesiz emanet yiğit adamların kalblerinin köküne inmiştir. Sonra onlar Kur’ân-ı Kerim’den öğrendiler, sonra da sünnetten öğrendiler...”[23]
Burada “sünnet” Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın Kur’ân-ı Kerim’in dışında getirdikleridir.
Aynı şekilde selefin (Allah onlardan razı olsun) de “sünnet” lafzını Kur’ân-ı Kerim’in dışında Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem-’dan gelen rivayetler hakkında kullandıklarını görüyoruz. Onlar: “Allah’ın kitabı ve Rasûlünün sünneti” dedikleri gibi “Kur’ân ve sünnet” de diyorlardı.
Bu şekildeki kullanım ashabın ve selefin sözlerinde ve onlardan gelen rivayetlerde pek çoktur. Yüce Allah’ın:”Onlara kitabı ve hikmeti öğreten...” (el-Cuma, 62/2) buyruğunu ashab ve tabiînin bazılarının kitabı Kur’ân-ı Kerim, hikmeti de Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın sünneti diye tefsir ettikleri önceden geçmiş bulunmaktadır.[24] Bunlardan bazılarını da burada belirtelim:
İbn Abbas -Radıyallahu Anh- dedi ki: “Kim, Allah’ın kitabında olmayan, Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın sünnetinden, daha önce uygulaması bulunmayan herhangi bir işi ortaya çıkartırsa...”[25]
Abdullah b. Mesud -Radıyallahu Anh- diyor ki: “Bize yüce Allah’ın kitabında yahutta Allah’ın peygamberinin sünnetine dair bildiğimiz herhangi bir husus hakkında soru sorarsanız, biz de onu size bildiririz. Fakat sizin sonradan uydurduğunuz şeylere gücümüz yetmez.”[26]
Ebû Seleme b. Abdu’r-Rahman (vefatı: 94 h.) Hasan-ı Basri’ye (vefatı: 110 h.) dedi ki: “Bana ulaştığına göre sen kendi görüşüne göre fetva veriyormuşsun. Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın sünneti yahut Allah tarafından indirilmiş kitabın bir hükmü ile olmadıkça sakın kendi görüşüne göre fetva verme.”[27]
İmam Abdullah b. Avn el-Basrî (vefatı: 150 h.)’ın şu sözünde de bu anlamda kullanılmıştır: “Üç husus vardır ki onları hem kendim için, hem kardeşlerim için severim: Bu sünneti öğrenmeleri, ona dair soru sormaları, bu Kur’ân’ı iyice bellemeye çalışmaları, insanlara ona dair soru sormaları ve hayır ile olmadıkça insanlara ilişmemeleri.”[28]
Yahya b. Ebi Kesir -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefat: 129 h.) de şöyle demiştir: “Sünnet Allah’ın kitabına dair hüküm verici konumdadır.”[29]
Abdullah b. Ömer, Cabir b. Zeyd -Radıyallahu Anhum-’a şöyle demiştir: “Natık bir Kur’ân yahut uygulanagelmiş bir sünnet ile olmadıkça sakın fetva verme.”[30]
Hassan b. Atiyye -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefat: 120 h.) dedi ki: Cebrail, Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem-’a Kur’ân’ı indirdiği gibi, sünneti de indirirdi.”[31]
O halde din Allah’ın kitabı olan ve o emin ruhun Muhammed -Sallallahü aleyhi vesellem-’a indirdiği Kur’ân-ı Kerim ile diğeri Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın sünnetinden ibaret olan iki kaynaktan öğrenilir. Onun sünneti sözleri, fiilleri, takrirleri, yaşayışı ve siretidir. İşte seleften gelen bu rivayetlerdeki bu taksimden maksat budur.
Sünnetin bu şekildeki anlaşılması bazı usul alimleri ile dilbilginlerinin sünneti tariflerine uygun düşmektedir: Şatıbî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefat: 790 h.) el-Muvafakat adlı eserinde şöyle demektedir: “Sünnet lafzı -özel olarak- Kitab-ı Aziz’de hakkında nass bulunmayan ve Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’dan nakil yoluyla gelen şeyler hakkında kullanılır.”[32]
İbn Manzur da “Lisanu’l-Arab”da şöyle demektedir: “Hadiste sünnet lafzı ve bu kökten türeyen lafızlar çokça tekrar edilmiştir. Bunun asıl anlamı: Yol ve siret (yaşayış)dır. Şeriatte sünnet kullanılacak olursa, onunla Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın emrettiği, yasakladığı ve teşvik ettiği Kitab-ı Aziz’in ifade etmediği hususlar -söz ya da fiil olsun- kastedilir. Bundan dolayı şeriatın delilleri: Kitab ve Sünnettir yani Kur’ân ve hadistir denilir.”[33]
b- Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın İlmi, Ameli, Rehberliği ve Mutlak Olarak Onun Getirdiği Herşey Demektir:
Hadis-i şerifte “sünnet”in, Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın rehberliği ve yaptıkları hakkında çokça kullanıldığı görülmektedir. Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’dan sahih olarak rivayet edilen Abdullah b. Amr -Radıyallahu Anh-’dan gelen şu hadis bunlardan birisidir. Abdullah b. Amr dedi ki: Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem- şöyle buyurdu:
“Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.”[34]
O halde burada sünnet Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın rehberliği ve uygulaması, amelidir.
Sünnet Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’dan rivayet edilen söz, fiil, takrir, yaşayış, şeriat ve Kur’ân-ı Kerim ile, sünnetin getirdiği din ile ilgili olarak gelen bütün rivayetler anlamında da kullanılabilir. Yani kapsamlı anlamı ile sünnetin kullanıldığı da olur. Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın el-İrbad b. Sâriye, -Radıyallahu Anh-’ın rivayet ettiği hadisteki şu sözlerinde bu anlamda kullanılmıştır:
“... Allah’tan korkun ve (meşru müslüman yöneticilere) dinleyip, itaat etmeye bakın. Gerçek şu ki aranızdan uzun ömür yaşayacak olanlar çokça ayrılıklar göreceklerdir. O vakit siz benim sünnetime ve raşid halifelerin sünnetine sımsıkı yapışmaya bakınız. Bu sünnete azı dişlerinizle yapışınız.”[35]
Buradaki anlamı ile sünnet Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın getirdiği bütün vahiy, şeriat, din, rehberlik ve ameldir. Raşid halifelerin ameli de bunların kapsamı içerisindedir. Bu da bir önceki anlamdan daha kapsamlıdır.
Aynı şekilde selefin “sünnet” tabirini Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın getirmiş olduğu din ve şeriat hakkında, mutlak olarak ilim ve amel hakkında, ayrıca ashabın, tabiûn’un ve bu ümmetin selefinin dinin usulü (itikadi hükümleri) ile furûu (fıkhî ve diğer hükümleri) ile ilgili olarak algıladıklarının tümü hakkında da kullandıklarını görebiliyoruz. Bu anlam sünnetin selef tarafından anlaşılmış en kapsamlı ve en geniş anlamıdır. Çünkü bu anlamı ile Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın gerek Kur’ân-ı Kerim’de, gerek sünnette getirdikleri ve ashabın bize naklettikleri İslamın getirmiş olduğu ilim, amel, akaid, ahkâm, faziletler ve güzel ahlâka dair bütün hususları kapsamaktadır. Bu aynı zamanda “raşid halifelerin sünneti”ni de kapsar. Hatta burada sünnet Allah’ın hidayet peygamberini kendisi ile göndermiş olduğu İslamı, özeliyle geneliyle ifade eder. Bu da hak din ve sırat-ı müstakimin kendisidir, müminlerin yoludur, İbrahim’in milleti olan haniflik dinidir.
Ebu Bekr es-Sıddik -Radıyallahu Anh-’ın söylediği: “Sünnet Allah’ın sapasağlam ipidir.”[36] sözü de bu anlamdadır.
Ubeyy b. Kâb -Radıyallahu Anh- dedi ki: “Size o yola ve sünnete sımsıkı sarılmanızı tavsiye ediyorum. Çünkü kim o yol ve o sünnet üzerinde bulunup da, Rahman’ı andığı vakit yüce Allah korkusundan ötürü gözleri yaşla dolarsa, o kimseyi Allah azablandırmaz.”[37]
Ömer b. Abdülazîz -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- de şöyle demiştir: “Sünneti ancak buna muhalif olarak gelen yanılmaları (neler olduklarını) bilen kimseler ortaya koymuştur.”[38]
Tabiînin büyüklerinden olan Abdullah b. ed-Deylemî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- şöyle demiştir: “Bana ulaştığına göre dinin gitmeye başlaması sünneti terketmekle ortaya çıkar.”[39]
Yine o şöyle demiştir: “Bir halatın tel tel gitmesi gibi, sünnet te birer birer gidecektir.”[40]
Hasan-ı Basrî ve Süfyan -Allah’ın rahmeti üzerlerine olsun- yüce Allah’ın:”Sonra biz seni dinden bir şeriate sahib kıldık. Sen de artık ona uy.” (el-Casiye, 45/18) buyruğunu: Sünnet üzere kıldık, diye açıklamışlardır.[41]
Mekhûl -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefat: 113 h.) de şöyle demektedir: “Sünnet iki türlüdür. Birincisi alınması farz, terki küfür olan sünnet, diğeri alınması fazilet, onu bırakıp başkasına yönelmek ise harec (günah) olan sünnettir.”[42]
Bu anlamı ile dinin usulünü (akaidini) ve furûunu (diğer hükümlerini) kapsar.
İbn Receb -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- “Camiu’l-Ulumi ve’l-Hikem” adlı eserinde şunları söylemektedir: “Sünnet yol ve yaşayış demektir. Bu Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın ve raşid halifelerinin üzerinde bulundukları itikad, amel ve sözlere sımsıkı yapışmayı kapsar. İşte kâmil sünnet bu demektir. Bundan dolayı selef eskiden sünnet adını ancak bütün bunları kapsayan şeyler hakkında kullanırlardı. Bu anlamdaki sözler el-Hasen, el-Evzaî ve el-Fudayl b. İyad’dan rivayet edilmiştir.”[43]
Şeyhu’l-İslâm İbn Teymiyye -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- şöyle demektedir: “Sünnet şeriatın kendisidir. Sünnet Allah ve Rasûlünün din olmak üzere teşrî ettikleridir.”[44]
Adî b. Müsafir -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- izinden gidenlere yazmış olduğu “el-Vasiyetu’l-Kübrâ” adlı risalesinde de şunları söylemektedir: “Siz -Allah sizi ıslah etsin- biliyorsunuz ki kendisine uyulması gereken, sahibleri övülen ve onlara muhalefet edenlerin yerildiği sünnet, Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın itikadi hususlarda, ibadete dair hususlarda ve din ile ilgili diğer hususlardaki sünnetidir. Bu ise ancak Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’dan sabit olan söz ve fiillerini; terkettiği söz ve amellerini belirten hadisleri, diğer taraftan önden gidenlerin (es-sâbikûnun) ve onlara güzelce uyanların izledikleri yolları bilmekle mümkündür.”[45]
Bu anlamı ile onlara göre sünnet, hadis hakkında kullanılan anlamından daha kapsamlıdır.
İmam Abdurrahman b. Mehdî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefat: 198 h.) de şöyle demektedir: “İnsanlar çeşitlidir. Kimileri sünnette de imamdır, hadiste de imamdır. Kimisi sadece hadiste imamdır. Sünnette ve hadiste imam olan kişi ise Süfyan es-Sevrî’dir...”[46]
O bu sözleriyle hadisten daha genel kapsamlı olan geniş anlamı ile sünneti kastetmektedir.
c- Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın Teşrî Buyurduğu Yahut Takrir Ettiği ve Dindeki Bid’at ve Sonradan Uydurma Şeylerin Karşıtı Anlamı ile Sünnet:
Sünnet, Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın teşrî buyurduğu ve dindeki muhdesât (sonradan ortaya çıkartılmış şeyler, bid’atler) karşıtı anlamı ile vârid olduğu gibi, onun ikrar ettiği amel anlamına da gelir. Yani ondan sonra değil de onun döneminde ortaya konulan şey demek olur. Çünkü ondan sonra meydana çıkartılan şeye bid’at denilir. Bu da Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın: “İşlerin en kötüleri ise sonradan ortaya çıkartılan şeylerdir, sonradan ortaya çıkartılan herbir şey ise bir bid’attir.”[47] hadisinden alınmıştır. Buharî ile Müslim’de de Peygamber efendimizin şöyle buyurduğu kaydedilmektedir: “İşlerin en kötüleri sonradan ortaya çıkartılanlardır.” Müslim’de şu fazlalık vardır: “Ve her bid’at bir dalâlet (sapıklık)tır.”[48]
İşte Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın: “Her kim İslamda güzel bir sünnet ortaya koyarsa, o kimseye hem onun ecri, hem de ondan sonra onunla amel edenlerin ecri verilir ve onlardan hiçbirisinin ecrinden herhangi bir şeyin eksilmesi sözkonusu olmaz. Her kim de İslamda kötü bir sünnet ortaya koyarsa, hem onun vebali hem de ondan sonra onunla amel edenlerin vebali o kimsenin üzerine olur ve onlardan hiçbir kimsenin vebalinden herhangi bir şeyin eksiltilmesi söz konusu olmaz.”[49] buyruğu böyle yorumlanır.
Hz. Peygamberin şu sözleri de bu kabildendir: “Muaz size bunu böylece sünnet kıldı. Artık siz de onu yapınız.”[50]
Bu, cemaatle namaz kılma esnasında imamın arkasında yetişilemeyen ve sonradan kılınan namazın kazası ile ilgilidir. Bu da Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem- bunu ikrar ve kabul ile karşıladığından ötürü meşru ve güzel sünnet kabilindendir. Sünnet’in bazan önceki ümmetlerin dinde ortaya koydukları kötü fiil ve sapıklıkları anlatmak için kullanıldığı da olmuştur. Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın şu buyruğu bu kabildendir: “Sizden öncekilerin sünnetlerine andolsun ki uyacaksınız...”[51]
Bu da dinde bid’atler işlemek hususunda onların izledikleri yollara ve onların gidişatına uyacaksınız demektir. Bu kullanım sözlük anlamı gözönünde bulundurularak yapılmıştır.
Peygamberin hadislerinde yaşayış ve gidilen yol anlamında sünnet çokça kullanılmıştır. İbnu’l-Esir şöyle demektedir: “Hadis-i şerifte sünnet ve sünnet kökünden türeyen lafızlar çokça tekrarlanmıştır. Bunların asıl anlamı ise siret (yaşayış) ve gidilen yol demektir.”[52] Bu sözleriyle sünnetin sözlük anlamını kastetmektedir. Şarî ise sünnetin şer’î anlamına Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem- ile raşid halifelerin şeriat olarak ortaya koydukları ile özel bir anlam kazandırmış ve ondan sonra ortaya konulanlara da bid’at adını vermiştir.
Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem- tarafından sünnetin bid’atin karşıtı olarak kullanıldığına dair rivayetler de gelmiş bulunmaktadır. İmam Ahmed’in Gudayf b. el-Haris -Radıyallahu Anh-’dan naklettiği Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın şu buyruğu bu kabildendir: “Bir kavim, bir bid’at ihdas etti mi mutlaka sünnetten onun benzeri kaldırılır...”[53]
Aynı şekilde sünnet lafzı hadiste birinin diğerinin benzeri olması, bir yola yahutta önceki bir hükme kıyas edilmesi anlamında da kullanılmıştır. İmam Malik’in -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- naklettiği şu rivayet bu kabildendir: Ömer b. el-Hattab -Radıyallahu Anh- mecusileri sözkonusu ederek dedi ki: Onlara ne yapacağımı bilemiyorum. Bunun üzerine Abdurrahman b. Avf -Radıyallahu Anh- dedi ki: Ben Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem-’ı şöyle buyururken dinlediğime tanıklık ederim. “Onlara kitab ehlinin sünnetini uygulayınız.”[54] Yani mecusiler tabi olacakları hükümler itibariyle cizye hususunda kitab ehline kıyas edilirler.
Ashab, tabiûn ve bu ümmetin selefinin ilk nesli, “sünnet” lafzını Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın dine dair teşrî buyurup, ashab ve tabîinin kendisinden naklettiği şeyler hakkında kullanmışlardır. Bu ise bid’at ve din hakkında mücerred görüşe dayanarak söz söylemenin karşıtıdır. Hevâlara uymanın ve itikad ve kader meselelerinde kıyasa baş vurmanın da karşıtıdır.
Ömer b. el-Hattab -Radıyallahu Anh- dedi ki: “Rey ehli (görüş sahibleri) sünnetlerin düşmanıdır. Hadisleri bellemek onlara zor gelmiştir. Onlar hadisleri elden kaçırdıkları için onları belleyememişler, bunun sonucunda görüşlerine dayanarak söz söyleyerek hem kendileri sapmışlar, hem başkalarını saptırmışlardır.”[55]
Ali b. Ebi Tâlib -Radıyallahu Anh- da şöyle buyurmuştur: “Hevâ, sünnete muhalefet edenin kanaatine göre haktır. İsterse bu uğurda boynu vurulsun.”[56]
Abdullah b. Ömer -Radıyallahu Anh- kendisine bir kişinin: ... Ne dersin... Ne dersin? deyince, şöyle dedi: “Sen ne dersin’i Yemen’de bırak. Burada sözkonusu olan sadece sünnetlerdir.” Yani Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem-’dan din olarak gelen rivayetlerdir.[57]
Kadı Şureyh -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefat: 80 h.) şöyle demiştir: “Sünnet sizin kıyasınızdan öncedir. O halde tabi ol, bid’atçi olma.”[58]
Ömer b. Abdulaziz -Radıyallahu Anh- da şöyle demiştir: “Sünneti ortaya koyan kimse ona muhalefet etmekteki yanılmaları bilerek koymuştur. Andolsun onlar tartışma yapmaya, münazara yapmaya sizden daha da muktedir idiler.”[59]
Selef sünneti Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın teşri buyurduğu şeyler hakkında ve onun teşrî buyurmadığı şeyler mukabilinde kullanmışlardır ki, bunlar da bid’at ve muhdesât (sonradan din adına ortaya konulan şeyler) diye bilinirler. Şüphesiz ki sonradan ortaya konulan herbir iş bir bid’attir, her bir bid’at bir sapıklıktır ve sünnete aykırıdır. Bu dinin esaslarına ve kat’î naslarına dayanan İslam’ın büyük bir kaidesidir. Mesela Hz. Peygamberin: “Benim sünnetime sıkı sıkıya sarılınız.”[60] ; “İşlerin en kötüleri sonradan ortaya konulanlardır ve herbir bid’at bir sapıklıktır.”[61] ; “Sonradan ortaya çıkartılan işlerden alabildiğine sakınınız. Çünkü herbir bid’at bir sapıklıktır.”[62] ; “Her kim bizim bu işimizin üzerinde olmadığı bir amelde bulunacak olursa, (bizim işimize uymayan bir iş yaparsa) o merduttur.”[63] buyrukları gibi.
Selefin “sünnet” lafzını “bid’at”in karşıtı olarak kullanmaları pek çoktur. Bunlara bazı örnekler:
İbn Mesud, Ubey b. Ka’b ve başkaları -Allah onlardan razı olsun- şöyle demişlerdir: “Sünnette iktisat (orta halli sünnete uymak) bid’atlerde olanca gayreti ortaya koymaktan hayırlıdır.”[64]
Yine Abdullah b. Mesud şöyle demiştir: “Siz -sünnete- uyunuz. Ayrıca bid’at ortaya koymaya kalkışmayınız. Çünkü sünnet size yeter, bid’ate ihtiyaç bırakmaz.”[65]
İbn Abbas -Radıyallahu Anh- şöyle demiştir: “İnsanların bir bid’at ortaya koymadıkları, bir sünneti öldürmedikleri, bir yıl geçmiyor. Nihayet bid’atler hayat buluyor, sünnetler ölüyor.”[66]
İbn Sîrîn -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefat: 110 h.) şöyle demektedir: “Bir bid’ati kabul edip te bir sünnete başvuran hiçbir kimse olmaz.”[67]
Gudayf b. el-Haris -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefat: 65 h.) şöyle demektedir: “Bir bid’at ortaya çıktı mı mutlaka sünnetten onun bir benzeri terkedilir.”[68]
Ebu İdris el-Havlânî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefat: 80 h.) şöyle demektedir: “Bir ümmet dininde bir bid’at ortaya koydu mu mutlaka Allah ondan dolayı onların üzerinden bir sünneti kaldırır.”[69]
Hassan b. Atiyye ile ve Hallâs b. Amr -Allah’ın rahmeti üzerlerine olsun- ve başkalarından buna benzer çokça rivayetler gelmiş bulunmaktadır.[70]